Mazi

By Ilknnnurr

4.8K 645 1.7K

Ben Mayıs Asil Karahanlı. Yirmi yaşında, gençliğinin başında, mental çöküşün ise tam ortasında duran kız. Doğ... More

1.Bölüm: 'Vasat'
2. Bölüm: 'Umursamaz'
3.Bölüm : 'Damat Ferit'
4.Bölüm: 'Kuralsız'
5. Bölüm: 'Ebubekir Sıddık'
6. Bölüm: 'Üzüm üzüme baka baka...'
7. Bölüm: 'Sahte Hayal kırıklığı'
8. Bölüm: 'Davet'
9. Bölüm ; 'Kontrolsüz'
10. Bölüm; 'Kısasa Kısas'
11.Bölüm; 'Bencil'
12. Bölüm; 'Sözleşme'
13. Bölüm; 'Vicdan Gösterileri'
14.Bölüm; 'Bill Gates'
15. Bölüm; 'Yükseliş'
16. Bölüm; 'Pudra Pembesi'
17. Bölüm; 'Maske'
18. Bölüm; 'Şart'
19. Bölüm; 'Vicdan Ağrısı'
21. Bölüm; 'Nedeni Olmayan Nedenler'
22.Bölüm; 'Aile Trajedisi'

20. Bölüm; 'Yanılgılar'

209 26 114
By Ilknnnurr


İyi okumalar dilerim aşkolar 💕

❄️

"Hata yapıyoruz, Saffar. Büyük bir hata yapıyoruz ama yol yakınken geri dönebiliriz. İnat etme, gel hatamızdan geri dönelim."

Beni dinlemiş miydi? Hayır. Dinlemiyordu, Saffar'ın bütün algıları kapanmıştı. Tek algısı açıktı o da öfke... Yanımdan sıyrılarak geçip dar bir koridora saptığında arkasından çaresizce bakmak dışında bir şey yapamamıştım. Ne yapabilirdim ki? Adam resmen ikimizide uçurumdan aşağıya atıyordu. Hemde bunu kasten, bilerek ve isteyerek yapıyordu.

"Aptal herif! Mahvedecek ikimizide..."

Titreyen ellerimi yanaklarıma bastırarak önümdeki beyaz koltuklara doğru yürüdüm. Tekli koltuğa oturduğum anda yorulduğumu fark etmiştim.

Yorgunluktan ölüyordum.

Bacaklarım yürümekten sızım sızım sızlıyorlardı. Nasıl sızlamasınlar ki? Saffar dün akşamdan beri beni her yere sürüklemişti. Hastaneye, nikah dairesine sonra tekrar hastaneye... Bir ara kuaföre ve kıyafet mağazasına... Yemin edebilirim, sekiz saattir kuaför dışında oturduğum tek yer burasıydı. Son sekiz saattir hayatımın en sarsıcı şoklarını yaşamış, tüm şoklar karşısında geri zekalı gibi susup Saffar ne derse onu yapmıştım.

Benimle emrivaki konuşmalar dışında muhattap dahi olmayan Saffar, sabahın köründe sağlık raporu almak için beni hastaneye sürüklemiş, sağlık raporunu alır almazda nikah dairesine gidip oradaki birkaç işlemi -araya koyduğu- iki adamla birlikte halletmişti. Nasıl yapmıştı bilmiyorum ama öğleden sonra bize nikah tarihi almıştı ve buna bağlı olarakta beni kuaföre bırakmıştı.

Konuşmama dahi izin vermeyen Saffar, önceden tanıdığını düşündüğüm kadın kuaförün bana kırık bir fön çekmesine ve suratıma hafif bir makyaj yapmasına müsade ettikten sonra beni kıyafet mağazasına sokmuş, mağazada gördüğü ilk beyaz elbiseyi bana giydirerek oradan da beni çıkarmıştı.

Üzerimde kumaşı kalın, V yakalı, beyaz, hoş bir elbise vardı. Kesimi dardı, uzun kolları bu darlıktan nasibini almıştı. Kesinlikle benim tarzım olan bir elbise değildi, Saffar bana bunu zorla giydirmişti. Sanırım benim gelinliğim, bu beyaz elbise olacaktı. Bende algımı kaybettiğimden ötürü üzerimdeki elbisenin gelinliğim olacağını yeni yeri idrak ediyordum. Hatta yeni idrak ettiğim bir şey daha vardı. Nikah salonunun bekleme alanında oturuyor olmam...

Birazdan nikahım kıyılacaktı.

Evlenecektim.

Saffar Poyraz ile evlenecektim.

Ben evleniyordum. Evleniyordum ve yanımda kimse yoktu. Aileyi geçtim, arkadaşlarım bile yoktu. Kimse yoktu. Yapayalnızdım. İnsan böyle bir günde yapayalnız olur muydu?

"Allah'ım sen aklımı koru." dedim tir tir titrerken. "Ne yapıyor bu herif? İkimizide yakacak. İkimizide mahvedecek!"

Evlenecektik. On dakika sonra nikahımız olacaktı ve ben hâlâ dün yaşananlarda takılı kalmıştım.

Ben ne yapmıştım? Saffar'a gerçeği söyleyerek neyi amaçlamıştım? Bu gerçek onu delirtmişti, saatler önce beni tutkulu bir şekilde öpen adam, gerçeği duyduktan sonra benimle göz teması bile kurmamış; beni kendiyle evlenmeye mahkum bırakmıştı. Sekiz saat boyunca ona yalvardığımı belli belirsiz bir şekilde hatırlıyorum. Arabada, hastanede, kuaförde, nikah dairesinde... Bu evliliğin olmaması için yalvarmıştım ama beni bir saniye bile dinlememişti. Herif kendini dış dünyaya kitlemişti. Ne yapmaya çalıştığını, benimle evlenerek ne elde edeceğini dahi söylememiş, sadece beni bu karara ortak etmişti.

Benimle evlenmesindeki amaç neydi ki? Neydi?

"Kafayı sıyıracağım. Evlilik kim? Ben kimim?" Titreyen ellerimi kucağımda birleştirip etrafıma avel avel baktım. Bir çift gördüm. El ele tutuşan çiftler önümden gülümseyerek geçip nikah dairesinin çıkışına ilerlediler. Muhtemelen nikah günü almaya gelmişlerdi. "Ay, delireceğim! Millet, nikah tarihi almaya gelip, üç ay sonraya tarih alıyor. Bizim psikopat geldiği günün öğlenine tarih aldı. Ne yapacağım ben şimdi ya? Off!"

Saffar'ın girip çıkmadığı koridora bir bakış attım. Piyasada yoktu. "Kaçsam mı? Ne yapsam?"

Aklıma gelen şeyle, "Nereye kaçıyorsun? Ananın amına girsen yine bulur bu seni." dedim kuru bir sesle. "Ay, ben ne bok yiyeceğim? Ne yapacağım? Bu durumu Apo'ya, Dora'ya nasıl açıklayacağım? Beni parçalarlar! Hele Dora... Şokundan kalp krizi geçirmezse eğer beni parçalar. Ay! Ay ben ne yapacağım?"

İçimde bitmeyen savaşın mücadelesi yıkıcı olurken kafamı eğip kara kara düşünmeye başlayacağım sırada göz hizama bir çiçek buketi girmişti. Durdum, pembe buketi bana uzatan dibimdeki adama baktım. Saffar'ın koruması olduğunu, hastanedeki işlemlerden ötürü hatırladığım adama kitlenirken, "Yenge al," dedi ve çiçeği salladı. "Adettendir. Gelin çiçekli olur."

Dudaklarım aralandı. Bana yenge mi demişti o?

"Senin nereden yengen oluyorum ben?" diye çemkirdim buketi iterken. "Oğlum, siz manyak mısınız? Nesiniz? Görmüyor musunuz? Zorla evlendiriliyorum! Bi müdahale edin, gidin bi konuşun şu Saffar'la! İkimizide intihara sürüklüyor bu herif!"

Adam istifini bozmadan ittiğim buketi bir kez daha uzattı. "Saffar abim, alsın dedi. Adettendir, yenge. Gelin çiçekli olur."

"Sen beni dinliyor musun?"

"Yok." Kafasını dikleştirdi. "Buketi al, yenge. Adettendir."

"Senin yengene de, çiçeğine de sokarım, bak beni delirtme! Bütün hıncımı senden çıkarırım! Elim ayağım titriyor zaten! Sen bana çiçek diyorsun ya?!" diye bağırdığımda meymenetsiz suratlı adam duraksamıştı. Benden böyle bir tepkiyi beklemediği her halinden belli olurken, bana bakan insanları umursamadan, "Müdahale et," dedim daha sakin bir sesle. "Git konuş şu patronunla, durdursun şu evlilik işlemlerini. Durdurmazsa boku yeriz!"

Adam cıkladı. "Saffar abime biz müdahale edemeyiz, yenge. Bir karar vermişse arkasında dururuz." Buketi tekrar bana uzattı. "Adettendir. Al, yenge."

Öfke patlaması yaşayan benliğimin önüne, sakin karakterim geçtiğinde bu robot tipli adamı yok sayarak ayağı kalktım. Yanaklarımın iki yanına düşen fönlü saçlarımı titreyen ellerimle geriye atarken, tam çıkışa doğru ilerleyecektim ki kapının önünde duran beş takım elbiseli adam benden tarafa döndü; adımlarım bıçak darbesi yemişcesine kesildi. Sertçe yutkundum. Saffar'a çalışan adamlardı bunlar. Hepsini bugün belirli mekanlarda görmüştüm.

İşlerini güçlerini bırakıp buraya geldiklerine göre muhtemelen bu seferki görevleri benim kaçmamı engellemekti.

Harika.

Mükemmel.

Çok güzel.

Aferin!

Aferin sana Mayıs! Hakettin sen bunları... Hak ettin. Vicdan vicdan vicdan diye diye, nerelere geldin.

Şimdi vicdanın rahat mı? Rahat değil mi? İyi bok yedin adama annesinin yaşadığını söyleyerek... Efsane bir bok yedin. Aferin sana! Aferin. Şimdi o vicdan rahatlığıyla git evlen, bütün aile fertlerini ve dostlarını karşına al. Çıkacak olan onlarca kaosun içinde, binlerce darbeleyi zevkle izle. Sonra otur aşağı, psikopat kocanla ve en az onun kadar psikopat olan ailesiyle takıl. Bakalım onlar sana ne yapacak?

Allah bilir.

Belki insafa gelip kafama tek kurşun sıkarak beni öldürürler belki biraz sinirlenip bana küçük işkenceler çektirerek beyaz ışığa yürütürler. Ya da belki Çin işkence sandalyesine oturttururlar beni, aylarca işkence edip kendi kendime intihar etmemi beklerler.

Kim bilir? Gerçi ben bu durumları hiç üzülmüyorum, neden? Çünkü benim vicdanım rahat. Ben benden gram hazzetmeyen ama anlık gelen dürtüyle benimle öpüşen adama ne söyledim? Anasının yaşadığını söyledim. Anası olacak şerefsiz kadının yaşadığını ve gevşek dedemle birlikte yıllarca yurt dışında bir yerlerde sefa sürdüğünü söyledim.

İyi bok yedim, cidden.

İyi bok yedim.

"Off," Gözlerimi korumalardan çekerek önüme döndüm. Elim ayağım titriyordu. "Off, ne yapacağım ben?"

"Yenge, çicek?" Yanımda dikilen korumanın uzattığı buketi almadım. Hayattan bütün ümitlerimi kesmiş bir ifadeyle koltuğa geri otururken, "Yenge iyi misin?" diye sordu adam. "Su getireyim mi?"

"Bana kezzap getir." Buz tutmuş ellerimle boynumu okşadım. Nefes almakta güçlük çekiyordum ve bu tamamiyle psikolojikti. "Kezzabı ne yapacaksın, yenge?" Sorusunu yanıtlamadan bomboş gözlerle nikah dairesinin girişini izlemeye başladım. Yaklaşık on dakikalık beklemenin sonunda Saffar girdiği koridordan çıkmıştı. Kaşlarımı çatarak ona doğru döndüm.

Üzerini değiştirmişti. Baştan aşağıya simsiyahtı. Siyah dar bir gömleğin üzerine, siyah bir ceket giymişti. Siyah kumaş pantolonu ve siyah, klasik tabanlı ayakkabıları vardı. Dağınık saçlarını tarama gereği duymamıştı. Saçları her zaman serseri bir görüntü çiziyordu. Asiydi. Hep asi olmuştu, kendisi gibi... Ayaklarımdan başlayarak yüzüme kadar süren uzun bir süzüşten sonra tam dibimde durup kaşlarını çattı. "Kalk, sıra bizde."

Benimle o itirafın ardından ilk defa göz teması kurması işime gelirken, "Neyin sırası bizde, ruh hastası?" diye hırladım. "Neyin sırası bizde?"

"Kalk dedim."

"Ne kalkacağım be? Bir de üstünü değiştirmiş! Hayır, damatlık niye giymedin? Keşke giyseydin. Pembe bir tane papyondan alırdık sana. Ha bununla evlenirdin." Dibimde bekleyen korumayı işaret ettim. Saffar yorum yapmak yerine bana sert sert bakmaya devam ettiğinde "Ayıp oluyor, yenge." dedi adam ve çiçek buketini bana uzattı. "Al, yenge. Adettendir."

"Yengene de, sana da sokarım şimdi! Ya siz benim başıma bela mısınız?" Buketi elinden alıp gelişi güzel bir şekilde adama vurdum. Vurduğum gibi çicek buketi dağılarak parçalanmıştı. "Geri zekalı! Elimde kalacaksın! Yemin ederim, elimde kalacaksın!"

Adam irileşen gözleriyle bana odaklanıp gerilediğinde tam bir tane daha yapıştıracaktım ki Saffar kolumdan tutup beni engelledi. Onun kolumdaki elini kavrayıp itmeye çalıştığımda sadece çalışmakla kalmıştım. Beni tek hamlesinde oturduğum yerden kaldırıp geniş bir koridora doğru yürütmeye başladı. Arkamızdan korumalarıda geliyordu.

"Saffar, Allah aşkına kendine gel. İyice delirdin sen!" dedim kolumdaki elini tekrardan kavrayarak. Öyle bir tutmuştu ki bileğimi, on kişi elini bileğimden çekmeyi denese etimle birlikte ancak elini benden uzaklaştırabilirlerdi. Tutuşu çok sıkıydı. "Evlilik, ne? Saffar evlilik ne? Sen ne saçmalıyorsun? Dinle beni! Hata yapıyorsun! Sinirlisin şu an! Sinirinin farkındayım ama bu siniri benden çıkarmanın sana hiçbir faydası olmayacak!"

Gözleri koridorun sonundaydı. Yüzünde mimik oynamıyordu. Beni tek eliyle yürütürken - sürüklerken- mimikleri bile stabildi. Sadece gözleriydi konuşan şey... O koyu kahverengilerinin içine oturmuş öfke, nefretin alevini irislerinde büyütüyordu. Saffar öfkeliydi, hemde çok...

"Eline ne geçecek?" diye sordum çaresizce. "Benimle evlenerek eline ne geçireceksin? Saffar beni dinle! Mantıksızca hareket ediyorsun! Öfkeyle kalkıyorsun, zararla oturacaksın! Benimle evlenirsen eline hiçbir şey geçmeyecek. Görmüyor musun? Birçok şey kaybedeceksin! Ailenle papaz olacaksın! Senin iyiliğin için diyorum bunu! Senin ailen beni kabul etmez! Asla etmeyecekler!"

Bana cevap vermedi. Boşta kalan eliyle koridorun sonundaki beyaz kapıyı işaret ettiğinde arkamızdaki korumalardan biri önümüzden koşturarak geçip kapıyı açtı. Elim ayağım titremekten buz keserken, "Saffar yapma." dedim korkuyla. "Saffar hata yapıyorsun, yapıyoruz! Elimize bir şey geçmeyecek! Sen niye anlamıyorsun? Ya benim... Benim suçum ne?! Ben ne yaptım? Sana dürüst olmaktan başka bir şey yapmadım! Neden beni cezalandırıyorsun?"

Açılan kapıdan beni geçirirken yüzüme dahi bakmadı. Kocaman bir salonun içine girdik. Onlarca kırmızı sandalyenin bulunduğu salon, izlediğim filmler ve diziler sayesinde bana çok tanıdık gelmişti. Nikahların kıyıldığı salondu burası. Bomboştu. Bomboş ve ürpertici... Korkuyla etrafımı süzerken Saffar bileğimdeki elini çekmedi. Salonun ortasında bulunan beyaz, süslü masaya doğru beni sürüklemeye çalıştı. Bu sefer ona izin vermedim. Sol elimle salonun kapısını kavradığımda omzunun üstünden bana bakmıştı.

Gözlerindeki öfke, gözlerimi esir alırken, "Ben seninle evlenmek istemiyorum." dedim net bir sesle. "Hissettiğin öfkenin benimle alakası yok! Bu öfkeyle beni intihara sürükleyemezsin! Buna hakkın yok!"

"Mayıs Asil." İki ismimide nadir zikredişlerinden biriydi. Tonunun acımasızlığı, kulaklarıma hayali bir bıçak darbesi atarken Saffar kaşlarını çattı. "Beni sınama. Beni şu anda sınamak istemezsin."

"Ben seninle evlenmek istemiyorum!" diye bağırdığımda sesim salonda yankı yapmıştı. "Dedemin günahını benden çıkartamazsın ya! Buna hakkın yok!"

"Senden bir şey çıkardığımı sana kim söyledi, beyinsiz?!" Sesi benden daha yüksek çıkınca gözlerimi duyduğum panikle irileştirdim. Bana zarar verir miydi? "Seni intihara sürüklediğimi söylüyorsun ama aksine ben seni kurtarıyorum!" Durdum, nefesim anlık kesilmişti. "Çık şu siktiğimin masasına, 'evet' de! Kurtul."

"Kurtulmak?! Bu mu kurtulmak? Asıl sen beyinsizsin!" Titredim. "Benimle evlenerek beni neyden kurtaracaksın ya?! Sen beni kurtarmıyorsun! Sen beni cezalandırıyorsun!"

Saffar vücudunu bana çevirerek üzerime yürüdü. Şok içinde gerilerken, tuttuğu bileğimi anlık sıkıp beni salondan çıkardı. Arkamızdan avel avel bakan korumaları takmadan, kapının arkasındaki duvara sırtımı yapıştırdığında inlemiştim. Canım yanmamıştı, inlemem sadece refleks olarak dudaklarımdan çıkmıştı ve bu refleks bile onu anlık duraklatmaya yetmişti. Bana dikkatle baktı, canımın acımadığına emin oluncaya kadar beni dikkatle inceledi. İncelemesi bittiğinde başını yavaşça yüzüme eğerek, "Sana zarar vermek istemiyorum. Beni bunun için zorlama." diye fısıldadı. "Masum olduğunu biliyorum. Ben kolay kolay bir masuma zarar vermem."

Ürperdim. "Saffar beni korkutuyorsun."

"Benden korkuyor musun?"

"Bazen." Yutkundum. "Özellikle şu an..."

"Korkma, öfkem sana değil." Kirli sakallarını sağ yanağıma sürtüp dudaklarını kulağıma yakın bir yerde sabitledi. Sıcak nefesini yakınımda hissetmem, göğüsümün içinde bir şeylerin alevlenmesine neden oldu. Yakıcı bir şeylerin... Sesimi çıkarmadan hatta nefes dahi almadan onu beklediğimde, "Senin bir kocaya ihtiyacın var." dedi kulağıma doğru. Sıcak nefesi içimi gıdıklamıştı. "Benimde o orospu evladının şirket verilerine..."

"Veri?" diye sordum kısıkça. Sesim bir kedi yavrusunun iniltisinden farksızdı.

"Mücahit piçinin şirket verilerinden bahsediyorum. Benim o verilere ihtiyacım var." Saffar ondan beklemediğim bir hamle yaptı. Başını omzuma yasladı. Bu hareketi yorgunluk belirtisiydi sanki. Yorgundu. Tıpkı benim gibi. "Karahanlı, eğer bana söylediğin o şey doğruysa... O kadın yaşıyorsa..." Yutkunduğunu işittim. "Benim o kadını bulmam için bütün şirketlerin verilerine bakmam lazım. Bunu da ancak sen bana sağlayabilirsin. Bak, ben dün doğmadım. Benim düşmanlarımda dün doğmadı. Neyin ne olduğunu ve olan şeye nasıl ulaşabileceğimi yıllar önce öğrenmiş bir adamım." Bileğimi bıraktı ama ne benden uzaklaştı ne de başını omzumdan çekti. "Ben düşmanlarımdan bir bilgi almak istiyorsam her zaman onların iş verilerine saldırım. Çünkü iş verisi altında, yedikleri bütün bokları ortaya çıkıyor."

"Saffar..."

"Ve eğer tahminim doğruysa, o kadın gerçekten ölmemişse Mücahit piçi onu bir yerlerde saklıyor demektir. Sakladığı yerde de eminim binlerce adamı vardır." diye kesti sözümü. "Para verdiği adamlar... Şirketi kullanarak para verdiği adamların izlerini ancak şirket verilerine ulaşarak bulabilirim. Diğer türlü samanlıkta iğne aramaktan başka bir sik yapamam, beni anlıyor musun?"

O kadın. Annesinden bu şekilde bahsetmesi kalbimi sıkıştırmıştı. Bir diğer kalbimi sıkıştıran şey ise itirafı olmuştu. Adam açık bir dilde, benimle evlenmek istemesinin tek nedeninin şirket verilerine ulaşmak olduğunu söylemişti. Bu itiraf neden kalbimi sıkıştırmıştı? Bilmiyorum ama, şu haldeyken bile zekasına hayran kalmıştım. Saffar zekiydi. Zehir bir zekası vardı. Öfkesinin önüne geçemeyen zekası, acı itirafımdan sonra dedemin yalısını basıp kan revan çıkarmak yerine ona sakin kalmasını ve beni kullanarak şirketlerin verilerine erişmesini söylemişti.

O verilere erişip dedemin bütün hesap hareketlerine ulaşabilirdi. Bu zordu ama asla imkansız değildi. O verilerden birçok şey çıktığını biliyordum. Eğer Saffar beni kullanarak o verilere erişirse, şirketlerle alakası olmayan anormal bir ödemeye rastlayabilir ve o ödemeleri takip ederek annesine ulaşabilirdi. Haklıydı. Dedem annesini bir yerde saklıyorsa, yanına binlerce adam dikmiş olmalıydı; o adamların her birine şirketleri kullanarak para verdiğini hesaba katarsak...

Evet, Saffar kesinlikle şirket verileri kullanarak annesini bulabilirdi.

Bu çok korkulası bir zekaydı. Ben asla böyle bir şeyi düşünemezdim. Hele kendimi onun yerine koyup durumun içinde bulunduğumu hayal edince... Hiçbir şekilde zekamı kullanarak Saffar'ın düşündüğü şeyleri düşünmezdim.

Duyduğu öfkeyle imkansızdı.

Onun öfkesini egale eden zekasına şapka çıkartmak istedim.

Gerçekten...

"Yani ben bir piyonum, öyle mi?" diye sordum şaşkınca. "Bilgiye ulaşmak için beni de bu yolda harcayacaksın."

"Piyon?" Başını ani bir hareketle kaldırıp bana baktı. Gözlerinde nefret ya da öfke yoktu şimdi... Hiçbir şey yoktu. Dümdüzdü. "Piyon olsaydın, seni o itirafın ardından katletmiş olurdum, Karahanlı." Sıcak nefesini yanağıma doğru üfledi, irkildim. "Ama ben seni kurtarıyorum."

"Neyden?"

"Kendi ailemden." dedi gözlerimin içine bakarken. "Sen sanıyor musun benim ailem bu olayı duyunca rahat duracak? Söylediklerin doğruysa... Mücahit'den sonra ilk saldıracakları kişi sen olursun. Çünkü sen Karahanlı ailesinin başında olacaksın, bir başkası değil. Sen ailenin para gelirisin. Benim ailem önce paraya atak yapar."

Sertçe yutkundum. "Yani sen şimdi annenin yerini bulursan ve bu olay patlarsa... Ailen beni mi öldürür?"

Saffar güldü. Altı öyle tehlike kokan bir gülüştü ki bu, beni korkutmuştu. Gülüşü saniyeler içinde kesildi, yerini öfkeye bıraktı. Öfkesi bana değildi, hayır. Öyle olsa gözlerime öfkeyle bakardı ama gözlerinde başka bir duygu vardı. Öfkesi, keskin hatlı yüzüne işlenmişti sadece. "Benim soyadımı taşıdığın sürece değil benim ailem, sokaktan geçen herhangi bir kişi dahil kimse senin kılına dokunamaz. Dokunmaya cüret ettikleri anda ne olur, biliyor musun?"

Korkuyla kafamı olumsuz anlamda salladığımda sorduğu sorunun cevabı hiç teklemeden vermişti. "Yakarım. Üzerlerine benzin döküp canlı canlı yakarım ve yanmalarını büyük bir zevkle izlerim. Hatta bununla da kalmam. Yanarken ki çığlıklarını ses kaydına alır, ailelerine dinletirim. Dinlemeyeni de kurşuna dizerim. Bedenleri cayır cayır yandıktan sonra küllerini bile vermem ailelerine... O sikik külleri kanalizasyona dökerim. Ait oldukları yere giderler. O yüzden sakın korkma, sana kimse dokunamaz. Ve ben seni bir piyon olarak görmüyorum. Bu evliliğide sadece veriler için yapmıyorum. Senin güvenliğin içinde yapıyorum. Bu yönden düşünürsen ikimiz içinde kazan kazan ilişkisi olur."

Tuttuğum nefesi titrek bir şekilde verdim. Söyledikleri beynime bir çivi misali çakılmıştı. Beni ailesinden korumak istediği için mi benimle evlenmek istiyordu? İyi de... Konu ailesiyse neden bu kadar psikopatça konuşmuştu? Cümlelerine anlam veremediğim sırada Saffar yavaşça geri çekildi, onun çekilmesiyle boşluğa düşmüşlük hissi içimi kapladı.

"Formaliteden bir evlilik yapacağız ama dışarıya bunu böyle yansıtamayız. Ben verilere ulaşana kadar, gerçek bir evlilik yapmışız gibi hareket edeceğiz. Anlaştık mı, Karahanlı?"

Bana sağ elini uzattı. Eline bir bakış atarak gözlerine geri döndüm. "Her şeyi anladım da bir sorum var. Anneni bulduktan sonra ne olacak?"

Dişlerini sıktı, yanakları içe çökerken sinirine engel olmaya çalışarak "O ben ve ailemi ilgilendiriyor." diye tısladı. "Seni ilgilendirmiyor."

"Onu sormuyorum. Eğer evlenirsek..."

"Evleneceğiz." diye kesti sözümü.

"Anneni bulduktan sonra evlilik durumunu ne yapacağız?"

Saffar'ın bakışları anlık karardı. "Onu o zaman düşünürüz."

"Anneni bulduğun an boşanacağız. Anladım." diye mırıldandığımda yüzünde rahatsızlığın çizgileri oluşmuştu, bana bir cevap vermedi. Uzattığı eliyle salonu işaret ettiğinde buz kesmiş avuçlarımı yanaklarıma bastırarak "Apo beni öldürecek." dedim ve salona yürüdüm. "Apo beni katledecek. Bu evliliği öğrendiği an kıyameti kopartacak! Off! Nasıl gönlünü alacağım onun?"

"Sikmişim korumanı."

"Ona küfür etme!"

"Bağırma." diye homurdanan Saffar arkamdan geldiğinde gözlerim beyaz masaya kaydı. Nikah memuru olduğunu düşündüğüm kırmızı cübbeli bir adam ve Saffar'ın iki koruması masada oturuyorlardı, gözler çıkardığımız sesler yüzünden bize doğru dönerken avuçlarımı yanaklarımdan çektim. "Karahanlı, yanlış bir hareket yapma, memur şüphelenmesin."

"Sikmişim memurunu." dediğimde garip bir ses çıkardı. "Mahvolacağız, sen hâlâ memur diyorsun."

Süslenmiş masaya yerleştiğimizde sesini çıkarmamıştı. Bize ilgiyle bakan nikah memuruyla göz göze geldim, kendimi gergin hissettiğim için gözlerimi bir saniye içerisinde ondan kaçırmıştım. Şu anda bulunduğum konumu sorguluyordum. Onunla evlenmeyi ilk başta kabul etmek istememiştim gerçi hâlâ etmek istemiyordum ama mantıklı planını duyunca bu evliliğe olumlu bakmaktan başka çarem kalmamıştı. Çünkü Saffar değindiği her konuda haklıydı. Sözleşmeye göre benim bir kocaya ihtiyacım vardı, onunda -annesini bulmak için- şirket verilerine...

Tamamiyle formaliteden olacak bu evlilik, bana güven ve koruma sağlıyordu. En azından onun söylediği buydu. Güven ve koruma karşılığında, vermem gereken tek şey şirket verileriydi.

Aramızdaki kazan kazan ilişkisi olacaktı yani. Bütün durum bundan ibaretti.

Nikah memuru bir şeyler gevelemeye başladığında kendime anca gelebilmiştim. Güler yüzlü memur, nikah faslının konuşma kısmını kısa kesip "Siz Ediz oğlu Saffar Poyraz, Kemal kızı, Mayıs Asil Karahanlı'yı eş olarak kabul ediyor musunuz?" diye sordu. İşin ciddiyeti o an beni sarsmıştı. Gözlerimi yanımda oturan Saffar'a çevirdim. Benim aksime rahatlığından ödün vermeyen Saffar dolgun dudaklarını aralayıp önündeki mikrofona eğildi. "Evet, ediyorum."

Ön sırada oturan üç koruması ve bize şahitlik edecek olan masadaki iki koruması coşkulu bir alkış tufanı kopardıklarında şaşkınlık dolu bakışlarla etrafı izledim.

Sanırım bu an yaşanıyordu. Bu bir rüya değildi. Biz gerçekten evleniyorduk.

Ben gerçekten onunla evleniyordum.

Çığlık atma isteğimi son saniyede bastırdım. Alkışlar kesildiği gibi nikah memuru bana döndü. Olduğum yerde titredim. Gerginlik kanıma işlenmişti.  "Siz Kemal kızı, Mayıs Asil Karahanlı, Ediz oğlu, Saffar Poyraz'ı eş olarak kabul ediyor musunuz?"

Yanımda oturan Saffar'ın keskin bakan koyu kahverengi gözleri bana kaydığında üzerimdeki bakışların ağırlığını umursamadan parmağımla bir dakika işareti yaptım ve yanımda oturan Saffar'a "Babanın ismini yeğenine mi verdin?" diye sordum.

Saffar tek kaşını kaldırdı. "Şu an bana bu soruyu sorman ne kadar mantıklı?"

"Hiç mantıklı değil." Alt dudağımı yaladım. "Gerildim. Gerginim. Kendimi hiç iyi hissetmiyorum."

"Asil." dedi Saffar dişlerinin arasından. "Gergin olduğunu biliyorum ama gerginliğini dışarıya yansıtmanın hiçbir mantığı yok. Kendine gel." Gözleriyle suratımı eşeledi. "Memuru işkilleniyorsun, soruya cevap ver. Bitsin, gitsin."

Bitip gidecek miydi? Evlilikten bahsediyorduk burada. Maalesef ki onun kadar rahat olamıyordum.

Yutkunarak gözlerimi memura çevirdim. Tebessüm eden memur, "Siz Kemal kızı Mayıs Asil Karahanlı, Ediz oğlu, Saffar Poyraz'ı eş olarak kabul ediyor musunuz?" diye tekrarladı soruyu.

Küçük bir sessizlik yaşandı.

Memurla bakıştık. Geçen saniyelerin ardından memurun tebessümü silinirken Saffar masanın altından elini diz kapağıma yerleştirdi ve uyarıcı bir edayla etimi sıktı. Zoraki bir gülümsemeyi dudaklarıma kondurdum. Kondurmak zorunda kaldım. "Seyirciye sorma joker hakkımı kullanabiliyor muyum?" diye sordum ve Saffar'ın bacağımdaki elini sertçe ittim.

Canımı yakmıştı, aptal herif.

"Ahaha, yenge! İlahi yenge! Ahaha!" Çiçeği başında parçaladığım koruma güldü. Sahte bir gülüştü bu. Nikah şahidimin bu meymenetsiz olmasını istemeyen tarafım öfkeden tırnaklarını yemeye başladığında sessiz kaldım. "Çok şakacı bir yengemiz var, memur bey. Böyle yersiz, tatlı şakalar yapmaya bayılır!"

"Senin yersizini sikeyim." dedim kısık bir sesle. "Sinirlerim bozuldu."

"Asil," Saffar'ın sesi uyarıcıydı. "Şu herifin sorusunu yanıtla. Neyi bekliyorsun?"

"Gerginim, üzerime gelme." Yutkundum. "Çok gerildim. Hayatımda böyle gerildiğim bir an daha hatırlamıyorum. Elim ayağım titriyor. Kendimi... Kendimi çok kötü hissediyorum. Saffar ben yapamayacağım galiba..."

"Kendin için yapmak zorundasın."

Dişlerimi sıktım. Sessiz konuştuğumuz için memur bizi duyamıyordu ama bakışları üzerimizdeydi. "Saffar korkuyorum."

"Neyden?"

"Her şeyden..."

"Sikmişim her şeyi. Ortada korkmanı gerektirecek hiçbir durum yok. Ben sana söz verdim. Sözümü tutmam için senin bana evet demen gerekiyor." Koyu kahverengilerini suratımda gezdiren Saffar sağ elini kucağıma indirdi ve kucağımda birleştirdiğim ellerimi avucunun içine aldı. Duraksadım. Büyük avucu, iki elimide neredeyse kapladığında birkaç saniye kucağımda birleşen ellerimize baktım. Teni sıcacıktı. Elleriyse yumuşacık... Eli ve teninden öte... Böyle bir şeyi neden yapmıştı ki? Neden ellerimi tutmuştu? Bana güven mi vermek istemişti? Yeterince veriyordu zaten.

Evet, veriyordu. Lanet olsun ki defalarca kez canımı yakan bu adam, defalarca kez güvende vermişti bana.

Bu nasıl bir çelişkiydi? Bende anlamamıştım.

"Asil, birlikte savaşmamız için senin bana evet demen gerekiyor. Bana evet demezsen, ne sen bu savaşı kazanabilirsin ne de ben..." Elimi sıktı. "Sana söz veriyorum. İkimizde kazanacağız. Tek yapman gereken şey bana güvenmek. Bana güven ve evet de."

Tek yapmam gereken şey ona güvenmek miydi?Derin bir nefes alarak onun ciddi yüzünün her bir detayını inceledim. Saffar'ın gözlerinden saf bir güven, yüzündense aynı saflıkta bir şefkat akıyordu. O an bütün mantığımı susturarak yalnızca onun mantığına tutundum ve memura döndüm. Dudaklarıma sahte bir tebessüm kondurup "Ediyorum." dedim net bir sesle. "Ben yanımda oturan beyefendiyi eşim olarak kabul ediyorum, memur bey."

Korumalardan bir alkış tufanı daha koptu. O tufanın arasında şahitlerinde onayını aldı nikah memuru. Sahte tebessümüme uzun bir süre bakan Saffar elini, ellerimden çekmeden yalnızca başını onay vermesi için memura çevirdiğinde memur, "O zaman bende sizi devletin bana verdiği yetkiye dayanarak karı koca ilan ediyorum." dedi ve ayağı kalktı. "Gelini öpebilirsiniz."

Gözlerimi irileştirerek Saffar'a odaklandım. Son cümlenin verdiği etki, kalbimin teklemesine neden oldu. Beni kendisiyle birlikte ayağı kaldıran Saffar, elini ellerimden çekmeden yavaşça eğildi ve beni yanıltarak oldukça masum bir buseyi alnıma kondurdu. Olduğum yerde buz kestim. Dudaklarını saniyelik alnımda hissetmek bile nabzımı hızlandırmaya yetmişti. Oysa yaklaşık sekiz saat önce o dudakları, dudaklarımda hissetmiştim. Kalp krizinden nasıl ölmemiştim? Allah bilirdi.

Aramızdaki boy farkı nedeniyle bana üstten üstten bakmaya başlayan Saffar'ın bakışları yoğunlaşmıştı. O yoğunlukta boğulmamak için gözlerimi kaçırarak memura döndüm. Bize kırmızı kapaklı bir defter uzatan memuru çenemle işaret ederek "Pasaport veriyor galiba," dedim kısıkça. "Alsana şunu, Saffar."

Saffar benden bakışlarını alarak memurun uzattığı kırmızı kapaklı defteri aldı. "Pasaport değil bu, aile cüzdanı."

"Her ne haltsa." dediğimde elini ellerimden çekerek aldığı aile cüzdanını bana uzattı. Sıcak elinin, ellerimden çekilmesiyle yine boşluğa düşüyormuş gibi hissetsemde bunu ona belli etmedim.

"Al şunu. Sende kalsın."

Aile cüzdanı yazan defteri ondan aldım. "Ne yapacağım ki bunu?"

"Ne bileyim?" Omuz silkti. "Dursun sende."

Ona bir şey demek için dudaklarımı aralamıştım ki geri zekalı koruması, "Yenge, Saffar abimin ayağına bastın mı?" diye sordu gülerek. Nikah memurunun etrafından dolanıp yanımıza gelince ona tip tip baktım. "Ha bir de bunu sakla, yenge. Pasaport ya bu. Saffar abimle uçarsın burdan Maldivler'e." Zevzekçe gülerek elimdeki aile cüzdanını işaret etti. "Rötarsız uçarsınız, yenge. Balayına hızlı gitmek adettendir."

O an bende bütün ipler koptu. Büyük bir öfkenin damarlarımı çatlattığını hissederken "Ulan senin zevzekliğine sokarım!" diye bağırdım ve elimdeki cüzdanla korumanın suratına bir tane çaktım. Saffar dahilinde ortamdaki herkes donmuştu. Bunu umursamadan aile cüzdanını defalarca kez zevzek korumanın suratına çarptım. Adam acıyla inleyip yere çöktüğünde bile durmadım. Hasar almış cüzdanı köşeye bırakarak ona gelişi güzel birkaç tekme attım. Öfkemi ve gerginliğimi tetiklemişti resmen.

Mal herif!

"Geri zekalı! Dalga geçiyor benimle ya! Pasaportmuş! Sokarım senin espirine de, sana da!" Ayağımdaki topuklu ayakkabıyı çıkarmak için eğildiğimde Saffar koluma yapışıp beni durdurmuştu. "Yavşak!"

"Asil." Saffar beni yerde iki büklüm olan korumasından uzaklaştırdı. "Rahat dur,"

"Duymuyor musun? Ne dedi bana ya?!"

"Adam bir şey demedi. Sen çok gerginsin." Saffar bileğime yapışıp beni arkasına aldığında diğer korumaların onu kaldırmasını izleyerek "Tek kelime daha et, ağzına sıçarım senin!" diye hırladım. "Korumaysan korumalığını bil lan! Beni hasta etme! Zaten gerginim! Bütün gerginliğimi senden çıkartırım ha!"

Adamı apar topar masadan uzaklaştıran korumaları dehşet içinde izleyen memur bizden tarafa bir bakış attı. İrileşmiş gözlerini önce bende sonra Saffar'da gezdirdi ardından Saffar'da kitlenerek "Delikanlı, buradan adalet sarayına geçeceksin herhalde?" diye sordu. "Benim tahminim o yönde."

Saffar, elini kolunu benden çekerek "Sebep?" dedi sorar gibi.

"Boşanmak için?" Memur görmüyor musun dermişcesine beni işaret etti. "Seni döver bu."

Tam memura da hakaret edecektim ki Saffar "Ben bu hallerini bilerek onunla evlendim, sen işine bak." dedi sertçe. "İkile, asabımı bozma."

Memur afalladı. İkimizide atabileceği en şaşkın bakışını attıktan sonra salonu tıpkı korumalar gibi ışık hızıyla terk etti. Muhtemelen ikimizinde birer deli olduğunu düşünüyordu. Düşüncesinde de haklıydı. İkimizde deliydik. Hemde zır deliydik.

Saffar koyu kahverengilerini bana çevirip "İyi halt yedin." diye tısladı. "Bak ne yaptın."

Kapağı hasar görmüş aile cüzdanını yerden alarak salladı. Onu umursamadan önüme gelen saç tutamlarını geriye itekledim ve olduğum yerde durup bir süre bekledim. Hâlâ evlendiğimiz gerçeğini sindirememiştim. Vücudumun belirli kısımları titremeye devam ederken Saffar az önceki olay yüzünden bana kızmadı. Aile cüzdanı sakince cebine attı ve aynı cebinden siyah, kadife bir kutu çıkardı.

"Gel buraya." dedi. "Tak şunu."

Bakışlarımı kutuya indirdim. "O ne?"

Kutuyu açtı, kadife kutunun içinde iki yüzük vardı. Alyans olduğunu bildiğim sarı renkli yüzüklerden birini kutudan dikkatlice çıkartarak bana uzattı. "Öküzün trene baktığı gibi bakma. Yüzük işte. Evliliğin bir parçası."

Gözlerimi şaşkınca kırpıştırdım. "Hangi ara aldın bunları?"

"Bırak hangi ara aldığımı. Tak şunu." Uzattığı yüzüğü çekinerek alıp sağ elimin orta parmağıma taktım. Saffar kaşlarını çatarak parmağımı inceledi. "Geri zekalı, sol eline takacaksın. Sol elinin yüzük parmağına..."

"Ne fark ediyor be? Ne fark ediyor?!"

"Bağırma, çarpacağım bi tane! Ne demek ne fark ediyor? Sol el evli demek, sağ el nişanlı! Sen nişanlı mısın?" dedi sertçe. "Ver şu yüzüğü, beyinsiz!"

"Bana hakaret etme!" diye bağırdım kendimi tutamayarak. "Zaten gerginim! İyice geriyorsun beni!"

"Gerginliğine sokacağım şimdi!" dedi hırlayarak ve parmağımdaki yüzüğü çekip çıkardı. Sol elimi bileğinden kavrayarak yüzüğü, yüzük parmağıma taktı. Öfkeliydi. Öfkesi her yerinden okunuyordu. "Al!"

Elimi fırlatırcasına savurduğunda dişlerimi sıktım. "Çok fark etti, cidden! Sağ elimdeki alyans sol elime takıldı! Harika bi fark!" Yüzüğe bir bakış attım. Alyansın kalınlığı ve parıltısı yutkunmama neden oldu. Pahalı bir şeye benziyordu. Çok pahalı...

"Bu yüzük..." deyip alt dudağımı dişledim. "Parmağımı sıkıyor."

"Aksine bol duruyor."

"Bol değil, parmağımı sıkıyor. Tasma takmış gibi hissediyorum!"

"Sana gerçekten bir tasma taksaydım aradaki farkı anlardın." dedi acımasızca. "Bahane uydurmak için bahane uydurma."

Dişlerimi sıkarak, "Sen niye takmadın?" diye bağırdım. "Senin başın kel mi?! Sende tak lan."

"Bana bir daha lan'lı lun'lu konuşursan..." Saffar durdu, derin bir nefes aldı. Koyu kahverengi gözleri, gözlerimi hedef alırken giderek sakinleştiğini fark etmiştim. Kendini sakinleştirmeye çalışmıştı ki benim aksime başarılı da olmuştu. Kutudan diğer alyansı çıkarıp göz temasımızı kesmeden, alyansı yavaşça parmağına taktı ve elini indirdi. Uzun bir süre bakıştık.

Gerginliğin ve çaresizliğin damarlarımda pusu kurduğu gerçeğiyle yüzleştiğim zaman diliminde, "Aşk evliliği yaptık." dedi aniden. "Soran olursa herkese böyle söyleyeceksin."

"Hım, ne aşk! Ne aşk! Aşık olduğum adam beni üç kere falan öldürmeye çalıştı. İki kere kaçırdı. Bir kere beni balkondan atmaya teşebbüs etti sonra vazgeçti. Yılanla zehirlemeye çalıştığını söylemiyorum bile!" Sinirle güldüm. "Evet! Büyük bir aşk evliliği yaptım ben. Tabii! Çok büyük! Kocama aşığım! Kocamda kocam, paşam da paşam! Evimin direği! Gönlümün efendisi!"

Saffar yumruklarını sıktı. "Bitti mi?"

"Bitti!"

"İyi. Soran olursa aşk evliliği yaptığımızı söyleyeceksin, yakın zamanda da ailemle tanışmaya gideceğiz. Bilgin olsun."

Ona Müge Anlı'nın sahte üfürükçülere attığı şok dolu bakışlardan birini attım. "Ailenle? Ailenle tanışmaya gideceğiz? Dalga mı geçiyorsun, Poyraz? Beni evinizin sınırları içerisinde öldürürler!"

"Bi sik yapamazlar."

"Beni öldürürler! Cesedimi de parçalarlar!" diye bağırdım. "Yok ederler beni!"

"Kılına dahi dokunamazlar."

"Ne demek dokunamazlar? Saffar, senin ailen annenin katili gözüyle bakıyor bana! Dedemin yediği boku, ben yemişim gibi davranıyorlar! Sen ne saçmalıyorsun?!" Dehşetle onun gerilen suratını süzdüm. "Bir de sen gidip de annenin yaşadığını onlara söylersen beni var ya siker..."

"Ben o kadını bulana kadar kimseye bu konu hakkında hiçbir şey söylemeyeceğim buna kendi kızkardeşimde dahil! Sende ağzını sıkı tutarsan iyi olur!" diye hırladı. "Şu tatavayı kes! Ne diyorsam onu yap! Beni delirtme! Sana bir söz verdim, bu sözün arkasına sığınarak benim tepeme çıkmaya çalışıyorsun, çalışma! Sana zarar vermek istemiyorum ama beni zorlarsan, canını çok kötü yakarım!"

Durdum, öfkeyle bütünleşmiş koyu kahverengilerinin içine nasıl baktıysam o da durmuştu. Gözlerini bir saniye olsun benden çekmezken, "Eve gitmek istiyorum." dedim kısık bir sesle. "Eve gitmem lazım."

Kirli sakalını bıkkın bir tavırla okşadı. "Hangi eve?"

"Rezidansa."

"Deden olacak piçin yalısına gidip mutlu haberimizi vermeyecek misin?"

"Hayır, vermeyeceğim. Zamanla duyulur zaten." Gözlerimi devirdim. "Bu arada ben seni ailemle falan tanıştırmam. Benim ailemi yok sayıyorum çünkü. Muhatap olmuyorum kimseyle... Haberin olsun."

Umursamazca omuz silkti. "Sen bilirsin. Zamanla tanışırız, sıkıntı yok."

İçimdeki gerginliği yüzüme vurmamaya çalışarak, "Beni eve bırakır mısın? Üzerimde taksi parası olsa senden bunu istemezdim ama hiç param yok şu an." diye mırıldandım. "Bir an önce eve gidip bu haberi sakince arkadaşlarıma vermem lazım."

Sakince? Katliam çıkacaktı. Eminim. Beni katledeceklerdi. Apo beni katledecekti. Apo katletmezse, Dora gerekeni yapacaktı.

Saffar sert bir soluk verdikten sonra masanın etrafından dolanarak basamaklardan indi. "Düş önüme." Bana bir bakış attı. "Bende aile evine gidip bu mutlu haberi vereyim. Birkaç gün sonra tanışma yemeğine birlikte gideriz."

"Hım, gideriz. Öldürülmezsem, öldürülmezsen eğer gideriz, Poyraz." Yavaş adımlarla onu takip ettim. "Ani bir öfkeyle kalktın, ikimizide yaktın. Sonumuz inşallah toprak olmaz."

Onun yanından dolandığında gülermiş gibi bir ses çıkardı. "Rahat ol, Karahanlı. Kocan hayatta. Kocan hayatta olduğu sürece sana bir şey olmaz." Durdu, durdum; yüzünde garip bir ifade belirdi. "Ben sana Karahanlı mı dedim?"

"Ne diyecektin başka?" Salondan seri adımlarla çıktım, benim beş adımım onun bir adımına eş değer olduğundan yanımda yürümeye başlaması sadece iki adımını almıştı. "İsmimi nadir kullanıyorsun. Biz soyaddan devam edelim."

Koyu kahverengilerini yan profilimde gezdirirken, "Olur, soyaddan devam ederiz." dedi ve saatlerce düşüneceğim bir şey söyledi. "Mayıs Asil Poyraz."

❄️

"Abdullah abi! Abdullah abi, yapma!"

Büyük bir gürültü koptuğunda oturduğum koltuktan hızlıca kalkıp arkama döndüm. Apo bana ait olan diz üstü bilgisayarı duvara fırlatmış, yetmemiş gibi hemen arkasından mutfaktaki kahve makinesinide fişinden sökerek gelişi güzel bir şekilde yere atmıştı.
Sinir krizi geçiriyordu.

Sinir krizi geçirmesi oldukça normaldi.

Bana destek olsun diye çağırdığım Ares, öfkeyle mutfaktan çıkan Apo'nun beline sıkıca sarıldı ve onu durdurmaya çalıştı. Sadece çalışmakla kalmıştı. Öfkeden deliye dönmüş olan Apo, onu tek hamlesinde tekli koltuğa atarak "Evlenmiş!" diye kükredi. "O psikopatla evlenmiş!"

Ares apar topar kalktı. "Abdullah abi... Yapma!"

"O psikopatla evlendiğini söylüyor." Abdullah titreyen parmağıyla beni işaret ederek güldü. Gülüşü öfke kokuyordu. "Bir psikopatla evlendiğini söylüyor!"

Salonun ortasında, ayakta dururken yerde kırılan eşyalara baktım. Neredeyse evdeki bütün teknolojik aletler Abdullah'ın öfkesine kurban gitmişlerdi. Bilgisayar, kahve makinesi, telefon, tost makinesi, oyun konsolu, rezidansın duvara sabitlenmiş(?) olan çağrı tableti... Duvardan o tableti nasıl söküp parçalamıştı? Hâlâ akıl erdemiyordum.

Kısacası, Apo sinir kriz geçiriyordu ve bu krizin tek nedeni bendim.

"Ayy! Ayy! Ben hiç iyi değilim." Koltuğa boylu boyunca yayılmış olan Dora tansiyon aletinin şişme kısmını koluna taktı. "Ay ben ölüyorum! Ay başımıza bunlarda mı gelecekti? Allah'ım... Allah'ım sen canımı al, hemen. Acil!"

"Gaz verme! Gaz verme!" Ares ofladı. "İşin gücün gaz vermek, Dora."

"Ne gazı be?! Ne gazı?! Duymuyor musun? Bir psikopatla evlenmiş! Namusumuzu iki paralık etmiş, sen hâlâ bana gaz diyorsun! Gazlık bir durum mu kaldı ortada?!" Dora dizlerine vurdu. "Allah'ım bunlarda mı başımıza gelecekti? Yarabbim... Biz ne günah işledik de sen bize bu belalarını veriyorsun? Ay... Ay çok kötüyüm."

Onu yok sayarak Apo'ya geri döndüğümde bu seferde duvardaki alarm sistemini tek hamlesinde sökerek yere attı. Bunu yaparken erkeksi bir tonda bağırmıştı. "Amına koyduğumun Poyraz'ıyla evlenmiş! Hemde on saat içinde... Evlenmiş! Duyuyor musun, Ares? Evlenmiş!" Beni işaret etti. "Evlenmiş! Aşık oldum diyor! Aşık olmuş, duyuyor musun?! Aşık olmuş!"

"Abdullah abi, Allah adı verdim. Sakinleş, kurban olayım..." Ares tekrardan onu tutmaya çalıştığında, Apo kırdığı televizyonun çatlak ekranını yerden alarak duvara fırlattı. Ares bir adım gerisinde  dururken duvara çarpan ekran üç yerinden ayrılmıştı. Panikle dudağımı ısırdım. Beyaz duvar içe doğru çöktü, etraf teknolojik aletlerin parçalarıyla doldu.

Hiçbir tepki veremedim.

Çünkü haklıydı. Apo bu tepkilerinde son derece haklıydı. Ona ne diyebilirdim ki? Birkaç ay önce canıma birden fazla kez kastetmiş bir adamla evlendiğimi duyunca delirmesine ne tepki verilebilirdi, ne denilebilirdi ki? Bunun üzerinde diyecek söz, verilecek tepki mi vardı? Apo haklıydı. Bu haklılığını öfkeyle dile getirmeside tamamiyle beni koruma dürtüsünden kaynaklanıyordu.

Ona kızamıyordum. Ben başlı başına rezil bir karakterdim.

"On saat ya! On saat ortada yoktu! Bu çocukla korktuk başına bir iş geldi diye! Talya bir şey yaptı sandık! Kafayı sıyırdık!" Apo titreyen eliyle tansiyon aletine sarılan Dora'yı işaret etti. "Hanımefendi on saat kayıplara karıştı! Telefonu terasta, kendisi firarda! Tam Evrim'i arayacağım, ondan yardım isteyeceğim anda Mayıs hanım kapıdan beyaz bir elbiseyle giriyor. Mayıs neredeydin diye soruyorum. Cevap şu; 'Abi ben Saffar ile evlendim.' Bak bak! O kadar rahat ki... O kadar profesyonel ki... 'Abi ben Saffar ile evlendim.' diyor ve yıkılmış bizi umursamadan tıpış tıpış gidip koltuğa oturuyor."

Yutkundum. "Abi, haklısında ben bi açıklama yap..."

"Abini sikeyim! Abini götünden sikeyim! Kes sesini!" diye bağıran Apo'nun ağzından ilk defa böyle -ağır- bir küfür duyuyordum. "Abini sikeyim! Senin abini götünden sikeyim! Bana abi deme!"

"Çirkinleştik iyice." dedim korkuyla. "Çirkinleşmeye hiç gerek yok. Eğer sakince oturup beni dinlerse..."

Apo yerdeki parçalanmış tableti, piyanoya doğru fırlattığında susmak zorunda kalmıştım. Tablet, piyanonun tuşlarına çarpıp uğursuz birkaç ses çıkardı ve yere düştü. Parçaları zemin boyunca dağılmıştı. "Geri zekalı! Geri zekalı! Neyini dinleyeceğim senin?!" Apo üzerindeki gömleğinin yakasını çektiği anda yakası yırtıldı, gömleğinin kumaşı elinde kaldı. Bu ayrıntı bile onu durdurmamıştı. "Hayatını mahvettin! Sen kendi hayatını, geleceğini mahvettin!"

"Farkındayım, abi."

Apo hırladı. "Farkındasın? Farkındasın, ha?!" Elinde kalan kumaş parçasını yere fırlatıp üzerime yürüyünce kıpırdamamıştım. Ares korkuyla araya girmeye çalıştı fakat yine çalışmakla kaldı. Apo onu tansiyonuyla uğraşan Dora'nın üzerine ittikten sonra tam dibimde durup "Nasıl yaparsın?" diye kükredi. "Sen böyle bir şeyi nasıl yaparsın?! Böyle bir hatayı nasıl yaptın sen?!"

Gözlerimi zemine indirdim. "Abi... Seviyordum."

"Sevgini sikeyim! Neyine seviyordun?! Neyini sevdin bu adamın?!" Sesi, salon boyunca yankılandı. "Ben buna inanır mıyım lan?! İnanır mıyım?! Başka bir bok var sende! Yalan söylüyorsun! Her sözün yalan senin!"

"Abi..." Dilimin ucuna kadar gelen gerçekleri yutarak başımı mahçupça eğdim. "Ben aşık oldum."

"Senin aşkına sokarım, kaşar!" diye bağıran kişi Dora'ydı. Uzandığı koltuktan doğrularak kucağına düşmüş Ares'i halıya fırlattı(!) ve bana doğru döndü. Kaşları çatılmıştı. "Aşık olmuş! Bula bula seni defalarca kez öldürmeye çalışan adamı mı buldun aşık olacak?! Arsız! Namussuz!"

"Konunun namusla alakası yok." İçli bir nefes verdim. "Toksik bir ilişkimiz var bu doğru. Ama ne yapabilirim? Gönül ferman dinlemiyor. Ben Saffar'a aşık oldum."

"Yalan söyleme!" diye hırladı dibimdeki Apo. "Ben senin ağzından çıkan hiçbir kelimeye inanmıyorum, Mayıs! Yalan söyleme! Sizin ilişkiniz bile yoktu!"

"Yalan söylemiyorum." dedim yalan söyleyerek. "Bizim Saffar ile uzun süredir bir ilişkimiz vardı. Size söylemeye çekindim, gizli yaşadık bu ilişkimizi... Sonra dün hepiniz uyuyunca... Birden evlenme kararı aldık. Öyle de evlendik."

Apo erkeksi bir çığlık attı. Kulaklarımı çınlatan çığlığı yüzümü ekşitmeme neden olurken, "Bana yalan söyleme!" diye kükredi. "Bana yalan söyleme! O herif senin kanını içse doymaz! Ne aşkı lan?! Ne aşkı?! Herif, senin dedeni kendi annesinin ölümünden sorumlu tutuyor! Sen ne aşkından bahsediyorsun?!"

O herife annesinin yaşadığını söylediğimi ve onunla bir plan yaptığımı bilse acaba ne tepki verirdi? Saffar'ın sert uyarısı yüzünden bunu Apo'ya anlatamadım, anlatamadığım için de şu anki öfkenin kurbanı oluyordum. Gerçi Saffar'ın uyarısı olmasa böyle bir şeyi Apo'ya anlatamazdım ki. Ne diyecektim? Saffar'a bütün gerçekleri söyledim, o da annesini bizim şirketin verilerinden bulma karşılığında benimle evlenmeyi teklif(!) etti bu sayede hem o istediğini alacak hemde -sözleşme gereği- ben istediğimi alacağım diyemezdim.

Abdullah bunu duyarsa kalp krizi geçirirdi.

"Yalan söylemiyorum. Ben Saffar'a aşık oldum. Aşık olduğum için evlendim. Bu kadar. Bunun altında başka bir şey yok."

Apo titreyen ellerini saçlarına daldırarak bağırdığında kafamı dikleştirdim. Benden uzaklaşmıştı. Şokunu yaşamasını sessizce izlediğim sırada koluma sert bir şey çarptı. İnleyerek kolumu tuttum. "Ne aşkı be?! Ne aşkı?!" diye bağırdı bana tansiyon aleti fırlatmış olan Dora. "Ayağı kalkarsam, senin saçını başını yolarım! Sürtük! Ne aşkından bahsediyorsun sen?! Ulan herkesi kandırırsın, beni kandıramazsın! Seni bu odadaki herkesten daha iyi tanıyorum çünkü! Sen duygularıyla hareket etmeyen bir insansın! Senin duygularla işin yok! Hiçbir zaman olmadı! Şimdi söyle! Ne aşkından bahsediyorsun?! Senin kalbin yok ki! Senin kalbin yok!"

Moraracağına emin olduğum kolumu sıvazlarken "İstediğiniz kadar kızabilirsiniz." dedim kuru bir sesle. "Saffar ile evlendiğim gerçeğini değiştiremezsiniz. Ayırıca onu sevdiğim gerçeği de asla değişmeyecek."

Kendimden ve cümlelerimden tiksiniyordum şu an. Onlara bunları yaşatmaya hakkım yoktu ama yapacak bir şeyim de yoktu. Mecbur kalmıştım. Ben ne yaptıysam mecburiyetten yapmıştım. Bunu asla anlamayacaklardı.

"Sikmişim sevgini! Boşanacaksın!" Dora, onu tutmaya çalışan Ares'e hafif bir yumruk atarak olduğu yerde dikleşti. İki büklüm kalan halıdaki Ares'i umursamadan, "Yarın adliyeye gidiyoruz! Dava açıyoruz! O heriften tez vakitte boşanacaksın!" diye bağırdı. "Ben kardeşimi bir psikopatın eline vermem! Vermem! Duyuyor musun beni?!"

Güler gibi bir ses çıkardım. "Şimdi mi kardeşin oldum? Bana yıllardır duvar ören Dora, şimdi mi beni kardeşi ilan etti? Ah, ne hoş!"

"Sana duvar falan örmüyorum! Neyin kafasını yaşıyorsun?! Ben seni hep kardeşim olarak gördüm, Mayıs!" Beni dehşet içinde süzdü. "İster kabul et, ister red ama sen benim kardeşimsin ve ben kardeşimi o psikopatın eline vermem! Vermeyeceğim! Boşanacaksın!"

"Saffar bir psikopat değil, Dora. Bana zarar vermiyor, siz bana zarar veriyorsunuz. Ne olur yani kabul etseniz bu evliliği?" Söylediğim şeylere kendim bile inanmıyordum. "Ayrıca ondan boşanmayacağım. Kocamı seviyorum."

"Kocam mı? Ay! Ay bir de elin psikopatına kocam diyor! Ay ben hiç iyi değilim. Of! Ay... Boşanmayacağımda dedi." Titreyen Dora dizlerine vurdu. "Kan şekerim düşüyor benim... Ambulansı arasanıza."

"Boşanmayacağım." dedim tekrardan. "Boşuna uğraşmayın."

"Boşanmayıp ne yapacaksın?" Apo bana döndü. Yırtılmış gömleğinin saçma duruşuna rağmen ciddi -öfkeli-  ifadesinden gram kaybetmemişti. "Boşanmayıp ne yapacaksın, Mayıs?! Sen... Sen durumun bokluğunun farkında değil misin?!"

"Gayet farkındayım, abi."

"Saffar seninin dedenin düşmanı!" diye hırladı Apo. "Onunla evlendiğini ailen duyarsa ne olur, biliyor musun?! Sana ne yaparlar, sen biliyor musun?! Bırak senin aileni... Ulan Poyraz ailesi bunu duyarsa... Mayıs sana ne yaparlar, tahmin edebiliyor musun?!"

Yutkundum. "Tahmin edebiliyorum."

"Bok tahmin edebiliyorsun. Kendine gel! Kendine!" Abdullah tek adımda dibimde bitip beni omuzlarımdan sarstı. "Kendine gel! Benim tanıdığım Mayıs bu değil! Kendine gel! Sen ne hale düştün?! Sen ne yapıyorsun?!"

Zihnimde çığlık atan bütün sesleri durdurup onun kollarını ittim. "Riskleri biliyorum. Riskleri göze alarak onunla evlendim. Abi ben... Ben aşık oldum. Bunun için özür dilemeyeceğim. Kusura bakma."

Apo dehşet içinde beni süzdü. Havadaki elleri iki yana düşerken bir süre sadece bana baktı ardından bir adım gerileyerek gözlerini duvara çevirdi. Ne düşünüyordu, neyle boğuşuyordu bilmiyorum ama hayal kırıklığına uğradığını hissedebiliyordum. Onun için bir hayal kırıklığıydım. 

Herkes için hayal kırıklığıydım ama Apo için hayal kırıklığı olmak canımı yakmıştı.

Onun bana verdiği onca haktan sonra benim ona yaşattıklarım... Canımı gerçekten çok yakmıştı. Resmen adama ihanet etmiştim ya. Beni mal, mülk, mevki sahibi yapan adama dedemin düşmanıyla evlenerek ihanet etmiştim. Aslında burada konu dedem değildi, hayır. Burada konu Abdullah abiye söz verdikten sonra sözümde durmamam ve Saffar ile görüşerek onunla evlenmemdi. Ben Abdullah abiye ihanet etmiştim.

Ciddi anlamda ona ve ona verdiğim söze ihanet etmiştim.

İğrenç bir insandım.

İğrenç...

"Yüzük takmış bir de! Allah'ım sen benim akıl sağlığıma mukayyet ol!" Dora ellerini saçlarına daldırıp çığlık attı. "Çıkar o yüzüğü! Çıkar! Arsız! Rezil!"

Gözlerimi parmağımdaki alyansa indirdim. Alyansın varlığına alışamasamda çıkarmak istemiyordum. "Olmaz, çıkaramam."

"Arsız!" diye bağırdı Dora. "Allah senin cezanı.... Kızılcık Şerbetinde oynayan Çimen bile senden daha akıllı be! Rezil! Rezil köpek! Hayır evlendin! O boku yedin! Sen sanıyor musun ki o adam seni sevecek?! Heeğh! Bok sevecek! Kim bilir hangi pis işlerinde kullanacak seni?!"

Bakışlarımı alyanstan çekmeden, "Saffar'da beni seviyor." dedim düz bir sesle. "Beni kötü işlerinde kullanmaz o."

"Ağğh! Yapıştıracağım bi tane! Geri zekalı! Hâlâ o adamı savunuyor bana! Ay ben hiç iyi değilim. Ay, tansiyonum düştü." Dora ağlamaklı bir ses çıkartıp koltuğa çöktü. "Bunun beynini yıkamışlar!"

Dora bana fırlattığı tansiyon aletini alarak koluna sardığında bizi yaklaşık beş dakikadır izleyen Ares "Bence aşklarına saygı duymalıyız." dedi panikle. Halının üzerinden kalkmadan Apo'ya doğru döndü. "Tamam bende Mayıs'ın on saat içerisinde evlenmesine şok oldum ama elden ne gelir ki? Olan olmuş, biten bitmiş bir kere. Acaba bu kararlarına ve aşklarına saygı mı göstersek?"

Ares her zamanki gibi beni korumak için mücadele etmişti. Bu mücadelesi sonuç vermemişti tabii ki. Yine de yanlış kararlarıma rağmen beni desteklemesi hoşuma gitmişti. Kötü gün dostuydu, Ares. Gerçekten...

"Ya kes! Kes sesini!" Dora, Ares'in ensesine yapıştırdı. "Ne saygısı be?! Ne saygısı?! Adam beş yüz kere bunun canını yaktı be! Ne aşkı?! Ne aşkından bahsediyorsun sen? Ay ben çıldıracağım ha!"

Ares inleyerek ensesini tuttuğunda uzun süredir sessiz olan Apo'nun tekli koltuğa oturduğunu görmüştüm. Boşluğa bakıyordu. Az öncesi öfkesinden eser yoktu şimdi. Düşünceliydi. Kim bilir hakkımda neler düşünüyordu?

İçli bir nefes vererek ona doğru bir adım attığımda elini 'dur' anlamında havaya kaldırdı. Durdum, suratını süzdüm.

"Senin yaşın yirmi, benim gözümde çocuktan farkın yok." dedi Apo tane tane. "Ben o sözleşmenin açığını ararken ve seni evlenmekten kurtarmaya çalışırken senin o psikopat herifle aniden evlenmen... İnanmak dahi istemiyorum. Hâlâ inanamıyorum, Mayıs."

"Saffar bana kötü davranmıyor, yemin ederim." diye mırıldandım. "Tamam geçmişte çok kötü davrandı ama şu an... Ya bana kötü davranmıyor. Neden inanmak istemiyorsunuz?"

Sessiz kaldılar.

"Ayrıca o sözleşmeyi Türkiye'nin en iyi avukatı Evren bile iptal edemedi, siz nasıl iptal edeceksiniz?" diye sordum. Apo gözlerini halıda kitlemişti. "Abi, bak ben eninde sonunda evlenmek zorundaydım. Bunu buradaki herkes biliyor."

"O adamla evlenmek zorunda değildin."

"Abi, Saffar'ı seviyorum dedim ya."

Apo cıkladı. "Sevgine inanmıyorum."

"Neden?"

"Bu sevgi değil çünkü. Saffar'ı seviyorum derken bile gözlerinde saf bir korku akıyor senin. Ne sevgisinden bahsediyorsun, Mayıs? Sevgi bu değil." Çenesiyle beni işaret etti. Kasılmıştım. "Sende başka bir şey var. İnanmıyorum ben bu tiyatroya..."

Onun gergin suratını süzerken bir şey söylemek istedim ama söyleyecek bir şeyim kalmamıştı. Ne dersem diyeyim kendimi onlara inandıramayacaktım. Haklıydı, ucuz bir tiyatro çeviriyordum. Bunun bir tiyatro olduğunu anlıyorlardı. Aptal değillerdi. Ne dersem diyeyim bana asla inanmayacaklardı.

Boşuna çabalıyordum.

Buz gibi olmuş ellerimle yüzümü mest ederek yere çöktüm. Televizyonun parçalarına değmemeye çalışarak ayaklarımı sehpanın altına doğru uzattığımda kimseden uzun bir süre çıt çıkmamıştı. Ares etrafı mal mal izliyordu, Dora ter kan içinde kalmış bir şekilde tansiyon aletiyle oynuyordu, Apo kafasını eğmiş bir şekilde boşluğa bakıyordu.

Kendim dahil herkesin psikolojisini bozduğumu yeni fark etmiştim.

Yatacak yerim yoktu.

"Hadi bu boku yedi. Hadi bizde bir şekilde o herifle evlendiğini kabul ettik, hatta daha şok edici bir şey söyleyeceğim. Hadi birbirinizi sevdiğinizi de kabul ettik diyelim." Dora sessizliğe bıkkın sesiyle çarmık çaktığında gözlerimi ona çevirdim. "Ya sonra? Sen mutlu olacağına inanıyor musun, Mayıs? Aileler birbirlerine girecekler. Kaos çıkacak, katliamlar, kavgalar... O evlilik yürüyecek mi sanıyorsun?"

Ofladım. "Deneyerek göreceğiz."

"Deneyerek?" Dora bana bakmadan güldü. Sinir gülüşüydü bu. "Kıyafet mi bu, alkolik köpek?! Deneyerek görecekmiş! Salak karı! Beni çıldırtma ha!"

Ona cevap vermediğimde benimle göz teması kurmayan Apo "Mayıs sana bir sorum olacak. Her şeye tamamım. Seviyorsun, tamam. Sevgine inanmasam bile sana karışmıyorum, karışmayacağım. Saffar bana zarar vermez diyorsun, tamam. Aranıza girmeyeceğim, yine size karışmayacağım. Ailelerle mücadele ederim diyorsun, ona da tamam. Karışmayacağım. Kiminle mücadele ediyorsan et, ne yapıyorsan yap, sana karışmayacağım ama benden bu konu hakkında destek bekleme." dedi donuk bir sesle. "Yalnızca sana bir sorum olacak. Tek bir soru..."

İçim sözleriyle birlikte cayır cayır yandı. Geçmişte daha ağır cümleler duymuş biri olsamda -ve onun söyledikleri ağır cümleler kategorisine hiç girmesede- canım gerçekten yanmıştı. Nedensizce Apo'nun sinirle kurduğu her cümle benim canımı yakıyordu. Hani insan sevdiğine kırılırdı ya, belki  benimki de öyle bir hesaptı. Apo'yu kendi öz babamdan ve öz annemden daha çok seviyordum. Bu kısıtlı zaman diliminde, bana hem babalık hemde analık yapmıştı.

Belki de nedeni buydu.

Ondan sevgi görmem... Onu ailemden daha çok benimsemem... Tek kelimesinde kırılmamın nedeniydi. Beni kırmıştı.

Sertçe yutkundum. "Sor, Apo."

"Sen sevdiğin adamdan annesinin yaşadığı gerçeğini saklayabilir misin?" Sorusu keskin bir bıçak gibi boğazıma saplanınca birkaç saniye dondum. "Onun gözlerinin içine bakıp bu gerçeği içinde tutabilir misin? Çünkü cevabın evet saklayabilirimse, bana sevgiden bahsedemezsin."

Çünkü cevabın evet saklayabilirimse, bana sevgiden bahsedemezsin.

Zihnimde aniden açılan derin yarık, içine binlerce hissi attı. Sadece tek bir his kalmıştı o yarığın içine atılmayan... Farkındalık. Farkındalık hissi... Titreyen elimi çeneme bastırdığımda ne Apo ne de Dora bana bakıyorlardı. İkiside farklı noktalara dalıp gitmişlerdi. Zihnimde açılan yarıkla boğuştuğum sırada Ares ile göz göze geldik. Ona nasıl baktıysam -gözlerimde nasıl bir ifade varsa- önce duraksamış sonra su yeşillerini irileştirmişti.

Anlamıştı.

Yemin ederim ki anlamıştı.

Saffar'a annesinin yaşadığını söylediğimi anlamıştı. Ares histerik bir şekilde avuç içini dudağına bastırdı ve gözlerini benden kaçırdı. Kendi içinde şokunu sessizce yaşarken, "Benim sana diyecek bir şeyim kalmadı." dedi Apo aniden, oturduğu yerden kalktı. "Ne yapıyorsan yap. Karışmayacağım, Mayıs."

Kendime gelme amaçlı kafamı iki yana salladım. "Apo nereye?"

"Ben burada kalmak istemiyorum." dedi odasına ilerlerken. "Sana bu konu hariç her konuda yine destek vereceğim ama burada kalmak istemiyorum. Sinirlerime hakim olamıyorum. Gitmem lazım."

"Ne?" Panikle ayaklandım. "Ne demek burada kalmak istemiyorum ya? Nereye gidiyorsun, Apo?!" Odasına girdiğinde yerdeki kırık eşyalara çarpmamaya çalışarak arkasından koştum. "Bana sakın yalıya döneceğini söyleme! Kan çıkartırım!"

Açık kapından odasına girdiğimde Apo yatağın altından bir bavul çıkarmıştı. Dolabının kapağını açarak gelişi güzel bir şekilde kıyafetleri bavula tıkmaya başladı. Şok içinde onu izlerken, "Dedemin yanına geri mi dönüyorsun?" diye sordum. "Oraya geri mi döneceksin?"

"Oraya dönmeyeceğim."

"Nereye gideceksin? Abdullah saçmalama!" dedim sesimi yükselterek. "Saat olmuş akşamın bilmem kaçı! Nereye gidiyorsun ya?"

"Senden uzak bir yerlere..."

"Nereye?" diye sordum panikle. "Biz seninle yarın şirkete gidecektik! Ben iş başı yapacaktım! Sen bana yardım edecektin! Nereye gidiyorsun ya?!"

Üzerindeki yırtık gömleği çıkartarak çıplak göğüsünü bana çevirmeden gömleği top yaptı ve bana doğru fırlattı. Erkek parfümü kokusuyla bütünleşen gömlek suratıma yavaşça çarpıp yere düştüğünde tepki dahi vermemiştim. "Nereye gideceksin?" diye sordum bavulunun fermuarını kapamasını izlerken. "Abdullah! Cevap versene. Nereye gidiyorsun?"

Üzerine geçirdiği mavi kazağı çekiştirirken, "Evrim'e gidiyorum!" diye bağırdı. "Oldu mu?!"

"Aağğh! Ne Evrim'i ya? Ne Evrim'i? Onda mı kalacaksın?" Durdum. "Apo saçmalama. Kadın muhafazakar! Ailesi senin ağzına sıçar! Ne demek onda kalmak? Sen bizi rezil rüsva mı etmek istiyorsun?"

"Evrim tek yaşıyor, Mayıs." Bavulu eline aldı. "Ayrıca onun hakkında bilip bilmeden belli kalıplar uydurma! Terbiyesizlikten başka bir şey yaptığın yok! Asıl sen rezilsin!"

Dudaklarım aralandı fakat bir şey diyemeden geri kapandı. Ne diyecektim ki? Rezildim. Haklıydı.

Apo beni yavaşça iterek çıkışa ilerlediğinde, "Evlendim diye beni terk mi ediyorsun?" diye bağırdım arkasından. "Beni beni! Biricik, tatlı, şeker patronunu?!"

"Seninle muhatap olmayacağım, Mayıs."

Olduğum yerde durup "Şuna bir şey söyleyin!" dedim sinirle(!) Dora ve Ares'e baktığımda ikisininde koltukta oturduğunu görmüştüm. Bomboş gözlerle bizi izliyorlardı. "Ya adam evi terk ediyor! Savcının yanına yerleşecek! Bir şey söylesenize şuna!"

Evet, bir şey söylememişlerdi ama aralarından biri bir şey yapmıştı. Dora tansiyon aletiyle ayağı kalkarak "Bekle, Apo'm. Bende seninle geliyorum." dedi ve hızlı adımlarla ona yetişti. İkiside beni terk mi ediyorlardı şimdi? "Bununla daha fazla kalmak istemiyorum."

"Ne?! Sende mi gidiyorsun?! Ya siz kafayı mı yediniz?! Evlendim diye beni mi terk edeceksiniz?!" Dişlerimi sıktım. "Biriniz bile bana destek vermeyecek mi bu konuda ya?! Hiçbirinizin mi aşka, sevgiye inancı kalmadı?!"

Dora dış kapıyı açarak Apo'ya yol verdi ardından bana baktı. "Seninki ne aşk ne sevgi... O evliliğin bir adı olsaydı, adı hastalık olurdu. Emin ol."

Afalladım. Bu afallamamdan faydalanan Dora, koridordaki Apo'ya döndü ve onun yanına çıkarak dış kapıyı sert bir şekilde çarptı. Çarptığı kapının sesi salonda yankılanınca gözlerim dolmuştu. Dolu gözlerimle bir süre dış kapıyı izledim belki pişman olup geri dönerler diye... Ama nafile, yaklaşık on dakika beklememe rağmen kimse geri dönmemişti.

Beni terketmişlerdi.

"Hiç ağlama. Senin bu ağlamandan bıktım artık." Ares'in sesini duymamla onun ortamdaki varlığını hatırladım ve dolu gözlerle ona döndüm. L koltuğun başında oturuyordu, yüzünde oldukça düşünceli bir ifade vardı. "On saatte bekar bir insan nasıl evlenir be? Mantığımı yedin, bitirdin!"

Alt dudağım titrerken, "Mecbur kaldım." deyip ona doğru yürüdüm. Zemine dağılmış binlerce kırık parçada bakışlarımı kısaca gezdirdikten sonra yanındaki boşluğa oturarak kafamı koltuk başlığına yasladım. Şakaklarıma ağrılar giriyordu. "Mecbur kaldım, Ares."

"Saffar evlenmek için zorladı mı seni?" diye sordu ilgiyle. "Bir şey mi yaptı sana? Canını mı yaktı?"

"Canımı yakmadı. Saffar bana hiçbir şey yapmadı."

"Zorladı mı seni?" Ares'e cevap vermediğimde parmağıyla beni dürtmüştü "Sen şu işin aslını astarını bana anlatır mısın? Çünkü ben bu aşk hikayesine pek inanmadım da..."

"Ya ilk başta evlenmek için beni zorladı, yalan yok fakat daha sonra bende istedim. İkimizde çıkar ilişkisine bağlı evlenme kararı aldık. Formaliteden bir evlilik yaptık yani." dedim ve başımı koltuk başlığından çektim. Kendimi iyi hissetmiyordum. "Saffar'a annesinin yaşadığını söyledim. Tahmin ettiğin gibi..."

"Heeeğh! Söyledin mi?!" Ares kısa bir alkış ritmi tuttu. "Aferin sana! Aferin! İyi bok yedin, Mayıs!"

Ağlamaklı bir ses çıkartıp "Dayanamadım, ne yapayım?" dedim üzgünce. "Off! Dayanamadım. Gelme üstüme!"

"Neyine dayanamadın?" diye çemkirdi Ares. "Allah seni kahretmesin. Neyine dayanamadın?! Ya o esnada sana zarar verseydi? Ne olacaktı?"

"Ne zarar vermesi? O an istese beni katlederdi ama yapmadı." Yutkundum. "Söz verdi. Ne bana ne de annesinin yaşadığını bilmeyen aile bireylerime dokunmayacağına dair... Bana söz verdi."

Ares bana yandan bir bakış attı. "Saffar bu sözü sana sinir krizi geçirmeden önce mi verdi yoksa sonra mı?"

"Ne fark eder? Verdi mi verdi! Ayrıca Saffar sinir krizi geçirmedi ki." dedim kuru bir sesle. "İlk başta öfkesiyle boğuştu sonra öfkenin yerini nefret aldı. Hatta bir ara gözlerindeki çaresizliğe ve üzüntüye tanıklık ettim. Saffar yıkıldı, mahvoldu ve aynı saniyeler içinde toparlandı. Hiçbir evrede de bana zarar vermedi."

İçli bir nefes vererek, "Anladım." dedi. Beni yargılamaması benim için çok değerliydi. "Evlilik fikri nereden çıktı, peki? Çünkü az önce kendin itiraf ettin, ikinizde formaliteden bir evlilik yapmışsınız. Sana ne vaat etti? Bir şey vaat etmiş olmalı."

"Şirket sözleşmeden haberi var. Bana koca olmayı ve beni koruyup kollamayı vaat etti. Onun sayesinde hukuken hissedarlığım kabul olacak yani." Sesim yaşadıklarıma rağmen donuk çıkmıştı. Muhtemelen vücudum yorgunluktan üzüntüyü bile tam hissedemiyordu artık. "Korumasına ihtiyacım yoktu ama öyle deyince bir şey söyleyemedim."

Ares gözlerini yan profilimde gezdirirken, "Sen ona ne vaat ettin?" diye sordu ilgiyle.

Ben ona ne vaat ettim? Sorusunun getirdiği ağırlık kanıma işlerken, "Onu şirket verilerine ulaştırmayı vaat ettim." dedim. "Annesi yaşıyor ve dedem annesini bir yerlerde saklıyor. Annesini yurt dışında saklasa dahi, başında birilerinin bulundurduğuna eminiz. O birilerine dedem yüzde yüz şirketlerin hesabını kullanarak para veriyordur. Saffar'da bunu tahmin ettiğinden, verileri kullanarak o kişilere ulaşacağını düşündü ve benden sadece verileri istedi."

"Allah belanızı vermesin!" Ares eliyle ağzını kapayıp dehşet içinde gözlerimin içine baktı. "Sana inanmıyorum! Mayıs, sen ciddi ciddi bütün şirket verilerini ona mı vereceksin?"

Omuz silktim. "Vermek demeyelim de ulaştırmak diyelim."

"O verileri kötü amaçla kullanarak seni çökertebilir! Sen bunun farkında mısın?! Şirketlerin verisi demek... Şey gibi... O şirketin devlet sırrı gibi bir şey demek! Her bok o verilerde yazıyor, Mayıs. Her bok yazar! Kötüsü de iyisi de! Ya Saffar onları kullanarak sana ve şirketlere zarar verirse? İlerleyen zamanlarda yapabilir bunu!"

Haklıydı. Düşüncelerinin haklılığı kafama vururken, "Ben söz verdim bir kere. Verileri en kısa zamanda ona ulaştıracağım." diye mırıldandım. "Onları kötü niyetle kullanırsa da canı sağolsun. Ben birçok şey kaybederim belki ama bunu yaparsa, ona asla kızmam çünkü kendimi onun yerine koyunca... Bilmiyorum, ben o öfkeyle baş edemezdim, Ares. Düşünsene, anneni öldü biliyorsun ama aslında yaşıyor ve yurtdışında bir adamla sefa sürüyor. Hemde yirmi yıldır falan. O sefa sürüyor, sende burada cefasını çekiyorsun. Kim bilir Saffar bu yirmi yılda neler yaşadı? Bilemeyiz ki. Duyduğu öfkeyle benim verileri bana karşı kullansa ne olur, kullanmasa ne olur? Kullanırsa da... Dediğim gibi, canı sağolsun."

Ares su yeşillerini benden ayırmadı. Birkaç dakika boyunca yeşilleriyle suratımı eşeledi ardından stabil bir tonla, "Sen çok iyi bir insansın." diye mırıldandı. "Vallahi sen çok iyi bir insansın. Çok temiz niyetlisin. Saf bir kalple yakışıyorsun herkese... Empati yeteneğine zaten diyecek sözüm yok." Dilini şaklattı. "Seni öfkeden deliye döndürenler utansın, Mayıs."

Morelim bozuk olsa da gülümsedim. "İyilikle alakası yok ki bunun. Olanı söylüyorum."

"Nah iyilikle alakası yok. Senin düşündüğün gibi kimse düşünmez. Seni iki kere kaçırmış insana bile bu saf düşüncelerle yaklaşman inanılmaz." Ares çenesini kaşıdı. "Neyse, umarım sana zarar vermez. Verirse belasını sikerim."

"Vermez." Ben vermeyeceğini umut ediyorum. "Rahat ol."

"Peki Saffar'a şeyi söyledin mi? Talya'yı?"

Durdum. Bu da vardı tabii. Talya hanımın halam çıktığı gerçeği... Daha bunun üzerine araştırmalar yapacaktım. İşim çoktu. Kafama sıkacak kadar çok... "Hayır, senin dışında kimseye söylemedim. Talya'nın annesinin kim olduğunu bulana kadar da söylemeyi düşünmüyorum."

"Annesini bulduk bence?"

"Emin değiliz, Ares." dedim net bir sesle. "Saffar'ın annesi, Talya'nın gerçek annesi mi? Emin değiliz. Emin olmadan kimseye bir şey söylemek istemiyorum."

Gerçi emindim aslında ama kanıt bulmadan bunu kimseye söyleyemezdim. Ares sessiz kaldı, bende sesizleştim. Uzun bir süre ikimizde evin dağınıklığını izledik. Her yer her yerdeydi. Evde teknolojik alet kalmamıştı. Kriz geçiren Apo, eline ne geçtiyse fırlatarak kırmış, kıramadığı şeylere de zarar vermişti.

Burayı toplamak için bir hizmetliye ihtiyacım vardı.

Kendi fikrime gözlerimi devirdim. Apo ile Dora evi terk etmişti, ben dağınıklığı düşünüyordum. Kafam karman çorman olmuştu.

"Ben ne bok yiyeceğim ya?" diye sordum üzerimdeki beyaz elbisenin yakasını çekiştirerek. "Apo ve Dora'da evi terk etti. Off! Yemin ediyorum, bir problemi çözüyorum, on problem ard arda doğuyor."

"Hayat bu Mayıs. Problemler olmadan zevk alamayız."

"Öyle de... Biraz az problemim olsa fena olmazdı. Çünkü gram zevk almıyorum. Aldığım tek şey bıkkınlık!"

Güldü. "Neyse, sen biraz gözden uzak gönülden ırak takıl. Apo ile Dora'da aynı şekilde takılsınlar. Herkes sakinleştiğinde tekrardan bir araya gelip bu konuyu konuşuruz."

Konuşsakta öfkeleri geçmeyecekti ki. İkiside cephe almışlardı bana. Zaman bu cepheyi yıkamazdı. Bundan emindim.

Onun yan profilini incelerken "Teşekkür ederim." dedim içten bir tonla. "Beni yargılamadan dinlemen ve her daim çözüm odaklı çalışman... Benim için çok kıymetli, Ares. Sen olmasan asla bu kadar sakin kalamazdım. Teşekkür ederim."

Göz kırptı. "Teşekküre gerek yok. Dostlar bu gibi zamanlar içindir."

Gülümsedim. "Seninde bir sorunun olursa her zaman yanıma gelebilirsin."

"Biliyorum." Omzumu okşayıp ayağı kalktı. "Sen biraz dinlen. Bugün senin için çok yorucu geçti."

Onunla birlikte ayaklandım. "Gidiyor musun?"

"E saat sabaha karşı dörde geliyor, bi zahmet gideyim. Hem benimde halletmem gereken yığınla işler var. Ufaktan kaçmam lazım. Sende morelini bozma. Her şey hallolur, şu anda önemli olan tek şey o hisseleri hukuken alman... Bir şartı yerine getirdin, kaldı iki şart. O şartlara odaklan." Parmağıyla duvarı işaret etti. "Yandaki piçle de fazla diyaloğun olmasın. Formaliteden evlendiniz diye sakın her istediği boku yapma. Biraz yırtıcı ol. Okey?"

Güldüm. "Okey."

"Güzel. Telefonum her zaman açık sana. Bir şey olursa ararsın. Görüşürüz, Mayıs." O kapıya ilerlediğinde arkasından gitmek yerine, "Görüşürüz, kankeyto. Aynı şekilde." dedim ve koltuğa geri oturdum. Kapı kapandı, Ares'in gitmesiyle ortamda yalnız kaldığımı fark etmiştim.

Koskoca evde yalnız kalmıştım.

Bu garip hissettirmişti.

Birkaç dakika donuk bir ifadeyle etraftaki dağınıklığı izledim. Etrafı toplamak, mutfağa gidip alkole abanmak ve duşa girmek seçenekleri arasında gidip gelirken ani bir kararla "Alkole ihtiyacım var." dedim ve ayağı kalkarak mutfağa doğru yürüdüm. "Terk edilişimin şerefine bi viski, votka, tekilla, konyak, bira patlatırım."

Çift kapaklı buzdolabının önünde durduğum sırada zil çalmıştı. Omzumun üstünden kapıya baktım. "Dora kapıya bak!" diye seslenip buzdolabının kapağını açtım. Zil bir kez daha çaldığında duraksadım. "Ay, evde Dora mı var? Terk ettiler ya seni! Ne Dora'sı? İyice delirdin ha! On dakika önce yaşanan şeyi yok sayıyorsun, Mayıs."

Bıkkınca açtığım buzdolabının içinde gözlerimi gezdirdim. "Alkolde kalmamış zaten! Her şey üst üste geliyor! Atacağım kendimi terastan şimdi!Az kaldı!" Buzdolabının kapağını kalçamla kapatıp dış kapıya yürüdüğümde zil bir kez daha çalmıştı. Ares bir şey unutmuş olabilir miydi? Sabaha karşı dört küsürde zilimi çalacak -ondan- başka manyak yoktu diye düşünüyorum.

Yerdeki kırık parçalara değmemeye çalışarak kapının önüne gelip kapıyı açtım. Açar açmaz koyu kahverengilerle göz göze gelmiştim. Pekala, Ares'den başka kapımı bu saatte çalacak bir manyak daha varmış.

"Oo hoşgeldin!" dedim içimdeki öfkeyi alaya çevirerek. "Bende kendi kendime diyordum ki son üç dakikadır çok huzurluyum. Biri neden keyfimi kaçırmadı? Bu sorumun üzerine sen geldin. Şükürler olsun! Keyfim kaçacak yine."

Dış kapının pervazına yaslanmış olan Saffar'ı baştan aşağıya süzdüm. Nikahtaki kıyafetleri üzerindeydi fakat kıyafetler kıyafetlikten çıkmıştı. Siyah gömleği kırış kırıştı. Yakasındaki birkaç düğme kayıptı. Ceketini yere atmıştı, pantolonunun belirli yerlerinde yırtıklar vardı ve yanlış görmüyorsam gömleğinin kol kısımları kurumuş lekelere kurban gitmişti.

Asi saçları dağınık, yüzü gergin duruyordu. Savaştan çıkmış gibiydi resmen. Ve buna rağmen hâlâ yakışıklı görünüyordu. Gerçi bana neydi? Onun nasıl göründüğünden...

"Aa! Ne olduk sana, kız? Ne bu hal? Savaştan çıkmış gibisin. Karını birkaç saat görmediğin için savaş mı başlattın yoksa? Ay! Romantik şey seni!" Benim alayımın aksine o ciddiyetini korumuştu. Ciddiyetini koruyunca bir şeylerin ters gittiğini anlamıştım. "Bir şey olmuş. Bana geri laf sokmadın. Kesinlikle bir şey olmuş, ne oldu?"

Saffar huysuzca kıpırdandığında pervaza yasladığı koluna dönerek tek kaşımı kaldırdım. Bileğindeki ben pahalıyım diye bas bas bağıran mavi kayışlı saatinin camı kırılmıştı. Kırılan camına sıçramış olan kızıl lekenin kan olduğunu anladığımda gözlerimi gözlerine çevirerek "Kavga mı ettin?" diye sordum. "Yoksa birini mi öldürdün?"

"Sikinde mi?" Sesinden yorgunluk akıyordu.

"Sikim yok. Sorun cevapsız kalacak." Üst dudağımı tedirgince yaladım. "Hayır, birini öldürdüysen defol git diyecektim. Polis molis peşindedir. Hiç uğraşmam. Gerçi nereye gidiyorsun? Yan daireye... Bir de lanet gelsin ki kağıt üzerinde karın gözüküyorum. Cinayet işlediysen polis beni de bulur. Uff! Cinayet mi işledin, Saffar? İşlemedim de, ne olur!"

"Cinayet işlemedim."

Rahatlama hissiyle içli bir nefes verdim. "He güzel. Rahatladım. Bu arada rezalet bir haldesin. Söylemeden geçmek istemedim. Berbat görünüyorsun!"

Saffar umursamazca yüzümü inceledi. "Sende benden farksızsın."

Üzerime bir bakış attım. Beyaz elbise biraz kırışmış olsa da yine oldukça güzel görünüyordu. "Yoo, oldukça seksi görünüyorum. Ayrıca ben kavga etmedim. Sen etmişsin ama. Ne oldu?"

Bana cevap vermedi. Koyu kahverengi gözlerini suratımın surlarında gezdirmeye devam ederken, çok kısa bir an gözleri evin içerisine kaymıştı. Durdu, kaslı kolunu pervazdan kaydırarak çekip kafasını içeriye doğru uzattı. Dibime girdiği için bir adım gerilemek zorunda kalmıştım. "Bu evin amına sen mi koydun?"

"Yoo."

"Kim koydu?"

"Seni alakadar etmiyor, Safo."

Bana geri döndü. Gözleriyle bedenimi eşelerken bir anda kaşları çatıldı. "Bu kızarıklık ne?" Bileğimi tuttu. Elbisenin kol kısmı yukarıya kaydığı için bileğim açıkta kalmıştı. Bileğimin üst kısmında oluşan kızarıklığa odaklanan Saffar'a "Ha o şey oldu. Biz arkadaşımla tartıştık." dedim kuru bir sesle. "O da ani bi sinirle tansiyon aletini fırlatınca... Orama çarptı."

"Senin o arkadaşını si..." Dişlerini sıktı. "İçeride mi o arkadaşın?"

Bileğimi ondan kurtardım. "Değil. Seninle evlendiğimi duyunca korumam dahil herkes beni terk etti. Sayende yapayalnız kaldım. Thanks, Allah'ın belası. Thanks..."

Bana bir şey söylemek yerine bileğimdeki kızarıklığı bir süre daha süzdü ardından kafasını kaldırarak bana odaklandı. "Evde kimse yoksa seni şuraya alalım."

"Nereye alıyoruz beni?" Çenesiyle kendi dairesini işaret edince ona öküzün trene baktığı gibi bakıp "Bu saatte senin evinde ne işim olabilir?" diye sordum şüpheyle. "Hayırdır?"

"Sana hayırdır?" Kaşlarını çattı fakat sinirli bir çatış değildi bu. "Evlendik, kızım. Ayrı evlerde mi yaşayalım?"

"Bi zahmet?" Güldüm. "Aynı evde mi yaşayacağız, fake kocam benim? Sen kendinde misin?"

Ciddi suratından gram ciddilik kaybetmediğinde gülüşüm saniyeler içinde kesildi. Bi saniye, bu manyak şaka yapmıyordu.

"Şöyle cins cins suratıma bakma. Sanki gel benim koynuma gir, bana zevkli geceler yaşat dedim." Gözlerini devirdi. Midem çalkalanmıştı. "Al birkaç parça eşyanı, bana geç hadi."

"Ben sana niye geçiyorum ya?" diye tısladım. "Ne işim var senin evinde?"

"Yarın büyük amcam ve yengem bizi kontrol etmek için kahvaltıya gelecekler. Senin bana taşınman lazım." dediğinde kasılmıştım. "Birkaç parça kıyafetini al, geç benim eve... Geri kalan kıyafetlerini sonra alırsın."

Yorgun bir halde geri çekilerek kendi dairesine yürümeye başladığında "Bana ne be senin amcandan yengenden?" diye çemkirdim. "Saffar ben seninle aynı evde yaşamak falan istemiyorum! Dalga mı geçiyorsun?"

"Ne dalgası lan? Ne dalgası?" Olduğu yerde durarak omzunun üstünden bana baktı. Öfkelenmişti.  "Kızım sen neyin kafasını yaşıyorsun? Ben yedi saattir seninle evlendiğimi aileme anlatmaya çalışıyorum! Beynim sikilmiş zaten, bir de sen bana sik sik cevaplar verme! Al birkaç parça kıyafetini geç benim eve. Delirtme beni..."

Yaptığı açıklamayla aydınlanırken sinirlenmemeye çalışarak "Allah senin cezanı vermesin! Sen ailenle mi kavga ettin?" diye sordum ve kıyafetlerini işaret ettim. "Rezil rezil! Kimi dövdün sen? O ellerinde kan toplamış! Yeni fark ettim! Pü sana! İnşallah aile büyüklerini falan dövmemişsindir."

"Asil, kafam sikilmiş. Bana soru sorma. Dediğimi yap." Kendi dairesine yürüdü. Gömleği terden üstüne yapıştığı için sırt kasları meydandaydı. Kaslarını kısaca süzdüm. Kapısının önünde durup kartı sisteme okutunca gözlerimi sırt kaslarından alıp "Şimdi doğru anlamış mıyım? Ailene benimle evlendiğini söyledin, bunun üzerine kavga çıktı. Sende birini ya da birilerini o kavga esnasında dövdün. Aile bireylerinin kanı üzerinde..." dedim kuru bir sesle. "Şimdi bana diyorsun ki daireme taşın. Evlilik oyununu böyle devam ettirelim. Sabahta amcam ve yengem bizi kontrole gelecek, gerçekten evli gibi görünmemiz lazım? Olay bu mudur? Doğru mu anlamışım, Safo?"

Saffar kafasını geriye atarak derin bir nefes aldı. Çıkık ademelmasının hareketini izlerken koridorun beyaz ışığı yandı ve esmer teninin üzerinde bir parıltı oluşturdu. Şu anda farkında olmayabilirdi ama çok güzel görünüyordu. Bir insana bronz ten bu kadar mı yakışırdı? Kusursuz görüntüsü karşısında sertçe yutkunacağım sırada, "Arada bi zeka belirtisi gösteriyorsun. Aferin." dedi alaydan yoksun bir sesle. "Aynen öyle, toparla birkaç eşyanı, bana geç."

"Yalnız Saffar benim sabah şirkete gitmem gerekiyor. Malum hukuken gerçek bir hissedar olup sana o verileri vermem için önce şirkette saygınlık ve güven kazanmam lazım. Yani sabahın köründe şirkete gitmeli ve eşek gibi çalışmalıyım."

"Ee?"

"Ee'si amcışkon ve yengişkonla kahvaltı faslına katılmasam olur mu?"

"Üzerine mermi yağdırsam olur mu?"

Sorumun cevabını sorusuyla birlikte almıştım. Oflayarak, "Bi yirmi dakika ver bari." dedim. "Duş alacağım."

Bana cevap vermek yerine açık kapıdan içeriye geçtiğinde sessiz kaldım. Adam beni çoğu zaman yok sayıyordu. Yok sayarak cevap veriyordu resmen. Off... Of ki ne of!

Battı balık yan gider felsefesini benimseyerek eve geri girdim ve hızlıca odama çıktım. Ilık, hızlı bir duşun ardından pembe pofuduk pijamalarımı üzerime geçirip dolaba yöneldim. Bir poşetin içine gelişi güzel bir şekilde doldurduğum iş kıyafetlerimi ve birkaç makyaj malzememi alarak ağzıma sabitlediğim tarakla aşağıya indim. Evin anahtarını -kartını- son saniye poşetin içine atmıştım. Allahtan hatırlayıp atmıştım yoksa dışarıda kalıyordum.

Bende kafa bırakmamıştı.

Savaş alanından farksız duran salonumu terk ettiğimde ıslak saçlarım beni rahatsız etmeye başladı. Bir elimde poşet bir elimde tarakla, saçlarımı taraya taraya Saffar'ın dairesinin önüne geldim ve alnımla zile bastım. Birkaç saniye içerisinde kapıyı açtığında ona hiç bakmadan içeriye süzülüp "Banyon nerede la?" diye sordum. "Acil banyonun yerini göster. Ortak kullanılan bir banyonun yerini göstersen harika olur hatta."

Üstü çıplak olan Saffar tip tip suratıma baktı. Altında gri bir eşofman altı vardı. Neredeyse belinden düşecekti. Kaslı göğüsüne, pazularına, baklavalarına ve diğer seksi mahrem yerlerine odaklanmamaya çalışarak saçımı taramaya devam ettim. "Banyon nerede diyorum? Aloooğ?!"

"Bağırma." Gözlerini devirdi. "Soldan ikinci kapı."

"Okey, şimdi ben makyaj malzemelerimi dizeceğim aynanın önüne ki amcan ya da yengen banyoya girdiklerinde o manzarayı görüp evliliğimizin gerçek olduğuna inansınlar. Ne alaka diye sorma. Bende hâlâ alakasını çözemedim. Konuşmak için konuşuyorum şu an." Ofladım. "Ha bir de herhangi bir hakarette asla altta kalmam. Saygılı gelin pozları çizmem. Kim bana hakaret ederse direkt bıçaklarım, haberin olsun."

Saffar gözlerini kıstı. "Sana hakaret etmezler. Gelecek olan amcam Okan değil. Büyük amcam ve yengem saygılı bir tiptir. Rahat ol."

"Hee tamam. Ben geçiyorum banyoya... Beş dakikaya geliyo..." Tarağın sivri ucu, uzun saçımın belirli kısmında takılınca dişlerimi acıyla sıktım. Bu olaydan nefret ediyordum. Tarağı ıslak saçımdan kurtarma çabam, saçımın tarağa daha çok dolanmasına neden olurken "Eeğ sikerler!" dedim bıkkınca ve tarağa saçımda bırakarak banyo olduğunu bildiğim yere ilerledim. "Sende üzerine bir şey giy! Tarzan gibi dolanma evde!"

"Benim evim burası. Nasıl dolanıp dolanmayacağımı sana sormayacağım."

"Soracaksın, çıplak vatandaş!" diye tısladım banyoya girerken. "Ben burada takılmak zorundaysam eğer sende usturuplu giyinmek zorundasın! Ben evime geri döndüğümde ne bok yersen ye ama şu an ustruplu ol! Tek yaşamıyorsun."

Bana cevap vermedi, onu takmadım. Banyo kapısını arkamdan kapatma gereksimi duymayarak poşeti yere bıraktım ardından içindeki makyaj malzemelerimi teker teker alarak aynanın önüne yerleştirmeye başladım. Bu işlem boyunca saçımdaki tarağa hiç dokunmamıştım. Öylece saçımda takılı kalmıştı. Dokunmaya korkuyordum. Dokunursam canım yanardı çünkü.

Yaklaşık beş dakika sonra makyaj malzemelerimi banyoya dizdiğimde bir adım gerileyip aynanın raflarına baktım.

Burada yaşıyorum imajı vermiştim bence.

Gayet güzel olmuştu.

"Banyomu varlığınla mahvettin." diyen sesle birlikte arkamı döndüm. Kapı aralığından makyaj malzemelerime iğrenircesine bakan Saffar'ın üzerine geçirdiği siyah kazağı görmem, garip bir şekilde tebessüm etmeme neden olmuştu. Beni dinliyordu. Nadiren de olsa beni dinliyor, söylediklerimi yapıyordu. Bu hoş bir şeydi. "Midem bulandı."

"E bulanır tabii. Aynadaki yansımana çok fazla bakma diyorum. Beni takmıyorsun, Safo." Alayla gülüp yerdeki kıyafet dolu poşeti aldım. "Saat kaç?"

Saffar yorgun gözlerle beni süzüp başını kapının pervazına yasladı. O da uykusuzdu. Tıpkı benim gibi... "Altıya geliyor."

Zaman ne çabuk geçmişti? "Amcanlar kaçta kahvaltıya gelecek?"

"On gibi."

"Ben biraz uyuyabilir miyim?" Cevap vermediğinde ekledim. "Bana oda vermene gerek yok. İki gündür gram uyku uyumadım. Salonda bir iki saat kestirsem çok iyi olur."

Saffar gözlerini benden ayırmadan, "Geç uyu, Sedef'in odasında." dedi ve hemen yan odayı işaret etti. "Dokuz olmadan kalk. Alarm mı kurarsın, başka bir şey mi? Beni ilgilendirmez. Dokuz olmadan kalkacaksın."

"Tamam." Banyodan çıkacağım sırada bana izin vermedi. Önümden çekilmediğinde kafamı kaldırarak ona baktım. Ruhsuzca bakıştık. "Çekilsene? Odaya geçeceğim."

Sağ elini kaldırdı. Elinin üzeri kavga ettiğinden dolayı hafif morarmıştı. Gözlerimi elinde kitlediğimde uzun, ince parmaklarını usulca saçıma getirerek saçımda asılı kalmış tarağı kavradı ve benim yapamadığım şeyi iki hareketinde yaparak mavi tarağa saçımdan kurtarıp, tuttuğum poşetin içine attı.

Durdum.

Poşetteki tarağa bir bakış atıp ona döndüğümde, "Saçların dalgalı." dedi düz bir sesle. "Önce uçlardan başla taramaya, dipten başlarsan tarak saçında öylece kalır."

"Konuştu saç profesörü." Dilimi umursamazca şaklattım. "Çekil önümden. Zaten yirmi dört saatte hayatımı kararttın. Bari uykumu karartma. Sünepe."

"Biliyor musun? Elimin tersindesin." Sesi cümlesine rağmen alaycıldı. "Zorlama istersen, Asil?"

"Ya kes! Kes!" Onu kolundan itip kendime yol açtım. "Şiddet yanlısı, ruh hastası. Sinirlerimi bozuyorsun."

"Saat dokuzda kalk. Kalkmazsan, saçlarını kökten keserim."

Sedef'in odası olduğunu bildiğim odaya girerken "Saçlarıma dokunursan benimde kökten kesebileceğim bir şey var ama bu şey saçın değil." dedim sertçe. "Zorlama istersen, Saffar?"

Omzunun üstünden bana küçümseyici bir bakış attı, herhangi bir yorumda bulunmadı. Onun susmasıyla kapıyı suratına kapatıp poşeti geniş odanın ortasına bıraktım ve yatağa doğru yürüdüm. Kendimi yatağın üzerine bıraktığımda anca fark edebilmiştim. O kadar yorulmuştum ki sabahtan beri kastığım vücudum yatakla bütünleşir bütünleşmez gevşemişti.

Bu yorgunluk hiç iyi değildi. Beni mahvediyordu.

Gözlerimi yumdum. Zihnim belli belirsiz karanlığa gömülmeden önce bir şeyin üzerime örtüldüğünü hissetmiştim ama ne gözümü açacak halim vardı ne de rüya görüp görmediğimi anlayacak...

Zihnen karanlığa gömüldüm.

Tıpkı gerçek hayatta gömüldüğüm gibi...

❄️

"Yeni gelin sunumumu mahvediyorsun! Ben o salatalıklardan göz yapacaktım yumurtaya!"

Topuklu ayakkabılarımı yere sertçe vurarak peşinden gittiğimde Saffar taşıdığı tabaktan birkaç salatalık alıp ağzına atmıştı. Terasın açık kapısından atletik bir hareketle geçip hazırladığımız kahvaltı masasına tabağı bıraktığında olduğum yerde durup masaya baktım.

Hava güzel olduğu için terasta kahvaltı hazırlamamızı isteyen Saffar bence mantıklı bir karar vermişti. Bu arada hazırlamamızı demiştim ama kahvaltıyı biz hazırlamamıştık. Rezidansın alt katındaki restoranda çalışan iki abla isteğimiz üzerine gelip hazırlamıştı, biz sadece son dokunuşları yapıyorduk.

Son dokunuşlarda önemliydi.

"Eksik bir şey var mı?" Lacivert gömleğinin kol kısımlarını dirseklerine kadar katlamış olan Saffar masada gözlerini gezdirdi. "Bi baksana, ben anlamam böyle işlerden."

"Ben çok anlarım ya! Ne bileyim?" Hayatımda görmediğim kadar çeşit bulunan kahvaltı masasını ilgiyle süzdüm. "Aa bi eksik var!"

Saffar kaşlarını çattı. "Ne eksiği?"

"Senin beynin eksik." dedim alayla. "Sayılıyorsa, evet. Eksiğimiz var."

Durdu, koyu kahverengilerini bana çevirdi. Aramızda gerilim dolu bir bakışma yaşandığında sabahın köründe kalkıp düzleştirdiğim -Sedef'in düzleştiricisi sağolsun- saçlarımı umursamazca geriye attım ve bakışmamızı sonlandırdım. "Neyse, yine çok güzelim."

"Senin aynayla aran bozuk galiba?" Saffar tabaktan bir zeytin alıp yerken masayı incelemeye devam ettim. "Güzelmiş. Güzel görmesek inanacağız."

"Kıskanma, Safocuğum. Allah vergisi." Üzerimdeki siyah, dar bluzun göğüs dekoltesini o görmeden düzelterek krem rengi eteğimi aşağıya çekiştirdim. Maalesef apar topar bavul(?) hazırladığımdan ötürü pek kombin yapamamıştım. Yeni gelin modeline uyumlu olan tek şey bu üzerimdekilerdi. Gerçi kalçamı zar zor kapatan mini eteğim biraz bu kombine uyumlu olmamıştı ama olsun. Gayet soft bir makyaj yapmıştım. Buradan kurtarabilirdim.

"Bana bak, konuştuğumuz şeyleri hatırlıyorsun değil mi?" diye sordu Saffar. "Amcamlara nasıl davranacağını bin kere anlattım. Bana tekrar anlatırtmazsın umarım?"

"Off hatırlıyorum be! Sabahın köründe şafak operasyonu yaparmış gibi odaya girip uyku mahmurluğumdan faydalanarak yarım saat konuştun! Unutmak ne mümkün?" Ofladım. "Amcanlara saygılı davranacağım işte. Söz verdim sana."

"Sırf saygıdan bahsetmedim? Bizim bu evlilik oyununa inanmaları için..."

"Sana aşık rolü yapacağım, biliyorum biliyorum." dedim bıkkınca. "Merak etme, ben anlattığın her şeyi anladım. Kocasına kör kütük aşık, yeni gelin rolümü iyi oynayacağım. Relax, beybi."

"Güzel. Eğer amcam ve yengem tek bir şeyden dahi şüphelenirlerse... Sonu kötü olur." Saffar koyu kahverengilerini bana çevirdi. "Amaçlarımıza ulaşmak için bu oyunu iyi oynamak zorundayız. Kimse evliliğimizden şüphelenmemeli."

Glossumu bozmamaya çalışarak dudağımı büzüştürdüm. "Tamam, anladım. Halledeceğiz, kocişkom sen rahat ol." Bir an söylediğim şeyden tiksindim. "Ne kocişkosu be? Iyyy," Kafamı iki yana salladım. "Dün bu saatlerde bekar ve özgür bir kadınken, şimdi evli ve ayakları prangalı bir kadın olmak çok zor geliyor. Hayat ne garip şey ya. Üf neyse, hiç morelimi bunları düşünerek bozamayacağım. Yeterince bozuk zaten."

"Bana sakın bir daha o kocalı şeyi söyleme." Saffar'da tıpkı benim gibi tiksintiyle yüzünü buruşturdu. "Geri zekalı."

"En azından benim geriden de gelse bir zekam var, sende o da yok." dedim alayla. "Bu arada, konuştuğumuz gibi... Bir saat kahvaltı seromonisini katılırım sonra şirkete vınnn! Sen mutfaktayken beni şirketten aradılar. Sikimsonik projeler birikmiş! Gidip hepsini teker teker inceleyerek imza atmam lazım. Çünkü dedem olacak herif, imza yetkisini yok sayarak her şeyi bana yüklemiş. Bildiğin hayatımdan bezeyim diye bana iş yığıyor. Benim bu işleri bir an önce halletmeye başlamam lazım."

Koyu kahverengilerini umursamazca üzerimde gezdirdi. "Tamam." diye tısladı masaya dönerken. "Bir saat masada uslu uslu takıl sonra siktirip gidersin."

"Okey." Sesini çıkarmadığında masada duran telefonu elime aldım. Ne Apo'dan ne de Dora'dan bir mesaj vardı. Tek gelen mesaj Ares'dendi. O da iyi olup olmadığımı sormuştu. Nasıl iyi olabilirdim ki? Kırk sekiz saat içinde apar topar evlenmiş, altmış şirketin sorumluluğunu omuzlarıma bindirmiş, iki kişi tarafından terk edilmiş bir de tüm bunlar yetmezmiş gibi yeni gelin rolünü canlandırmak için baskı altında tutulmuştum.

İyi olmak, benden çok uzaktı.

Kendi kendime gerilirken bu gerginliği yüzüme yansıtmamaya çalışarak telefonumu masaya geri bıraktım. Kafamı kaldırdığım anda Saffar ile göz göze gelmiştim. Başını hafifçe sağ omzuna yatıran Saffar bana dikkatle bakmaya başladığında "Ne bakıyorsun?" diye sordum ters ters. "Ayı mı oynuyor?"

"Gözlerin mi doldu senin?"

Gözlerim mi dolmuştu? Ah, evet dolmuştu. Yıllardır bir gram göz yaşı dökememiştim ama bazen -canım psikolojik olarak yandığında- gözlerim dolu dolu oluyordu. Buna da çare bulamıyorum, maalesef ki... Sertçe yutkunarak "Ne münesebo? Benim gözlerim dolmaz." dedim. "Sana öyle gelmiştir."

(*münesebo; münasebet)

Saffar sessiz kaldı. Meraklı bakışlarını üzerimden çekmeden birkaç adımda yanıma geldi ve masadaki telefonumu elime aldı.

Kaşlarımı çattım. "Ne yapıyorsun ya?"

"Telefonuna bakıyorum."

"Sebep?"

"Bakasım geldi." deyip telefonumdaki mesajlar kısmına girdiğinde sertçe koluna vurarak telefonumu onun elinden almaya çalıştım ama bana izin vermemişti. "Benim telefonuma dokunamazsın, Saffar! Ver şunu!"

"Bu piç kim?" Ekranı bana çevirdi, ifadesi sertleşmişti. "Bunun mesajıyla mı gözlerin doldu?"

Ares'in attığı mesaja ekrandan bir bakış atıp telefonumu onun elinden aldım. "Sana ne ya? Sana ne? Geri zekalı! Benim özelimden sana ne?!"

"Bağırma." Saffar bir adım atarak aramızdaki mesafeyi kapattı. Uzun boyundan ötürü başımı dikleştirip suratını süzdüm. Öfkelenmişti ama neye? Ona bağırmama mı? "O piç ile aranda bir şey mi var senin?"

Duraksadım. "Hangi piç? Ne saçmalıyorsun?"

"Mesaj atan piçten bahsediyorum."

"Ares mi?" Sinirle güldüm. "Salak mısın? Arkadaşım o benim! Ne aramızda bir şey olması? Ayrıca düzgün konuş! Piç falan ayıp oluyor!"

"Sikmişim arkadaşını. Arana mesafe koy." Saffar kaşlarını çattı. "Ares midir? Sikik midir, nedir? Ben anlamam öyle kız erkek arkadaşlıklarından... Sen benim soyadımı taşıyorsun. Benim soyadımı taşıyorsan, bana uygun davranacaksın. Arana şu piçlerle mesafe koy."

Demet Akal'ının, Türkçe sözlüğe attığı bakışlardan birini ona atarken, "Başlarım senin soyadına da sana da ha! Beni çıldırtma! Sessiz kalıyorum diye tepeme çıkma hakkını sana vermiyorum! Haddini bil! Sen benim özel yaşantıma karışamazsın!" diye bağırdım. Bende bu sertliği beklemeyen Saffar'ın yüzü gerilmişti. "Ayrıca senin soyadını taşıdığım falan yok! Devlet yeni kanun çıkardı, kadınlar kendi soyadlarını kullanabiliyorlar. O yüzden beni rahat bırak."

"Asil." dedi dişlerinin arasından. Adımı zikretişi içimde bir şeylerin alevlenmesine neden oldu. "Benim nikahımın altındayken sakın yanlış bir şey yapma. Ben sadece seni uyarıyo..."

"Ulan orospu muyum ben?! Sen ne anlatıyorsun be?! Ne anlatıyorsun?!"

"Ben öyle mi diyorum?!" diye kükredi. "Orospu musun dedim sana?! Götünden anlama bir şeyleri! Kör! Ben seni korumaya ça..." Durdu, sinirle geriledi. "Sağır, geri zekalı! Yine delirttin beni!"

Ellerini saçlarına daldırarak benden uzaklaştığında "Yanlış hatırlamıyorsam bana ikinci karşılaşmamızda orospu demiştin." dedim sert bir tonda. Saffar durdu, gözlerini bana çevirdi. "Hatta bana demiştin ki, seni altıma alıp sikmeye tenezzül bile etmem."

"Asil..."

"O zaman sesimi çıkarmamıştım ama şu an seni insancıl bir şekilde uyarmak istiyorum. Beni sakın namusumdan vurma, öldürürüm seni." Yanaklarımın içini dişlediğimde Saffar afallamıştı. "Ben o tarz bir kadın değilim. Seninle evliyken gidip başka adamlarla kırıştırmam. Sana saygımdan değil, en çok kendime olan öz saygımdan bunu yapmam. Duydun mu beni?" Sıkkın bir nefes verdim, elim ayağım titriyordu. "Bak, bu konuşmayı hiç yaşamamışız gibi yapacağım ama bir kez daha seni uyarıyorum. Beni sakın namusumdan vurma. Sakın, Saffar. Çünkü oradan beni bir kez daha vurursan, seni vahşice katlederim ve yemin olsun, cesedini bile ailene vermem. Yaparım bunu. Çok ciddiyim, yaparım."

Saffar'ın yanakları içe doğru çöktü. Kendini sıktığı her halinden belli oluyordu. Benden bu sözleri beklememiş olmalı ki birkaç dakika boyunca hiç konuşmadı, sözlerimi sindirmeye çalıştı. Ya da başka bir şey düşünüyordu, bilmiyorum. Onu umursamadan salona geçeceğim sırada aniden bileğimi tuttu. Beni kendine çevirdi. Başımı kaslı göğüsüne çarparken yüzümü acıyla buruşturdum.

"Seni tanımadan önce söylediğim sözleri bana karşı kullanamazsın." dedi, sesi sert ve vurguluydu. "Şu tribini sessize al. Benim sinirlerimi bozma."

"Bileğimi bırak." Kafamı kaldırarak yoğun bakan gözlerinin içine baktım. "Bileğimi bırak!"

"Bağırma."

"Bağırırım!"

"Bağırma."

"Bağırırım! Bırak!" Bileğimi ondan kurtaramadım. "Bıraksana!"

"Bağırma. Sakin ol." Yüzünü yüzüme yaklaştırdığında zihnimde bir fırtına kopmuştu ama geri çekilme gafletinde bulunmadım. Korkusuzca ona bakarken, gittikçe yoğunlaşan koyu kahverengilerini gözlerimden sıyırarak aralık duran dudaklarıma kaydırdı. Dudaklarıma uzun bir süre baktı ardından sertçe yutkundu. Bu beni paniklettirmişti.

Kendimi geri çekmeye çalıştığım sırada ne olduğunu anlamadım. Saffar dudaklarını dudaklarıma sertçe bastırıp, sol kolunu belime sıkıca sardı. Nefesim kesildi. Damarlarım büzüştü. Vücudumdaki hücrelerin hepsi titredi. Bana kadar aldığım nefes ciğerlerime inmezken, onun sıcak nefesiyle bütün zihnim kasılmıştı. Beni histen hisse sokuyordu, bunu nasıl başarabiliyordu? Bu ağır etkiyi üzerimde bırakmayı nasıl başarabiliyordu?

Onu itmek isteyen tarafım, dolgun yumuşak dudaklarının tadına bakmak isteyen diğer tarafımla birbirlerine girdiklerinde boğazıma bir yumru oturmuştu.

Mantığım onu itmem gerektiğini söylüyordu.

Ama kalbim... Sikik kalbim tam tersini söyleyerek beni afallatıyordu.

Dolgun dudakları, alt dudağımı esir aldığında dişlerinin baskısını hissetmek kalbimin teklemesine neden oldu. Dudağımı dişlemişti. Canım yansa da inlememek için direnmiştim. İnlemedim. Bundan hoşlanmadı.

Saffar beni büyük bir açlık ve tutkuyla öpmeye devam etti. İçimdeki savaşı, binlerce darbe alarak kaybeden mantığım sessizliğe kucak açtığında bende bu tutkulu öpüşüne beceriksizce karşılık vermeye başladım. Bunu yaptığım için çok utanıyordum fakat ona karşı koyamıyordum, olmuyordu. Bana defalarca kez zarar vermiş adamın öpüşüne karşılık verirken neden böyle iyi hissediyordum ki?

İyi hissetmemem gerekiyordu.

Onu itmem gerekiyordu.

Bu büyük bir aptallıktı. Onun öpüşüne karşılık vermem ve bu kadar iyi hissetmem büyük bir aptallıktı.

Hayali bir tokat yüzüme çarparken, panikle kafamı sağa çevirip dudaklarımı ondan uzaklaştırdım. Saffar duraksadı. Nefes nefese kalmış bir şekilde başını boynuma yakın bir yere hizaladı. Tenime üflediği sıcak nefesini yok saymaya çalışarak "Beni öpme." dedim zayıfça. "Beni sakın bir daha öpme."

"Neden?"

"Nedeni yok. Sınırlar var, Saffar."

"Hım?"

"Sana hım." Sertçe yutkundum. "Öpme beni."

"Söz veremem."

Söz veremem... Bedenim titrerken Saffar bileğimi bırakarak belimdeki elini gevşetti, beni kendinden uzaklaştırmadı. Bir aptal misali ona yapışık dururken, "Ben seni namusundan vurmak istemedim." dedi kısık bir sesle. "Önceden sinir anında bir şeyler söylemiş olabilirim ama söylediklerim gerçeği yansıtmıyor. Asla yansıtmayacak. Senin..." Durdu. "Senin karakterini yavaş yavaş çözüyorum ve öyle bir kadın olmadığını biliyorum, Asil."

Bir şey söylemek yerine gözlerinin içine bakmaya devam ettiğimde Saffar "Kusuruma bakma." diye mırıldandı. Benden özür mü diliyordu? "Önceden söylediklerim için kusuruma bakma."

Dudaklarımda oluşan yangını görmezden gelmeye çalışarak onun belimdeki elini ittim. "Hatanı anlamanda bir şey. Senden beklenmedik hareketler..."

Bana cevap vermedi.

"İyi misin?"

"Umrunda mı?"

"Bazen." diye fısıldadı. Bazen? "Bak, katlanılmaz bir adam olduğumu biliyorum ama biz seninle bir yola girdik ve bu yolda yürümemiz için birbirimize göstermemiz gereken ilk şey saygı. Saygı olmadan ne sen ne de ben amaçlarımıza ulaşabiliriz, Asil." Zil çaldığında bakışlarım saniyelik kapıya kaydı. Saffar zili takmamıştı. "Ben sana bir adım attım, sende bana bir adım at. Şu aile kontrolünü olabildiğince hasarsız atlatalım ve kurtulalım. Sorun çıkarma, tamam mı?"

Gözlerimi çalan kapıdan çekmeden, "Tamam." dedim kuru bir sesle. "Bu arada az önce söylediğim şey de ciddiydim. Bir daha beni öpme. Mesafeni koru, Saffar Poyraz."

"Korumaya çalışırım, Mayıs Asil Poyraz."

Gözlerimi devirdim. "Mayıs Asil Karahanlı."

"Poyraz." dedi her harfe vurgu yaparak. Kendince eğleniyordu. "Mayıs Asil Poyraz."

"Ben seninle uğraşamayacağım ya. He ondan he! Sünepe!"

Onun yanından sıyrılarak geçip dış kapıya doğru yürüdüğümde arkamdan sessizce gelmesi beni germişti. Beş dakika önce yaşadığımız saçma olay, bu gerginliğimin üstüne gerginlik katmaya devam ederken yüzüme bir şey yansıtmadım. Poker face maskemi benimseyerek kapının önünde durdum ve yanımdaki Saffar'a bir bakış attım. O da bana bakıyordu.

"Midemi bulandırıyorsun." dedim sertçe. "Gerçekten midemi bulandırıyorsun."

Tek kaşını kaldırdı. "Nerede saygı? Ben ne konuştum seninle?"

"Ne konuştuysan konuştun! Sevmiyorum seni! Tiksindiricisin."

"Asil..."

"Nefret ediyorum senden. Tiksiniyorum. Yüzüne bakınca kusmam geliyor." Saçımı tek omzumda topladım. "Boşandığımız gün kurban keseceğim."

"Asil." dedi dişlerinin arasından. "Şu kapıya bak artık. Bırak söylenmeyi..."

"Kafanı eğ, geri zekalı." Lafımı garip bir şekilde ikiletmedi. Kafasını ikilemde kalmışçasına eğerken elimin tersiyle dudağına yayılmış lipglossu sildim. Afallamıştı. Gözlerini gözlerimden çekmediğinde, "Dudak parlatıcım dudağına yayılmıştı. Silmeyeyim mi?" diye çemkirdim. "Amcanlara rezil mi olmak istiyorsun?"

"Bu çilekli tat..." Dudağını tiksinircesine emdi. "Rujundan mı geliyordu?"

"Ebenden geliyor o çilekli tat. Geri zekalı! Öpme beni bir daha. Vallahi ümüğünü sıkarım ha!" Ona yumruk atıyormuş gibi yaptığımda sabır çekercesine oflamıştı. "Nefret ediyorum senden! Nefret!"

"Asil, bağırma."

"Geri zekalı." Kapının arkasındaki aynaya bir bakış atarak yüzüme sahte bir tebessüm kondurdum. "Geri zekalısın."

"Sinirleniyorum. Bak bana geliyorlar! Kes sesini."

"Senden hiç gitmiyorlar ki! Gitmiyorlar! Neyse, neyse. Şu saçını düzelt! Dağılmış." Onun soğuk bakışlarını umursamadan elimle alnına düşmüş koyu, dalgalı saç tutamını geriye itekledim. Yüzünde büyüyen garip ifadeye odaklanmayarak elimi alnından elektrik çarpmışmışçasına çektim.

"Açıyorum kapıyı." diye mırıldandım. "Gülümse."

"Ben gülümsemem."

"Ne bok yersen ye, Saffar." Tebessümümü gülümsemeye çevirdikten sonra kapıyı sahte bir neşeyle açtım. Göz göze geldiğim ilk kişi, Saffar'ın  -biraz- bahsettiği amcasıydı. Uzun boylu, tahminen ellilerinin ortasında olan adamın beyaz saçları oldukça gürdü. Çikolata kahvesi gözleri, Saffar'a benzeyen tek özelliğiydi sanırım. Ha bir de uzun boyu... Başka hiçbir yeri benzemiyordu. Yaşına göre bayağı yakışıklı olan adamın meraklı gözleri üzerimde gezinirken ondan bakışlarımı alarak yanındaki kadına çevirdim.

Kısa, kıvırcık saçlara sahip olan kadın gülümsememe saniyesinde karşılık vermişti. Hemde içten bir şekilde... Tahminen kırklarının ortasında olduğunu düşündüğüm, hoş giyimli kadın iri yeşil gözlerini bende gezdirirken, "Ne kadar genç ve güzelmiş." dedi duru bir sesle ve kocasına yandan bir bakış attı. "Erim, görüyor musun? Duru bir güzellik var karşımızda..."

Kadının beni övmesiyle moda girerken, "Hoşgeldiniz, sefalar getirdiniz!" dedim neşeyle. "Amcışkom, yengişkom. Bizde sizi bekliyorduk, kocişkomla..."

Yeni gelin rolümü benimseyerek Saffar'ın amcasının elini kavradım ve öperek geri çekildim. Aynısını yengesine de yapacaktım ama kadın elini bana vermemişti. Nazikçe geri çekildi. Gülümsemesini bozmadan, "Görüyor musun? Ne kadar saygılı. Maşallah! Hiç bize anlattıkları gibi değil." dedi yengesi ve kocasını arkasında bırakarak içeriye girdi. İri yeşil gözlerini bedenimde bir kez daha gezdirdikten sonra hiç beklemediğim anda bana sarıldı. "Memnun oldum, canım. Ben Safiye, bu da Erim. Saffar'ın amcası ve..."

"Amcasıyla yengesisiniz, biliyorum. Benimde artık amcam ve yengemsiniz. Çok memnun oldum." Kadının sarılmasına kısaca karşılık vererek geri çekildim. Bana sarılması iyi bir şeydi sanırım?

Evet, kesinlikle iyi bir şeydi. İyi bir izlenimdi yani.

Bu iyi izlenimi büyütmek amaçlı dudaklarımdaki gülümsemeyi genişleterek, "Ay siz benden daha güzelsiniz ya. Gözler şaka mı, yengişko?" diye sordum. "Maşallah! Maşallah! Nazar değmesin o zümrüt yeşili gözlerinize..."

"Ah, çok teşekkür ederim, canım." Kadın şaşkınca dudaklarını aralayıp kocasına bir bakış daha attı. Aralarında anlam veremediğim bir mimik diyaloğu geçerken, ciddiyetinden ödün vermeyen amcası içeriye girerek "Merhaba, kızım." dedi mesafeli bir sesle. "Sana da merhaba, hergele."

Hergele? Ben bu adamı Saffar'a laf soktuğu için  sevmiştim. İnşallah bu sevgi elimde patlamazdı.

"Hoşgeldin, amca." Saffar onda daha önce görmediğim bir saygıyla eğilerek amcasının elini öptü. "Sefalar getirdin."

"Pek hoş gelmedim ama... Neyse." Erim amcanın bakışları bana kayınca gülümsememi bozmayarak, "Buyrun amcacığım, ayakta kalmayın. Kahvaltıyı terasa hazırladık." dedim şirince ve yengesinin omzunu okşayarak terası işaret ettim. "Uzun yoldan geldiniz, acıkmışsınızdır. Buyrun."

İkiside birbirleriyle gözleriyle iletişim kurarak terasa doğru ilerlediklerinde Saffar "Yağcı." diye fısıldadı kulağıma doğru. Sıcak nefesini tenimde hissetmemle anlık gerilmiştim. "Aferin, güzel gidiyorsun."

"Kes sesini, sokarım şimdi sana. Zaten sinirliyim." Yüzümdeki sahte neşeyi bozmadan terasa yürüdüğümde "Asil." dedi Saffar kısıkça. "Sabrımı sınama."

"Asıl sen benim sabrımı sınama. Elimin tersindesin, kes sesini. Mendebur. Nefret ediyorum senden."

"Nefret ettiğin adamın öpüşüne karşılık vermen ne büyük çelişki." Sesi alaycıldı. "Bu arada eteğini düzelt, yukarı katlanmış."

"Kes, Allah aşkına." Mini eteğimi aşağıya doğru çekiştirdim. "Geri zekalı."

Sırıtarak teras kapısından çıktım. Saffar ağzını açmamıştı. Amcasıyla yengesi hazırladığımız masayı hayranlıkla süzerlerken, "Ay amcışkom! Sen başa geç. Ailemizin büyüğü yan sandalyelerde oturamaz. Baş sandalye senin!" dedim sahte bir telaşla ve adamın kolunu -kırarcasına- tutarak masanın başındaki sandalyeye sürükledim. Şaşırmıştı yine de bir şey demedi.

Saffar sandalyeyi amcası için çekerken, "Yengeciğim sende yan sandalyeye otur. Orası gölgelik bak. Güneş gelmesin sana, canım benim." diye mırıldandım. "Yeşil gözlerin kızarmasın, kıyamam."

Masanın yanından dolanarak onu gölgelikte kalan sandalyeye oturtturduğumda kadın mest olmuştu.  Gösterdiğim saygıyla mutlu olurken "Erim görüyor musun?" diye sordu kısıkça. Onu duymayacağımı sanıyordu, herhalde? "Harika bir gelin. Ben bayıldım. Kanım çok kaynadı."

"Safiye, sus." Amcasının sertliğiyle kadın sessizleşirken, amcasının suratına bir tane yapıştırmak yerine ayakta durmaya devam edip, "Erim amcacığım, ne içersin? Çay, kahve, su?" diye sordum cilveli bir tonla. "Ya da başka bir şey?"

"Çay alayım, gelin hanım."

"Tavşan kanı?"

"Tavşan kanı."

Başımı sallayarak masadaki beyaz porselen çaydanlığa yöneldim. Saffar, amcasının çaprazına oturmuştu, ilgili bakan gözleri üzerimdeydi. Bir yanlış yapmamı bekliyordu, saldırmak için... Ben yanlış yapar mıydım? Resmen bu rol için doğmuştum(!) Onun üzerimde dolanan gözlerini aldırış etmeden cam fincana çay doldurup amcasının önüne koydum. "Afiyet, bal, şeker, kaymak olsun, Erim amcacığım."

Adam ciddiyetle, "Sağol, gelin hanım." deyince yengesine döndüm.

"Yengem, yeşil gözlü kraliçem... Sen ne istersin?"

"Ay senden bir tane daha varsa, bekar oğluma isterim." dediğinde gülmüştüm. Erim amca ona ters bir bakış attı, kadın saniyesinde toparlanarak "Ee şey, canım ben bi çay alayım, açık olsun." diye mırıldandı. "Şeker atma içine."

Fincana bir çay daha doldurup onun önüne bıraktığımda, "Hayatımın aşkı?" diye sordum sırıtarak. Saffar duraksadı. "Sol böbreğim, sağ beyin lobum, orta dalağım, beyaz akciğerim sen ne içmek istersin?"

Zıkkım içmek ister. Net...

Saffar'ın dolgun üst dudağı bıkkın bir tavırla yukarı doğru kıvrıldı. Sevgi cümlelerimden hoşlanmadığı her halinden belliydi ama bunu dışarıya yansıtmamaya çalışıyordu. Amcasının ve yengesinin meraklı bakışları arasında, "Bir şey almayayım." dedi. "Otur sende. Ayakta kalma."

"Olur, aşkım. Hayatımın anlamı..." Yanındaki sandalyeye yerleşerek yengesine ve amcasına odaklandım. "Tekrar hoşgeldiniz. Masamıza sefalar getirdiniz! Şeref verdiniz!" Durdum. "Bu arada Erim amcacığım, bak ben senin için ben ne yaptım!"

Erim amca bana doğru döndüğünde masadaki pastırma dolu bakır tencereyi alarak ona uzattım. Aslında pastırmalı yumurtaydı bu ama içinde pastırma daha çok olduğu için yumurta gözükmüyordu. Yumurta kaybolmuştu.

"Saffar bana dedi ki Erim amcam pastırmayı çok sever, bende dedim ki hemen pastırma tarlası alıyoruz o zaman. O da dedi ki pastırma tarlada olmuyor. Bende dedim nerede oluyor. O da dedi ki markette... Neyse sonra marketi satın aldırdım Saffar aşkıma ve içindeki pastırmalara el koyarak sana bu sunumu hazırladım. Saffar aşkım, amcamıza verir misin şu tavayı?"

Erim amca duraksadı. Saffar gözleriyle bana uyarı dolu bıçaklar atarken elimdeki tavayı sertçe alarak amcasının servis tabağına pastırmalı yumurtanın hepsini koydu. Erim amca tabağındakilere odaklanırken, "Sen gerçek misin?" diye sordu Safiye yenge şok içinde. "Bu tatlı, düşünceli kız gerçek mi?"

Ona öpücük attım. Nasıl da girmiştim beş dakika içinde kanlarına... Fenaydım fena! Başa belaydım.

"O senin tatlı gözlerinin bakışından kaynaklı, yengem!" Güldüm. "Yengem! Yerim seni! Bal gibisin bal! Benimde çok kanım kaynadı sana."

"Asil," Saffar dilini şaklattı. "Cozutma."

"Yengem de yengem." dedim olduğum yerde kıvırtarak. "Yengem de yengem... Çok sevdim yengemi."

"Ay canım benim... Saffar sen bu güzelliği, bu tatlılığı nasıl buldun? Nereden buldun?" Safiye yenge eliyle kıvırcık saç tutamlarını geriye itekledi. "Hiçte bize söylendiği gibi biri değil! Kızlar bizi çok korkutmuştu. Bu kız melek gibi ya... Ne şeytanı? Sinem bize yalan yanlış şeyler anlatmış!"

Sinem? Ha şu Saffar'a sürekli yapışan kızıl saçlı kuzeni... Hakkımda milleti mi doldurmuştu? E ben onu yemez miydim bi ara... Geri zekalı karı. Altımda kalacaktı o. Meymenetsiz. Neyse, sakinim.

"Teşekkür ederim, yengeciğim." dedim içtenlikle ve Saffar'ın masada duran elini tuttum. Kasılmıştı. "Bizim aşkımızı yadırgayan herkes bize iftira atıyor. Çok üzülüyorum." Sahte bir üzüntüyle dudağımı büzüştürdüğümde gözler üzerime kaymıştı. "Yani aşk yaşamak suç mu? Aşık olmak suç mu? Ben anlamıyorum ki. Herkese diyorum, benim ailemin yaptığı kötü şeyler, Saffar'a duyduğum aşkı etkilemiyor. Ben onu çok seviyorum. Kimse bize ve bizim sevgimize inanmıyor gerçi ama... Ya ben onu gerçekten çok seviyorum."

Tuttuğum eli kaldırarak eklemlerini öptüğümde Saffar şok içinde gözlerimin içine baktı. Onu umursamadan hayran hayran beni izleyen yengeye döndüm. "Saffar'ı gördüğüm ilk anda dedim ki... Ben bu adamla evlenirim, beş çocukta yaparım. Bu benim hayatımın aşkı... Beyaz atlı prensim... Ailelerimizin düşman olması inanın umrumda bile değil. Ben bu adam için ömrümü veririm. Öyle kör kütük aşık oldum. Hiçbir şey umrumda değil."

"Asil..."

Saffar'ın uyarı dolu sesini yok sayarak "Saffar'ın ailesi benim ailem, benim ailem onun ailesi... Biz aşık gençler olarak, sizin bizim aşkımıza bu şekilde bakmanızı istiyoruz. Düşmanlık bitsin, lütfen artık." dedim sahte bir şirinlikle. "Bitmiyorsa bile bana önyargıyla yaklaşmayın. Ben bu adamı çok seviyorum ya. Canımı veririm ben onun için..."

Yengesi elini göğüsüne bastırarak, "Ay Erim!" dedi mest olmuş bir sesle. "Ay Erim! Duyuyor musun? Ne kadar tatlılar! Ben kıyamam size. Oy!"

Saffar elini benden kurtarmaya çalıştı, ona izin vermedim. Yeni gelin rolümü bir üst levele çıkararak onun sıcak elini havaya kaldırıp, "Bunu tutuyorum çünkü elimde şu an!" diye tısladım ve elini indirerek tekrardan eklemlerini öptüm. Kendimden bunu yaptığım için nefret ediyordum ama yapacak bir şey yoktu. Aşık rolüne onları inandırana kadar bu şekilde devam edecektim. "Kocam da kocam... Paşam da paşam... Ölürüm!"

"Asil..."

"Ölürüm sana ha! Kara kaşına, kara gözüne on kişiyi vururum, beş kişiyi sakat bırakırım. Hır!" Saffar'ın elmacık kemiğini sıkarak önüme döndüm. Kasılmakta boyut atlayan Saffar sessiz kalırken sanki az önce balkon konuşması yapmamışım gibi sırıtarak, "Neyse, Erim amcacığım, afiyet bal şeker olsun. Biraz daha pastırma ister misin?" diye sordum. "Getirebilirim?"

"Gerek yok." Erim amca gözlerini benden çekmedi. Ciddiyetle çatalına sardığı pastırmayı yuttu. "Madem evlilik konusunu sen açtın, gelin hanım. O halde siz ikinize bir çift sözüm olacak."

Heeeğh, geliyordu gelmekte olan konuşma... E ben bu konuşmayı sabote etmez miydim şimdi?

Safiye yenge gergin bir tavırla kocasına kitlendiğinde, Erim amca peçeteyle ağzını silerek "Bu yangından mal kaçırır gibi evlenmek neyin nesi?" diye sordu, ses tonu sertleşmişti. "İkinizede soruyorum bunu." Gözlerini ikimizde gezdirdi. "Hadi, gelin kızımızın belli ki yaşı küçük. Hayal dünyasında yaşıyor. Peki ya sen Saffar? Bu kesinlikle onaylamayacağımız evliliği hangi zihniyetle yaptın?"

Kısa bir sessizlik yaşandı.

Bu sessizliğin içinde elini benden kurtaran Saffar oldukça ciddi bir tavırla, "Dün anlattığım gibi amca." dedi. "Ben Mayıs'ı seviyorum. Sevdiğim kadınla da evlenmek istedim. Ne var bunda?"

Erim amca tek kaşını kaldırdı. "Ne var bunda mı? Ne yok ki bunda Saffar? Sen bizim ocağımıza incir ağacı diktin, oğlum. Aklın başında mı senin? İyi misin?"

Giderek gerginleşen ortamda bile neşemi bozmadan kendimi işaret ettim. "Ay buradaki incir ağacı ben mi oluyorum? Yaağ, incir ağacınıda çok severim, biliyor musunuz? Bu arada incir reçeli yer misin, Erim amcacığım? Senin için sabahın beşinde kalkıp marketten aldım. Bi dene istersen?" Aldığım incir reçeli kavanozunu ona uzattığımda adam bana atabileceği en boş bakışı atmış ve Saffar'a geri dönmüştü.

"Zehir zıkkım ye." diye fısıldadım. "Kıçımın otoriteri."

Kavanozu yerine bıraktığımda Saffar, "Dün bütün aile bireylerimizi açıklamamı yaptım, amca. Ben Mayıs'ı seviyorum." dedi düz bir sesle. "Aile yapısı beni ilgilendirmiyor. Ben onu seviyorum, sevdiğim kadınla da evlendim. Bu kadar."

"Aile yapısı seni ilgilendirmiyor mu? Saffar, evlendiğin kızın dedesi senin annenin intihar etmesine neden oldu! Sen ne anlatıyorsun? Oğlum, sen kafayı mı yedin? Ne sevgisi, ne aşkı?" Erim amca kaşlarını çattı, Saffar'ın da öfkelendiğini görebiliyordum. "İyi misin, evladım? Aklın yerinde mi senin?"

Saffar dudaklarını aralamıştı ki, "Erim amcacığım, bakın kendi ağzınızla söylüyorsunuz." diye araya girdim. Adamın gözleri bana döndü. "Benim dedem yapmış, ben yapmadım ki? Benim suçum ne?"

"Senin suçun o soyismini taşımak, gelin hanım. Başka sorun yoksa, sesini kıs. Yeğenimle konuşacağım."

"Karımla düzgün konuşursan memnun olurum, amca." dedi Saffar düz bir sesle. "Sesini kıs falan ayıp oluyor."

Adam tek kaşını kaldırdı. "Bana Karahanlı soyismini taşıyan bir kadın için mi dikleniyorsun sen?"

Dişlerini duyduğu öfkeden dolayı gıcırdatmaya başlayan Saffar'ın konuşmasına izin vermeyerek "O soyismi taşımıyorum ki. Bakın," dedim ve parmağımdaki alyansı ona doğru salladım. Adam yüzünü buruşturmuştu. "Benim soyismim Poyraz. Bende sizdenim artık! Yeah! Yeah! Poyraz fan club, ileri!"

"Hasbünallah..." Erim amca derin bir nefes aldı. Karısı gergince bizi izlemeye devam ederken, "Ha bu arada ben size çok kırgınım, Erim amcışko. Bakın benim kocamın pamuk ellerine! Ne hale gelmiş!" dedim ve Saffar'ın elinin üstünü işaret ettim. Eklemleri kızarıktı. "Dün benim kocamı sizin evin sınırları içinde dövmüşler. Niye müdahale etmediniz?"

Adam gözlerini irileştirdi. "Senin kocan bizim evin sınırları içerisinde kendi kuzenlerini dövdü! Sen ne anlatıyorsun, gelin hanım?"

"Haa, dayak yemedi yani. Dayak mı attı? Of yakışıklı, güçlü kocam benim!" Yanımda oturan Saffar'ın kirli sakalına dokundum. "Kimin kocası bu? Bu benim kocam... Evimin güçlü direği... Kalbimin efendisi..."

Saffar kaşlarını çattı. "Asil."

"Tamam." dedim uyarıyı anlayarak. "Aşko, neden kuzenlerini dövdün? Yazık değil mi çocuklara?"

Saffar bana cevap vermediğinde sessizliğini bozan yengesi, "Seninle evlenmelerine karşı çıktılar da..." dedi çekinerek. "Ondan. Senin hakkında kötü sözler havada uçuşunca Saffar oğlum kendini tutamadı. Ama tatlım, sen hiç canını sıkma. Her şey yoluna girecek. Ben eminim belli bir zaman geçtiğinde ailemizdeki herkes evliliğinizi kabul edecektir."

Yengesinin açıklamasıyla aydınlanırken gözlerimi kırpıştırarak "Kuzenlerin bana mı kötü söz ettiler?" diye sordum. Saffar beni korumaya çalıştığı için mi onları dövmüştü yani? Şaşırmadım desem yalan olurdu. "Üzüldüm şimdi."

Saffar dişlerini sıktı, beni cevapsız bırakarak "Geçmiş geçmişte kaldı, amca. Ben karımı seviyorum." dedi tok bir sesle. "Ailesi beni ilgilendirmiyor. Ben ailesini değil, onu seviyorum. İster kabul edin, ister red edin. Mayıs benim nikahlı karım. Bu gerçeği de kimse değiştiremeyecek."

Erim amcanın kasılan suratına doğru el hareketi çekme isteğimi zihnimdeki raflardan birine kaldırıp zaferle gülümsediğimde, "Mezardaki babanın ve mezarı dahi olmayan annenin kemiklerini sızlatıyorsun, Saffar." dedi aniden. Yavşak herif, kötü yerden vurmuştu.  "Sana bir amca olarak söyleyecek sözüm kalmadı. Gittiği yere kadar git, oğlum. Elbet yolun yarısında pişman olup geri dönersin."

Saffar elindeki çatalı gürültülü bir şekilde servis tabağına bıraktı. Ürkütücü bir hareketle yalnızca başını kaldırıp amcasına kitlendiğinde kavga çıkacağını anlayarak, "Aaa bu tatsız konuşmaları havaya kaldıralım artık! Ben size hiç yakıştıramıyorum bu konuşmaları. Buraya sohbet etmek için geldiniz, lütfen olay çıkmasın! Amca yeğen tatlı tatlı konuşun." diye araya girdim. "Siz zamanla zaten bizim aşkımıza alışırsınız. Neyse, Erim amcacığım..."

Adam bana tip tip baktı. "Söyle?"

"Canım amcacığım, top yer misin?"

"Ne?"

"Toptan yer misin diyorum? Top sevmez misin?"

Kaşlarını çattı. "Ne diyorsun, gelin? Ne topu?"

"Top peynir, top şeklinde olan..." Top peynirlerle dolu kaseyi kaldırıp ona uzattığımda kaşları gevşemişti. "Sevmez misin bundan?"

"Hasbünallah," dedi bir kez daha. "Bununda ağzının ayarı yok."

"Anladım top sevmiyorsunuz." Sırıttım. "E siz yemezseniz, yengem yer. Aşk yengem al! Taze taze ye!"

Top peynirlerle dolu kaseyi Safiye yengenin önüne bırakarak geri çekildiğimde kadın hayranlıkla beni süzdü. Sanırım Poyraz ailesinden beni seven tek insan olarak tarihe geçecekti. Ha bir de günahını almayayım, sanırım Sedef'de beni birazcık seviyordu. Evet, Poyraz'lardan iki bireyin gönlünü feth edebilmiştim, çok şükür.

"Gelin hanım, senin eğitim durumun ne?" Amcanın ani sorusuyla dudağımı yalayarak "Hayat mektebini başarıyla tamamladım, Erim amcişkom." dedim keyifle. "Diplomalı soruyorsanız, lise mezunuyum. Açık öğretimden üniversiteye yazılacağım."

"Kısacası cahilim diyorsun. Benim gül gibi yeğenimin evlendiği kadına bak. Lise mezunu!"

"Ee şey, cahilim demeyelim de..." İçli bir nefes verdim. "Eğitim hayatım devam ediyor diyelim."

"Kesin devam ediyordur. Çalışıyor musun, ne yapıyorsun?" diye sordu sertçe. "Gerçi koca parası yemekten çalışmaya fırsat kalmaz sana ama..."

Hayır, Mayıs. Hayır, amcayı foşiklemeyeceksin. Hayır. Sakin, ol. Saffar'a bir söz verdin. Sakin ol...

"Erim çok ayıp!" Safiye yenge kocasına yandan bir bakış attı. "Ayıp, deme öyle kıza."

"Mayıs, dedesinin şirketlerinin tamamının hissesini aldı. Benim parama ihtiyacı yok." diye tıslayan Saffar'a döndü gözler. Amcası duraksamıştı. "Ha, olduğu anda karıma bütün servetimi feda ederim. Bu da sizi ilgilendirmez." Koyu kahverengileri beni buldu. Yutkundum. Saffar beni mi savunmuştu?  "Benim karımın zekasınıda okulla ölçmeye kalkma, amca. Ölçemezsin."

Pekala, beni bu denlice korumasını hiç beklememiştim. Hoşuma gitmişti.

"Oyy! Kocam da kocam." dedim gülerek. "Paşam da paşam ya! Yerim! Görüyor musunuz, beni nasıl savunuyor!"

Beni umursamayan Erim "Bir dakika," dedi ve şaşkın bakışlarını bende kitledi. "Sen dedenin şirketlerinin hisselerini mi aldın?"

Dilimi şaklattım. "Evet, amcişkom."

"Hepsini?"

"Yes, amcişkom."

Erim amca şaşırmakta boyut atlarken "Karahanlı'ların para kaynağı sensin, öyle mi?" diye sordu. "Dedeni egale ettin?"

Önüme gelen düz tutamı kulağımın arkasına sıkıştırarak "Yes, amcişko." dedim keyifle. "Ne oldu? Sen bi şaşırdın?"

"Bu nasıl mümkün olabilir?" Erim kafasını iki yana salladı. "Mücahit bu kıza mı verdi bütün hisselerini?"

"Off bunun anlama problemi var galiba." dedim Saffar'ın kulağına doğru. "Ya he he! Bana verdi. Ne oldu, beğenemedin mi amcişkom?"

"Yok, evladım. Ne beğenememesi? Ben şaşırdım sadece."

Tek kaşımı kaldırdım. "Gelin hanımdan, evladıma terfi ettiğime göre... Yeni kilidi açtım galiba?" Güldüm, beni keyifle izleyen Saffar'a döndüm. "Para her kapıyı açıyor, ha kocişkom?"

Saffar dolgun üst dudağını eğlenircesine yukarı doğru kıvırdı. O sessiz kaldığında paranın kokusunu almış olan Erim amcası bana ördüğü bütün duvarları -bir dönek gibi- saniyeler içinde yıkmış ve bizimle daha insancıl bir şekilde sohbet etmeye başlamıştı. Hatta sohbeti o kadar koyulaştırmıştı ki laf arasında beni çok beğendiğini(!), ailelerine uygun bir gelin olduğumu, aile yapımın kimseyi ilgilendirmediğini ve geçmişin geçmişte kaldığını bile söylemişti.

Kısacası adam, dedemin tahtına oturduğumu duyunca yüz seksen derece dönmüştü. Bir ara evlendiğimi kendi aileme söylemediğimi duyunca hep birlikte yalıya gitmeyi ve usturuplu bir dilde dedemle konuşmayı teklif dahi etmişti ama bu teklifi, Saffar'ın sert itirazlarlarıyla sadece bir teklif olarak kalmıştı.

İlerleyen saatlerde onlardan izin alarak yanlarından ayrıldım ve şirketin yolunu tuttum. Bence bugünü gayet iyi idare etmiştim, her ne kadar Saffar beni kapıdan geçirirken 'Akşam görüşeceğiz, çok cozuttun.' demiş olsa da... Bence bugünü sorunsuz atlatmıştık; ailesi bize -aşkımıza(!)- inanmışlardı.

Tamam, Safiye yenge aşkımıza, Erim amca benim parama inanmıştı ama olsun. Bu da iyi bir şeydi.

Galiba...

Ya da değildi, bilmiyorum. Zaman gösterecekti.

❄️

Bitik bir halde, laptopun ekranındaki rapora bakarken odadaki asistanlardan biri, "Mayıs hanım, saat geç oldu." demeseydi muhtemelen rapora mal mal bakmaya devam edecektim. "Bugünlük bitirelim isterseniz?"

Kızardığına emin olduğum gözlerimi laptop ekranından çekip genişçe esnedim. Uykum gelmişti. "Bitirelim, olur." Odadaki üç asistana döndüm. Üçüde muhasebe departmanındandı. Ellerindeki tabletleri indirerek sessizleştiklerinde, "Saat kaç?" diye sordum yorgunca.

"On ikiye geliyor, Mayıs hanım."

"On iki saat boyunca çalıştım, ha? Vay be... Bu benim için bir rekor." Üzerinde oturduğum tekerlikli sandalyeyi pencereye doğru çevirdim. Hava çoktan kararmıştı. "Tamam, gençler. Dağılabilirsiniz. Yarın gireceğim toplantıları bana mesaj atarak hatırlatın, lütfen."

Üçüde aynı anda kalkıp başlarını salladılar. "İyi akşamlar, Mayıs hanım." adlı senfonilerinin ardından şirket odamdan çıktıklarında birkaç saniye geniş odanın lüks eşyalarında gözlerimi gezdirdim. Şakaklarıma saplanan ağrı giderek artarken, kendimi tutamayarak "Dede senin yapacağın işi sikeyim." diye söylendim. "Resmen beni bezdirme politikası izliyor. Gevşek herif ya!"

Bu doğruydu. Sabahtan beri yaptığım işlerin haddi hesabı yoktu. Hukuken yüzde yüz bir hissedar sahibi -henüz- olamama rağmen dedem hiçbir şirket işine elini sürmemiş, bana olan sinirini üzerime iş yığarak çıkarmıştı. Şirket çalışanları tarafından alakamın olmadığı yedi toplantıya sürüklenmiştim. Arapça'dan farksız olan yirmiden fazla rapor okumuştum ve raporların özetlerini çıkartmaya zorlanmıştım. Kısacası beynim durma eşeğine gelmişti. Neyin ne olduğunu anlamadan, güler yüzlü asistanların yardımlarıyla projeler imzalamış ve imzaladığım projeleri, farklı departmanların onaylarından geçirmiştim. On iki saat boyunca bunları yapmıştım.

Şirket işleri gerçekten beni çok zorlamıştı.

Aslında zor değillerdi ama hiçbir şey bilmediğim için çok zor geliyorlardı.

Bana bu işleri öğretmesi gereken Abdullah, trip atmakla meşgul olduğundan, şirket sınırları içerisinde yapayalnız kalmıştım. Bilgisizdim, yalnızdım ve çaresizdim. Bu üçlü kombinasyon beni psikolojik olarak kötü etkilemişti. Bir de dedemin kendi şirket işlerini yapmaması ve onlarıda bana bindirmesi... Beni ekstradan kötü etkilemişti. Maalesef ki.

"Yemekte yemedim ya." Elimi alnıma dayadım. "Açlıktan ölüyorum!"

Yorgun gözlerimi açık bilgisayar ekranında gezdirdiğim sırada masadaki telefonuma bir mesaj geldi. Elimi alnımdan çekerek titreyen telefonuma baktım. Apo'dan ya da Dora'dan gelmesini umut ettiğim mesaj ikisinden de gelmemişti. Gördüğüm bildirim baloncuğuya umudum kesilirken oflayarak mesaja tıkladım.

Gönderen: 0536......

Hangi cehennemdesin? (00:05)

"Bu kim be?" Sorum havada kalmıştı. Parmaklarımı telefonun klavyesine getirdim.

Gönderen: Siz

Sen kimsin? (00:06)

Gönderen: 0536.....

Kiminle evliysen oyum. (00:06)

Gözlerimi gelen mesajla devirdim. "Nereden buldun be numaramı? Sünepe." Onun numarasını afilli bir isimle kaydettikten sonra mesaj kutucuğuna geri girdim.

Gönderen: Siz

Şirketteyim, Saffar. Bir şey mi oldu? (00:07)

Gönderen: Allah'ın Cezası 💅🏼

Bu saate kadar şirkette miydin sen? (00:07)

Gönderen: Siz

Yok pavyondaydım hiamina. Ya beni germe akşam akşam, bir şey olmadıysa iletişime geçmeyelim. Kapat. (00:08)

Gönderen: Allah'ın Cezası 💅🏼

O küfürü sana yedirmek istemiyorum. Eve gel hadi, bekliyorum. (00:08)


Gönderen: Siz

Kendi evime geçeceğim, uza. 🖕🏼 (00:09)


Gönderen: Allah'ın Cezası 💅🏼

Asil, senin evin yok artık. Benim eve geliyorsun. (00:09)


Gönderen: Siz

Benim evim var ki? (00:10)


Gönderen: Allah'ın Cezası 💅🏼

Senin evin yok. (00:10)


Gönderen: Siz

Benim evim var! (00:11)


Gönderen: Allah'ın Cezası 💅🏼

Yok. (00:12)

Gönderen: Siz

Asıl senin evin yok be! (00:13)


Gönderen: Allah'ın Cezası 💅🏼

Ne? (00:13)


Gönderen: Siz







Gönderen: Allah'ın Cezası 💅🏼

Mal mal şeyler atma bana. Eve gel. (00:14)

Gönderen: Siz

Seninle inatlaşırdım ama dua et, çok yorgunum. O yüzden bugünlükte sana geleceğim. Bir saate orada olurum. Bu arada Safo sevabına bana yemek söylesene la, sabahtan beri hiçbir şey yemedim. Açlıktan beynim durdu. Senin meymenetsiz amcan yüzünden kahvaltıda bira bile içmedim ve bu bana pahalıya patladı. Baş ağırısından ölüyorum. (00:14)


Gönderen: Allah'ın Cezası 💅🏼

Kölen mi var, beyinsiz? Her boku yaptık bir de sana yemek mi sipariş vereceğim? Gelirken kendine al. Uğraşamam seninle. (00:15)

Gönderen: Siz

Seni boşanama ramak kaldı, bil istedim 🙃💕 Allah'ın cezası. Nefret ediyorum senden. (00:15)


Gönderen: Allah'ın Cezası 💅🏼

Boşanmak? O verileri bana vermeden adliyenin önünden bile geçemezsin, bil istedim. Allah'ın belası. (00:15)

"Ruh hastası ya. Sinirlerimi bozdu! Ne var yani yemek söylesen?" diye homurdandım telefonu bırakarak. "On iki saattir çalışıyorum be! On iki saat! Dile kolay! Aç sussuz... Az insaf ya! Herkesin egosunu çekiyorum burada!"

Sinirle cam masaya vurdum. Elimi acımıştı ama bu önemseyeceğim son şey bile olmadı. "Dedemin tarafını tutan insanlar toplantılarda bana cahil gözüyle bakıp aşağılıyorlar. Hiçbirine gıkımı çıkarmıyorum! Neden? Verilere sorunsuzca ulaşıp beyefendinin annesini hızlıca bulayım diye! İyilik yapmak için kendimi perişan ediyorum burada! Onun bana yaptığı muameleye bak! Ulan... Sen hiçbir şeyi hak etmiyorsun! Gerçekten hak etmiyorsun! Köpek. Aşağılık köpek! Aşağılık Poyraz köpeği!"

Laptopun kapağını kırarcasına kapattım. "Senin yüzünden bana yakın olan iki insan beni terk etti! Yapayalnız kaldım! Yine de bir şekilde ayakta durup iş yürütmeye çalışıyorum! Bir yemek istedim ya senden! Bir yemek istedim! Kölen miyim senin diyor? Sanki gel ayağımı yala, oramı buramı yala, bana biat et dedim! Tövbe tövbe! Ağzımı bozacağım şimdi..."

Ellerimi saçlarıma daldırarak kafamı eğdim. Bağırsam, kızsam ne değişecekti ki? Hiç. Koca bir hiç. Başıma bu saatten sonra ne gelecekse tamamiyle benim vereceğim aptalca kararların yüzünden gelecekti. Saffar'ın bir suçu yoktu. Ne diye çektiğim çile için ona kızıyorsam? Adam, annesin yeri dışında benden bir şey istememişti. Benden kişisel çıkarı hariç hiçbir manevi ya da maddi beklentisi yoktu. Bu evliliği kağıt üstünde, çıkar gerekçesi adı altında yaptığım adamdan benim beklentim ne olabilirdi ki? Ben niye ona bu kadar kızıyordum? Ne bekliyordum ondan?

"Beklediğimden değil. Beni durduk yerde öptüğü için kızıyorum." diye yanıt verdim kendimi. "Hemde iki sefer öptü. Niye ona kızmayayım ki? Duygusal veya cinsel açlığını benimle kapatmaya çalıştığını hissettiğim adama ne diye kızmayacakmışım? Aramıza sınır koymuyor! Aptal herif. Sanki gerçekten, çıkarsız bir evlilik yapmışız gibi davranıyor. Beyinsiz! Yeterince başımda dert yok sanki, bir de beyefendinin salak tavırlarıyla uğraşıyorum! Adi köpek."

Oflayarak ellerimi saçlarımdan çekip önümde açık duran birkaç dosyanın kapağını kapattım ve ayağı kalktım. Odanın diğer ucundaki askılığa sallanarak yürürken odamın kapısı aniden açılmıştı. Olduğum yerde durdum, vücudumu kapıya doğru çevirdim. Gördüğüm kişi duraksamama neden oldu.

"Aa! Evren bey?" Askılıktaki deri ceketimi alarak içeriye hızla yürüyen avukatı ilgiyle süzdüm. Burhan beye çalıştığını bildiğim Evren ciddi yüzünü bana sergileyerek masamın tam önünde soluğu aldı. Bakıştık. Gecenin köründe beni ziyarete mi gelmişti? "Evren bey, ne işiniz var sizin burada? Hemde bu saate?"

"Sana da merhaba, Mayıs. Oturabilir miyim?" Parmağıyla gösterdiği deri koltuğa oturdu. İznimi beklememesi garibime kaçarken, "Sizin burada ne işiniz var?" diye sordum sakin bir tonda ve deri ceketimi üzerime geçirip masaya yaklaştım. "Bir şey mi oldu?"

"Oldu oldu." Yeşil gözlerini gözlerime dikerek erkeksi bir şekilde bacak bacak üstüne attı. Rahatlığı dikkatimden kaçmamıştı. "Beni Burhan bey yolladı, aslında daha erken gelecektim ama başının kalabalık olduğunun duyumunu alınca bu saate kadar bekledim."

"Duyum?" Kaşlarımı merakla kaldırdım. "Bu duyumu nerden aldınız?"

"Her yerde kulağım vardır benim." dedi stabil bir sesle. "Boşuna herkes tarafından korkulan bir avukat olmadım. Otursana," Benim koltuğumu işaret ettiğinde ayakta durmaya devam ederek "Yok, oturmayayım." diye mırıldandım. "Bir şey olmuş belli ki. Ne oldu?"

Evren yeşil gözlerini yüzümde gezdirerek saniyelik tebessüm etti. Bu tebessüm o kadar kısa sürdü ki bir an gerçekten tebessüm edip etmediğini bile düşünmüştüm. Garip bir adamdı. "Direkt konuya giriş yapma özelliğini sevdim. Bu güzel bir şey." Dilini şaklattı. "Şimdi şöyle ki, Burhan bey senin evlilik haberini aldı ve biraz sinirlendi."

Afalladım. "Ha siktir! Nasıl aldı ya? Ben kimseye söylememiştim! Yani sayılı kişiler hariç."

"Burhan beyin her yerde eli kolu vardır, Mayıs. Onu tanıman gerekiyor artık. Senin nefes aldığın yerdeki oksijen molekülünün yeterlilik seviyesini bile istese öğrenebilecek bir adam. Şahsen ben on yıldır ona çalışıyorum, kendim hakkımda bilmediğim şeyleri o biliyor. Neyse. Konuşmaya devam edeceğim, izninle."

Başımı salladım. "Tabii, konuş."

Evren koyu yeşil gözlerini tekrardan gözlerime dikerek "Sinirinin yanında, tebrik mesajlarını iletti ve dedi ki, madem benim verdiğim tavsiyeyi uygulayacaktı, ne diye triplere girdi? " dedi Burhan beyden alıntı yaparak. "Sana biraz sinirlenmiş."

Sinirlenmemesi mümkün müydü? Saffar ile evlen diye tavsiye verdiğinde şiddetle ona karşı çıkmış, on saat sonra da Saffar ile evlenmiştim. Burhan bey bana sinirlenmekte çok haklıydı. "Ya o iş öyle değil aslında. Ben onun evlilik tavsiyesini o şekilde yapmadım. Karşı taraf zorladı beni. Ondan dolayı biraz..."

"Beni alakadar etmez, siz aranızda çözersiniz." diye kesti sözümü Evren. Aceleciydi. "Ben buraya sana daha önemli bir şey söylemek için geldim. Bu şey mevzuları varmış. Talya'nın biyolojik annesi bilmem ne mevzusu... Tam anlamadım ama Talya adlı kişinin kuruldaki deli kadın olduğunu biliyorum. Ha işte o deli kadının biyolojik annesinin kim olduğuna henüz ulaşamamış Burhan bey. Yer tespitide yapamamış."

Yutkundum. "Ha? Ulaşamamış mı?"

"Evet."

"Bunu bana arayarak söyleyebilirdi."

"Arayamadı, elçi niyetine beni gönderdi. İdare et. Burhan beyin bu aralar işleri çok yoğun olduğundan, seninle ilgilenemeyecek." dedi Evren donukça. "Talya'nın biyolojik annesinin kim olduğunu bulamamış ama Burhan beyin adamları başka bir şey bulmuşlar. İşine yarayabileceği gerekçesiyle sana söylememi istediler."  Evren elinde yeni fark ettiğim poşet dosyayı masama bıraktı. "Al, olası acil bir durumda Talya'yı buradan vurabilirmişsin."

Bıraktığı poşet dosyayı kendime çekip içindeki kağıtları çıkardım. Evren hareket dahi etmeden beni izlerken ilk çektiğim kağıda bakışlarımı çevirdim. Buz mavi gözlere sahip, tahminen yirmi yaşlarının başında olduğunu düşündüğüm genç, kumral bir adamın fotoğrafı vardı. Kağıda basılmış fotoğrafa dikkatlice bakarken, diğer kağıtlarıda hızla gözden geçirdim. Aynı kumral adam, farklı karelerdeydi. Birinde sokakta yürüyordu, birinde sigara içiyordu, birinde birkaç kişiyle gülerek sohbet ediyordu ve birinde üstünde başında kan izleri varken elindeki silahı dikkatlice izliyordu.

En sonki kare duraksamama neden olmuştu. "Bu manyak kim be? Kanlı manlı fotoğrafları var." Dudağımı tedirgince yaladım. "Olası bir durumda Talya'yı buradan mı vuracakmışım? Anlamadım? Bu adam kim ve ben niye Talya'yı buradan vuruyorum?"

Yüzümü ekşiterek adamın fotoğraf karelerine bakmaya devam ederken, "Alex Petrova Karahanlı." dedi aniden Evren. Dondum. Karahanlı mı? "Talya'nın ikiz kardeşiymiş. Soyadına bakacak olursam, seninle de bir akrabalığı var. Burhan beyin elemanları bu adamın kimliğine yeni eriştiklerinden, sana benim söylememi istediler."

Zihnimde yaşanmaya başlayan fırtınaya kapılmamaya çalışarak "Ne?" diye bağırdım. "Ne dedin sen? Ne?!"

Evren boynunu seri bir hareketle kıtlatıp "Bana hiç bağırma. Ben elçiyim. Burhan bey bunları iletmemi söyledi. Bu Alex adlı beyefendi, Bulgaristan'da yaşıyormuş ve Talya ile kardeş olmalarına rağmen birbirlerinden nefret ediyorlarmış. Kanlı bıçaklılarmış, bana denilen o..." diye tısladı. "Ayrıca Burhan bey dedi ki, eğer Talya, Mayıs'a sorun çıkartırsa Mayıs bu herife ulaşsın. Çorap söküğü misali, arkasından güç gelir falan diye bir şeyler zırvaladı. Bende tam anlayamadım. Siz sonra bu konuyu, Burhan bey ile konuşursunuz. Ha bu arada en arkadaki kağıtta Alex'in cep telefonunun numarası var. Yerinde olsam, Burhan bey ile konuşmadan onu aramam."

Beynimden vurulmuşa dönerken fotoğraflarda gözlerimi gezdirmeye devam ettim. Alex Petrova Karahanlı. Talya'nın ikizi miydi bu herif? Yani benim üvey amcam mıydı? Üstelik... Eğer anneleri sandığım kişiyse, bu herif Saffar ile de üvey kardeşti.

İnanmıyorum.

İnanmıyorum.

"Allah belanı versin, dede!" dedim kendimi tutamayarak. "Allah senin belanı versin! Kafayı yiyeceğim! Ya ne yaptın sen?! Ne yaptın?! İki piç peydahlamak ne demek?!"

Benim bağırmamdan etkilenmeyen Evren dik dik suratıma bakıp "Ben seni yalnız bırakayım en iyisi." diye mırıldandı ve ayağı kalkarak tebessüm etti. "İyi akşamlar."

"Dur dur! Gitme! Bu... Bu Alex denilen herif... Bulgaristan'da mı?"

Titrekçe sorduğum soruyu başını sallayarak yanıtlamıştı Evren. Aramızda garip bir bakışma yaşanırken tam kağıtlara geri dönüyordum ki aklıma gelen şeyle durdum. Kafamı dikleştirdim. Zihnimdeki çarklar hızlıca döndü. Dönen çarklar, küçük bir farkındalığı yanında getirdi. Küçük, can yakıcı bir farkındalığı... "Bi saniye, bi saniye," dedim kuru bir sesle. "Abdullah, Alex adlı bir kişiyle mesajlaşmıştı. Hemde Bulgarca... O Alex, bu Alex mi?"

Başka hangi Alex olabilirdi ki? Ah... O Alex, bu Alex'di işte. Bulgar Alex... Talya'nın ikiz kardeşi, dedemin diğer piçi olan Alex.

Abdullah, bu Alex ile mesajlaşmıştı. Kendi gözlerimle mesajlarını görmüş ve okumuştum. Abdullah bu herifle mesajlaşmıştı. Hemde Bulgarca...

Alex Karahanlı.

Ah... Abdullah, Alex'i tanıyordu ve biliyordu. Tıpkı Talya'nın gerçekte kim olduğunu bildiği gibi...

Oyuna gelmiştim.

"Allah kahretsin." Döküldü dudaklarımdan. "Allah kahretsin. Biliyordu. Başından beri biliyordu."

Evren olanlardan habersizce tek kaşını kaldırdığında beynimde yaşanan savaşı kaybeden güvenimin kırılmasını canlı canlı izledim. O güven kırıldı, tuzla buz oldu. Zihnimde yaşayan Mayıs gelen farkındalık hissiyle dolu dolu olmuş gözlerle dudaklarını kapattığında derin bir nefes aldım. Bu gerçek acıtmıştı. Hemde çok...

Yüzüm hissettiğim acıya rağmen stabil kalırken, "Abdullah biliyordu." dedim donukça. Tonum donuk olsa da içim kan ağlıyordu. "Abdullah başından beri biliyordu. Talya'nın kim olduğunu da, mesajlaştığı Alex'i de... Başından beri kim olduklarını biliyordu ve salağı yattı. Beni yanlış yönlendirdi."

"Abdullah kim?"

"Abim gibi gördüğüm biriydi." Boğazıma oturan yumruyla Evren'e baktım. "Ama şu an, inan artık bende kim olduğunu bilmiyorum."

Evren sessiz kaldığında titreyen ellerimi kağıtlara getirerek fotoğraf baskılı kağıtları hızlıca topladım. İhanetin keskin bıçakları sürekli kalbime saplanıyordu ama yemin edebilirim, ne kızgın hissediyordum ne de öfkeli... Sadece acı ve kırgınlık hissediyordum. Canım yanmıştı ve kırılmıştım.

Abdullah aylarca bana Talya'nın kim olduğunu bilmediğini söyleyerek yanımda durmuş ve beni zirveye oturmam için yönlendirmişti. Bu zamana kadar Abdullah'ın bir yanlışını bile görmemiştim aksine onlarca doğrusunu görmüştüm. Ona en büyük yanlışı - Saffar ile evlenerek- benim yaptığımı sanarken... Şimdiyse onlarca hatasının ve yanlışının içinde bana yardım(?) eli uzattığını fark ediyordum. Benden daha büyük hatalar ve yanlışlar yapmıştı.

Abdullah benim dostum muydu? Hayır.

Düşmanım? Belki.

Abim? Asla. Bu saatten sonra asla olamazdı.

Benim yalancılarla işim olmazdı.

"Alex'i de biliyordu. Talya'yı da..." Topladığım kağıtları masamın çekmecesini atıp sertçe yutkunarak Evren'e kitlendim. "İkisinide biliyordu ve bilmemezliğe yatarak beni yanlış yönlendirdi. Bunda bir bokluk var. Bir şeyler karıştırıyor. Abdullah başından beri bir şeyler karıştırıyordu."

"Abdullah?" Evren beni inceledi. "Kimden bahsediyorsun?"

"Senlik bir şey yok." Titrek bir nefes verdim. "Yine güvendiğim biri tarafından hançerlendim de... O hançeri çıkarmaya çalışıyorum şu anda."

"Anlamadım?" diye sordu Evren. "Kim tarafından hançerlendin? Nasıl oldu?"

"Anlamama gerek yok." Alt dudağımı koparmak istercesine dişledim. "Klasik, hayat döngüm bu. Birine güvenirim, inanırım. O biri de zamanı gelince hançeri alır, sırtıma saplar. Can çekiştiğimi izlerken de, der ki; 'Mayıs alkolik bir köpekti ve terbiye edilemedi. Bende uzaklaştım.' Klasik. Benim hayat döngüm bu. Alıştım artık."

Evren söylediklerimden bir anlam çıkaramamış olmalı ki yorumda bulunmak yerine, "Sen iyi görünmüyorsun." dedi telaşla. "Rengin benzin attı. Mayıs, iyi misin?"

Ona cevap vermedim. Veremedim. İyi olmak benden çok uzaktı.

"Alex'e mi çalışıyordu acaba?" diye sordum şüpheyle. "Abdullah, Alex'in adamı olabilir mi? Çünkü sen dedin ki Alex ve Talya birbirlerinden nefret ediyorlar. E bu hesaba göre, ikiside birbirlerine atak yapma çabasında olabi... Ah! Beynim yandı be! Beynim yandı! Sikerler! Kim kimin adamıysa adamı! Sikerler böyle işi!"

Sona doğru bağırmamla olduğu yerde sıçrayan Evren bana atabileceği en cins bakışı attığında ellerimle yüzümü mest ettim. Titriyordum. "Yok ben bu işin içinden çıkamayacağım. Bana Burhan bey lazım. Çözse çözse bu işi o çözer." dedim. "Aptallık etmeyeceğim. Gidip Abdullah'ın boğazına sarılmayacağım. İşin aslını astarını öğrenene kadar sakin rolünü oynayacağım." Parmağımı şaklattım. "Burhan bey ile görüşme talep ediyorum. Acil."

"Talebin red edildi. Burhan bey, Fransa'da şu an." Evren gözleriyle uyumlu yeşil kravatını tek hareketiyle gevşetti. "Üç gün sonra geleceğini duydum."

Üç gün?

Lanet girsin.

Duymakta olduğum hayal kırıklığıyla gözlerim dolarken "Peki, beklerim." dedim ve sertçe yutkundum. Peki mi? Ah, büyümüştüm galiba. Önceden olsa yaşadığım bu durumla şirketi ayağı kaldırır, önüme geleni döver daha sonrada Abdullah'ın yerini bulup hesap sormak için yanına giderek yakasına yapışırdım. Şimdiyse sadece hayal kırıklığımla sessizce yüzleşiyor, sakinliğin getirisinin bana avantaj sağlayacağını içtenlikle inanıyordum.

Evet, gerçekten büyümüştüm. Dedem olacak herif yüzünden üç ay içinde on yaş olgunlaşmıştım.

Bu sakinliğiyle öne çıkan olgunluğumun başka bir açıklaması olamazdı.

"Allah belanı versin, dede. Başka bir şey söylemeyeceğim. Bunların hepsi dedemin yüzünden." Burnumu çektim. Ağlamıyordum, asla ağlamazdım ama bedenim üzüntüye böyle tepki veriyordu. "Neyse, Evren senden bir şey isteyebilir miyim?"

"Tabii ki isteyebilirsin."

"Beni eve bırakabilir misin? Bu saatte taksi aramak istemiyo..."

Evren sadece tek bir el hareketiyle önüne düşmemi işaret ettiğinde sustum, dediğini yaptım. Aracının yanına indik ve rezidansa varana kadar hiç konuşmamıştık. Beni anlayamazdı ama bir şeylerin hayatımda ters gittiğini anlamıştı. Üzerime gelmedi, yüzümdeki stabil ifadeyi mümkün olduğunca korumaya çalıştım. Beni rezidansa bıraktığında sadece Burhan beyin gelir gelmez benimle görüşeceğini söylemişti. Ona bile cevap vermedim. Cevap verecek halim yoktu. Zihnen yıkılmış, ruhen parçalanmış bir halde bindiğim asansörden inerken bakışlarım kısaca kendi daireme kaydı.

Eğer içeride birileri olsaydı, paspasın üzerinde ayakkabı bulunurdu. İçeride kimse yoktu. Ne Dora ne de Abdullah gelmemişlerdi.

Gerçi niye gelsinler ki?

Biri ihanetine devam etmek için gelirdi diğeri de benden geçinmek için...

Beni sevdiklerinden değil yani. Çıkar ilişkisi... Şaka gibi ama gerçek. Hayatımdaki herkes çıkarları için benimle iletişim kuruyordu. Ha herkes değil, haklarını yemeyeyim. Bir, Ares bu zamana kadar benden bir çıkar elde etmemiş, yanımda isteyerek durmuştu. İki, İnanç... O ikisi dışında kimse benimle gerçekten ben olduğum için -çıkarsızca- iletişim kurmamıştı.

Cidden...

Ben ne rezil bir haldeydim böyle?

Abi abi diyerek peşinde dolandığım adam, dedemin piçlerinden haberdar olarak bana aylarca yalan söylemişti. Amacı bile belli değildi. Ne yapmaya çalıştığını ya da yanımda durarak ne elde ettiğini bilmiyordum. Tek bildiğim şey ona güvenmiştim. O da beni yarı yolda bırakmıştı.

Öte yandan iki gün önce çıkar uğruna bir evlilik yapmıştım ve bu evliliğin sonu nereye gidecekti? Hiçbir fikrim yoktu. Bir şeyler yaklaşıyordu, bunu hissediyordum. Kötü bir şeyler bana doğru adım adım yaklaşıyordu ve benim bir desteğim yoktu. Aileme bu durumu anlatıp onlara sığınayım desem... Ulan ailem mi vardı, amına koyayım? Nereye sığınacaktım? Hepsi benden nefret ediyorlardı. Benden nefret eden insan toplulukları... Bırak destek vermeyi, fırsatları olsa bana zarar verecek ilk kişiler onlar olurdu.

Şaka gibi, çevremde güvenebileceğim insan sayısı ikiyi geçmiyordu.

Acınası bir durumdaydım. Çok acınası...

Gözlerim bir kez daha farkındalıkla dolarken, duyduğum acıyı sessize alarak Saffar'ın dairesinin önünde durdum ve kapıyı tıklattım. Yüzümü stabil tutmaya çalışma çabam başarılı olurken, kapı yavaşça açılmıştı. Benimle bakışmaya tenezzül dahil etmeyen Saffar kapıyı tutmayı bırakarak arkasını döndü. "Kaç saat oldu! Hangi cehennemdeydin?"

Bir şey söylemeden loş salona doğru bir adım atıp kapıyı arkamdan kapattım. Üzerimdeki deri ceketi çıkartırken, "Sana diyorum! Bir saat dedin. Kaç saat oldu. Hangi cehennemedeydin?" diye sordu Saffar. Deri ceketimi askılığa asıp dolan gözlerimi ona çevirmemeye çalışarak Sedef'in odasına ilerledim.

"Şş, nereye?"

"Uyuyacağım, Saffar. Yorgunum."

"Zıkkımlanmayacak mısın?" diye sorduğunda olduğum yerde durup omzumun üstünden ona baktım. Salondaki gri, L koltuğun ortasında oturmuş, öylece bana bakıyordu. Üstü çıplaktı, altındaysa gri bir eşofman vardı. Ona nasıl baktıysam çatık kaşları saniyeler içinde gevşemiş, oturduğu yerde dikleşmişti. Gözlerimi ondan alarak önündeki cam sehpaya çevirdim.

Aramızdaki mesafeye rağmen görebildiğim lahmacun yığınları, ayranlar, envai çeşit salatalar ve dürüm olduğunu düşündüğüm lavaş sarmalar cam sehpanın tamamını kaplamışlardı. Bu manzara karşısında afallarken vücudumu ona doğru çevirdim. Benim için yemek mi sipariş vermişti? Ama sipariş vermeyeceğini söylemişti. Hatta bana hakaret ederek söylemişti bunu...

"Ne oldu sana?" diye sordu ayağı kalkarken. "Gözlerin dolmuş."

"Bir şey olmadı sadece çok yorgunum. Uyumak istiyorum." Yemekleri süzmeyi bıraktım. "Gözlerimde dolmadı. Saçmalıyorsun."

"Yalan söyleme. Gözlerin dolmuş."

Saffar tam karşımda durarak bana kitlendi. Koyu kahverengileri yüzümün surlarında dolanırken çıplak, kaslı göğüsüne bakmamaya çalışarak gözlerine odaklandım. Canımın yandığını anlayabilir miydi? Canımın cayır cayır yandığını anlayabilir miydi? Hiç zannetmiyorum. Anlayamazdı. Kimse bu zamana kadar anlamamıştı. O mu anlayacaktı?

"İyi misin?" diye sordu usulca. "Her şey yolunda mı?"

"İ...İyiyim." Gülümsemeye çalıştım. "Çok iyiyim, sen nasılsın?"

Saffar başını sağ omzuna yavaşca yatırarak beni dikkatlice incelemeye devam etti. Bu hareketi kalbimin sıkışmasına neden olurken, "Ağlamak üzeresin. Bir şey olmuş." dedi tok bir sesle. "Sil şu dudaklarındaki sahte gülümseyi... İnandırıcı değilsin."

"Yoo iyiyim." Gülümsemeye devam ettim. "İyiyim, hiçbir şey olmadı. Sen kuruntu yapıyorsun."

"Asil..."

"Sana afiyet olsun." diye kestim onun sözünü. "Ben gidip uyuyacağım. Yarın erken kalkmam gerekiyor."

"Dur," dedi aramızdaki bir adımlık boşluğu kapatarak. Keskin bir duş jeli kokusu burnuma doluştuğunda bir kez daha yutkunmuştum. Duş mu almıştı? Çıplak, kaslı göğüsünden yükselen nane kokusunu içime çekerken, göğüsüne değmemeye çalışarak kafamı kaldırdım ve gözlerinin içine baktım. "Ağlamak üzeresin. Bir şey olmuş."

"Ben ağlamam."

"Herkes ağlar, Asil."

"Sende ağlıyorsun o zaman." diye fısıldadım.

"Ben herkes değilim." Sesi vurguluydu. "Ne oldu? Dökül."

Ondan kurtulamayacağımı anlarken, "Benimle ilgili bir şey oldu." dedim itiraf ederek. "Seni alakadar eden bir şey yok. Merak etme. Her şey yolunda."

"Seni alakadar eden şey, beni de alakadar eder."

"Etmez." diye tısladım. "Etmez, Saffar. İyi geceler."

"Beni alakadar eder." Kaşlarını çattı. "Dökül."

"Niye ediyor ya?" diye bağırdım hâlâ gülümserken. "Beni alakadar eden şey, seni neden alakadar ediyor?! Çok mu sikindeyim?! Değilim! Sikinde değilim! Niye seni alakadar edeyim ya?!"

Evet, patlamıştım. Haklı olarak, patlamıştım.

Saffar ondan beklemediğim bir sakinlikle çattığı kaşlarını gevşeterek, "Senin sinirlerin bozulmuş." dedi. "Gel, otur. Bir şeyler zıkkımlan sonra konuşmak istersen, konuşuruz. Konuşmak istemezsen de sıkıntı yok."

Anlayışlı Saffar Poyraz. Bana oldukça yabancıydı. Bir adım gerileyerek geçmem için yol verdiğinde dudaklarımdaki sahte gülümseme bir silgi yardımıyla silindi. Önce Sedef'in odasına gidip kapıyı kırarcasına kapatmak istedim ama sonra, bunu yapmaktan vazgeçtim. Yalnız kalmak istemiyordum, özellikle böyle bir durumda...

"Gel," Başıyla yemekleri işaret etti. "Bir şeyler ye."

Yavaş adımlarla yanından sıyrılarak geçip L koltuğa ilerledim. Yorgun gözlerimi cam sehpanın üstündeki yemeklerde kısaca gezdirerek koltuğa oturduğumda o da yanımdaki boşluğa yerleşmişti. Yan profilime ilgiyle baktığını hissediyordum. İnatla ona bakmadım. "Rızzık zamanı, Asil hanım." dedi, sesi alaycıldı. "Ye, hadi."

Kazık yemiştim. Doymuştum. Bu sayılıyor muydu?

İçli bir nefes vererek masada duran sarılı dürümlerden birini elime aldım. Et dürüm olduğunu fark ettiğim dürümü incelerken, "Ayran içer misin?" diye sordu. Cevap vermeme kalmadan masadaki şişe ayranlardan birini açıp önüme koydu. "Sen gelmeyince biraz soğudu yemekler. İdare et."

Dilimin ucuna kadar gelen soruyu itmek yerine ona yönelttim. "Niye bana iyi davranıyorsun?"

"Niye sana iyi davranıyorum? Güzel soru. Çünkü benim yedi saatte yapamadığım şeyi bir saatte yaptın." Saffar yeşilliklere yöneldi. "Yedi saat dil dökmeme rağmen amcamların çenesinden kurtulamamıştım ama sen bir saatte onları susturabildin. Sayende kafam rahat etti. Ailemdeki kimse beni sövmek için aramıyor."

Ellerimin arasında duran dürüme bir bakış attım. "Amcan parayı duyunca geri bastı. Ben bir şey yapmadım."

"Doğru. Para, amcamların dini ve imanı... Parayı kullanarak onları susturmanda senin zekandan kaynaklanıyor." Saffar önüne koyduğu lahmacunu açarak içerisine yeşillik koymaya başladı. "Bunu bir teşekkür yemeği olarak düşün. Beni dırdırlardan kurtarmanın ödülü bu yemekler..."

"Aslında mesele para değil. Mesele seni düşünmeleri. Görmüyor musun? Dırdır yapmalarının nedeni seni benden ve ailemden korumak istemeleri. Arkanda seni korumaya çalışan kocaman bir aile var, Saffar. Bence bununla gurur duymalısın." diye fısıldadım. "Seni sevmeselerdi, verdiğin kararları umursamazlardı. Ama seni seviyorlar. Aralarından bazıları seni umursuyor ve çok seviyor. Dırdır yaptıkları için şanslısın."

Saffar'ın duraksadığını hissettim. "Ben beni umursamıyorlar mı dedim? Bu nereden çıktı?"

"Demedin sadece... Şanslısın işte. Değer bil. Ailen tarafından umursanıyorsun."

"Herkesin ailesi umursar, Asil." dediğinde bir an kahkaha atacağımı sandım. Çok şükür ki bu salaklığı yapmamıştım. Acı kahkaham, zihnimde yankılandı. Muhtemelen bir süre daha orada yankılanacaktı.

Sessiz kalarak dürümden minik bir ısırık aldım. Ağır ağır çiğnerken sehpada duran çatalı sol elimle kavrayarak önümdeki mezemsi mor şeye yöneldim ama onu tadamamıştım çünkü Saffar bileğimi tutarak beni engellemişti.

"Yemek istiyorum?" dedim sorar gibi.

"Yiyemezsin."

"Sebep?"

"Sarımsaklı o. Yersen, miden ekşir sonra kusarsın salonumun orta yerine... Sinir kanser olurum. Seni öldürmek istemiyorum, Asil. Sakın yeme onu." diye tısladı. "Al, şundan zıkkımlan. Bu sarımsaksız."

Bileğimi bırakarak başka bir mezeyi önüme koyduğunda kalbimin sıkıştığını hissetmiştim. Hatırlamıştı. Benimle ilgili küçük bir detayı hatırlamıştı. Alt dudağım benden bağımsız bir şekilde titrerken tekrardan dolan gözlerimi yan profiline çevirdim. Bana bakmıyordu. Sardığı lahmacunu çatık kaşlarla inceleyen Saffar, "Orospu çocuğuna dedim ki acılı yap. Bir gram acı koymamış." diye homurdandı. "Lahmacunun içinde pul biber yok lan. Yarın o dükkanı taratmaya gitmezsem..."

Ucu kalkık, sivri burnunu eğerek lahmacunu kokladı. Kusursuz yüzünü buruştururken, "Tereyağ koymamış buna. Ben yemem." dedi mızmızca. "Siksen yemem! Amına koyayım, elli kere adama diyorum ki margarinle karıştırma şu malzemeleri. Herif resmen bana gel, beni götümden sik, ondan sonra ben düzgün lahmacun çıkaracağım diyor. Bunun başka bir açıklaması olamaz."

Alt dudağım titrese de gülümsemeyi başarabilmiştim. Az önceki gibi sahte bir gülümseme değildi bu. İçim cayır cayır yansa da gerçek bir gülümseme belirmişti dudaklarımda... Gülümsemem genişlerken kendimi tutamamış ve kıkırdamıştım. Saffar'ın çikolata kahvesi gözleri saniyesinde beni buldu, duraksadı. Meraklı bir ifadeyle beni incelerken, "Sende delirdin." dedi. "Bi ağlama aşamasına geliyorsun, iki dakika sonra gülüyorsun. Sana görünüyorlar mı, kızım?"

Elimdeki dürümü sehpaya bırakarak kahkaha attım. Ya sinirlerim bozulmuştu ya da dediği gibi, delirmiştim. Bilmiyorum. Onun tepkilerine kahkaha atarken yavaşça çıplak koluna vurdum.

"Evliliğin ikinci gününde kendini deliliğe vurmaya başladı." Gözlerini devirdi. Ne kadar belli etmemeye çalışsa da o da eğleniyordu. "Neye gülüyorsun? Söyle, bende güleyim."

"Sabah..." dedim kahkahalarımın arasından onun ifadesini izlerken. "Amcana... Top sever misin dediğimde... Yüz ifadesi..."

Tane tane konuşmamı anlayan Saffar ondan beklemediğim bir tebessümü dolgun dudaklarına kondurdu. Yakıcı bir tebessümdü. "Hatırladığı şeye bak. Bende diyorum bu deli neye gülüyor."

Sol gözümden kahkahalarım yüzünden yaş gelirken, kafamı daha fazla taşıyamayarak alnımı onun çıplak omzuna değdirdim ve katıla katıla gülmeye devam ettim. "Sinirlerim... Bozuldu..."

"Senin sinirlerin ne zaman düzgündü ki şimdi bozulsun?"

"Sus... Ya..." Elimi bacağına yaslayarak dikleşmeye çalıştım ama o kadar çok gülüyordum ki ağırlaşan vücudumu yerinden kalkdıramıyordum. "Amcan... Hasbünallah ve nimel vekil dedi ya bi ara..." Kafamı zorlanarak kaldırıp ona baktım. Hâlâ gülüyordum, Saffar ise anlam veremediğim bir ifadeyle doğrudan gözlerimin içine bakıyordu. "Ben onu... Rimelli vekil anladım bir ara... Diyorum ki milletvekilinin rimel ile alakası ne?"

"Geri zekalı." diye fısıldayan Saffar'ın kahverengileri parıldıyordu. "Şöyle anırma artık. Kulaklarımı ağrıtmaya başladın."

Dudaklarımı birbirine bastırıp gülüşümü dinginleştirmeye çalıştım. Gözlerini yüzümde gezdirmeye devam eden Saffar, "Siktir," dedi aniden. "Yapma şunu."

Zar zor ciddiyetimi geri kazanıp "Neyi?" diye sordum. "Ne yaptım yine?"

"Gülme."

"Gülmüyorum?"

"Sırıtma da..."

Omzuna yaslandım. Bunu neden yaptığımı bende bilmiyordum. "Sırıtmıyorum ki?"

Dişlerini sıktı. Bunu içe çöken yanaklarından anlarken "Sen benim başıma bela olacaksın." dedi aniden. "Başıma iş açacaksın, Asil." Kurduğu bu cümleyi anlayamazken, beni alnımdan itekleyip omzundan uzaklaştırdı. "Yemeğini ye sonra git zıbar."

Ani ruh değişimine ithafen sesimi çıkarmadım. Olduğum yerde dikleşerek sehpan üzerindeki dürümümü geri aldığımda keskin bakan gözleri yan profilimdeydi. Belki de gerçekten çok sesli gülmüştüm ve bundan hoşlanmamıştı. Olabilirdi. Onu rahatsız etmeye hakkım yoktu. Sırf psikolojim -Abdullah yüzünden- sarsıldı diye, onun yanında karga sesimle kahkaha atarak, kulaklarını çınlatamazdım.

Benim deliliğimi çekmek zorunda değildi.

Dürümden aldığım lokmayı ağır ağır çiğnerken, "Yarın Sedef buraya gelecek." dedi tok bir sesle. "Sabah yaptığın rolü ona da yapman lazım."

Lokmamı yuttum. "Ya bize inanmazsa?"

"İnanmazsa inanmasın. Sen o rolü yapmaya devam et."

Ayrana yönelirken, "Sedef kaçta gelecek? Sabah ard arda girmem gereken iki toplantı var." diye mırıldandım. "Çok kalamam yanınızda."

"Biraz kalmalısın."

"Of, tamam." Ayrandan bir yudum aldım. Dürüm gerçekten çok lezzetliydi. Yediğim kazığın üzerine bal gibi gelmişti. "Bu arada, bir daha yarı çıplakken yemek yeme. Rahmetli anannem hep derdi ki, kim sofraya çıplak oturursa onunla birlikte cinlerde yemek yermiş." Ona bir bakış attım. "Çarpılırsın."

"Hurafelere mi inanıyorsun? Aptal." Sesi alaycıldı. "Benim bu mükemmel vücudumu gören cinler emin ol beni çarpmak yerine başka şeyler yapmak isteyeceklerdir."

Dürümün altındaki kağıdı katlarken, "Cinler tarafından sikilme hobinin olduğunu bilmiyordum, Safo." dedim. "O da değişik bir fantezi. Saygı duyarım."

"Asil, elimin tersindesin." Sesi uyarı doluydu.

"Rahmetli dedemde, ananeme hep böyle derdi." Dudağımı büzüştürdüm. "Benim dedemde böyle otururdu senin gibi sofraya... Üstü çıplak. Anannem ona kızınca, ananneme elimin tersindesin derdi."

"Hım?"

"Sonra ananem bir gün dedemin iki elini de odunla kırdı." Ayrandan bir yudum daha aldım. "Ne oldu diye soranlara da cinler yaptı demişti. Hiç unutmam o olayı... Rahmetli ananem ya, mekanı cennet olsun. Ailede sevdiğim tek insandı. Taşşaklı kadındı."

Saffar garip bir ses çıkardığında ona doğru döndüm. Gülmemek için kendini tutan Saffar eliyle sakallarını kaşıyarak "Nasıl bir aile yapın var lan senin?" diye sordu keyifle. "Bu nasıl bir olay?"

"Safo, sen olay görmemişsin. Bir gün büyük teyzem kocaya kaçmıştı. Anneannem kaçtığı yeri tespit etti sonra üst kat komşusundan tüfek aldı. Anannemin üst komşusuda emekli astsubaydı bu arada. Neyse, anannem tüfekle bastı teyzemin kaçtığı yeri... On yedi kişiyi yaraladığını hatırlıyorum. Bir tane dedeyi de rehin almıştı, polisler gelince kaçmak için. Harbi rehin aldığı kişiyle de Yunanistan'a kaçtı ha. Evlendi sonra o adamla... Dedem ölmüştü tabii." Dilimi şaklattım. "İnterpol devreye girince anannemi yakaladılar. İki yıl hapiste yattı, çıkınca kumara bulaştı. Kumar masasında da kalp krizi geçirip öldü. Mekanı cennet olsun, taşşaklı kadındı. Tanısan çok severdin."

Saffar'ın gözlerinde garip ifade belirirken "Dalga mı geçiyorsun?" diye sordu. "Filmden falan mı alıntı yaptın? Beni mi yiyorsun, Asil? Bu nasıl bir hikaye?"

"Hikaye değil ki, gerçek. Benim anannem masada tuz yok diye dedemi yedi yerinden bıçaklamış bir insan." dedim ciddiyetle. "Sıkıntılı biriydi. Biraz ona çekmişim. Beni çok severdi ama ya! Hep derdi ki, Mayıs seni alacak adamın ya akıl sağlığı bozuk olacak ya da siki iki santim olacak. Seni başka türlüsü almaz derdi."

Saffar içmekte olduğu ayranı yutamadı. Öksürmeye başladığında vücudumu ona doğru çevirerek "Helal helal." deyip çıplak sırtına vurdum. Gerçi sırt kaslarından vuruşum ne kadar etki etmişti? Orası tartışılırdı. "Ay ne oldu? Su iç! Su iç! Beni bu yaşımda dul bırakma. Dur! Daha seninle ortalığı sikiştireceğiz. Gidemezsin öbür tarafa..."

Saffar ona uzattığım pet şişeyi sertçe alarak birkaç yudum su içti. Kendine geldiğinde kaşlarını çatıp bana baktı. "Kızım senin akıl sağlığın yok, amına koyayım. Harbi yok!"

"Ben ne alaka? Ananemin yaptıklarını anlattım." Ofladım. "Gerçi benimde akıl sağlığım yok. Olsa zaten ağlanacak halime gülmezdim. Benimde şu an zırıl zırıl ağlamam gerekiyor. Peki ben ne yapıyorum? Seni eğlendirmek için anannemin deliliklerini anlatıyorum. Yok, vallahi bende iyi değilim. Nasıl toparlanacağım? Onu da bilmiyorum."

Kendi kendime cıkladım. Saffar su içmeye devam ederken, bana yanıt vermemişti. Gözlerinin üzerimde olduğunu bildiğimden, "Neyse, ben gidip uyuyayım, iyi geceler." dedim ve ayağı kalktım. "Yemek için sağol. Etrafı toplayamazsan, ben sabah toplarım. Hiç elini sürme."

Katlanmış eteğimi düzelterek sehpanın yanından dolandığım sırada Saffar aniden önümü kesmişti. Ne ara ayaklandığını görmediğim için duraksadım, bir adım gerileyerek kafamı kaldırdım. Aramızdaki boy farkına rağmen göz göze gelebildiğimizde, "Ne oldu?" diye sordum kısıkça.

Ortamın loşluğuna rağmen çikolata kahvesi gözlerinin içindeki koyu kızıl yarıkları seçebilmiş, o yarıkların genişlemesine şahitlik edebilmiştim. Çok garip bakıyordu. Onu sinirlendirecek bir şey mi yapmıştım? Düşünmeden edemezken, Saffar "Senin canını ne sıktı?" diye sordu, sesinden merak akıyordu. "Kim sıktı?"

Yutkundum. "Biri sıkmadı ya. Öyle iştekiler biraz morelimi bozdu."

Biri sıkmamış mıydı? Hıı, tabii! Üç aydır yanımda olup, beni her daim koruyan adamın, dedemin piçlerinden haberdar olduğunu öğrenmiş, bir hainden farksız bir şekilde hareket ederek beni kandırdığı gerçeğiyle tek başıma yüzleşmek zorunda kalmıştım. Hâlâ bu olayın şokunu atlatamazken bir de Burhan beye en ihtiyacım olduğu anda onu bulamamıştım ve...

Kendimi yapayalnız hissetmeye başlamıştım.

Abdullah'ın ihaneti değil, beni en çok üzen şey yalnız kaldığımı fark etmek olmuştu.

Çünkü en çok onun ihaneti üzseydi, savcı sevgilisinin yanında kalıyor demez ve onu bulduğum ilk yerde gırtlağına yapışırdım. Yapışmamıştım, yapmamıştım. Kendimden beklemediğim bir sükunetle eve gelmiş, kırgınlığımı içimde yaşamaya çalışmıştım.

Ben üzen şey ihanet değil, yalnızlık olmuştu.

"İştekiler?" Saffar tek kaşını kaldırdı. "Sana bir şey mi yaptılar?"

"Yoo. Bana kimse bir şey yapamaz. Parçalarım." Gözlerinin içine baktım, üst dudağı yukarı doğru kıvrılmıştı. "Sadece bazıları dedemin tarafını tuttukları için bana yardımcı olmuyorlar. Tecrübesiz olduğumdan dolayı zorlanıyorum. Bu da sinirlerimi bozuyor."

Saffar bakışmamızı sonlandırmayarak "Bunun için mi canını sıktın?" diye sordu alayla. "Aptal. Bende gözlerini dolu dolu görünce ciddi bir şey oldu sanmıştım."

Ciddi bir şey olmuştu ama bunu ona nasıl anlatabilirdim?

Anlatamazdım. Saffar'a iki tane manyak üvey kardeşi olabileceği ihtimalini anlatamazdım.

En azından kanıtım olmadan bunu yapamazdım.

"İş konusunda anlamadığın herhangi bir şeyi olursa beni arayıp yardım isteyebilirsin." dedi tok bir sesle. "O aptallara minnet eyleme. Gerek yok."

Tek kaşımı kaldırdım. "Sen şirket işlerinden anlıyor musun ya? Gece kulüplerin yok muydu senin?"

"Var ama konumuzun bunun alakası yok. Şirket işlerinden anlayıp anlamadığımı beni aradığında görürsün." Bir adım gerileyerek kafasını hafifçe eğdi. Duraksadım. Beni yine öpmezdi, değil mi? Nabzım kendi ahlaksız düşüncemle hızlanırken Saffar düşündüğüm şeyi yapmamıştı. Elini yavaşça kaldırıp katlanmış, mini eteğimin ucunu tuttu ve katlanan kısmı düzeltti.

"Sevmiyorum böyle etekleri..." Memnuniyetsiz bir tavırla eteğimi süzdü. "Hoşuma gitmiyor."

"Tamam sevmiyorsan, giymezsin."

Kaşlarını çatarak gözlerime baktı. "Asil, sinirlendirme beni."

"Şaka yaptım şaka. Gül diye." Alt dudağımı dişlediğimde çatılan kaşları gevşemişti. "Neyse, ben uyumaya gidiyorum. Bay!"

Yanından dolanacağım sırada önüme geçip beni durdurdu. Çıplak göğüsüne bakmamaya çalışarak "Saffar ne istiyorsun?" diye sordum bıkkınca. "Uykum var ya. Bırak gideyim."

"Yanlış yöne gidiyorsun."

"Ne yanlış yönü?" Elimle Sedef'in odasını işaret ettim. "Odaya geçiyorum?"

"Benim odama geçiyorsun."

Durdum. "Pardon?"

Gözlerindeki garip ifadeyi silmeden beni inceledi. "Yarın sabah Sedef gelecek. Seni kendi odasından çıkarken görürse ne düşünür?"

"Orada uyuduğumu?" diye cevapladım. Cevabımın ardından gelen aydınlanmayla alt dudağımı dişleyerek "Haa, karı kocalar aynı yatakta takılıyorlardı. Doğru. Farklı odalarda uyuduğumuz anlaşılırsa bizim olmayan aşkımız patlar." dedim. "Anladım. Peki ya ne yapacağız şimdi?"

Saffar bakışlarıyla terasın çaprazında kalan odayı işaret etti. Kapısı açık odanın onun odası olduğunu bildiğimden derin bir nefes alarak "Senin odanda kalamam." diye mırıldandım. "Olmaz."

"Nerede kalmayı düşünüyorsun, geri zekalı?"

"Ya bugünlük Sedef'in odasında kalayım. O gelmeden uyanır, salonda takılırım. Çakmaz bence."

"Sedef'in yedek anahtarı var, Asil." dedi Saffar düz bir sesle. "Gecenin köründe aniden gelir ve seni odasında görürse ne açıklama yapmayı düşünüyorsun?"

"Mmm," Düşünürmüş gibi yaptım. "Saffar çok deli yatıyor, beni yataktan atınca senin odana geçtim?"

Bana cins cins baktı. "Odama geç."

İçimde bir şeyler fokurdarken "Saffar nasıl yapacağız?" diye sordum. "Ben nasıl seninle aynı odada kalabilirim? Hiç etik değil. Sonuçta biz sadece kağıt üzerinde evliyiz. Aramızda başka bir şey yok."

"Odama geç, namus bekçisi." dedi gözlerini devirerek. "O minik aklını farklı yerlere çekme." Ona cevap vermeme izin vermeden kolumdan tutup beni kendi odasına doğru ilerletti. Kapısı açık odadan içeri geçtiğimizde, bizi kocaman bir yatak ve çift aynalı siyah bir dolap karşılamıştı. Dolabın yanında siyah bir koltuk vardı. Arkada ebeveyn banyosuna açıldığını düşündüğüm gri bir kapı duruyordu. Ferah bir odaydı. Havasını sevmiştim. Havasını sevmiştim de... Onunla bu odada nasıl kalabilirdim ki?

Bu bana yanlış geliyordu.

Siyahın ve gri rengin ağırlıklı olduğu geniş odada gözlerimi çekingen bir tavırla gezdirirken, Saffar "Koltuk senin." dedi siyah koltuğu işaret ederek. "Sedef odama pat diye girmez. O yüzden Sedef bu evin sınırları içerisindeyken sen bu odaya gelecek ve koltukta uyuyacaksın."

"Ne?" Ona yandan bir bakış atarak kolumdaki elini ittim. "Koltukta mı uyuyacağım?"

"Evet. Ne oldu? Beğenemedin mi?"

Beğenememiştim. "Niye ben koltukta uyuyorum ya? Kocaman yatak var."

"Koynuma mı girmek istiyorsun yoksa?" diye sordu alayla. "Hım, bunu düşünmem lazım."

Elimin tersiyle çıplak omzuna vurdum. "Pisleşme be! Pisleşme! Onu mu diyorum ben? Ya koskocaman yatak var! Ben yatakta uyuyayım, sen koltukta uyu! Niye ben koltukta uyuyorum?"

Saffar vurduğum omzuna ters bir bakış atıp suratımda kitlendi. Sinirlenmeye başlamıştı. "Bana bir kez daha vurursan, seni bu yatağa yatırırım..."

"Ee?" diye diklendim onun önüne geçerek. "Eee?! Sonra?!"

"Bağırma."

"Pis pis konuşursan bağırırım." Ellerimle yüzümü mest ettim ve odaya doğru döndüm. "Sen koltukta yat, ben yatakta yatayım? Olmaz mı?"

"Kızım, sen mal mısın? Ulan şu koltuğa bak! 1.98 boyum var, ben oraya sığar mıyım sence? Ha sığsam bile yatmam, orası ayrı bir konu." Kaşlarını çattı. "Benim odam, benim evim, benim kararlarım... Sorgulama, koltuğa geç. Zıbar."

Takıldığım şeyle irileşen gözlerimi gözlerine dikerek "Boyun 1.98 mi? Hay Maşallah!" dedim ardından ciddileşerek odayı bir kez daha süzdüm. Aslında yaşanılabilir bir odaydı. Sadece koltukta uyumak ve onun varlığıyla burada takılmak beni zorlayacaktı. Hemde çok zorlayacaktı. "Boynum tutulacak kesin."

"Sana bir şey olmaz. Git Sedef'in odasından kıyafetlerini al gel, şu aynalı yere kıyafetlerini koyabilirsin." Parmağıyla gösterdiği dolap yerine dönerek ofladım. Ne dersem diyeyim bu deliyle baş edemezdim. Bu odada kalmak istemiyorum dersem, muhtemelen beni bu odaya kitlerdi. Yapardı bunu.

"Senden nefret ediyorum ya." dedim ve onun omzuna yavaşça vurdum. "Rezil herif."

"Bir kez daha omzuma vurursan..."

Ani gelen cesaretle omzuna bir kez daha vurup onu arkamda bırakarak odadan çıktım. Peşimden gelmemişti. Gelseydi, dayak yerdim. Kesin bilgi... Sedef'in odasındaki eşyalarımı on dakika içinde hızlıca toplayıp, topladığım kıyafetleri kucağıma aldım. Saffar'ın odasına geri döndüğümde onu ayakta bulmayı beklemiştim ama o ayakta değildi.

Geniş yatağın ortasına sırt üstü bir şekilde uzanmış, gözlerini kapatmıştı. Uyuyordu. Bu kadar hızlı bir zamanda uyuyakalmasını yorgunluğuna bağlıyordum; o da tıpkı benim gibi iki gündür doğru düzgün uyumamıştı. Bunu bildiğimden ses çıkarmamaya çalışarak kıyafetlerimi kapının arkasındaki alana bıraktım ve topuklu ayakkabılarımı çıkarttım. Parmak uçlarımda yürüyerek yatağın başına gelip onun suratını inceledim. Dolgun, vişne çürüğü rengindeki dudakları hafif aralık duruyordu. Asi saçları her zamanki gibi dağınıktı. Gözlerini sıkıca yummuştu. Sağ eli burnuna yakın bir yerde, sol eli ise yastığının hemen altındaydı. Biçimli kaşları çatık, ifadesi sert görünüyordu.

Evet... Saffar Poyraz uyurken bile sinirliydi.

Buna gram şaşırmamıştım.

Çıplak sırtına bakmamaya çalışarak köşede duran siyah pikeyi elime aldım ve dikkatlice üzerini örttüm.  Uykulu bir homurtu çıkardı. Uyanmaması işime gelirken yavaşça geri çekilerek koltuğun bulunduğu kısma ilerledim. Çok düşünceli(!) bir beyefendi olduğu için bir yastık ve üzerine örttüğüm pike gibi ince, siyah bir pikeyi koltuğun köşesine bırakmıştı.

Gözlerimi devirerek yastığı alıp koltuğun başlığına koydum. Rahat bir şeyler giymek istesemde yanımda giyebileceğim rahat bir kıyafet yoktu. O yüzden üzerimdekilerle uyumak zorundaydım. Sessizce oflayarak dar koltuğa uzanıp yerdeki pikeyi elime aldım ve üstümü yarım yamalak örterek sırtımı Saffar'dan tarafa döndüm.

Koltuk çok rahatsızdı. Yüzeyinin sertliği sırtımı acıtıyordu. Berbat bir uyku çekiceğime emin olarak yaklaşık on- on beş dakika uykuya dalmak için kendimle cebelleştim. Cebelleşmem sonuç vermişti. Zihnim karanlığa gömülürken uykunun kollarına düşmem, karanlığa gömülmemden daha kısa sürmüştü.

Zihnimin kör kuyularında büyüyen kabuslar yığınına teslim olan benliğim, beni binlerce kabusun başrolünde oynattı. Psikolojik açıdan canım yanarken, o vahşi kabuslardan uyanmak ve gözlerimi aralamak istedim ama bunu yapamadım. Uyku ile uyanıklık arasında kalan bedenim kabusların etkisiyle tir tir titrerken, çok derinlerimden yükselen bir ses duydum.

"Şş, geçti." Ses boğuktu. Belki de kabuslarımdan yükseldiği için boğuk çıkmıştı. "Geçti, buradayım. Şşş, titreme."

Sırtımı yasladığım zeminin sertliği yok oldu. Yumuşak bir zemine yatırıldığımı hissettim. Gözlerimi aralamaya çalıştım fakat yine başarısız oldum. Yorgunluk, bedenimi ikinci bir deri gibi sardığı için ne gözlerimi aralayabiliyordum ne de algılarımı açabiliyordum.

Yumuşak bir zeminde kendime yer edinirken, "Huysuzlanma, uyu." dedi boğuk ses. "Güvendesin, korkma. Ben buradayım."

Güvende miydim?

"O kabusları sikeyim," diye fısıldadı aynı ses. "Seni uyutmayan, canını yakan o kabusları sikeyim. Söyle o bilinçaltına rahat dursun."

Kim konuşuyordu? Anlamıyordum. Giderek boğuklaşan ses, arka planımda kalırken uykunun kollarına tekrardan çekildiğim anda karnımda bir el hissetmiştim. Belki de benim elimdi. Bilmiyorum. Sıcak el karnımın tamamını kapladı. Gelen sıcaklıkla mayıştım. Zihnim bir kez daha karanlığa çekilirken aynı boğuk sesi yine duymuştum. 

"Mayıs Asil Poyraz, kokun bu kadar baş döndürücü olmamalıydı."

❄️

Uzun bir bölüm oldu..

Bombaları yine patlattım. Umarım beğenirsiniz.💕💕

Emeğimin karşılığı olarak ufak bir yorum yapıp beğeni atarsanız çok sevinirim ❤️

Hepinizi çok öpüyorum bebeklerim💕❤️

Continue Reading

You'll Also Like

80.5K 6.7K 55
#ejderha - 1 08.11.2020 #fantastik - 2 23.12.2020 #macera - 5 13.05.2021 Ejderhalar, şamanlar, insanlar, büyücüler, elfler, şekil-değiş...
40.1K 2.7K 8
。⁠◕Bu his çok tuhaftı onlar benim gerçek ailemdi ama bir o kadarda uzaklardı...◕⁠。
379K 20.8K 44
Siz: Selamünaleyküm beyefendi Hayırlı Doktor Kısmet: Aleykümselam, kimsiniz? Siz: Teravihte annenizin numaranızı verip, doktor oğlum diye övdüğü kişi...
Yüzüme Bakma By N*

Mystery / Thriller

840 200 22
Gözümün önünden film şeridi gibi kaymaya başlayan hayatımı tutmaya çabaladım sanki ölüme meydan okuyabilecekmiş gibi. Olmadı. Gözlerim yavaşça kapanı...