11.Bölüm

2.1K 197 64
                                    


İyi okumalar dilerim...

Beynim düşünmeyi bırakmış, zihnim ise içerisinde yankılanan, dört kelimelik o ince köprünün üzerinde taklalar atmaya başlamıştı. Henüz gördüklerimin bile etkisinden sıyrılamamışken duyduklarım çok fazla gelmişti. Gözlerimi kısarak biraz daha dikkatli baktım oraya doğru. Pembeye çalan bulutlar katran karasına bürünmüş ve çatlaklarından sızan güneş ışıkları matlaşmaya başlamıştı.

Olduğum yerde huzursuzca kıpırdanırken başımı hafifçe çevirdim. Sağ omzumun üzerinden ardıma attığım bakış, geçmişin kaygan merdivenlerinde yalpalarken ayaklarımın kontrolüm dışında arşınladığı basamaklar, parlak aynalarla dolu dar bir dehlizde son buluyordu. Olanlara hiçbir anlam veremiyordum. Görünmeyen bir el ruhumu avuçlarının arasına almış ve var gücüyle sıkıyordu sanki. Sol yanıma ardı ardına saplandığını hissettiğim zehirli oklar düşünme yetimi kaybetmeme sebep olurken, çıldırmamak adına verdiğim savaş anbean çetinleşiyordu. Her şey fazla karışıktı ve tek bildiğim bu karışıklığın getirisi olan yağlı ilmeklerin boynuma dolanmasına çok az kaldığıydı.

Sıkı sıkıya yumduğum gözlerimi ürkekçe aralayıp etrafıma baktığımda yüzüme bir tokat gibi çarpan yalnızlık ve benliğimi esareti altına alan kaybolmuşluk hissine kapılmadan hemen önce tam karşımda duran aynaya çarpan gözlerim anbean donuklaşmaya başladı. Aynalardan birine yaklaştıkça ötekinde kaybolan suretim ve silüetimi yiyerek varlığını sürdüren binlerce yansıma... Binlerce ben ve tek bir görüntü. Kayboluyorum geçmişin puslu labirentlerinde. Kayboluyorum ve o görüntü sığınak oluyor gözlerime.

Tutunduğum kapı pervazı avuç içlerime görünmez kesikler armağan ederken, en az, bakışlarıma odak olan deniz kadar dalgalı saçlarının perdelediği koyu kahve gözlerinin irislerine düşen yansımama hayranlıkla bakıyorum. Ve kararmaya başlıyor her şey bir anda. Kıyıyı döven dalgaların hışırtısı kulaklarıma dolarken, yanaklarımı okşayan rüzgarın tatlı esintisine karışan naif sesi kulaklarıma ulaşıyor. Yas tutan bulutların savurduğu yağmur damlaları saçlarımdan şakağıma doğru ince bir yol çizerken, omzumda hissettiğim parmaklarla beraber hızlıca gözlerimi açıyorum.

*
''Hayır, anlamıyorum ki arkadaş, sicim gibi yağmur yağıyor ama beyefendi de tık yok. Gerçi hata bende, at denize kurtul, ne diye bekliyorsun ki bu ayının uyanmasını. Hey! Sana diyorum. Uyansana artık ya. Omuzum uyuştu be Allah'ın cezası, kaldır artık şu koca başını. Of... Sınavı da kaçırdım zaten. Ayla, kapat canım şimdi sen, arayacağım sonra ben seni.''

Kendi kendine konuşmaya devam ederken anlamayan gözlerle ona baktığımda attığı kahkaha biraz daha afallamama sebep olmuştu. Uyku mahmuru gözlerimi ovalayarak biraz daha dikkatli baktım ona. ''Gerçek misin sen ya...'' Mırıldanırcasına söylediğim sözlerin üstüne, gördüklerimin gerçekliğini test etmek için yanağıma attığım hafif tokat pek etkili olmamıştı ve hala rüya görüyordum galiba. Nerede olduğumu anlamak adına meraklı gözlerle etrafta gezdirdiğim bakışlarım, başımı dayadığım o küçük omuzda son bulmuştu. Ne, başımı dayadığım küçük omuz mu? Hızlıca ayağa kalkarken sorgularcasına ona bakıyordum ki söylediği sözle bende gülmeye başladım.

''Aa... Neden uyandın ki sen şimdi. Yaz bitene kadar uyur bu demiştim. Malum siz ayılarda kış uykusu olayı var ya. Ee... Sende bir ayı olduğuna göre, mevsimleri karıştırmış olmalısın. Neyse ya uyumaya devam et sen, kış gelince uyandırrım artık...'' İşaret parmağını dudaklarına dayarken hala bir şeyler söylemenin peşindeydi. Şaşırmıştım doğrusu. Nefes kesecek kadar güzel ve nefes almadan konuşan bir kadın. İlk defa karşılaşıyordum böylesiyle. ''Hep böyle nefes almadan mı konuşursun sen, yoksa ellerinle yapamadığını çenenle yapıp beni öldürmeye mi karar verdin?'' Parmağımın altında kıpırdanan dudaklarını sıcacık elleriyle tutup hiddetle aşağı indirdi. ''Hem soru soruyorsun, hem konuşmama izin vermiyorsun.'' Tam bir cadıydı bu kız. Tatlı bir cadı... ''Hayır beyefendi, ama ayının biri gelipte omzunuza kurulsa sizinde pek sessiz kalabileceğinizi sanmıyorum.''

Duyduğum mahçubiyet ile başımı hafifçe eğip gülümsedim. "Gerçekten özür dilerim, ama pişman olduğumu söyleyemem, omzunuz oldukça rahattı." Pembeleşmeye başlayan yanaklarını sıkma istediğimi bastırmaya çalışarak devam ettim. "Ve huzurlu..."

Tutamadığım ellerim yanağına doğru uzanırken, irileşen gözleriyle ne yaptığımı anlamak istercesine bana bakıyordu. Alnına düşen bir tutam saçı kulağının arkasına itip hızlıca geri çekildim. "Ne... Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz?" Çapkınca göz kırparak yüzümü yüzüne yaklaştırdım. Yanakları biraz daha kızarırken kuruyan dudaklarına attığı masum dil darbesi, şuan için hiçte masum sayılmayacak bir hareketti.

"Yapmak istedim ve yaptım. Şimdi de seni öpmek istiyorum." Cevap vermesine fırsat vermeden, dudaklarına tüy yumuşaklığında bir buse kondurup geri çekilmiştim ki, çok geçmeden sağ yanağımın hemen üzerinde yakaladığım eli arsızca sırıtmaya başladım.

"Ah, nasıl da unuturum. Cem ben, Cem Atasoy. Peki ya siz güzel bayan, isminizi bağışlamayacak mısınız?" Ayağa kalkmış tüm muzipliğim ile ona bakarken, ne kadar güzel olduğunu bir kez daha fark ettim. Ateş saçan gözleri kahvenin en güzel tonu, küçük burnu ise fazlası ile kusursuzdu. Çenesini inatla dik tutmaya çalışırken, büyüleyici güzellikteki dudakları güze kapılan narin bir yaprak gibi titremeye başlamıştı. Bir meleği andırıyordu bu hali ile. Hırçın ve inatçı bir melek. Aklıma gelen bu düşünce ile dudaklarımın kıvrılmasına engel olamadım. Avuçlarımın arasına aldığım ince parmakları ile elimi parçalara ayırmak istercesine sıkmaya başlamıştı. Dudaklarımı hareketsiz bir şekilde bana çevirdiği yüzüne doğru yaklaştırdım ve sıcak nefesimi kulağına üflerken, muzip bir tonda fısıldadım. "Artık geri alabilir miyim elimi?"

Mümkünmüş gibi biraz daha kızaran yanaklarının karşısında eriyen içim, gözlerimi alamadığım gözlerinden sızıp benliğine karışıyordu sanki. Garip bir çekimin sarsıcı etkisine kapılmıştım ve ne bir adım ileri gidebiliyordum nede bir adım geri. Elimde tuttuğum elini baş parmağımla okşadığımın bile farkında değildim, ya da saçlarına uzanan diğer elimin. Yalnızca teninden yayılan o eşsiz menekşe kokusuna odaklanmıştım. Şah damarının hemen üzerine kondurduğum dudaklarımın altında kıvranan o şiddetli nabız, kalbimin ritimsizliğine ortak olmaya çalışıyor gibiydi. ''Sen...'' Soluk soluğa başladığım bu cümlenin devamını getirebilecek gücü kendimde bulamamıştım. Konuşsak tüm büyü bozulacaktı sanki. Susmalıydık. Peki ya sussak... Sussak ne olacaktı?

''Sen...'' Sesindeki titrek tını kulaklarıma ulaşırken gözlerini gözlerimden bir an bile ayırmamıştı. Elimde eli değilde bir ateş vardı sanki ve ben bu ateşte ölesiye yanmak istiyordum. ''Sen bana ne yaptın böyle?''

Bir sonraki bölüm için sayfayı çeviriniz --->

Ölürsem Sevemem Seni (ASKIDA)Where stories live. Discover now