VİSAL/TAMAMLANDI

By rmysaudade

158K 8K 2.4K

"Beni bu şehre sor, de ki; bu adam daha önce birisine böyle sevdalanmış mı? Sor. Bu adamın sol yanı benden ön... More

1. Bölüm
İlk.
2.Bölüm
3.Bölüm
4. Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.BÖLÜM
22.BÖLÜM
23.BÖLÜM
24.BÖLÜM
25.Bölüm
26.BÖLÜM
27.BÖLÜM
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
FINAL
Özel Bölüm

33.Bölüm

1.4K 94 5
By rmysaudade

Hellooo aşklarım biz geldik..

Bölüme geçmeden önce tek ricam lütfen oy vermeyi unutmayın.

Keyifli okumalar!


....





Bilmemek. Bu aslına baktığında insana kafayı yedirtecek en etkili şeymiş gibi gelmiyor mu size de?

Ne doğru, ne yalnış?

Koca bir sessizliğin sonunda bile bu kadar aklımı yitirecek gibi olmamıştım.

Önümdeki beyaz sayfaya bir şeyler karalarken zihni karmakarışıktı. Sessizliği bölen kedinin mırıltısı duvar koltuğun üzerinden geldiğinde patilerinin altındaki yastıkla oynuyordu.

Tam dört gün olmuştu. Doğum günümdü, gelmişti ve geçmişti. Hiçbir şey anlamadan, sadece onun kutlamasına izin verdiğim bir gündü. Yıldırım elinde pastayla gelse dahi mide bulantısından yiyemediğim, sadece o kediye sarılarak uyuduğum gecelerden biri olarak geçmişti.

Bir isim verememiştim ona. Sadece sarılmıştım. Sanki Yusuf'a sarılır gibi uyumuştum koynunda. O uyuyamazken uyumuştum. Zalimceydi belki ama sesler vardı. Susmuyorlardı.

Yalnış yapıyordum. Hayır hayır, doğru olan buydu. Yorgundum. Ama güçlü de durmak zorundaydım. Kazanmıştım. Neden hâlâ mutlu olamıyordum? Kim söndürdü evimin sobasını, neden ısınamıyordum?

Mir miyavlama sesi duyduğumda elimdeki kalemi hareket ettirmeyi bırakarak çoktan yanıma gelmiş olan kedinin yeşil gözlerine baktım. Çok güzeldi. Kolumu uzatmadan hemen defterin üzerinden geçti ve göğsüme doğru mayıştı. Elimdeki defteri kenara koyarak koynumun üzerindeki kediye kollarımı doladım ve kafasını oraya gömerek kısık kısık mırıltılarını dinledim. Parmaklarım iki kulağının arasındaki kısımda gezinirken bu onu daha da mayıştırdı ve neredeyse uykuya dalacak gibi olmasını sağladı.

"Onunda göğsüne yattın mı böyle?" Kısık sesle sorduğum soruyla birlikte nefes alış verişlerini duydum. "Zilli seni, benden de daha güzelsin bir de."

Kurduğum cümleden sonra kendi kendime kısa bir süre için gülmüştüm.

Ardından başımı başının üzerine yaslayarak derin bir nefes aldım. Şu bir kaç günde olsa bana o kadar iyi hissettirmişti ki, en azından uykularımdan sıçrayarak uyanmıyordum artık.

Kapının büyük bir gürültüyle çalınması üzerine hızla bakışlarımı kaldırarak içime düşen korkuya rağmen sakin kalmaya çalıştım. Az öncekiyle aynı sese sahip bir darbe daha kapıya indiğinde kucağıma yatmış olan kedinin bile olduğu yere daha da sindiğini hissettim. Başını okşayarak onu iki kırlentin arasına bırakırken partileriyle yüzünün etrafını çevreledi ve yeşil gözlerinin altından bana bakmaya devam etti.

Temkinli adımlarla kapıya doğru yürüdüğümda tam önünde durdum ve delikten diğer tarafa bakındım. Bakınmamla birlikte tanıdık ses kulaklarıma dolmuştu.

"Kızım açsana kapıyı iflahımız sikildi amına koyayım."

"Küfretme lan manitamın evinin önünde."

"Müslüm açtığında seni durdurmamız lazımdı, kafamıza sıçayım."

Bekletmeden kapıyı açtığımda gördüğüm manzarayla birlikte dudakların aralanmıştı. Geçtiğimiz günler içinde tek tük gördüğüm adam Fırat Abi ve Yıldırım'ın kollarının arasında duruyordu.

"Kanka az çekil sen şunu içeriye atalım."

"Bu ne hal?"

Yusuf'un başı öne eğik durumdan bir anda diklendi ve baygın kahverengi gözlerle yüzüme bakmaya çalıştı.

"Evime geldim sonunda."

Ne kadar sarhoşmuş gibi görünse bir o kadar da kendind gibi duruyordu.

"Ortalığı kattı birbirine, biz de mecbur sana getirdik Mihri. Kusura bakma rahatsız ettik bu saatte."

Bakışlarım Fırat Abi'ye döndü. Anca algılarım yerine gelirken kapıdan kenara çekildim ve geçmeleri için asn sağladım.

"Önemli değil abi, geçin siz."

Yusuf, sessizce beni izlerken bakışları durgunlaştı. Kapıyı kapayarak arkalarından ilerledim ve odaya girdim. Odaya girdiğim gibi gördüğüm manzara bedenimi olduğum yerde duraksamasına neden oldu. Kedi koltukta yayılarak oturmuş Yusuf'a sokulmuş ve başının uzerinde duran eline doğru kendini sevdirmeye başladı. Yusuf, yüzünde yavan bir gülüşle başını arkaya yaslamış kısık kahve gözlerini ona indirmiş bir şekilde bakıyordu.

"Biz gidelim artık Mihri."

Bakışlarımı Fırat Abi'ye çevirdiğimde onu başımla onaylayarak kapının önüne kadar yürüdük. "Bu arada," diye söze girdiğimde ayakkabılarını giyerek dikkatlerini bana verdiler. "Yağız Seyit'ten ayrılmak istemiyor sanırım. Okullar da başlayınca alamadım yanıma. Bir rahatsızlık vermiyor size umarım."

Fırat abinin kaşlarının catıldığını fark ettim.

"Ne rahatsızlığı verecekmiş el kadar çocuk. Sen o konuya fazla takılma. Hayde kaçtık biz."

Fırat abi bir cevap beklemeden merdivenleri inerken arkadaşımla baş başa kalmıştık. Ellerini cebine koymuş bir sekilde beni izlerken en sonunda pes etmiş gibi, "Valla bana kalsa eve giderken bir çöp kovasına bırakırdım bu herifi." Diyerek kendini açıklamaya çalıştı. "Dua etsin abisi vardı."

"Keşke bu kadar temkinli davranmayı o sarhoş olurken de gösterseydin."

"Beter olsun hamsi kafalı. Hak etti hi duruma gelmeyi."

"Neyse, git sende. Bekletme Fırat Abi'yi."

Ardından iyi geceler dileyip merdivenleri hızla inmeye başlarken içeriye geçtim ve kapıyı kapadım. Bir süre onun varlığının az önce oturduğum kanepenin üzerinde olduğunu düşündükçe içeriye girmek zorlaştı. Yine de kendimi yaslandığım kapıdan ayırarak hareket ettim ve oturma odasına yöneldim. İkisini az önce bıraktığım vaziyette görünce istemsizce gülümsedim. Varlığımı o saniyeler içinde farketmiş olacak ki, Yusuf kısık gözlerini kedinin üzerinden alarak bana doğru çevirdi.

Ellerim iki yanımda ne yapacağını bilemez şekilde pijamama sürtündü. Yusuf, bunu kolayca anlamış gibi yüzünde bir gülümseme belirdi.

"Bir isim bulabildin mi?"

Kediyi kastederek konuştuğunu anladığımda hemen çaprazındaki tekli koltuğa oturdum ve ellerimi birbirine kenetleyerek masanın üzerindeki biblolarla oynayan kediye baktım. "Bu işi sahibinin yapması gerek diye düşündüm."

Bakışlarım hâlâ kedinin üzerindeyken yayvan bir şekilde oturduğu yerde doğrulduğun hissetsem de dönüp bakmayı tercih etmemiştim.

"Bizi tek bir kişiden kendimize bölüyorsun."

Sanırım yalnış değildi ve yaptığım tam olarak buydu, niyetim özel olarak bir çaba içine girmek olmasa bile.

"Çabalamak derken kapımın önüne zil zurna sarhoş gelmeni kastetmiyordun, değil mi?"

Söylediği şeye karşı tamamen kayıtsız kalmam sinirlerini bozmuş gibiydi. Kollarını dirseklerine dayayarak kendine gelmeye çalışırken gözleri az da olsa kendilerini belli ediyordu artık.

"Uzaktan kokun gelmiyordu."

Kurduğu cümlenin üzerimde bırakacağı etkiden o kadar emindi ki, sadece izlemekle yetinmişti. Bir şey söylemek yerine başımı çevirerek odanın diğer etrafında gezdirdim gözlerimi. Onu yok saymanın bu odada kendimi yok saymaktan farkı yoktu. Yine de bunu yapmış mıydım? Evet.

"Uyuyalım mı?" Sanki bana uyuyalım mı değil de, artık nefes alalım mı diye bir soru sormuştu. "Doğru ya," diyerek dudaklarının yanında alaycı bir gülümsemeyle devam etti. "Sen zaten uyuyabiliyordun. Kapına, beni de o uykularına ortak et diye gelen benim."

"Sarhoş birine göre fazla ayık cümleler kuruyorsun. Nerdeyse kandırıldığımı düşüneceğim."

"Sen, bir gülüşünle aklımı alırken öğrendim bu kafayı ayık tutmayı."

Kendini durdurmuyordu. Kalbime öyle büyük darbeler vuruyordu ki, ona karşı kayıtsız kalmak çok zordu. "Uyutacak mısın beni?" Isteğini net bir şekilde yenilerken yorgun gözlerine baktım.

"Sence seni uykusuz bırakmayı istiyor olabilir miyim?"

"Ama bıraktın. Uykusuz kalmak da sorun değil, daha kötüsü sensiz kaldım."

"Benim hayal kırıklığı, ya da en basitinden kırılmaya hakkım yok mu?"

Sorduğum soruyla birlikte kahverengi gözlerinin büyüdüğünü gördüm. Adem elması ağır bir şekilde aşağı yukarı hareket ederken yutkundu. "Ben beklemediğim bir durumla karşı karşıya kaldım ve sadece kırıldım, hayal kırıklığı yaşadım. Seni uykusuz bıraktım diye sorgulanacaksam, bana hissettirilen duyguları ben kimden sormalıyım?"

"Sensiz bir hayatın içinde olmak zor Mihri."

"Benim bunu çok kolay bir şekilde yapabildiğimi mi sanıyorsun?" Sorduğum soruyla birlikte gözlerini bir kaç saniye kapalı tuttu ve tekrardan radarına beni aldı. "Herkesin acıdan kaçma şekli farklıdır. Önceden, babam canımı yaktığında başlarda acıdan uyuyamazdım." Kurduğum cümleyle eş zamanlı olarak çenesi kasıldı. "Sonradan işe gitmem gerekiyordu, kardeşim ve anneme verdiğim söz için devam etmem gerekiyordu ve dişlerimi sıka sıka uyumayı ögrendim bende. Uyumaktan başka çarem yoktu çünkü. Acıdan kaçmanın yolunun uyumaktan geçtiğini çok erken öğrendim. Yusuf, bana canım yanıyor diye ağlama fırsatı verilmedi."

"O adamı dövdüm diye pişman olmamam için bana nedenler veriyorsun."

Yüzüne inanılmaz bir ifadeyle baktım.

"Seni onu dövdüğün için suçlamıyorum, sorun bu mu sanıyorsun?" Sessiz kalmayı tercih ettiğinde devam ettim. "Sorun onun oyununa gelmiş olmandı, sorun zamanlamaydı Yusuf. Yoksa o bunu hak etmişti, o bir kere bile olsa biri tarafından dövülmenin, aşağılanmanın ne demek olduğunu bilmeliydi."

"Her şeyi birlikte planlamışlar," diyerek dudaklarını aralarken sesi oldukça net çıkıyordu. Yarım saat öncesine kıyasla daha çok kendinde gibiydi. "Yekta. Babamın köye gelmesi, mahallelinin arkamızdan yaptığı dedikodu, Gazel mevzusu son nokta zaten."

"Rahat durmayacaklarını biliyorduk."

Tekrar ortamı bir sessizlik kapladığında çıkan tek ses odada dolaşan kediye aitti. Yusuf sırtı kanepeye yaslı şekilde oturmaya devam ederken bakışları kilitlediği avuçlarından tekrar bana doğru kaydı ve yakalanmamla birlikte gözlerimi ondan çekme gereği duysam da bunu yapamıyordum.

"Benimle konuşurken ki o mesafeli ses tonunu aşamıyorum. Burada olmamdan bu kadar rahatsız mısın?"

"Hayır." Diyerek net bir şekilde verdiğim cevabı beklemiyor oluşu yüzünün ifadesinden okunuyordu. "Sen hâlâ benim sevdiğim adamsın Yusuf. Sen hâlâ aynaya baktığımda gördüğüm kişisin. Bu o kadar kolay değişebilecek bir şey değil. Sadece benimde aşamadığım şeyler var."

Ilk kurduğum cümlede gözlerinde gördüğüm o parıltı son kurduğum cümlelere doğru yavaşça solmuştu. Bunu izlemek bile nefesimin sekteye uğramasına yetiyordu. Ne diyeceğini bilemez bir şekilde kanepede oturmaya devam etti bir süre. Bakışları arada odanın içindeki kedide dolaştı ve üzerimde çok kısa bir an tutarak kapadı. Uyumadığını belli eder derecesinde kahvelerini tekrardan ortaya çıkarırken dudakları bir şey söylemek için aralık duruyor fakat buna engel olan o şeye bir türlü karşı koyamıyordu.

Benimde karşı koyamadığım şeyler vardı. Ona karşı duyduğum özlem gibi, onun kolları, onun nefesi gibi. Bu hislerle birlikte oturduğum yerden kalkarken anlamış gibi başını yasladığı yerden doğrulttu ve kahverengi yorgun gözlerle beni izledi. Hiç düşünmeden elimi ona doğru uzattım. Kahveleri yüzümden uzattığım elime doğru kaydığından oturduğu yerde diklendi ve bir cevap bekler gibi yüzüme baktı.

"Ben çok uyudum, biraz da seni uyutalım."

Hafif tebessümle kurduğum cümleyle birlikte gözbebekleri büyüdü. Hâlâ havada boş bir şekilde uzatılan elime bakarken bir süre sonra sanki tutmayacağını düşünmüştüm ki, o tanıdık his bedenimi ele geçirdi. Soğuk elinin dokunuşunun avucumda bıraktığı his bütün bedenime bir uyarı vermişti sanki. Yusuf, tuttuğu elimden destek alarak ayağa kalktı ve yürümeye başlarken peşimden geldi. Kalbim, en büyük savaşın ortasındaymış gibi kuvvetli darbelerini göğüs kafesime indirmeye başlamıştı.

Yatak odasına girdiğimizde elimi elinin arasından kurtararak üzerimdeki salaş hırkayı çıkardım.  Beyaz şortum ve beyaz salaş tişörtümle birlikte ona bakarken üzerindeki kot ceketi kollarından sıyırarak kenara bıraktı. Siyah tişörtü ve kot pantolonuyla birlikte kaldığında hareket ettim ve kıyafetlerinin olduğu bölmeden pijamasını ve yeni bir tişörtü ona doğru uzattım. Bakışları avucumda tuttuğum kıyafetlere dokunduktan sonra onlara karşı bir hamlede bulunmadan gözlerini gözlerime çıkardı.

"Sadece yuvamın sıcaklığını istiyorum, mümkün mü?"

Mümkün müydü? Olmalıydı. Çünkü benim de o sıcaklığa ihtiyacım vardı.

Bir şey söylemeden elimdeki kıyafetleri yerine geri koydum ve tekrar ona doğru döndüm. Elleri sırtına gitti ve tişörtünü sıyırarak bedeninden ayırdı. Kemerinin tokasıyla uğraşırken ona sırtımı döndüm ve yatağa doğru ilerleyerek üzerindeki dağınıklığı toparlamaya çalıştım.

Onu çok özlemiştim. Onu o kadar özlemiştim ki, bütün hücrelerimle dönüp ona sıkıca sarılamamak için verdiğim savaşı hiçbir şeyde vermemiştim. Çarşafı kaldırarak yastıkları altına koyduğumda bileğimin aynı soğuk el tarafından kavranmasıyla duraksadım. Bedenim, küçük bir yönlendirme sonucu tekrardan ona doğru döndüğünde yüzüm göğsüne denk düştü. Çıplak teninin gözlerimin önündeki görüntüsünü yok saymaya çalışırken Yusuf'un bileğimdeki eli yavaşça hareket etti ve parmaklarını tenime sürterek kolumda gezindi.

Ona izin veriyordum. Bunun farkındaydım. Bu izni veriyordum çünkü ona karşı olan ihtiyacım beni bitiriyordu.

Salaş tişörtümün içine ne zaman girdiğini bilmediğim avucu yavaşça çıplak belimde kendine yer edinirken bedenim titredi. Yusuf, bunu fark etmiş olacak ki belimdeki elinin yönlendirmesiyle bedenimi bedenine yasladı. Hiçbir şey söylemeden göğüslerimizi birleştirdi ve başını yavaşça boynuma gömdü. Boynumun üzerine düşen sıcak nefesi nefes almamı zorlaştırırken tutuşu o kadar varla yok arasıydı ki, istesem bir çırpıda onu itebilir ve bu temasi kesebilirdim. Yapmadım.

Aksine, yanağımı çıplak göğsüne sürterken alkolle karışık alabildiğim kokusunu içime çektim. Bunu fark etmiş gibi belimdeki eli uyarı verdi ve yavaşça tenimin üzerini okşadı.

"Şimdi ölebilirim." Bedeni bedenime yaslı bir şekilde dururken beklemediğim bir anda kollarını hareket ettirdi ve belimi kavradı. Tamamen onun kolları arasında kaybolurken boşta kalan kollarımı ona tutunmak adına kollarına sardım. Bedenimi o kadar sıkı kavrıyordu ki, tutuşunu azcık gevşetse sanki kaybolacaktım. "Yaşıyorum, şimdi ölürüm de."

"Öyle deme."

"Özledim öyle sikik bir kelime kalıyor ki hissettiklerimin yanında. Sensiz Yusuf Karadağ bi sike yaramıyor."

"Yusuf, sussana."

Boynumda derin bir kokuyu içine çektikten sonra nefesini vermeyi reddedecek derecede bekledi ve sonradan nefes sesi duyuldu.

"Mihri." ismimi söylerkenki ses tonu oturup saatlerce onu sevmek istememe neden olacak derecedeydi. "Hm?" Diyerek dudaklarımın arasından yanıtladım onu. Başını başıma doğru yaslarken, "Uyutsana beni," diye bir çocuk edasıyla konuştu. "Yoluna köpek olduğum sevdanın koynuna yatırsana beni."

Kurduğu her cümle zihnimde yeni bir oyuğun açılmasına neden oluyordu. Unutmayacaktım. İstesem de bunu yapamazdım.

Kollarındaki tutuşumu belli ederek bedenini bedenimden ayırdığımda karşı karşıyaydık. Yüzlerimiz o kadar yakındı ki, burunlarımızın ucu birbirine değecek derecedeydi. Gözlerine baktığım saniyeler birbirini kovalarken belki de ilk defa bastıramadım o sesleri bu gece ve yaklaşarak elmacık kemiğinin üzerindeki ize dudaklarımı hafifçe bastırdım. Bir iki saniye sonra ayrıldıktan sonra gözleri gözlerime tutundu.

"Içim gidiyor amına koyayım, hak ediyor muyum ki?"

"Uyuyalım," diyerek sorduğu soruya bir yanıt vermeyi erteledim. Yatağa doğru ilerledim ve her zamanki tarafıma geçerek yanımdaki kısmın çarşafını da yukarı kaldırdım. "Gel."

Sanki bu telkinimi bekliyormuş gibi bedeni hareket etti ve kaldırdığım çarşafın altına girdi. Çıplak bacakları dışarıda kalırken yatar pozisyona geldim ve ona sırtımı döndüm. Yusuf'un arkamda hareket etmeden durduğunu anladığımda elimi geriye doğru uzattım ve tutabildiğim kolunu hareket ettirerek belime sardım. Kolu konumladığım yerde kendini iyice belli etti ve arkamdaki yerini çok geçmeden aldı.

Saçlarımın arasına vuran sıcak nefesiyle birlikte sıkıca elimi kavradı ve bedenimi bedenine bastırdı. Bedeninden gelen sıcaklığı kabul ederek kendimi uykunun kollarına bırakmaya çalışırken kulağıma doğru o gece son kez fısıldadı.

"Geçti belki ama iyi ki doğdun Mihri. Hiçbir şeyim olmasa da olur, sen iyi ki doğdun içimde. Bir çocuğu büyütür gibi seninle tekrardan doğacağız bu hayata. Söz Mimoza Çiçeği, söz."

🛶

Sıcaklığı hissediyordum. İçi boş bir sıcaklık olurdu, bedeniniz ısınsa bile içinizdeki soğuk odaya bir türlü kibrit çakamazdınız. Şimdi öyle değildi. Hiç değildi.

Ensemdeki saçların nemini oraya vuran sıcak nefesten anlayabilmiştim. Odanın ortasına vuran güneş ışığı yüzümde bir tebessüm oluşmasına neden oldu.

Yusuf'un hemen göğsümün altında birleştirdiği ellerimiz dün geceden beri aynıydı. Sıcaklığın verdiği etkiyle bütün teri bedenimin her yerinde hissetsem bile ondan ayrılmak istemedim.

İşe yeni alınan elemanla birlikte mekanın rahatlamasıyla birlikte bugün işe gitmeyeceğimi hatırladığımda bu yataktan akşama kadar hiç kalkmama isteğim içimde daha da körüklenmişti.

Yusuf'un arkamda hareket ettiğini hissettiğimde enseme küçük bir buse kondurdu. Bununla birlikte başımı oynatarak ondan uzaklaştırmaya çalışırken aynı anda bedenini oynattı ve dudaklarının arasından homurdandı.

"Terliyim, girme dibime."

"Uzak durmam için yeterli bir sebep gibi gelmedi bana."

Aynı anda belimi de sıkıca kavrayıp kendine yaslarken tekrardan onun tarafından yeniden abluka altına alınmıştım.

"Yusuf, sen de terlisin. Yapış yapış olmuşuz bıraksana."

Kurduğum cümlenin hemen ardından belimdeki kolunun gevşediğini hissettim. Bununla birlikte tam yattığım yerden doğrulmak için hareket etmiştim ki kolumun kavranmasıyla tekrar yatağa düşmüştüm. Gözlerimi araladığımda odağıma giren Yusuf'la birlikte yutkunmaya çalıştım. Yüzü, yüzüme yakın ve yan dönmüş bir şekilde duruyordu. Kahverengi gözleri büyük bir şeyi inceliyormuş gibi yüzümün her kısmında gezinirken, "Günaydın." Diyerek konuştu.

Sabah uyandığındaki sesinin tonu aklımın bulunmasına yetiyordu. Yine de buna rağmen kendimi bozmayarak, "Bıraksana," diye telkinde bulundum. "Banyo yapacağım."

"Senden iğrenecek değilim."

Gözlerimi devirerek yüzüne bakmaya devam ettim.

"Bende sen iğreneceksin ya da iğrenmeyeceksin diye banyo yapacak değilim. Kendim rahatsız olduğum için yapacağım zaten, bırak şimdi."

"Tutmuyorum ki." Dişleri gözükecek şekilde gülerken daha fazla o şekilde durmadan yattığım yerde doğruldum.

"İşe gidecek misin bugün?"

Yataktan kalkarak odanın perdesini çekip camı sonuna kadar açarken ışığın iyicene içeriye girmesine izin verdim.

"Hayır, evde çizim çalışacağım biraz."

Sessiz kalarak hareketlerimi izlerken aynanın önündeki tokayla nemli saçlarımı toplayarak yukarıdan tutturdum.

"Kalayım mı? Modelin olurum."

Söylediği şey dudaklarımda bir gülümseme oluşmasına neden olmuştu. Aynanın önünde işimi hallederek ona doğru döndüğümde terden parlayan üst gövdesine dikkatimi vermemeye çalışmıştım. Ne kadar başarılı olabildiğim ise tartışılırdı.

"O tarz bir çizim yapmayacağım."

Aynı anda odanın kapısından içeriye giren kedi hiç düşünmeden kendini Yusuf'un kollarına atarken Yusuf buna hazırlıksız yakalansa da kolay toparlamıştı.

"Gel bakalım tüy yumağı."

Kolları arasındaki kedi göğsüne doğru mayışırken ve Yusuf gülümseyerek onu severken bu görüntü karşısında içim sıcacık olmuştu. O kadar güzel görünüyorlardı ki, bu anı hep aklımda tutmak ve özledikçe oradan çıkarıp tekrardan böyle hissetmek istiyordum.

"Özledin mi beni kız? Daha bir mayıştın kollarımda." Dikkatini tamamen kediye vermiş bir şekilde konuşmaya devam ederken terimin üzerimde kurumasına izin vermeden kendimi banyoya attım.

Ilık suyun altına girerek ıslaklığın bütün bedenime yayılmasına izin verirken içeride Yusuf'un olduğu gerçeği dudaklarıma bir tebessüm oturttu. Bir yanım ona ne kadar kırgın olsa da diğer yanım sapasağlam, hiç darbe almamış gibi ona sarılıp öpmek istiyordu. Kendimle çelişiyordum ve bu hiç benlik değildi.

Benim için her zaman siyah ve beyaz vardı. Her şey netti, gözlerimle gördüğümü inkar edemeyeceğim seviyeye geldiğimde öğrenmiştim bu iki rengi. Şimdi Yusuf vardı. Onun fırtınalı karadenizinin gökyüzünden rengini kattı araya. Anlamadım. Ben anlamaya kalkışana dek o çoktan karışmıştı bana.

Tenimin üzeri kızarana dek lifi bedenime sürttükten sonra durmam gerektiğini anlamıştım. Beyaz bornozu üzerime geçirip havluyla da saçlarımı başımın üstünde topladıktan sonra dışarıya çıktım. Hemen odama girdiğimde tanıdık bir manzara beklerken, dağınık bırakıp çıkmamın aksine toplanılmış bir manzara beni karşılamıştı.

Oda hava almış bir şekilde ferah kokarken toplu görüntüsü daha iyi hissettirmişti. Mutfaktan gelen sesler üzerine odanın kapısının önünden dönerek salonu geçtim ve ahşap kapının önünde durdum. Yusuf, ısıtıcıda kaynattığı suyu demliğe dökerken seslenmek için işinin bitmesini bekledim. Bu sırada tezgahın üzerindeki kedi gözlerini bana dikmiş bir şekilde miyavlamaya başlarken kaşlarım çatıldı.

"Onu ele verdin, sadece sırtımı dikizlemeyi seviyor."

Yusuf'un kelimeleri karşısında, "Hiç de bile." Diyerek onu yalanlamam daha çok hoşuna gitmiş gibi güldüğünü işitmiştim. "Banyodan çıktığımı haber verecektim, girebilirsin."

Elindeki peynir parçasını kediye uzatırken, "Şunları halledeyim geliyorum." Diyerek geniş sırtı dönük bir şekilde konuşmaya devam ediyordu. Belinin hemen üzerinde neredeyse düştü düşecek olan siyah pijamasıyla birlikte ağırlığını tek ayağı üzerine vermiş bir şekilde duruyordu. Bu görüntü kimin aklını bulandırmazdı ki?

"Üzerimi giyeyim, sen duştan çıkana kadar hallederim ben. Gir sen."

Elinin hareketlerinin duraksadığını görmüştüm. Aynı anda bedeni hareket etti ve sırtının yerini bu defa göğsü almıştı. Hiç dönmeseydi daha iyidi. Bakışları üzerimdr gezindi ve bunu dakikalara yaymadan önce yaslandığı tezgahtan ayrıldı ve yanımdan geçerek banyoya girdi. Bakışlarımız hâlâ tezgahın üzerinde duran kediyle birbirine tutunduğunda gözlerimi kıstım.

"Ne ele veriyon hemen? İki baktıysak ne olmuş yani? Hemen bi miyavlamalar falan." Aynı şekilde tekrardan yüzüme karşı miyavladı. "Kızım o adam benim ayağını denk al, çok sesin çıkmaya başladı."

Az öncekine kıyasla daha büyük bir tonda miyavladı. O an söylediklerimi anlamış gibi daha fazla karşısında durmayarak odaya topukladım.

Dolaptan çıkardığım beyaz iç çamaşırları üzerime geçirdikten sonra askılı yoz pembe tonunda elbisemi de giyindim ve aynanın karşısına geçtim. Saçlarımdaki havluyu çözerek ıslaklığını bir miktar da olsa giderdim ve tarakla açtıktan sonra gelişi güzel omuzlarımdan aşağıya bıraktım. Çok geçmeden dalgalı hallerine döneceklerini biliyordum.

Oturduğum yerden kalktım ve mutfağa geçtim. Kedinin ortalıklarda olmadığını fark edince bakınsam da bir yerde göremedim. Kahvaltı işine devam ederken hoşlanılan yumurtaları ve kahvaltılıkları balkondaki masanın üzerine bıraktım. Onunla en son kahvaltı edişimizin üzerinden haftalar geçmiş olmalıydı sanırım.

Her şeyi özenle hazırlayarak masaya koyduktan sonra banyo kapısının açılıp kapanan sesini işittim. Kahvaltı işi neredeyse taman olduğunda kedinin mamasını alarak kabına koydum ve ardından suyunu değiştim. Ben su kabını yerine koyarken ağzındaki kağıt parçasıyla odadan çıkan tüy yumağıyla karşılaştık. Neyse ki ağzında tuttuğu kağıt tamamen boştu. Kabının dolu olduğunu gördüğünde kâğıdı bir çırpıda yere atarak önce suyuna doğru yöneldi ve pembe dilini dışarıya çıkararak doyasıya içti.

"Benden daha iyi baktığın kesinleşti." Yusuf'un sesiyle birlikte adım sesleri de bedenini takio etti. Eğildiğim yerden kalkarken havluyla birlikte saçlarını kurutmaya devam ediyordu. "Yine de beni senden çok sevdiği kesin."

"Sahibi sensin diye olabilir mi?"

Omuz silkerek sevimsiz bir şekilde gülümsedi ve elindeki havluyu koltuğun kenarına koyduktan sonra balkona geçti. Gözlerimi devirerek arkasından masaya doğru yürüyeceğim sırada kulağıma dolan telefonun zil sesiyle duraksadım. Odaya yönelerek komidinin üzerinden telefonu aldığımda Gazel olduğunu gördüm.

"Efendim Gazel."

"Evde misin?" Sesinin titrediğini anladığımda kaşlarım çatıldı.

"Evet, ne oldu? Sen iyi misin?"

"Gelince konuşuruz, birazdan orada olurum."

Telefonun sinyal sesi aramıza düştüğünde içimdeki karmaşık hisle içeriye geçtim. Yusuf, balkonda sandalyesine yaslanmış bir şekilde sokağı izlerken karşısına oturdum.

"Kiminle konuştun, yüzün düşmüş."

"Gazel," diyerek derin bi nefes verdim. "Bir sorun var gibi, sesi iyi gelmiyordu."

"Yıldırım'ı arayayım, öğreniriz."

Telefonunun ekranında gezinen parmakları aralanan dudaklarımla duraksadı.

"Geliyor zaten şimdi. Kendi anlatır."

Elindeki telefonu bir süre öylece tuttuktan sonra masanın üzerine bıraktı. Kafamda binbir çeşit senaryo dönüyordu. Bunların en başını hep Yekta'lı konular alıyordu.

Zilin sesi net bir şekilde duyulduğunda oturduğum sandalyeden hızla kalkarak kapıyı açtım. Açtığım gibi Gazel kollarını sıkıca boynuma doladı ve kısık iç çekmeleri duyuldu.

"Her şey mahvoldu Mihri, her şey mahvoldu."

Kollarının tutuşunu sıkılaştırırken sırtını sıvazlayarak onu rahatlatmaya çalıştım.

"Önce bir içeri geçelim, konuşalım olur mu? Ağlama."

Kurduğum cümlenin bir kaç saniyesinden sonra kollarını boynumdan çözdü ve usulca başını salladı. Hemen ardımdaki kişiyi görmesiyle birlikte yanaklarındaki ıslaklığı silerken içeriye adımladı.

Yusuf kapının önünde benimle birlikte kaldığında, "Ben konağa geçeyim." Diyerek askıdaki ceketini aldı. Kapıyı açarak ayakkabılarını giyerken, "Akşama istediğin bir şey olursa yaz." Diyip vereceğim cevabı beklemeden merdivenlerden indi. Arkasından bakakalırken kapıyı yavaşça kapadım ve mama kabının hemen yanında yerde yayılarak uyuyan kediye gülerek baktım.

Daha fazla Gazel'i bekletmeden içeriye geçtiğimde koltuğa oturmuş bir şekilde önündeki bir noktaya odaklanmış olduğunu gördüm.

"Ne oldu? Anlat hadi."

Gözlerini diktiği noktadan ayırmadı ve dudaklarını aralayarak, "Okul işime son vermeyi düşünüyor." Diye konuştu.

"Neden durduk yere böyle bir şey yapsınlar ki?"

Bakışları sonunda sorduğum soruyla birlikte bana doğru döndü ve kızarmış mavi gözleriyle bana baktı. "Veliler ölmek isteyen birine çocuklarını emanet etmek istemiyorlarmış."

Açılan konuyla birlikte gözlerimi yavaşça kapayarak geri açtım. Aramızdaki boşluğu daha da kapatıp kollarımı bedenine sardım. Anında karşılık vererek kafasını göğsüme yakın bir yere yasladı ve kısık bir şekilde ağlamaya devam etti.

"Geride kalmış bir şey bu, sakın bunun için kendini bunaltma. Her şeyi halledeceğiz tamam mı?"

"Geride kalmıştı, evet."

Geçmiş zaman eki kullanması sarılı kollarımı bedeninden çekerek yüzünü avuçlarımın arasına alıp ona bakmama neden olmuştu. "Geride kaldı Gazel. Bu olan sadece bir tökezleme. O günlerin geride kaldı ve ben yanında yoktum, şimdi varım. Ve söz veriyorum düzelteceğiz."

Yanaklarındaki ıslaklığı silerken, "Halledebilecek miyiz gerçekten?" Diye büyük bir hevesle sordu. Başımı aşağı yukarı salladığımda sanki beklediği buymuş gibi kollarını tekrardan bedenime sardı.

Aramıza giren midemin sesiyle birlikte hazır olan kahvaltı masasına bu defa Gazel'le oturmuştuk. Kediyi gördüğünde gözlerine inanamamış ve kucağına alıp bir süre sevdikten sonra sorguya çekilen kişi olmuştum. Dün Yusuf'la aramızda geçenleri kısa bir özetle anlattıktan sonra imalı bir şekilde gülmüş ve yüzüme bakmıştı.

"Barıştınız yani?"

Labneden büyük bir çatal alıp ekmeğimin üzerine sürerken, "O yoldayız diyebilirim." Diye cevap verdim. "Hâlâ Erzurum'da geçirdiğim günlerin zorluğunu hatırlıyorum ama o da Yusuf işte."

"Çok aşıksın."

"Sen sanki değilsin."

Gülerek yüzündeki ifadeye bakarken bir şey söylemeden kahvaltısını etmeye devam etti.

"Nasıl gidiyor?"

Çayından bir yudum aldıktan sonra sandalyede arkasına yaslandı.

"Her şey yavaştan gidiyor ve bu çok güzel hissettiriyor. Gerçek anlamda."

"Sizin adınıza sevindim, cokda yakışıyorsunuz zaten."

Gazel kurduğum cümleye gülümseyerek karşılık verdikten sonra kahvaltı işini bitirip bulaşıkları da hallettikten sonra odaya geçmiştik.

"Bu kedi artık senin mi yani?"

"Öyle görünüyor ama asıl sahibi her zaman Yusuf olacak gibi."

"Lütfen bana kediyi kıskandığını söyle de şu yere kendimi ata ata güleyim."

"Onu gördüğünde kucağına nasıl atladığına şahit olsan bana hak verirsin." Gözlerimi devirerek önümdeki deftere geri döndüm.

"Resim işi nasıl gidiyor?"

Önümdeki boş sayfayı gösterdim.

"Alıştırmalara devam."

"Hâlâ ne üzerine yapacağına karar vermedin mi?"

Başımı olumsuz anlmda iki yana sallarken daha fazla bir şey söylemedi. Kendi kendime bir şeyler düşünmeye devam ederken Gazel'de telefonundan bir şeyler bakındı.

Kalemi gelişi güzel sayfada gezdirdiğim süre boyunca en sonunda bunalıp bir kenara bırakmıştım. Sergi Aralık ayındaydı ve ben, gerçekten gergin hissediyordum. Bir şekilde başaracağımı biliyordum ama zihnim sanki durmuş gibi hiçbir şey üretmiyordu.

"Yaren'in verdiği yemek nasıl geçti?"

Gazel elindeki telefonu bırakmış bir şekilde bana doğru dönerken bunaldığımı anlamış gibi bir konuyla gülümseyerek baktı yüzüme.

"Gergindi. Yusuf'la Mahir Bey'in arasında her an bir kıvılcım çıkacak gibiydi."

"Babasının Yekta'yla bu kadar haşır neşir olmasını beklemiyordu. Beni bulduğu geceyi Yekta'yla paylaşmış olmak ve oğlu üzerine bir anlaşma yapmak, bunların hepsi ona ağır gelmiş olmalı. Sizin durumunuz da ortada."

"Her şeyin farkındayım, o gece de ne kadar zorlandığını gördüm. Bilmiyorum Gazel her şey bok yoluna gidiyor gibi hissediyorum bazen."

Aramızdaki mesafeyi sıfıra indirdi ve yanıma yaklaştı. Eli bacağımın üzerinde dururken destek çıkmak adına varlığını hatırlattı.

"Böyle hissettiğin çok daha zaman olmuştur eminim, ama bak hepsi geride kaldı. Bu günlerde geçecek."

Öyleydi, haklıydı. Kendi yeterince bir çıkmazın içindeyken bana böyle cesaret vermeye çalışması hissettiğim bütün duyguları yavaşça siliyordu bedenimden.

"Ne yapalım? Canım çok sıkıldı."

"Benimde, çizim yapmak istemiyorum."

Kedi, evin içinde gezinmeye devam ederken, "Film izleyelim mi?" Diye konuştum.

Hevesle başını salladığında kalktım ve odanın perdelerini çektim. Heyecanla bana bakıp gülümerken televizyonu kendi internetime bağladım ve uygulamaya girerek kumandayı eline bıraktım. Gazel filmi seçinceye kadar mutfağa girdim ve çekmeceden iki çeşit cips çıkardıktan sonra içecekleri de bardaklara boşaltarak hepsini bir tepsiye koydum. Ardından içeriye geçtiğimde Gazel'in ekranda tutarak beni beklediği filme baktım.

"Bunu kar yağarken izlemeliyiz, şimdi olmaz."

Puflayarak Harry Potter serisini geçtikten sonra yabancı dram kategorisine girdi ve kumandayı bana bıraktı.

"Uzun zamandır film izlemiyorum, kendimi tamanen sana bırakmaya karar verdim."

Keyifle kumandayı elime alıp filmler arasında gezinirken gördüğüm seri karşısında durdum ve hevesle ona baktım.

"Hobbit mi?"

"Önyargılı olma, cidden iyi bir film. Seninle sabaha kadar seriyi bitirebilirim bile."

Kararsız kalmış bir şekilde televizyon ve benim aramda gözlerini gezdirdikten sonra ikna olmuş gibi başını olumlu anlamda salladı.

Sanki ilk defa izliyormuş gihi heyecanla oynat kısmına bastıktan sonra film başlamıştı.

O kadar heyecanlı gidiyordu ki, Gazel bir yerden sonra soru sormayı bırakmış ve halkında tek kelime etmemi istemeden filme odaklanmıştı. Filmi izlemek yerine onun bu halini izlemek daha çok hoşuma gitmişti.

"Throin Meşekalkan'ın karizmayı ben kafamda mı kuruyorum yoksa gerçek mi?"

Sesli bir şekilde gülere filmu izlemeye devam ederken, filmin bitişine kadar ağzından throin ismini düşürmemişti. İkinci filmin de sonuna geldiğimizde saat o kadar hızlı geçmişti ki perdeleri kapatışımızdan dolayı havanın ne kadar karardığından haberimiz yoktu.

Telefonun ekranına baktığımda neredeyse dokuz olacak olan saati gördüğümde dudaklarım aralandı.

"Eee diğerine geçsene, neyi bekliyorsun?"

"Gazel, saat neredeyse dokuz olmuş."

İfadesiz bir yüzle beni izledikten sonra inanmamış gibi telefonunu eline alarak ekrana baktı.

"Hiç farkına varmadım ya."

"Hayret, hiç de belli etmedin."

Gülerek karşılık verdi ve Yıldırım'a gelip onu alması için kısa bir mesaj çekti. Ardından birlikte ortalığı toplayarak uyku modundan çıkmaya çalışırken kediyle biraz vakit öldürmüş ardından da koltukta yanımdaki yerini almıştı.

"Okul işini hep birlikte bir konuşalım, fikir edinmiş oluruz en azından ne yapacağımıza dair."

Başını olumlu anlamda sallarken gözlerindeki o üzüntü tekrar ortaya çıkmaya başlamıştı. Bedenini kollarımın arasına alarak sıkıca sarılırken saçlarının üzerine dudaklarımı bastırdım. "Halledeceğiz, güven bana."

Sarılamama karşılık vererek sardığım kollarıma tutundu ve, "Teşekkür ederim." Diyerek karşılık verdi.

Bir ses duyulduğunda kapının çaldığını sanarak ayaklandım fakat kapı çalınmak yerine geriye açılmış ve kapanma sesi duyulmuştu. Yusuf'un bedeni görüş alanıma girdiğinde artık tam karşımda duruyordu. Seri alarak verdiği nefeslerle birlikte göğsü inip kalkarken sorgular bakışlarla ona baktım.

"Bana söylemedin." Görünüşünün aksine sakin bir ses tonuyla konuşmasını beklemiyordum. Merakla, "Neyi?" Diye sorduğumda başını yana yatırarak bir nefesi dudaklarından verdi. Ardından koyu kahverengi gözlerini benimkilere kenetlediğinde dudakları tekrar aralandı.

"Gazel'in mevzusunu o orosbu çocuğundan öğrendiğini, o itin cafeye gelip seni rahatsız ettiğini! Bulduğu her fırsatta seninle konuşmaya çalıştığını söylemedin!"

Öğrenmesini zaten bekliyordum, bu tepki beklemediğim bir şey değildi. Zamanlaması hariç.

"Sadece o an öfkeyle hareket etmeni istemedim. Halledemediğim bir şey değildi."

Histerik bir gülümseme çıktı dudaklarından.

"Sence konu halledip halledemeyeceğin mi? Bu mu?"

"Konu neyse ne. Sen bana bu şekilde gelip hesap soracak bir durumda değilsin." Sözlerim onu dumura uğratmış gibi duraksadı. "Sen bana en zor yalnızlığı yaşatıp, bu şekilde bana soru soramazsın."

"Mihri, üzerime geliyorsun."

"O zaman geri adım atmayı ögreneceksin."

Tam tekrardan konuşmaya başlayacağı sırada önümde bir anda beliren bedenle duraksadım. Kapı ne zaman açılmış ve Yıldırım ne zaman ona karşı tam önümde durmuştu bilmiyordum. Her şey saniyeler içinde gelişmişti.

"Ona karşı konuşurken sesine dikkat et birader."

Yıldırım'ın sırtının arkasından Yusuf'a baktığımda beni karşılayan tek şey koyu kahve gözleriydi. Keskindi. Yine de bir adım atmıyordu. O koyu kahveler benimkilerle buluştuğunda farklı bir şekilde bakmaya başladı. Keskinliği oradaydı ama başka şeyler de vardı.

Bakışlarım o anda aşağıya doğru kayarken sıktığı avucundan parkeye damlayan kan damlalarını görebilmiştim. Dudaklarım anında aralanarak ileriyle doğru hamle yapacağım sırada Yusuf hareket etti ve hızla evden çıktı.

O, bir avcıyken bile elindeki yara ve beziyle sarmalanmak için avına gelmişti.

Bir el sızısına ağladığımız zaman geride kalmıştı. 

.....

Yazım hataları, anlam bozuklukları varsa üzgünüm çok dar bir vakitte bakamadan atıyorum.

Mihri'nin verdiği tepki çocuğunuza göre abartılı gelebilir ama umarım onun yerine kendinizi koyarak onu anlamaya çalışabilirsiniz. İkisini de çok fazla yalnış zamanlamalar takib etti aslında. Yusuf verdiği tepkide haksız demiyorum sadece ikisi adına empati yaparsanız daha doğru yorumlar ortaya çıkabilir güzellerim.

Umarım bölümü beğenmişsinizdir.

Bir sonraki bölüm tarihi 22 Ekim Pazar.

Havalar soğudu kendinize dikkat edin ve hastalanmayın sizi çok seviyom.

Continue Reading

You'll Also Like

347K 18K 35
0553******* kişisi sizi "DOLABIMDA Kİ PREZERVATİFİ HANGİNİZ ÇALDI LAN!"adlı gruba ekledi. 0537******* kişisi grubun adını "ÜZERİNDE DENEMEK İÇİN BAB...
19.2K 2.5K 23
barış alper yılmaz × semih kılıçsoy !texting "abi daha yeni bes gol yediniz bizden niye racon kesmeye calisiyorsun?"
47K 4.4K 18
talya, homofobik arkadaş grubuna sahip ipek'ten hoşlanıyordu.
35.2K 3.2K 62
*TAMAMLANMIŞTIR* *BURADA GEÇEN HEPSİ KENDİ HAYALİMİN ÜRÜNÜDÜR BAŞKA KİTAPTAN ÇALINTI DEĞİLDİR! VE LÜTFEN YORUMLARDA BAŞKA KİTAPLARDAN BAHS ETMEYİN BU...