Mazi

By Ilknnnurr

4.8K 645 1.7K

Ben Mayıs Asil Karahanlı. Yirmi yaşında, gençliğinin başında, mental çöküşün ise tam ortasında duran kız. Doğ... More

1.Bölüm: 'Vasat'
2. Bölüm: 'Umursamaz'
3.Bölüm : 'Damat Ferit'
4.Bölüm: 'Kuralsız'
5. Bölüm: 'Ebubekir Sıddık'
6. Bölüm: 'Üzüm üzüme baka baka...'
7. Bölüm: 'Sahte Hayal kırıklığı'
8. Bölüm: 'Davet'
9. Bölüm ; 'Kontrolsüz'
10. Bölüm; 'Kısasa Kısas'
11.Bölüm; 'Bencil'
12. Bölüm; 'Sözleşme'
14.Bölüm; 'Bill Gates'
15. Bölüm; 'Yükseliş'
16. Bölüm; 'Pudra Pembesi'
17. Bölüm; 'Maske'
18. Bölüm; 'Şart'
19. Bölüm; 'Vicdan Ağrısı'
20. Bölüm; 'Yanılgılar'
21. Bölüm; 'Nedeni Olmayan Nedenler'
22.Bölüm; 'Aile Trajedisi'

13. Bölüm; 'Vicdan Gösterileri'

175 27 46
By Ilknnnurr

Hellooo.

Yeni bir bölümle karşınızdayım.

Biraz ortaya karışık bir bölüm oldu. Umarım beğenirsiniz 💕💕

Yazım yanlışları için şimdiden özür diliyorum ve iyi okumalar diliyorum.

❄️

Kulak zarlarını titretecek güçte bir bağırış koptuğunda gözlerimi zorla aralayarak kapıya doğru döndüm. Kapım kapalıydı. Bu da demek oluyordu ki bağırış beni alakadar etmiyordu. Gözlerimi tekrardan yumup kaz tüylü yastıklara döşeli rahat yatağımda huzurla uyumaya devam ettiğim sırada "Mayıs Asil Karahanlı!" diye bağırdı tok bir ses. "Geberteceğim seni!"

Gürültü beni alakadar ediyormuş.

"Mayıs Asil Karahanlı!" Bu dedemin sesiydi ve yalının aşağısındaki kattan geliyordu. Buna rağmen gözlerimi açmadan geniş yatağın en köşesine kalçamı kaydırıp dudağımı büzüştürerek uyumaya çalıştım. Ne kadar başarılı oldum? Sorunun cevabını vermeme gerek dahi yoktu.

Odamın kapısı gürültülü bir şekilde açıldı. Kapının duvara çarpma sesi bütün yalı boyunca yankılandığında gözlerimi aralayıp içeriye giren Dora ve dedeme baktım. Recep İvedik'in, kuzenini koridor boyunca sürükleyip odaya soktuğu sahneyi aratmayan görüntüyle duraksarken, zorla odama sokulduğu her halinden belli olan Dora, dedemin elini omzundan itekleyip yataktaki bana mahçup bakışlarını çevirdi.

"Bilmediğini bilmiyordum." diye mırıldandı Dora. "Moruğun bildiğini sandığım için konu hakkında konuştum ama meğersem bilmiyormuş."

Dağınık saçlarımı geriye itekleyip yatakta oturur pozisyona geldim. Öfke saçan dedemin suratına kitlenerek "Ne oluyor be?" diye çemkirdim. Sesim yeni uyandığımdan ötürü çatallaşmıştı.  "Kim neyi bilmiyormuş? Ne oluyor sabahın köründe?"

"Saffar Poyraz seni mi kaçırdı?" diye soran dedem bana gerekli cevabı verdiğinde aralanan dudaklarımı kapatma gereksimi duymadan "Allah cezanı vermesin, Dora." dedim sertçe. "Allah stüdyona alevler salsın senin! Bu bilgiyi gerçekten dedeme söyledin mi?!"

"Yemin ediyorum, biliyor sandım." Dora korkuyla kollarını göğüsünde topladı. "Bilmiyormuş ama..."

"Doğru yani?" diye bağırdı dedem. "Babanın ameliyata alındığı gün seni o pezevenk kaçırdı, öyle mi?! Mayıs... Mayıs! Neden bana partideyim diye yalan söyledin?!" Alev saçan gözlerini yüzümde gezdirdi. "Neden?!"

Yeni kalktığımdan ötürü kötürüm olan mantığıma uğramadan "Eğer o adamın beni kaçırdığını söyleseydim, otoritemi kaybettiğimi sanacaktın. Ayrıca bana kendimi koruyabildiğimi söyledikten sonra kaçırıldığımı öğrenseydin, benim savunmasız bir aptal olduğumu düşünecektin." dedim. "Gerçi her şekilde bir aptal olduğumu düşünüyorsun ama neyse."

Dedem eliyle yüzünü mest ederek gözlerini benden aldığında öfkesinin boyutu beni telaşlandırmıştı. Adamın vücudu titriyordu. Gözünün hiçbir şey görmediği zaman diliminde yanında dikilen Dora "Bi kahvaltıya geleyim dedim, konu nerelere geldi." diye sızlandı. "Böyle olacağını bilseydim size değil, gey bara giderdim. Hiç olmazsa gözüm gönlüm açılırdı."

"Kes sesini." Onu susturup yataktan güç bela kalktığımda dedem "İyi misin?" diye sordu titremelerinin arasından. "Sana bir şey yaptı mı o pezevenk?"

Pembe renkli şortumu çekiştirerek "Hayır yapmadı. Sadece konuştuk." diye mırıldandım. Teknik olarak beni beş adamına öldürmeye çalışıp başaramayınca bir yılana sokturup, ormanlığın ortasına yalın ayak bıraktıktan sonra kayıplara karıştığını ve bu yaptıkları yetmemiş gibi yirmi dört saat geçmeden beni bir daha kaçırdığını ve zorla bir yerde tutmasını yok sayarsam eğer evet, Saffar bana hiçbir şey yapmamıştı. "Sakince konuştuktan sonra beni serbest bıraktı. Adam bana hiçbir şey yapmadı, dede. Sakin ol."

"Seni kaçırmaya kalkması bile onun ipini çekmem için geçerli bir neden! Benim o piçin ipini çok önceden çekmem gerekiyordu!"

Saf saf,"Ne ipi, dede?" diye sordumz

"Yoyo ipi." diye yanıtladı beni Dora. "Ay ne ipi olacak, Cemile? Adamın hayatının ipi. Moruk galiba ondan bahsediyor."

Hayatının ipi?

Nedensizce bu cümle afallamama neden olurken kendime gelme amaçlı kafamı iki yana sallayarak "Dede saçmalama!" dedim alel acele. "Saffar bize hiçbir şey yapmadı! Gidip onu benimle konuştuğu için öldürmeyeceksin herhalde?"

"Ne demek hiçbir şey yapmadı?! Babanı o hale sokan kişi kim?!" diye bağırdı dedem. Onun bağırmasıyla Dora yerinde sıçrayarak bir adım gerilemişti. "Önce oğlumu vurdurttu sonra seni kaçırdı! Bu yaptıklarının bedelini ödeyecek o piç! Rahmetli anasının hatırına ona tolerans tanıdım ama..." Sert bir soluk verdi. "Toleransları hak etmiyor! Ben ona bedel ödetmekte çok geç kaldım!"

Ne diyeceğimi bilemiyormuşçasına onun kızaran suratını incelediğimde dedem ifademi umursamadan odadan büyük bir öfkeyle çıktı ve beni, Dora ile yalnız başıma bıraktı. Gözlerim Dora'yı bulunca o da sanki bu anı bekliyormuşçasına parmağıyla kombisini işaret etti. "Nasıl görünüyorum? DJ'lerin ayarladığı bir toplantıya gideceğim de birazdan..."

Her ne kadar boktan bir durum içinde olsamda -ve küs olsak da- onu kısaca süzüp "Ceket güzel, içindeki body idare eder. Pantolon ve ayakkabı kurtarır ama o kolyeyi çıkart." diye öneride bulundum. "Kolyeyi çıkart."

Tuhaf bir dudak mimiği yaparak gözlerini devirdi.


"Ay ne yapıyorsan yap Dora. Birazdan savaş çıkacak zaten. Sen hâlâ bana kombin soruyorsun! Başlayacağım kombinini de sana da!" Yanından sıyrılıp geçtiğim sırada odamın açık kapısının önünde Apo belirdi. Olduğum yerde durup onun telaşlı suratını süzdüğümde felaket tellalı gibi "Talya hanım aşağıdalar." dedi. "Bizzat kavga çıkarmamanız için gelip uyarmak istedim."

Hay Talya'nın da...

"Sabahın köründe daha ne kadar berbat haber alabilirim?" diye hırladığımda Apo irkilmişti. "Bir durun be! Bi durun! Yeni uyandım ya! Gelmeyin üstüme!"

"Mayıs."

"Ne var?" diye bağırdım Dora'ya doğru. O an Dora hiç beklemediğim bir şey yaparak kapıyı Apo'nun suratına kapattı ve bana doğru yakışıklı yüzünü çevirerek "Regl olmuşsun." dedi kısık bir sesle. "Şortunun arkası ve yatağın belirli bir kısmı kan içinde."

Pekala. Sabahın köründe en berbat haberleri almıştım. Cidden. Derin bir nefes aldıktan sonra sakinleşmeye çalışarak(?) "İn aşağıya, beni bekle Apo!" diye tısladım ve yatağa yöneldim. "Bende diyorum iki gündür üzerimdeki bu azgınlığın temeli ne?  Meğersem malum günüm kapıdaymış."

"Sen hep azgınsın. Sadece hiç sevişmiyorsun. Salak."

"En azından ben isteyerek sevişmiyorum ya sen?" diye meydan okudum Dora'ya. "Seninle kimse sevişmek istemiyor. Ağla."

"Kes, kanlı gacı."

"Sen kes, pasif gey."

"Babandır pasif."

Dudağımı büzüştürdüm. "Babam pasif gey olabilir."

Güldü. "Git şu kanlı şortunu değiştir be! Kan banyosu yapmış Dracula gibi dolanma ortalıkta..."

"Okey." Durdum. "Kız! Allahtan, dedeme götüm dönük değildi. Adam hayatının şokunu yaşardı. Vallahi..."

Dora tekrardan güldü. "Düşünsene kanı görünce Saffar yaptı sanıyormuş falan."

"Aynen, dede. Oramdan da kanı Saffar akıttı."

Dora freni patlamış kamyon gibi bir ses çıkartıp "İnanırdı bu arada." dediğinde bende güldüm. "O saflık var deden de..."

"Aynen."

Benim için bir kardeşten öte olan Dora'dan regl dolayısıyla utanmıyordum çünkü neden utanayım? Geçmişte birkaç kez bu durum onun yanındayken başıma gelmişti ve o kardeşimin bile yapmayacağı şekilde bana destek olmuştu. Gidip markete benim için ped ve çikolata almıştı. Sıcak su torbası yapıp, gün boyu benimle kanepede uzanmıştı. Hatta bana çorba bile hazırlamıştı.

Kısacası bu konuda ve diğer konularda Dora'dan utanmıyordum.

Yatağın kanlı çarşaflarını Dora ile söküp odadaki banyoya götürerek çamaşır makinesine attıktan sonra üsten bir duş alıp hızlıca giyindim ve ped önlemini aldım. Tüm bu giyinme süresi zarfında Dora hiç konuşmadan odadaki pencereden Boğaz manzarasını izlemiş, köprünün birkaç fotoğrafını  çekmişti. Dikkatinin başka yönde olmasıyla ıslak, uzun saçlarımı taradım ve onları at kuyruğu şeklinde topladıktan sonra altımdaki siyah pantolonu çekiştirerek "Ben aşağıya iniyorum." dedim. "Kıyametin kopmasını engellemem lazım."

"O kıyamet çoktan koptu, baby." Dora tebessüm ederek bana döndü. "Neyse, onu bunu bırakta... Biz barıştık mı, kız?"

"Mecbur."

"Mecbur mu, O ne be? Sanki kafana silah tuttum, benimle barışman için... Sünepe seni!" Burnunu kıvırdı. "Off! Barıştıysak ben bu moruğun yalısında daha fazla durmak istemiyorum. Varlığımla burayı yeterince şenlendirdim zaten."

Benimle birlikte odadan çıkarken"Senin dudağına ne oldu?" diye sordu ilgiyle. "Kabuk falan bağlamış?"

"Talya yumruk attı." dediğimde merdivenin ilk basamağında durup suratını ekşitti. Söylediğim şeyin doğruluğundan emin olmak istercesine gözlerimi incelediğinde "Bu arada dedeme söyleme ama Saffar beni yine kaçırdı ve serbest bıraktı." diye mırıldandım. Dora, ikinci bir şok geliyor, diyen abla gibi dişlerini öne çıkarıp beklediğinde ekledim. "Ha bir de bir mafya babasına, onunla her hafta bir gün Müge Anlı izleyeceğime dair söz verdim. Hazır sen buradayken bunu da söyleyim de, dedikodular aradan çıkmış olsun."

Dora dudaklarını araladı, konuşamadan geri kapattı. Tekrardan aralayıp tekrardan konuşmadan geri kapattığında onun konuşmasını beklemeden "İnanç'a da biraz zaman verdim. Şu olayları atlatayım onu da oradan çıkaracağım." diye mırıldandım ve merdivenlerden inmeye devam ettim. Hemen arkamdan gelmişti. "Unutmadan söyleyeyim. Az önce gördüğün esmer, uzun boylu adam, Apo... Benim korumam olur kendisi. Ne olur ne olmaz diye bir koruma aldım. Ayrıca bir de kendisiyle bir planımız var, onu sonra sana açıklarım."

"Kız! Sadece iki gün konuşmadık! Hangi ara bunlar başına geldi? Ay!" Cıkladı. "Mayıs galiba sen yanlışlıkla Kurtlar Vadisi Pusu'nun setine düşmüşsün. Bu yaşadığın aksiyonlu hayatın bundan başka açıklaması olamaz."

"Hayat mı yaşıyorum sanki?"

"Doğru." dedi. "Bu arada bir şey soracağım. Talya sana neden yumruk attı?"

"Nedensiz."

Yalının salonun ortasında durduğumda Dora yorum yapmadan yanımda soluğu almıştı. Dedem geniş salonda yoktu fakat yan çarı ola Talya salondaydı. Yemek masasına oturmuş, kahvaltı ediyordu. Onunla yaşadığımız trajik(?) olaydan sonra yalıya gelmeye ve benim karşıma çıkmaya cesaret bulmuştu ki bu cesaretide direkt olarak dedemden alıyordu zaten.

Bunu bildiğimden ve bildiğim birçok şey daha olduğundan dolayı sadece yemek yiyen Talya'da kitlendim. Evin içinde dolan korumalar, beyaz koltuğun çaprazında dikilen Apo, arada bir yanımdan geçip giden hizmetliler bu kitlenici bakışım sayesinde o kadar sessizleşmişti ki bu sessizlik Talya'nın dikkatini çekmişti. Kafasını kaldırdı, sağ sola baktı ardından beni gördü. Durdu. Yüzünde ya da buz mavisi gözlerinde bir ifade değişikliği olmadı.

Sert, duygusuz ve acımasız bakışlarının hedefi yine ben olurken, çoğu kişinin benden beklediği şeyi yapmadım. Ona saldırmadım. Ona hakaret etmedim. Ya da onu aşağılamadım.

Gözlerimi ürpertici bir yavaşlıkla ondan alarak "Şirkete gidiyoruz, Apo." diye tısladım. "Dora'yı da toplantısına bırakacağız."

"Tamamdır, Mayıs hanım." diyen Apo'da bu sakinliğim karşısında ikilemde kalmıştı. Onları arkamda bırakarak yalının çıkışını yöneldiğimde adımlarını bana yetiştiren Apo "Dedeniz birkaç adamını alıp evden çıktı." dedi kulağıma doğru. "Saffar Poyraz'a saldıracağını düşünüyorum."

"Saffar akıllı adamdır." diye mırıldandım onun dış kapıyı açmasını izlerken. "Dedeminde aklı var ama otoritesi yok. Yanına aldığı adamları bile yönetemeyecek kadar otorite yoksunu bir adam o... Yani istediği kadar Saffar'a saldırsın. Onu öldüremez. Rahat ol."

"Ya Saffar'a saldırmazsa?" diye soran Dora sohbetimize katıldığında üçümüzde evden çıkmış, yalının önünde park halinde duran araçlara ilerlemeye başlamıştık.

"Başka kime saldıracak? Ona sinirlendi." diye homurdandım. "Dora sende mal mal cümleler kuruyorsun. Kurma. Canım sıkkın zaten."

"Onu demiyorum be." Dora gözlerini devirdi. "Deden, Saffar'dan öcünü almak için onun ailesinden birine saldırırsa, ne olacak? Filmlerde ve dizilerde hep böyle oluyor ya. Kötü adamdan intikam almak için önce ailesine sonra kötü adama saldırıyorlar. O bakımdan söyledim."

Siyah Mercedes markalı minibüsün kapısını açan Apo donuk bir tavırla "Bence Mücahit bey, böyle bir şey yapmaz." dedi. "Direkt Saffar'a saldıracağını düşünüyorum. Bu arada, memnun oldum Dora bey. Abdullah ben." 

Elini Dora'ya uzattığında Dora onun elini sıkıp salladı. "Bende memnun oldum ve bey demenize gerek yok. Dora deseniz yeterli."

"Pekala, Dora." Abdullah kafasını salladığında minibüsün içine yerleşerek "Vallahi bezdim artık." diye söylendim. "Bir olayla mücadele ediyoruz, diğer olay patlıyor. Hangisine yetişeceğim? Bende şaşırdım."

"İyi yanından bakalım, Mayıs hanım. Öfkenizi kontrol altına alabilmeniz bizi bir olayın içinde olmaktan daha kurardı." diyen Apo gülümsedi. "Talya'ya saldırmadınız bu da bir şey."

Sırıtarak "Kız yok yok. O saldırırdı da ağrısı var diye saldırmadı. Ana vatanı kan ağlıyor. Kolunu kaldıracak gücü yok." diyen Dora tam karşımdaki koltuğa oturduğunda ona cins cins bakıp "Kes sesini." dedim. "Bütün hırsımı senden çıkarırım şimdi."

Dora sustuğunda Abdullah kapıyı kapatmadan önce "Ne ağrısı?" diye sordu merakla. "Ağrınız varsa doktora gidelim mi, Mayıs hanım?"

"Ay Apo çok tatlısın ama seni yemek istemiyorum. Merak etme, ciddi bir şeyim yok. Biraz başım ağrıyor. O da geçer. Sen şoför koltuğuna ilerle hadi, canım." Onun suratına kapıyı kapatıp Dora'ya döndüm ve bacağına yapıştırdım. İnlemişti. "Sen beni çok iyi biliyorsun. Birini dövmek istesem regl falan dinlemem dalarım. Siyah kuşağım var benim!"

"Karateci olduğunu biliyorum, evet." Dora vurduğum yeri ovaladı. "Hatırlatmana gerek yoktu."

"Suskunluğum..."

"Asaletinden midir?" diye kesti sözümü.

"Hayır be. Ne arar bende asalet? Suskunluğum  doğru anı beklediğimdendir dicektim." Ofladım. "Dedem zaten bana tilt oluyor. Şimdi ben bu orospuya durduk yerde dalarsam ne olacak? Adam bana daha çok tilt olacak. Yani canım, benim Talya'ya dalmam için bir nedene ihtiyacım var."

"Doğru." dedi kapıyı açıp şoför koltuğuna oturan Apo. "Nedensiz döverse, Mücahit bey sıkıntı yaratabilir. En azından Mayıs hanımın bir nedeni olursa, az sıkıntı çıkar."

Dora, aracı çalıştıran Apo'ya bir bakış atarak "Ee? Talya nedensizce Mayıs'a yumruk atmış? Mayıs niye neden arıyor ki?" diye sordu ve o an bana büyük bir aydınlatma(!) yaşattı. Aydınlanmanın getirdiği hırsla tam araçtan Talya'ya yumruk atmak için inecektim ki "Mayıs hanım eğer şimdi şiddete başvurursanız, dün gece oluşturduğumuz planın bütün alt yapısı çöpe gidecek." dedi Apo alel acele. Durdum, dikiz aynasından ona baktım. "Sakinliğinizi korumanız ve sabretmenin sizin avantajınıza olur."

Pekala, Apo haklıydı. Apo her zaman haklıydı zaten. Elimi aracın kapısından çekerek "Gerçekten bu sabrın sonu selamet olmazsa ikinizi de Müge Anlı hayranı olan yeni kankam Burhan aşkoya vurdurtucağım." dedim kuru bir sesle. "Çünkü neden vurdurtmayayım?"

❄️

"Üç milyon... Üç milyar... Kız ne yazıyor burada?"

Dosyayı kendimden uzaklaştırarak altında yazan finansal rakamları okumaya çalıştım. Rakamlar bulanık görünüyordu ve bunun benim için bir nedeni vardı. O da şuydu; dedemin eski şirket odasından aşırdığım viskinin yarısını mideye gömmem... İyi yanından bakalım, alkol regl sancılarıma iyi gelmişti.

"Üç milyon, milyar. Sen para çekmişsin. Sen bu parayı sen ne yaptın?" diye sordum sesimi incelterek. "Evde çocuklar açtır. Sen para vermiyorsun."

Beni beş dakikadır mal mal inceleyen odadaki Apo'ya döndüğümde aynı dosyanın kopyasını eline alıp bana doğru salladı. "Üç buçuk milyon dolar hasılat var."

"Ay bu işaret dolar mıymış? Ben sterlin sandım." Dosyayı kendimden uzaklaştırıp rakamlara bir kez daha baktım. "Tamam şimdi Hollanda'daki şirket bir hafta içinde üç buçuk milyon dolar kazanmış. Biz ne kazandık?"

Sabahtan beri bana şirket işlerini öğretmeye çalışan Apo yorgun bir tavırla oturduğu koltuğa yayılarak "Beş yüz bin dolar." dedi. "Çok gerideyiz, Mayıs hanım."

"Benim kafam çok ileride olduğu için sorun etmiyorum." Alkolik bir şekilde gülüp onun oturduğu koltuğa yürüdüm. Fazla alkol tükettiğim yürüyüşüme bile yansımıştı. Sendeleyerek oturduğu koltuğun önünde durduğumda kafasını dikleştirdi. "Anladığım kadarıyla bize para lazım, Apo."

"Evet, Mayıs hanım. Şirket hasılatını yükseltmek için bize para lazım."

"Benim müthişmel bir fikrim var." Olduğum yerde sendeleyerek dosyayı sehpaya bıraktım. "Seninle pavyon açalım. Oradan gelen geliri de şirkete aktarır, para açığını kapatırız. Ne dersin?"

Apo yüzünü ekşitti. "Bunu yapmamıza Mücahit bey izin vermez ama fikir güzelmiş."

"Doğru." Güldüm. "Dedem dedin de aklıma geldi. Kız acaba bizimki, Saffar'ı öldürdü mü?" Bu soruyu ne kadar gülerek sorsamda garip bir şekilde içime bir korku oluşmuştu. Anlam veremediğim bir korku...

Apo kafasını olumsuz anlamda salladı. "Zannetmiyorum, Mayıs hanım. Eğer dedeniz Saffar'ı öldürmüş olsaydı, bize çoktan haberi gelirdi." Pahalı olduğu her halinden belli olan kol saatine bir bakış attı. "Yaklaşık on bir saattir şirketteyiz. Kesinlikle dedeniz onu öldürmüş olsaydı, bana haber gelirdi."

"Başaramadı yani." Sırıttım. "Kırmızı şortli' dedem yine başaramadı. Arayıp 'Ula neyi başaramadın amına koyim' dememek için kendimi zor tutuyorum."

O da söylediğim şeye gülünce "Ay bir şey söyleyeyim mi?" diye devam ettim konuşmaya. "İyi ki de başaramadı çünkü Saffar'ın öldürülmesini gerçekten istemiyorum. Her ne kadar bize çok kötülükler yapmış olsa da işin özünde sadece annesini özleyen bir çocuk gibi geliyor bana. Şahsen öldürülmesini hiç istemem."

Apo duraksadı. Sesini çıkarmadan yüzümü incelediğinde dengesizce yürüyerek karşısındaki tekli koltuğa oturdum. "Şimdi Saffar'ın rahmetli annesiyle dedem bir aşk yaşamışlar sonra bu kadın intihar etmiş ya. Kendimi Saffar'ın yerine koyunca onu haklı buluyorum. Tamamiyle annesinin intikamınıyla hareket eden, küçük bir çocuk gibi geliyor gözüme... Evet yaptıkları çok gaddarca ama sanki, böyle onunla bir yere oturup sakin kafayla  konuşulursa... Ne bileyim ya? Şu intikam alevini onunla konuşarak söndürebiliriz bence. Ne dersin?"

"Yanılıyorsunuz, Mayıs hanım."

"Neden?"

"O aileye mensup, soyadı Poyraz olan hiçbir bireyle sakince konuşamazsınız. Bunu size temin edebilirim. O ailede aklı başında olan tek bir insan dahi yok."

Gözlerimi devirdim. "Bizim ailede öyle değil mi zaten?"

"Değil, Mayıs hanım. Biraz ağır bir tabir kullanacağım ama sizin ailede parasız, geri zekalılar var. Poyraz ailesinde ise paralı, zekalılar... Zeka ve para birleşince insan güç arayışında oluyor maalesef." İçli bir nefes verdi. "Öyle bir aile ki Poyraz ailesi, bu güç savaşı içinde kendi içlerinden bile insan öldürdüler. İnanın bana, oturup sakince konuşulacak cinsten değil onlar."

Pekala, son söylediği şey biraz beni korkutmuştu.

"Ana..." dedim şaşırarak. "Kız bunlar bu kadar manyak mı cidden? Yok mu bunlara söz dinletecek biri? Bir büyükleri falan? Belki büyükleriyle konuşursak şu düşmanlık olayını bitirebiliriz."

"Büyüklerini dinlemezler onlar." Apo durdu. "Mesela sizin ailede Mücahit beyin sözü geçer fakat Poyraz ailesinde işler çok karışık. Kim kime sözünü geçirir... Her an bu kişi değişebilir."

Duyduklarım karşısında kaşlarımı merakla kaldırırken dedemin sözü bok geçer demekten son anda vazgeçtim. Terbiyesizliğin lüzumu yoktu. "Nasıl yani? Ne biliyorsun ki?" diye sordum. "Onlar hakkında çok şey biliyormuşsun gibi geldi."

"Evet. Ben onlar hakkında birçok şey biliyorum."

"Ha? Nasıl?"

"Zamanında onlardan birine sevdalanmışlığım var, Mayıs hanım."

Ona şok içinde baktım. "Whaaat dedin gülüm?"

Apo oflayarak elindeki dosyayı sehpaya bıraktı. "Mücahit beyin şirkette kıdemli bir çalışanıyken, sizce nasıl oldu da bahçede çalışan bir koruma mevkisine düştüm?" Sorduğu soruya cevap vermeden beklediğimde Apo anlık tebessüm ederek dudaklarını araladı. "Poyraz ailesine mensup bir kızla ilişkim oldu ve bu ilişki Talya hanım tarafından öğrenilip Mücahit beye yetiştirildi. Mücahit bey de benim rütbemi düşürdü işte."

Bak İşte böyle bir şeyi söylemesini hiç beklememiştim. "Aağğ!" Elimi dehşet içinde dizime vurdum. "Şaka yapıyorsun?! Şaka?!"

"Ciddiyim, Mayıs hanım."

"Poyraz ailesinden bir kızla ilişkin oldu ve bu ilişkiyi öğrenen Talya, ilişkinin varlığını dedeme mi yetiştirdi? Aaaaağğ! Orospuya bak hele!" Bir kez daha dizime vurdum. Bu tamamiyle şoktan verdiğim bir refleksti. "Ay fenalık geldi bana! Çok sinirlendim!"

"Öyle oldu, evet." Apo umursamazca omuz silkse de canının bu konu yüzünden sıkkın olduğunu anlayabilmiştim. Kimin sıkkın olmazdı ki zaten? Adam rütbesinden olmuştu ya. "Mücahit bey tarafından bu ilişki bir ihanet sayıldı. Her ne kadar ona ihanet etmeyi aklımın ucundan dahi geçirmesemde... Poyraz ailesine olan öfkesi, ilişkimi bir ihanet saymasına neden oldu ve benim rütbemi düşürdü."

"Ananı... Lan Apo çok üzüldüm. Kuran çarpsın." dedim onun kaskatı olmuş yüzünü incelerken. "Dedem büyük eşeklik etmiş! Oğlum, insan gönlüne söz geçirebilir mi, amına koyayım? Aşk be bu. Ne ihaneti? Buradan ihanet mi çıkar? Sen düşmansın diye hepimiz mi düşman olacağız o aileye... Mal mıdır, nedir? Tövbe tövbe."

Apo bakışlarını ellerine indirerek "Yapacak bir şey yok, Mayıs hanım." dedi. "Mücahit beyi babam yerine koyuyorum ki kendisi öz babamdan ötedir benim için. On beş yaşımdan beri o bana sahip çıkıyor. Onun sözleri benim için birer emirdir. Kısacası sevdamızı içimize gömdük, yola devam ediyoruz."

"Hay ben o yolun beyaz şeritlerini sikeyim." diye hırladığımda gözlerini kaldırıp bana bakmıştı. "Kızla ayrılmak zorunda kaldın değil mi?"

Kahverengi, hüzünlü bakan gözlerini üzerimde gezdirirken "Orası biraz karışık ama evet. Bizim olurumuz yoktu zaten." dedi. "Poyraz ailesi politik olarak evlenir, Mayıs hanım. Aşk evliliği yapmazlar. İş ya da başka bir konu olarak yakınlık kurdukları ailelere kız alır ya da verirler. Bu onların aile dostluklarını arttırır ve hepsine güçlü bir mevki sağlar."

Öğrendiklerime birlikte kaşlarım çatılırken "Game of Thrones dizi gibi yani." diye mırıldandım. "Mevki üzerine yapılıyor evlilikler... Aşk falan yok?"

"Aynen öyle. Yok." Sert bir soluk verdi. "Benim sevdalı olduğum kadın da geçen ay bir iş adamıyla evlendi. Kısacası benim için o defter kapandı."

Dudağımı yapma be dermişçesine büzdükten sonra yavaşça eğilerek onun dizini sıktım ve geri çekildim. Bu hareketim onu tebessüm ettirmişti. "Siktir et be Apo! Sana karı mı yok? Maşallah Dalyan gibi adamsın ha! Bulursun birini! Rahat ol."

"Sağolun, Mayıs hanım."

"Vay be! Senden hiç böyle hikaye çıkacağını tahmin etmezdim. Tüh.." Kafamı iki yana salladım. "Demek sen o kız sayesinde Poyraz ailesini tanıyorsun, ha?"

"Evet, Mayıs hanım."

"Anladım." diye mırıldandım ve aniden aklıma düşen bilgiyle tekrardan kaşlarımı çattım. "Ulan bak sinirlenmeyeyim diyorum! Yine geldiler bana! Orospu Talya! Demek senin ilişkini öğrenip dedeme yetiştirdi? Sen ondan o karıya gıcıksın, öyle değil mi? İtiraf et! Kesin öyle!"

"Evet. Biraz bu olayında etkisi oldu."

İçimdeki hırs kabarmıştı. O karının kafasını koparmak istiyordum. Nasıl bu kadar gaddar aynı zamanda bencil olabilirdi? Gidip insan gibi Apo'yu uyarmak varken, onu dedeme ispiyonlayıp çocuğun ekmeğiyle oynamıştı resmen. Ben boşuna o karıya orospu Talya demiyordum. Bedeni değil, ruhu orospuydu onun.

Allah'ın çakma baklavakisi.

"Sana Mayıs Asil sözü veriyorum, Apo." diye başladım sert(?) konuşmama. "Bu girdiğimiz işin sonunda gebereceğimi bilsem dahi yine de o karıya karşı çıkacağım ve onu ait olduğu Yunan topraklarına geri yollayacağım!"

Yamuk ağız sırıtarak "Bulgar." diye düzeltti beni.

"Neyse ne! Aynı bokun laciverti, Apo." dediğimde gülmüştü. "Yollayacağım dedim mi yollayacağım. Konu kapandı! O karı bedel ödeyecek! Ödemek zorunda!"

Abdullah sıcak bakan gözlerini üzerimden çekmeden "Biliyor musunuz, Mayıs hanım? Sizi dedenize çok benzetirdim ama bugün yanıldığımı fark ettim. Laf aramızda kalsın, siz Mücahit beyden daha vicdanlı ve aynı zamanda daha zekisiniz." dedi aniden. Gururlanmıştım. "Umarım günün birinde, ailenizin ve bizim başımıza siz geçersiniz. Bizim tüm bu olaylarla mücadele etmek için güçlü ve zeki bir lidere ihtiyacımız var."

Onunla göz temasını bozmadan gülümsedim. Hayatımda ilk defa biri beni övüyordu. Tabii gizli sosyal medya fenomeni olduktan sonra Dora'nın senden iyi +18 yetişkin kurgu film aktristi olur demesini yok sayarsam evet, hayatımda ilk defa biri beni över nitelikte konuşmuştu.

Şimdi fark ettim galiba Dora beni övmemişti o anda.

Neyse.

"Vallah Apo, çok güzel konuşuyorsun ama benim ne gücüm var ne de liderliğim... Alkolik köpeğin tekiyim. Bu gidişle otuz yaşımı bile göremem. Yine de sağol, iltifatların için. My best friendimsin, seviyorum seni. Vallahi birtanesin."

Ona öpücük arsamda söylediklerim onu üzmüştü. Bunu görebilmiştim. Abdullah gerçekten üzülmüştü. Bir süre yüzümü dikkatle inceledi ardından kafasını dikleştirip "İsterseniz bugünlük burada bırakalım." dedi konuyu değiştirerek. "Yarın sabah erkenden şirkete gelir, finans çalışmaya başlarız."

"Mantıklı." diyerek ayağı kalkmaya çalıştığımda sadece çalışmakla kalmıştım çünkü başım kanımda gezinen alkol dolayısıyla dönmüştü. Bunu anlayan Apo benden önce kalkıp yanıma geldi ve koluma girerek beni de ayağı kaldırdı. "Çok içtiniz yine, Mayıs hanım."

"Ne yapayım Apo ya? Alkol olmadan günü akşam edemiyorum." Güldüm. "Bende böyle bir Allah'ın cezasıyım. İdare et."

Hiçbir şey söylemedi, koluma girerek bana destek verdi ve beni şirketten hızlıca çıkardı. Sabah kullandığı araçtan farklı bir araca binerek yalının yolunu tuttuğumuz sırada aklıma gelen şeyle "Farkında mısın? Biz saatlerdir şirketteyiz ve buna rağmen dedem ne seni ne de beni bir kez aramadı." dedim yayvan bir sesle. "Şimdiye kadar beş yüz kere bizi araması lazımdı. Genelde benim rahat durmadığımı düşünerek sürekli beni kontrol etmek istiyor ya."

Gözlerini yoldan ayırmayan Apo "Doğru." diye mırıldandı. "Hiç aramadı."

"Kız... Bir boklar dönüyor kesin."

"Ne dönecek, Mayıs hanım?"

"Dedem bu kadar sessiz duruyorsa kesin bir bok dönüyordur." Kendi kendime güldüm. "Genetik bizim ailede bu, baby. Kim sessiz duruyorsa bil ki en büyük boku o yemiştir. Mesela benim bir yengem var. Çok sessiz durur, dersin ki bu nerenin meleği? Sonra evine gidersin, bi bakarsın salonun ortasında domuz kesmiş, büyü yapıyor. Yaşandı yani bu. Sessizden korkacaksın."

Abdullah kendini tutamayarak güldüğünde "En son bende çok sessiz durduğumda üç sabıka sahibi  olmuştum. Sen düşün." dedim alayla. "Dedemin bu sessizliği hiç hayrı alamet değil."

"Zannetmiyorum. Belki bugün çok yoğundu. Saffar'ı öldüremeyince diğer işlerine yoğunlaşmış olabilir."

"Olabil..." diyemeden duraksadım. Aracın ön camına kitlendim. Gördüğüm manzara gerçek miydi yoksa alkol beynime mi vurmuştu? Anlayamazsın dudaklarımı araladım. "Apo? Bizim yalının sokağına girdik. Bi sokağın sonuna bakar mısın? Ben yanlış mı görüyorum yoksa bizim yalının önünde dört tane polis aracı mı var?"

Apo'dan ses gelmedi. Sanırım o da ön camdaki manzarayla şaşırmıştı. İçinde bulunduğumuz lüks aracı yavaşça komşu yalının garajının tam önüne park ettiğinde "Ay vallahi polis araçları var!" dedim panikle ve aracın kapısını açarak araçtan hızlıca indim. "Ay dede! Dedemi mi öldürdüler yoksa?! Hayır! Olamaz Hayır! Yoğun bakımı esir almış babam ölmedi, dedem ondan önce ölemez! Haaayııır!"

Alkolün verdiği dengesizliğe ve ayağımdaki topukluların sıkıldığına rağmen kendimi yola atıp karşı kaldırıma koşturarak geçtim. Tabii bunu yaparken yoldaki araçlardan bir ton korna sesi ve küfür yemiştim ama olsun. Durum kritikti. "Dedeğğ! İnşallah ölmemişsindir! Daha botokslarını yeni yaptırdın, kız! Nereye ölüyorsun?"

Polis araçlarının yanında duran polislerin şaşkın bakışlarını önemsemeden yalının bahçesinden koşturarak geçtiğimde etrafta korumaların olmaması dikkatimden kaçmamıştı. O korumalar her zaman bahçede olurlardı. Neden şimdi yoklardı? "Dedeğğ!" Yalının işlemeli kapısının açık olması beni rahatsız ederken "Dedeğğ!" diye bağırdım ve yalıya girdim. "Ay ne oluyor, ne oluyor?"

Yalının salonu polis kaynıyordu. Çıkardığım gürültüyle bana dönen polisleri umursamadan "Mücişkom nerede?" diye sordum. "Hani benim Mücüşkom? Mücüşkom? Ayaklı dolar işaretli aşkom!  Nerede dedişkom? Öldürüldü mü yoksa?!"

Polisler suratımda kitlendiğimde anlık gelen hormonel duygusallıkla dizlerime vurup "Ben dedim ama biliyor musunuz? Ben dedim! Doksan yaşına girdin, rahat dur! Götünü tekerlekli sandalyeye alıştırdım dedim! Dinletemedim!" diye yakındım. "O buruşuk götü durmadı! Ona saldırdı, buna saldırdı, onu indirdi aşağıya, bunu magmaya soktu derken... En sonunda kendi öldürüldü! Oyy! Ben nerelere gideyim?"

Bir kez daha dizime vurduğumda etraftaki polislerin şaşkınlığını umursamayan salondaki -yeni fark ettiğim- dedem "Aptal aptal hareketler yapma, Mayıs. Yaşıyorum ben." diye tısladı. Duraksayarak ona baktım. Gerçekten yaşıyordu. "Sakin ol."

Onun sert suratını dehşet içinde süzdükten sonra yanıma koşturarak gelen Apo'ya dönmeden "Ay yaşıyorsun! Kız! Sen yaşıyorsan bu kalabalık ne?" diye sordum ve salona ilerledim. "Bu polisler nereden çıktı?"

Dedem bana cevap vermeden önünde duran iki polise dönüp sessizce konuşmaya devam ettiğinde "Dedem öldürülmediyse polisler yalıya niye geldi ki?" diye sordum. "Aa! Yoksa benim yüzümden mi? Yoo. Benim yüzümden olamaz. Ben bir şey yapmadım. Apo yapmadım değil mi? Yapmadın de. Çabuk."

"Yapmadınız, Mayıs hanım." diyerek bana onay veren Apo'dan sonra polislerle konuşan dedeme seslendim.

"Dede, bak! Apo şahit! Allah belamı versin ki bu sefer ben bir şey yapmadım. Bu polisler benim yüzümden Buraya gelmiş olamazlar. Vallahi bir şey yapmadım! Ablamın sevgilisini dövmedim. Birilerini vurmadım. Bar kavgası çıkarmadım. Bi toz bonzaiye karışmışlığım var o da yıllar önceydi ki polise o zaman yakalanmamıştım zaten." Çaprazımdan geçen polisle anlık bakıştığımda "Şaka." dedim toparlayarak. "Şaka yaptım. Ne toz bonzaisi? İçsem içsem kokain içerim ben. Zenginim."

Sert mizaçlı polis geçerli(?) açıklamamdan sonra beni rahat bırakıp başka bir yere doğru yürüdüğünde "Biri bana mantıklı bir açıklama yapabilir mi, lütfen? Neden polisler yalımızda dolanıyor?" diye sordum sabırsızca. "Biri mi öldü?"

Kimse bir açıklama yapmadı. Yanımdan sıyrılarak geçen polisler, merdivenlerden yukarıya çıkan polislere karıştılar. Her odadan, her alandan bir polis çıkıp dururken başımın dönmesini umursamadan bir süre polis kalabalığını izledim ardından yanımda duran ve aynı şaşkınlıkla etrafa bakan Apo'ya döndüm. "Evin içinde arama mı yapıyorlar yoksa bana mı öyle geliyor?" diye sordum kısık bir sesle. "Ne arıyorlar ki bunlar evin içinde?"

"Bende anlamadım, Mayıs hanım." dedi. "Mülk araması gibi bir şey yapıyorlar sanırım."

"Allah Allah." Yanımdan kadın bir polis geçtiğinde onun önünü keserek "Aşko pardon, ne arıyorsunuz siz?" diye sordum. "Dedemin yalısıda burası. Merakımdan soruyorum."

Kadın polis ciddi suratını bana sergileyerek "Mücahit Karahanlı hakkında bir ihbar var. Onu değerlendiriyoruz." dedi. "Siz torunu musunuz?"

"Maalesef evet, torunuyum." Kaşlarımı kaldırdım. "Pardon, ihbar mı dediniz. Ne ihbarı?"

"Mücahit Karahanlı'nın bir bebek kaçırttığı ihbarını aldık. Bu ihbarı değerlendirmek için mülk araması yapıyoruz. İzninizle," Kadın polis yanımdan geçip gittiğinde duyduğum bilginin şokuyla "Ne?" diye bağırdım. Ortamdaki birkaç polis bana doğru dönmüştü. "Dedem bebek mi kaçırtmış? Ne?! Siz dalga mı geçiyorsunuz?!"

"Mayıs!" diye seslendi dedem. Hâlâ iki polisle konuşuyordu. Muhtemelen bu asılsız ihbar yüzünden ifade veriyordu. "Sakin ol, sessiz kal. Kalamıyorsan bahçeye çık! Önemli bir şey yok!"

Sakin mi kalayım? Sessiz mi olayım? Bu adam kafayı yemişti galiba? Böyle bir durumda sakin kalınır mıydı?

"Ne demek önemli bir şey yok?! Dede bu polisler seni ne için suçluyorlar, farkında mısın?!" Onun yanına doğru yürüdüm. Zavallı dedemi bu iftiraya karşı savunmam gerekiyordu. "Bebek kaçırtmak ne ya? Kim benim dedeme böyle bir iftira attı?! Parçalar, öldürürüm kim attıysa!"

Dedemin yanına gidip onun ifadesini alan polislere odaklanarak "Benim dedem saygı değer bir iş adamıdır! Kendisi zengindir, zengin olduğu kadar da gururlu ve onurlu bir adamdır! Bu iftirayla onu karalayamazsınız! Karalatırtmam!" diye bağırdım. "Bebek kaçırtmak ne be? Resmen iftira! Yalan dolan!"

"Mayıs!"

"Aslan dedem, sakın korkma. Seni bu akbabalara asla yedirmem! Her daim yanındayım. Sen geç şuraya hayatım, dinlen. Yaşlı yaşlı durma ayakta." deyip onu itekleyerek polislerin karşısına geçtim. "Çıkar göster, savcı iznini! Çıkar göster! Siz kimsiniz be? Kimin yalısını bu iftirayla izinsiz aradığınızı zannediyorsunuz?!"

"İzinsiz olduğunu nereden çıkardınız, hanımefendi?" Polislerden biri elindeki dosyadan bir kağıt çıkardı ve bana uzattı. Kağıdı alıp göz ucuyla baktım. "Savcı, mülkü arama iznini bize verdi. İznimiz var."

Kağıttaki yazılanlar bana Arapça'dan farksız gelirken kağıdı yere atıp "Gram umrumda değil kimden izin aldığınız... Ortada bebek yüzlü ben dışında bir bebek buldunuz mu? Hayır! O zaman def olun, gidin!" diye hırladım. Polis duraksamıştı. "Benim saygı değer, asil dedemi bu karalama kampanyasının içine sokamazsınız! Sokturtmam!"

Dedem kolumdan tutup beni geri çektiğinde bile susmamıştım.

"Benim dedem harika bir adamdır! Her ne kadar biraz botoksu fazla kaçırmış olsa da mükemmel bir adamdır ve ben onun mükemmelliğini bu iftiralarla karalamanıza asla izin vermeyeceğim!"

"Mayıs hanım!" Diğer kolumdan çeken Apo beni polislerden uzaklaştırmaya çalıştığında "Benim dedem yapmaz!" dedim sertçe. "Mücahit'im yapmaz böyle bir şey! Bu bir iftiradır ve ben bu iftirayı atanı bulduğum anda götünden sikeceğim! Ya da siktireceğim! O konuda hâlâ kararsızım!"

"Mayıs Asil Karahanlı!" diye bağırdı dedem. Gözlerini doğrudan gözlerime dikmişti. "Sana kes sesini dedim! Sesini kes ve bahçeye çık! Ben halledeceğim!" Durdu, bakıştık. Öfkelenmişti. "Bu arada sen sarhoş musun?!"

Apo ayakta dik duramayan bana koluyla destek vermeye çalıştığında "Konumuz bu değil." diye savundum kendimi. "Konumuz sana bu iftirayı kimin attığı! Kim attı sana bu iftirayı?!"

"Okan Poyraz." diyen ortamdaki yeni fark ettiğim -telefonuyla uğraşan- umursamaz Talya'ya bir bakış atarak "Okan Poyraz benim yarrağımı yesin!" diye bağırdım ve bağırdığım anda ortama bir şok etkisi yarattım. "Dedeme iftira atmak neymiş, göstereceğim o puşta ben! Hele bi ayılayım! Ensesine bineceğim! Beklesin beni!"

Polislerin çoğu dehşet içinde bana bakmaya başladığında dedem eliyle yüzünü mest ederek "Abdullah çıkar şu alkoliği şuradan!" dedi öfkeyle. "Çıkar! Ayılt, getir! Ayıltamıyorsanda getirme!"

Abdullah beni belimden tutarak yalının arka bahçesine sürüklemeye başladığında "O Okan Poyraz, Saffar'ın amcasıydı değil mi?! Kız Allah cezanızı vermesin sizin! Onun iftirasıyla mı dedemin yalısını arıyorsunuz şu an?!" diye bağırdım. "O köpek herif kendi öz yeğenini öldürtmeye çalışmış biri be! O gevşeğin sözüyle mi hareket ediyorsunuz?! Pü size! Adalet falan kalmamış bu ülkede! Cidden!Bitmiş her şey!"

"Mayıs hanım! Lütfen!" Abdullah beni zorla yalının deniz gören bahçesine çıkardığında "Okan'a söyleyin, ayıldığım anda belasını sikeceğim onun!" dedim sesimi yükselterek. "Orospu evladı! İftiracı piç! Eceli olacağım onun!"

Abdullah resmen beni yaka paça çekiştirerek arka bahçeye çıkarmış, deniz manzarasının olduğu köşeye beni ilerletmişti. Bahçe koltuklarından birine beni oturtup önümde -kalkmam için- barikat kurduğunda "Hale bak hale!" dedim sinirle. "İftiralara bak! İftiralara!"

Dedeme iftira atılması, beni çileden çıkartmıştı. Öfkemi bütün uzuvlarımda hissediyordum resmen. Adaletsizliğe asla gelemiyordum. "Dedem gibi saygı değer bir iş adamını nasıl tek bir iftirasıyla lekeleyebiliyor bu herif ya?"

Önümde duran Apo yutkundu. "Yemin ederim, bende çok şaşkınım Mayıs hanım."

"Benim dedem çok minnoş bir adamdır. Sen benden daha iyi biliyorsun, Apo. Bakma arada bir haltlar yediğine... Mücahit Karahanlı oldukça minnoş, saygı değer, asil ve gururlu bir adamdır." Oturduğum yerde rahatsızdı kıpırdandım. "Allah aşkına bu adamı bebek kaçırtmakla suçlamak ne?! Delirdi bunlar herhalde!"

Apo ne diyeceğini bilemiyormuşçasına yutkunup kafasını iki yana salladığımda vücuduma akın eden siniri yok saymaya çalışıyordum ama başarılı olamıyordum. Reglin verdiği gerginlik, dedemin üzerine atıldığı iftirayla birleşince ortaya müthiş bir öfke çıkmış ve bu öfke, elimin ayağımın buz kesmesine neden olmuştu.

Oturduğum yerde titreyerek "Hayır kimin bebeğini kaçırmış olabilir ki? İddiaya bak! Koca bir saçmalıktan ibaret!" diye hırladım. "Okan Poyraz denilen herifin bebeği mi var, Apo?"

"Bildiğim kadarıyla hayır ama..."

"Ama?!"

Düşünceli bir ifadeyle, "Yakın zamanda Saffar Poyraz'ın kızkardeşi doğum yaptı diye biliyorum. Okan Poyraz'ın en küçük kız yeğeni..." dediğinde aydınlanma yaşamıştım. Evet, bu doğruydu. Doğru olmayan şey ise hikayeydi. Dedemin o bebeği kaçırdığı hikaye! "Acaba o bebeğin başına bir iş geldi de bu Poyraz ailesi otomatik olarak bizi mi suçladı?"

"Yargısız infaz yaptılar diyorsun! Kesin öyle oldu!" Sert bir soluk verdim. "Ay ben dayanamayacağım! İçeri gireceğim! Dedemi savunmam lazım!"

Ayağı kalkmak için ayaklandığımda Apo bana izin vermemişti. Yalvarır şekilde bana kurduğu cümleler, arada bir fiziksel olarak onu itme çabalarım ve Okan Poyraz denilen -hiç tanımadığım- herife ettiğim küfürlerle yaklaşık yarım saat geçmişti. Bu yarım saat içinde bir şey bulamayan polisler yalıyı terk edip gittiklerinde ve etraf sakin bir havaya büründüğünde   Apo'yu iterek ayaklandım ardından büyük bir hınçla yalıya geri girdim.

Salondaki tanıdık yüzlerin arasına eklenmiş yeni yüzleri görmem, salonun ortasında duraksamama neden olurken "Ekrem dayı?" diye sordum, koltukta oturan, dedemin kankasına kitlenirken. "Sen ne ara geldin?"

"Az önce."

"E hoşgeldin."

"Keşke hoş bulsaydım, Mayıs kızım." diyen Ekrem dayı gergin bir suratla, çaprazında oturan dedeme baktığında, ikilemde kalmış gözlerimi dedemin sağında duran Ares'e çevirip "Sende mi geldin?" diye sordum ve onun cevabını beklemeden ekledim. "Ay duydunuz mu başımıza gelenleri?"

"Duyduk, kızım. Duyduk. O yüzden geldik zaten." Yutkundu. "Bazı pürüzler çıkmış."

Ekrem dayıya odaklanmadan, "Hayatımız pürüz doldu ya! Ama var ya her kötü anımızda yanımızda oluyorsunuz. Vallahi çok imreniyorum! Dedemle arkadaşlığınız imrenilesi gerçekten." dedim buruk bir sesle. "Tam kötü gün dostusunuz, Ekrem dayıcığım. Sizin gibi dost benimde başıma..."

Bana o cevap vermedi. Cevap veren kişi Ares'di.

"Düşman başına." diye fısıldadı. Bu fısıldamayı ben hariç kimse duymadığında ona doğru döndüm. Su yeşili gözlerini üzerimde dolandıran, ayaktaki -kaşları çatık- Ares elindeki su bardağını sehpaya bırakarak kafa selamı verdiğinde onunla hastanede yaşadığımız konuşmanın ardından dost(?) olduğumuzu hatırlamış ve aynı selamı ona vermiştim.

Selam faslı bittiğinde önümde dikilen yeni fark ettiğim Talya'yı nazikçe(!) iterek dedemin oturduğu koltuğa ilerledim. "Ay dedem! Sen sakın üzülme! Bu iftiralarla seni asla lekeleyemezler, canım. Herkes senin ne tatlı ne mükemmel bir adam olduğunu biliyor. Kimse senin bebek kaçırdığına inanmaz yani. Rahat ol."

Ortamda bir sessizlik oluştu. Aldırış etmedim.

Dedemin sert yüz hatlarına odaklanıp onun omuzlarını okşadım. "Merak etme, ben senin yanındayım. Üzülmene hiç gerek yok. Hem biz zenginiz. Yalımız, arabalarımız ve deniz manzaramız var bizim." Durdum, düşündüm. "Bu nasıl bir morel verme şekli? Deme. Çünkü biraz sarhoşum şu an. Aklıma seni rahatlatmak adına bir cümle gelmiyor. İdare et, dedişko."

"Senin ayık olduğun an mı var?" diye soran arkamdaki Talya'yı yok sayarak "Bak sana söz veriyorum. Polisler bir daha gelirlerse onlarla çatışır, gerekirse de Poyraz ailesine savaş açarım. Sen canını sıkma, kimse senin adını bu iftiralarla lekeleyemez ve kimse seni bir iftira için tutuklayamaz." dedim ve eğilerek dedemin yanağını öptüm. Kasılmıştı. Öpücükten hoşlanmıyordu sanırım. "Ben yanındayım senin. Sakın üzülme, benim son model tansiyon aletim. Seviyorum seni."

"Mücahit," dedi yan koltukta oturan Ekrem dayı. "Bu kız gerçeği bilmiyor m..."

"Ekrem sonra konuşalım." diye tısladı dedem aniden. Kafasını kaldırıp bana baktığında olayı tam olarak bilmediğim için tebessüm ettim. "Ne gerçeği, dede? Hiğh! Yoksa sana başka iftira daha mı atıldı?"

Dedem sert ifadesini koruyarak "Yok, Mayıs yok." dedi ve dehşet içinde dedeme odaklanan Apo'ya döndü. Apo neden dedeme öyle bakıyordu? Anlamamıştım. "Mayıs'ı odasına çıkar. Uyusun."

"Bu durumda uyunur mu ya? Saçmalama, dede." Kafamı iki yana salladım. "Hem misafirlerimizde var. Bak, bize destek olmaya gelmiş adamlar..." Ares ve Ekrem amcanın gergin suratlarına kitlenerek tebessüm etmeye devam ettim. "Onlara bir şeyler hazırlatmalıyız. Misafirperverlik bunu gerektirir çünkü. Bak adamlar her anımıza koşuyorlar. Sağolsunlar."

"Mayıs odana geçip yatar mısın?"

Dedemin sorusunu duymazlıktan gelerek "Saat çok geç oldu ama olsun. Açsınızdır kesin." dedim Ares ve Ekrem dayıya ithafen. "Hizmetlilere söyleyeyim de size bir şeyler hazırlasınlar. O ara bizde bu iftiradan nasıl kurtarabiliriz dedemi, onu düşünürüz."

İkiside cevap vermediler. Beti benzi atmış, kireç gibi olmuş suratlarını bana sergiledikleri sırada "Siz yaptınız." dedi tok bir ses. Durdum, gözlerimi tok sesin sahibine yani Apo'ya çevirdim. Dehşet içindeydi. "Siz yaptınız. O bebeği siz kaçırdınız, Mücahit bey."

Afalladım. Neyden bahsediyordu bu?

"Abdullah!"

"Siz yaptınız!" diye yükseldi Apo, dedemden gözlerini bir saniye olsun ayırmıyordu. "Mücahit bey, ben bu yüz ifadenizi çok iyi biliyorum! Siz şu anda vicdan azabı çekiyorsunuz!" Durdu, sertçe yutkundu. "Bana sakın yalan söylemeye kalkmayın. Bu işi sizin yaptığınız o kadar belli ki..."

Afallamamı atlatarak "Saçmalamağğğ!" diye araya girdim. "Ay Apo sende mi benimle birlikte içtin?! Ne yaptın? Saçmalama, kız! Dedem hiç öyle şey yapar mı?" Gülümsedim. "Bu da benimle içmiş ya, şapşal... Benim dedem, yeni doğmuş, anne sütüne muhtaç, küçücük bir bebeği annesinden ayırır mı hiç? Sende kafayı yedin ha! Salak."

Apo hiç konuşmadan doğrudan dedemin kasılan yüzünü incelemeye devam ettiğinde salona oturmaya başlayan sessizlik, ikinci kere duraksamama neden oldu. Kollarını göğüsünde birleştirmiş Ares yere, dedemin kankası olan Ekrem dayı mahçup bir ifadeyle dedeme, Talya donuk bir ifadeyle bana, dedem ise ben hariç ortamdaki herkese bakarken gülümsemem hayali bir silgi yardımıyla silindi.

Dedem, Apo'nun söylediğine itiraz etmedi.

Apo söylediği şeyi diretmedi.

Ekrem dayı söylenen hiçbir şeye yorumda bulunmadı ve en önemlisi de Talya karısı bir saattir bana aptal bu kadın adlı bakışını atıyordu.

O an jetonum düştü.

Köşeli jetonum düşer düşmez kafamı iki yana sallayarak gözlerimi bir kez daha onlarda gezdirdim. Kimsenin Apo'nun sözlerine itiraz etmemesi,  şaşkınlıklarından değil, muhtemelen sözlerin doğruluğunun verdiği baskıdan kaynaklanıyordu. Doğruydu yani. Dedem bahsedilen boku gerçekten yemişti.

Dilimin ucuna kadar gelen küfürleri geri yutmaya çalıştığım sırada dudaklarımdan tek bir soru cümlesi çıktı. "O bebeği siz mi kaçırdınız?"

Bana yanıt vermesini beklediğim insanlar sessiz kaldı. Sadece ayakta dikilen Ares bezmiş gözlerini bana çevirip "Konuyla uzaktan yakından alakam yok." diye fısıldadı. "Her şeyi son dakika öğrendim. Engel olmaya çalıştım ama iş işten geçmişti. Bütün boku bu üçü yemiş."

Talya'yı, Ekrem dayıyı ve benim dedemi çenesiyle işaret ettiğinde, gelen itirafla ellerimi tokasından sıyrılmış saçlarıma daldırıp şok içinde onlara baktım. Bir bebeği mi kaçırmışlardı? Masum bir bebeği, annesinden kopartarak... Cidden yapmışlar mıydı bunu?

Yapmışlardı.

Talya aniden, "Poyraz ailesine karşı yaptığımız en akıllıca intikam planlarından biriydi." dedi.  Gevşekliği içimde bir şeylerin ayaklanmasına sebep olmuştu. "Plan harika işledi. Kemal beyi vurmalarına ve Mayıs'ı kaçırmalarına karşı onlardan küçük bir can aldık. Saffar Poyraz'ın yeğeni... Eminim bu dahiyane plan, Poyraz ailesine büyük bir travma yaşatacaktır." Durdu, beynimden vurulmuşa döndüm. "Ne diye sinirleniyorsunuz, anlamadım?"

"Bebe...Bebeği... Öl..." Kekelememe engel olamadım. "Bebeği... Öldürdünüz mü?"

"Hayır. O kadar cani değiliz!" diyen Ekrem dayıya cevabını kendi torunu Ares vermişti. "Caninin bile sizden daha çok vicdanı vardır, dede."

"Ares! Kes sesini!"

"Bir adamın size yaptığı piçliklerden dolayı gidip adamdan intikam almıyorsunuz, yeni doğmuş bebekten mi alıyorsunuz? Ulan üç günlük bebeğin ne günahı var, amına koyayım?" diye bağırdı Ares dedesine odaklanarak. "Siz iyice zıvanadan çıktınız!"

Dehşetin kanımda gezindiğini hissederken saçlarımda dolanan ellerimi saç diplerime bastırıp derin derin nefesler almaya başladım. Duyduklarıma inanamıyordum. Duyduklarıma inanmak istemiyordum.

"Bebeğe zarar vermedik! Caniymişiz gibi davranmayı kesin!" diyerek açıklama(?) yapmaya çalışan Mücahit Karahanlı beni şoktan şoka sokuyordu. Bunun farkında mıydı? "Poyraz ailesi yıllardır beni ve senin dedeni rahatsız ediyor! Bize bunca zamandır neler yaptıklarını ve yaşattıklarını çok iyi biliyorsun, Ares! Onlardan bir intikam almamız şarttı!"

"Siz onlardan değil, küçücük bir bebekten intikam aldınız, Mücahit bey. Onu annesinden ayırarak cani bir şekilde intikam aldınız hemde. Arada çok fark var."

Apo'nun öfkeyle kurduğu cümle beni milyonuncu kere sarsarken "O bebek Poyraz ailesinin torunu! Aynı kanı taşıyorlar!" diye bağırdı dedem. Sanki bu yaptığı caniliği örtbas edecek bir açıklamaymış gibi. "İntikam intikamdır! Kan aynı kan!"

"Kan aynı kan." diye onayladı onu Talya. "Kan her zaman aynı kandır, Ares."

"Sizin kanınızı sike..."

"Ares!" diye bağırdı Ekrem. "Sus."

Kendi saçımı kökünden çekme isteğimle boğuştum. Saçımı kökünden tutarak çekip koparmak, kopardığım saçlarımı yakmak istiyor, az önce yaptığım enayiliğin bedelini saçlarıma ödetip kendimi rahatlatmak istiyordum. Bir enayi gibi dedemi onlarca polise savunmuş, onun ne kadar iyi kalpli bir insan olduğunu anlatıp durmuştum. Ben bir enayiydim. Ben koca bir enayiydim. Dora başından beri haklıydı. Bir insandan ufak bir sevgi gördüğümde o insana tapma aşamasına geliyor, sevgisiz ve ilgisiz büyümüşlüğümün arkasına saklanarak o insanı gözümde dünyanın en iyi insanı koltuğuna oturtturuyordum.

Bu büyük bir aptallıktı.

Bunun farkında yeni varmıştım.

Yaşadığım aydınlanma, vücudumu tir tir titretirken irileştirdiğim gözlerimi hepsinde teker teker gezdirdim. Kimse bilmese de benimde bu hayatta kırmızı çizgilerim vardı ve bu kırmızı çizgilerimin arasına çocuklar giriyordu. Çocukluğu berbat geçmiş bir çocuk olarak, bir çocuğun hayatı için çevremdeki bütün yetişkinlerin hayatını alacak kadar ileri gidebilirdim ve tereddüt dahi etmezdim bunu yaparken...

Konu çocuksa, benim yapacaklarımın bir sınırı yoktu.

Tıpkı şimdi olmayacağı gibi.

"Bebeği bir bakıcıya verdik. Biraz büyüdüğünde yurt dışında bir aileye evlatlık vermeyi düşünüyoruz." dedi Talya. Saçlarımda dolanan ellerim titrerken sertçe yutkundum. Benim öfkemi göremiyorlardı şu anda. Görselerdi, eminim sessizliğe gömülürlerdi."Herhangi bir canilik söz konusu bile değil. Yaptığımız tek şey, o aileden kıymetli bir canı koparıp almak ve bir başkasına vermek oldu. Bu kadar abartmanıza gerek yok."

"Abartmak? Siz ne yaptığınızın farkında mısınız?!" Ares hırladı. "Küçücük bir bebeği annesinden kopartarak koskoca bir aileden intikam aldığınızı düşünmeniz kadar aciz ve acınası bir hareket daha yok! Bu planı hanginiz yaptıysa..."

"Ben yaptım." diye araya girdi Talya. Özgüvenli gözükmeye çalışarak omuzlarını dikleştirdiğinde gözlerimi onun suratında kitledim. "Ne diyeceksin? Yüzüme karşı söyle, Ares Koroğlu."

Ares lafını esirgemedi. "Hayatımda gördüğüm en kalpsiz orospusun."

"Ares!" diye bağırdı Ekrem amca. "Ağzını topla!"

"Ne toplayacağım?! Korkaklar! Yetişkin bir adama sataşmak varken gidip ağzı süt kokan bebeği... Ulan sizde dışarıda adamım diye dolanıyorsunuz ya!" Ares yosun yeşillerini kısıp dişlerini sıktığında dedem ayağı kalkarak ona bağırmaya başladı. O an bütün sesler kafamın içinde birbirlerine girdi. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Her kafadan...

Yalının salonundaki bağırışlar, zihnimde yankılanırken o an bana ne oldu tam olarak hatırlamıyorum. Sadece gözümü kısa süreliğine kapattığımız hatırlıyorum. Gözümü açtığımda ellerimin arasında Talya'nın ince boynu vardı. Hemen altıma aldığım Talya'nın yüzü kan içindeydi ve sıcak kanın varlığı benim ellerimde hüküm sürüyordu.

Onu dövmüştüm. Onu mahvetmiştim. Onu bilinçsiz bırakmıştım ve onun kanıyla kendimi boyamıştım. Bu ayrıntılar, beynimin arterinin attığını bana gösterirken, etrafımda atılan çığlıklar sayesinde duraksayarak elimi Talya'nın boynundan çektim. Kanlı, titreyen ellerime baktım. O an nasıl oldu bilmiyorum ama havalanmıştım. Biri beni Talya'nın bilinçsiz kalan bedeninin üzerinden alıp yere bırakmış ve köşeye itekledikten sonra vücudunu bana siper etmişti. Sanki başıma bir iş gelecekmiş gibi...

"Sen ne yaptın, Mayıs?!" diye bağıran dedemin sesini işittim. "Sen ne yaptın?! Ruh hastası! Ne yaptın sen?!"

"Uzun zaman önce yapmam gerekeni." diye bir cümle çıktı ağzımdan. "Uzun zaman önce yapmam gerekeni yaptım, dede."

Önüme, vücudunu siper eden kişi Apo'ydu. O an fark ettim ki, etrafımız koruma dolmuştu ve hepsi silahlarını çekerek namluları bana hedeflemişti. Evet... Talya'yı dayaktan öldürme aşamasına getirmiştim. Bu hangi ara olmuştu? Yemin ederim, hatırlamıyordum. Bilinçsizken yapmış olmalıydım. Tamamiyle bilinçsizken...

"Sakın!" diye bağırdı Apo etrafındaki korumalara doğru. Beni arkasına itekleyerek namlulardan uzaklaştırmaya çalıştı. Tamamiyle kendi bedenini bana siper etmişti. "Tek bir kişi dahi ateş etmeyecek! Sakın!"

Muhtemelen Talya'ya vurmaya başladığım an büyük bir yaygara kopmuştu. Ona sadık olan korumalar bu yaygaradan sonra evin içine doluşarak silahlarını bana hedeflemişlerdi. Beni öldürmek için... Ama dedemin emri olmadan bunu yapamamışlardı. Beni öldürememişlerdi.

"İyi misin, Mayıs?" Yanıma kadar gelen şaşkın Ares'de silahlarının önüne geçerek bedenini bana siper ettiğinde durumun ciddiyeti beni afallatmıştı. Önce gözleri kapalı olan, yerdeki Talya'ya baktım sonra bana vücutlarını siper etmiş olan Ares ve Apo'ya...

Bilinçsizce yaptığım şeylerin sonuçlarının beni korkutması gerektiği anda beni güçlendirdiğini fark etmem kaşlarımı çatmama neden oldu. O an nasıl yaptım bilmiyorum ama Apo'nun belindeki silahı çekerek ikisinide ittim ve dedeme doğru yürüdüm. "Mayıs, hayır! Mayıs!" diye bağıran Ares'in ne söylediğini duymamıştım bile.

"Mücahit bey! Mücahit bey!" diyerek silahlarını tekrardan bana hedefleyen korumaları umursamadan elimdeki silahın namlusunu yere doğrulttum ve Talya'nın yanına yere çökmüş dedemin dibinde durarak "Ya bana o bakıcının adresini verirsin ya da tam şu anda kafama sıkarsın." dedim dümdüz bir sesle. "Aksi taktirde, ben o bebeği bulup ailesine teslim etmeden asla durmayacağım, dede."

Oldukça duygusuz bir ifadeyle elimdeki silahı dedemin kucağına atarak kanlar içindeki Talya'nın baş ucunda durup omuzlarımı dikleştirdim. Dedem dehşet içinde kafasını kaldırıp bana baktı. Aramızda sevginin s'si bile kalmadığını bu uzun bakışmanın sonunda fark etmiştim. Evet ne benim ona ne de onun bana bir sevgisi kalmamıştı ama benim ufakta olsa ona beslediğim bir saygı vardı. Umarım o saygıyı çöp etmezdi.

"Ya sık kafama beni durdur ya da bakıcının adresini ver, gideyim." diye yeniledim. "Üçüncü bir seçenek söz konusu bile değil."

Dedem gözünü kırpmadan bana bakarken dudaklarını aralayıp "Bana ihanet mi edeceksin?" diye sordu, sesi öfkesine rağmen tıpkı benim sesim gibi dümdüzdü.

"Ne algılıyorsan algılayabilirsin ama bu bir ihanet değil. Ben sadece yaptığın yanlışı düzeltmeye çalışıyorum, dede."

Onlarca silahın namlusu, vücudumun farklı yerlerine hedeflenmiş bir şekilde beklerken büyük bir cesaret örneği göstererek gözümü kırpmadan dedeme bakıyor, bana vereceği adresi sabırla bekliyordum. Tam tahmin ettiğim gibi bana adres vermedi. Hayal kırıklığıyla boğuşan koyu kahverengi gözlerini yerde kanlar içinde kalmış Talya'ya çevirerek "Benim gözümden düştün, Mayıs." dedi titreyerek. "Sen benim gözümden düştün."

"Senin gözüne Talya'dan başkası tutunamaz zaten dede. Bu söyleyeceğim şey için kusuruma bakma, lütfen ama cani bir orospu olarak gözüne gireceğime, şerefli bir kadın olarak gözünden düşerim daha iyi." Yutkundum. "Bana adresi veriyor musun yoksa vermiyor musun?"

Vermedi. Talya'ya dönerek onunla ilgilenmeye başladığında "Peki." dedim. "Sende haklısın, dede. Ben ikinci karakterimi ortaya çıkarmakta çok geç kaldım. İstediğin gibi olsun. Madem bir şeyleri zor yollardan yapıyoruz, yapalım bakalım."

Bana bakmadı. Yaşadığını kısık sesle nefes almasından anladığım Talya'yla ilgilenmeye devam ettiğinde kanlı elimle cebime yönelip telefonumu çıkardım ve onlarca silahın bana hedeflendiği gerçeğini bir saniye siklemeden 155'i tuşlayıp telefonu kulağıma götürmeden hoparlöre aldım. Amacım; polisi arayarak onu ihbar etmek ve bebeğin kaldığı yerin adresini ondan öğrenmekti. Başka hiçbir amacım yoktu.

Telefon saniyeler içinde açıldığında dedemin konuşmayı duyması için ona biraz daha yaklaştım. "155, Polis İmdat hattını aradınız. Şikayetinizi öğrenebilir miyim?"

"Merhaba, ben Mayıs Asil Karahanlı." dedim yere çökmüş dedemden gözlerimi bir saniye olsun ayırmadan. "Bir olay hakkında görgü tanıdığı olduğumu söylemek isti..."

Ve kulakları sağır edecek cinsten, bir patlama sesi duyuldu. Olduğum yerde sıçrayıp, bir adım geriledim ve elimin arasından paramparça olarak yere düşen telefonuma döndüm. Telefonun içine kurşun saplanmıştı. Bir koruma, telefonuma doğru ateş etmiş, elimi vurma olasılığını siktir ederek telefonumu tek bir kurşunla parça pinçik etmişti. O an bütün kelimelerin boğazıma dizildi. İrileşen gözlerimi bana ateş eden korumaya çevirdim. Sert mizaçlı korumayla bakışmaya başladığımız sırada asla yapmam dediğim ikinci şeyi yaparak dedemin kucağına fırlattığım silahı hızlı bir refleksle aldım ve bir saniye düşünmeden emniyet kilidini indirerek o korumanın bacağına sıktım.

İkinci patlama sesiyle irkilen herkes bana doğru döndüğünde korumanın acı dolu bağırışı evin içinde yankılanmıştı.

Onu bacağından vurmuştum.

"Siz beni çok savunmasız bir şey sanıyorsunuz herhalde? Sanmayın, belanızı sikerim!" diye bağırdım. "Ecdat kavramınızı sike sike çoğaltırım! Bana ateş etmek ne lan? Puşt! Kimden emir aldın sen?!"

Bacağını tutarak yere çöken adamdan gözlerimi alarak dehşetle beni izleyen dedeme döndüm ve az önce birinin bacağına sıkmamışım gibi sakin bir sesle "Bana o bakıcının adresini veriyor musun? Vermiyor musun?" diye sordum. "Eğer vermiyorsan sağ baştan herkesin kafasına sıkmaya başlarım. Sonra seni pas geçerek kendi kafama sıkarım. Tek başına uğraşır durursun bütün cesetlerle..."

"Mayıs..."

"Ya da vazgeçtim. Direkt kendi kafama sıkarım." dedim kararmaya başlayan gözlerimi onun dehşetle göğüsüne suratına dikerek. "Dede, yaparım. Bir saniye tereddüt etmem yaparken... İntihar ederim. Sende HD olarak intiharımı izlersin!"

"Asil! Delirme!"

"Senin kadar delirmem söz konusu bile değil!" diye bağırdığımda irkilmişti. "Ağzı süt kokan bir çocuktan
intikama alacak kadar delirmiş bir insanı geçemem belki ama benimde deliliklerim ünlüdür, dede! Emin ol, bu konuda benimle kapışmak istemezsin!"

"Mayıs hanım, yapmayın." diyen korkulu Apo'yu elimle susturarak "Dede ya adresi verirsin ya kafama sıkarım." diye tısladım. "Yaparım bunu. Yapacağımı çok iyi biliyorsun."

"Sen çıldırmışsın." diye fısıldadı dedem. "Sen gerçekten çıldırmışsın."

"Çıldırmak? Yo yo yo! Konu çocuksa en büyük deliler gelip benim elimi öperler! Ben çıldırmam. Ben deliririm, dede!" diye hırladım. "Ya bana bebeği götürdüğün yerin adresini verirsin ve ben o bebeği alıp ailesine teslim ederim ya da adresi vermezsin ve benim intiharımı izlersin. Sıkarım kafama! Bir saniye düşünmem, bak!"

"Sen narsistsin, Mayıs. Kafana sıkmak gibi bir hata yapmazsın."

Güldüm, içi boş bir gülüştü bu. "Öyle mi, dede?"

Dedem cevap vermedi. Donmuş bir vaziyette beni izlerken, elimdeki silahın namlusunu sol şakağıma yasladım ama tetiğe dokunamadım çünkü ortamdaki Ekrem "Gülay sokak 776 numara! İstanbul, Sarıyer!" diye bağırdı telaşla. "Bebek, 776 numaradaki evde!" Durdu. "Mayıs indir silahı, evladım! Yapma! Yaşatma bu acıyı dedene! Yeterince acı çekti zaten! Yapma!"

Yapmadım, silahı indirdim. Gözlerim saniyelik boşluğa takıldı. Yaptıklarımın sorumluluğunu üstlenmeden, silahı yere atıp yalının çıkışına doğru kan revan içinde kalmış bir halde ilerledim. Bu benim kanım değildi. İlk defa üzerimdeki kurumuş kan benim kanım değildi.

Talya'nın kanıydı.

Ve garip bir şekilde onun kanının varlığı beni rahatsız etmiyordu. Aksine hoşuma bile gitmişti.

Kanlı ellerim kapıya dokunduğu anda dedem sadece tek bir cümle kurdu.

"Bana ihanet eden kendi torunum dahi olsa, bedelini öder, Mayıs Asil Karahanlı. Bunu sakın unutma."

"Bu yaptığımı ihanet mi sayıyorsun?" diye sordum sesimi yükselterek.

"Saymamalı mıyım?!" diye kükredi aniden. "Talya'yı ne hale getirdiğine bak!"

"Asıl Talya'nın seni ne hale getirdiğine bak!" diye bağırarak omuzumun üstünden ona döndüğümde bana bakmadığını görmüştüm. "Sen böyle bir adam değildin! Bu kadar vicdansız değildin! Şu uyduğun plana bak! Yaptıklarına bak, dede! Ben sana ihanet etmedim! Ben senin yaptığın yanlışı düzeltmeye çalışıyor..."

"Sen bana ihanet ettin!" diye kesti sözümü. "Sen bana ihanet ettin, Mayıs Asil Karahanlı!"

"İyi o zaman. Bana ihanetimin bedelini ödetmezsen, adam değilsin, Mücahit Karahanlı!" dedim önüme dönüp kapıyı açarken. Telaşlı Apo ve Ares yanımda soluğu alırlarken onlara dönmeden ekledim; "Ben o bebeği ailesine teslim edip geri geleceğim bu yalıya! Bana ödeteceksin o bedeli! Ödetmezsen adam değilsin!"

Ve konuşmasına izin vermeden yalıdan çıktım.

Ne dediğimi, ne yaptığımı, nasıl yaptığımı bilmeden yalıdan çıktım.

❄️

"Hallettin mi la?"

Abdullah nefes nefese kalmış bir şekilde yanımıza gelerek "Hallettim, Mayıs hanım." dediğinde derin bir nefes almıştım. Rahatladığımı hissediyordum. Gerçekten rahatladığımı hissediyordum.

Hiçbir şey söylemeden kanlı ellerimi musluğun altına tutup soğuk suyu açtığımda "Hiçbir pürüz çıkmadı." diye mırıldandı Abdullah. "Önce bebeği bir notla hastaneye teslim ettirdim. Yaklaşık on dakika sonrada bebek, Poyraz ailesine verildi. Her şey halloldu yani."

"Bok her şey halloldu." Musluğa kalçasını yaslayan Ares yosun yeşili gözlerini bana çevirdi. Şüpheci bir tavırla suratımı eşelerken elimi yüzümü yıkamaya devam ettim. Her yerim kan revan içindeydi. Üstelik derimdeki bu kan -sadece- Talya'nın kanı değildi artık. Bakıcının kanıda vardı. Bana bebeği vermeyen bakıcı kadını da dövmüştüm.

Hemde çok güzel bir şekilde...

"Sen başını belaya soktuğunun farkında mısın?" diye sordu saatlerdir bebek teslim etme planıma yardım eden Ares. Bu plana yardım etmek zorunda değildi ama kendi rızasıyla bize yardım etmişti. "Mücahit Karahanlı ile papaz oldun, Mayıs Karahanlı."

"Ya siktir et onu şimdi." dedim musluğu kapatırken. "Benim derdim başka."

"Senin şu anki tek derdin deden olsun. Bak, her şeyi hallettik. Bir tek o mevzu kaldı." diye tısladı Ares. "Deden belanı sikecek senin."

"Sikerse siksin, çok da umrumda değil." Yüzümden damlayan suları elimin tersiyle silip karanlık sokağa bir bakış attım. Saat kaçtı bilmiyorum ama güneş hâlâ doğmamıştı. Ayrıca nerede olduğumuzu da bilmiyordum. Bu salaklar beni, bebeği teslim ettikten sonra köye benzer bir yere getirmişlerdi.

Her sokağın başında bir çeşme vardı.

"Ben bebeği tam da Mayıs hanımın istediği gibi teslim ettirdim. Kimse Mücahit ve Ekrem beyin, bebeği kaçırttığından şüphelenmez artık. En azından bu konuda içimiz rahat olsun."

"Bi o konuda akıllık etti zaten." diyen Ares kalçasını çeşmeye yaslayarak beni süzdü. "Ciddiyim. Şu fidye notunu iyi akıl ettin. 'Para karşılığı bebeği kaçırdık ama Poyraz ailesinden korktuğumuz için bebeği hastaneye geri bırakıyoruz' notunu yazdırmayı çok iyi akıl ettin, Mayıs. Poyraz ailesi bizimkilerden şüphelenmez."

"Arada benimde beynim çalışıyor." dedim düz bir sesle. "Ayrıca hâlâ olayın şokundayım. Lütfen üstüme gelmeyin."

"Sen mi olayın şokundasın?" Ares alayla güldü. "Kızım senin üç saat içinde yaptıklarını ve düşündüklerini kimse yapamaz. Yapmaya cesaret bulamaz. Bu şok mok değil. Sen şoktan çıkalı çok oldu."

Bir an söylediği şeye geleceğimi sandım. Sanmakla kaldım. Eklemleri mosmor olan ıslak ellerimi, kurumuş kanlarla boğuşan bluzuma sürterken "Benim bilmem kaç saattir yapamadığım şeyleri yalnızca iki saat içinde yaptı." dedi Ares, bize dikkatle bakan Apo'ya dönerek. "Harbi bak, korkulası bir zekaya sahip. Şaka falan yapmıyorum."

"Mayıs hanım zekidir." diye onayladı Abdullah. "Çok da cesaretlidir."

"Öyle öyle." Ares kaslı kollarını göğüsünde topladı. "Bebek kaçırılma durumunu öğrenir öğrenmez nasıl ortalığın amına koydu ama..." Durdu, bakıştık. "Mayıs beni yanlış anlama da ben bu mevzuyu siklemezsin sanıyordum. Ondan ağzımı açıp sana bir şey söylemedim. Hatta bebek kaçırma olayının içinde olduğunu zannettiğim içinde sustum ilk başta. Kusuruma bakma, lütfen."

Önemli değil anlamında kafamı sakladıktan sonra çeşmenin mermerine çöküp oturdum. Günün bütün yorgunluğu omuzlarıma inmişti. Buna rağmen hafiflediğimi hissediyordum çünkü doğru bildiğim şeyi yapmıştım.

Dedem saatler önce intikam ayağına küçücük bir bebeği kaçırmıştı. Bunu kankası olan Ekrem dayıdan yardım alarak yapmıştı hemde. O ikisi hayatlarının en büyük hatasını, Talya orospusunun yardımlarıyla yaparken bir şeyi hesaba katmamışlardı. Beni ve Ares'i... Bugün hiçbir şekilde Ares'in hakkını yiyemezdim. Çünkü o da tıpkı benim gibi bu korkunç duruma tepki göstermiş, saatlerce dedesini ikna etmek -hatasından döndürmek- için dil dökmüş; başaramayınca da bize gelip benim dedemi ikna etmeye çalışmıştı ama yine başaramamıştı.

Ta ki ikimizin yolları kesişene kadar başarısızlığı devam etmişti.

Ben, Apo ve Ares o bebeği sağsalim bir şekilde ailesine teslim etmek ve dedemin üzerindeki suçlamaları düşürmek adına kısıtlı bir zaman içerisinde öyle mükemmel bir plan yapmıştık ki... Hâlâ plan üzerinde düşününce şok etkisi yaratıyordu bana.

Yalıda yaşadığımız trajik(?) olaylardan sonra bebeğin kaldığı yere gitmiş, bebeği vermeyen bakıcıyı feci bir şekilde darp ederek -ben etmiştim- bebeği elinden almıştık. Cinsiyeti erkek olan bebişin sağlığının yerinde olduğunu, gittiğimiz doktor -dedemin özel doktoru- sayesinde öğrenmemizin ardından aklıma gelen fidye olayıyla bir plan kurmuştuk. Bu planın amacı, Poyraz ailesinin dedemin üzerindeki suçlamaları geri çekmesi ve aramızdaki düşmanlık bağlarının daha fazla güçlenmemesiydi. Ki bence plan işe yaramıştı.

Apo'nun öğrendiğine göre yalımızı arayan polisler, tamamiyle Poyraz ailesinin düşman gördüğü ailelerin isimlerini vermelerinden dolayı yalıyı aramış, dedemin yüzde yüz bebeği kaçırdığından emin olmayarak hareket etmişlerdi. Yani evet, Poyraz ailesine bizim bebeği kaçırdığımızdan emin olmadan dedemin adını vermişlerdi ki bu ayrıntı bizim işimize yaramıştı.

Çünkü sahte bir fidyeci notuyla bebeği -anonim bir şekilde- hastaneye geri teslim etmemiz; üzerimizdeki suçlamaların son bulmasına neden olmuş ve dedemin söz üzerinde masum olduğunu göstermişti.

Söz üzerinde masumdu mu demiştim? Pardon, benim sayemde masum maskesini giymiş, Poyraz ailesiyle bilmem kaçıncı kere düşmancıl bir şekilde kapışmak zorunda kalmamıştı diyecektim.

O masum kelimesi nereden çıktı? Dedemin masum bir adam olmadığını -asla olamayacağını- bugün çok kapsamlı bir şekilde öğrenmiştim. Bunu bana kendi öğretmişti, sağolsun.

"Boynun çizik dolu ya." dedi Ares aniden. Gözleri tırnak çizikleriyle kaplanmış boynumdaydı. O demeseydi, boynumun acıdan yandığını hissetmeyecektim bile. "Sana dedim ki girişme kadına."

"Ne yapayım? Bebeği vermeyeceğim dediğinde, tutamadım kendimi." Elimle boynumu ovaladım. Acıyordu. "Tırnakları uzunmuş kaşarın. Fark edemedim."

"Ama hakkını vermem lazım. Çok güzel dövüşüyorsun." Ares güldü. "Talya'yı iki yumrukla bayılttı ha." İki yumruk çokmuş. Tekte bayıltmam gerekiyordu.

"Gördüm gördüm." dedi Apo sırıtarak. "Mayıs hanımın sıkı dövüştüğünü içten içe hissediyordum. Etrafa öyle bir hava veriyordu zaten ama bu kadar iyi dövüştüğü aklımın ucuna dahi gelmezdi."

Yaşadığım yorgunluğa rağmen güldüm. "Yemin ederim, Talya'yı dövdüğüm anı hatırlamıyorum. Bende o an yok..."

"Gözün kararmıştı senin o esnada." diye mırıldandı Ares. "Bi baktım senin elin ayağın titriyor. Hemen geriledim. O esnada sen Talya'ya iki yumruk indirdin. Talya yerde. Yetmedi, sen o öfkeyle üzerine çıktın, yumruk atmaya devam ettin. Sonra ben döndüm salondakilere dedim ki, imamı arayın. Acil. Talya öldü çünkü!"

Ares ve Abdullah aynı anda güldüklerinde, alayla "Bana dövüş dersi aldırmaya çalışan Talya'yı dayaktan öldürme aşamasına getirmem şoku." dedim. "Ayılırsa belamı sikecek bu arada."

"Bi sik yapamaz." Ares koy göte dermişçesine elini salladı. "Ben o kızı uzun zamandır tanıyorum. Bakma, arada bi esip gürlediğinde... Mücahit bey onay vermeden bi sik yapamaz o."

Durdum, yakışıklı suratını süzdüm. "Sen Talya'yı nereden tanıyorsun?"

Ares tek kaşını kaldırarak bir bana bir Apo'ya baktı ardından dudaklarını aralayarak "O kız, Bulgaristan'ın köklü ailelerinin birinden geliyor. Sıkıntılı bir ailesi var ama ailesi ticaret alanında uzman olduğundan, benim ailemle Avrupa'da ortak iş yürütüyor. Oradan tanıyorum kendisini." diye açıkladı durumu. "Zengin tipler. Tıpkı bizim gibi." Durdu, düşündü. "Talya, Mücahit amcayla nasıl çalışmaya başladı? Yolları nasıl kesişti? Orasını bilmiyorum ama cidden Mücahit amca onay vermeden bir bok yapamadığını fark ettim."

Öğrendiğim bilgiyle kaşlarımı çattım ve bizi dikkatlice inceleyen Apo'ya döndüm. O an sorulması gereken en mantıklı(?) soruyu ona sormuştum. "Talya, Yunan değil miydi ya? Nasıl Yunan değil? Ama bana Yunan dendiiiiğğ!"

Kerimcan Durmaz taklidimi beğenmeyen Apo yüzünü ekşitti."Mayıs hanım bunu mu tartışacağız? Gerçekten mi?"

"Aman be Apo! Seninle de hiç şakalaşılmıyor!"

"Yalıya dönünce Mücahit bey bize güzel şaka yapacak zaten." diyen Apo keyfimi birazcık(?) kaçırmıştı. "İkimizede eşşek şakası yapacak. Güleriz o zaman hep birlikte..."

Gülümsemeye çalıştım. "Oo yalıda grup seks var. Severiz! Kondom alalım, Apo. Lütfen! Bak ben bu genç yaşımda dedemden hamile kalmak istemiyorum."

"Tövbe Estahfurullah!"

"Sen bebek istiyorsun galiba, Apo? Bugün yeterince bir bebekle ilgilendik bence." Sırıttım. "Ne oldu la? Dedemle kondomsuz mu sevişmek istiyorsun yoksa?" Dudağımı büktüm. "Iy. Yapma. Iyyy! Gözümün önünde canlandı! Ay kusacağım! Ay!"

"Mayıs hanım."

"O buruşuk şeyin sana girdiği... Iyyyy! Iy! Sus Apo! Sus! Shut up! Shut up!"

"Sadece siz konuşuyorsunuz ve benimde midem bulandı."

"Iy!" dedim tekrardan. "Apo rüyalarıma girecek bir sahne oluşturdum az önce. Kendi beynimi çamaşır suyuyla yıkamak istiyorum. Ne pis hayal gücüm varmış benim..."

Kurduğum cümleye ithafen kıkır kıkır gülen Ares "Siz ikiniz hep böyle misiniz?" diye sordu. Yeşil gözleri üzerimizde geziniyordu. "Ne güzel arkadaşlık ilişkiniz var."

"Ben onun korumasıyım." diyerek durumu açıklamaya çalışan Apo'ya orta parmağımı çektim ve sırıtmaya devam ederek "Benim best friendim kendisi ama koruma ayağı çekiyor." dedim. "Bırak o ayakları çeksin. Pek arkadaş edinen bir tip değil zaten."

Sanki ben öyle bir tiptim ya!

Apo gülümseyerek kafasını iki yana salladığında Ares "Allah kolaylık versin." dedi Apo'ya. "Bununla uğraşmak zordur kesin. Çok saldırgan..."

Apo anlık kafasını eğdi. "Sen bir de alkollüyken gör. Çok çok alkollüyken..."

"Ya yok vallahi saldırgan değilim!" diye mırıldandım. "Yalnızca benim içimde iki karakter var. Birincisi bu size gösterdiğim, tatlı, şeker, sakin ve hanımefendi olan karakter... Bir de ikincisi var. O da sadece bam tellerime basıldığı zaman ortaya çıkıyor. Sizde bugün gördünüz. Kavgacı, sosyopat, narsist, rezil leş bir karakter... O ikinci karakter devreye girmese çok iyi bir insanım aslında."

"İlk karakterinizde hanımefendilik yok, Mayıs hanım." diyerek araya giren Apo'nun koluna yavaşça vurup gülmesine neden oldum. "Kes çeneni, Apo! Keees! Kes!"

Halimize ithafen gülen Ares "Senin ikinci karakterini devreye sokmamak gerekiyor o zaman." dedi. "Feci bir şey o. Kimse uğraşamaz."

"Kimse uğraşamaz da... Siz iki akıllı uğraşmaya kalktınız o da ayrı bir şey. Oğlum bak, siz salak mısın mal mısınız bilmiyorum ama yine de sizi insancıl bir şekilde uyarmak istiyorum. Benim ikinci karekterim devreye girdiğinde lütfen benden uzak durun. Orada elli tane silah bana dönmüş, ben zaten delirmişim. Siz iki aptal hâlâ beni korumaya çalışıyorsunuz. Ona ayrı bir sinirlendim! Siz niye silahların önüne geçiyorsunuz?"

"Ne yapsaydık, Mayıs hanım? Sizi vurmalarına izin mi verseydik?" diye diklendi bana Apo. "Oldu."

"Salak, beni vuracak göt var mı onlarda?" diye tısladım bende ona. "Onlar dedeme show yapıyorlardı. Neden önüme geçip kendinizi bana siper ediyorsunuz ki?"

"O show değildi, Mayıs. Bende gördüm. Onlar, senin dedene bir şey yapacağını zannederek sana silah doğrulttular." Ares ciddi bir ifadeye büründü. "Tek bir yanlış hareketin silahların patlamasına neden olabilirdi. Bunun olmasını istemediğimden dolayı senin önüne geçtim." Durdu, bakıştık. "Korumalar, isteseler dahi bana sıkamazlardı çünkü orada Ekrem adlı bir dede figürü daha vardı. Bana onun varlığı sayesinde sıkamazlardı ama sana... Mücahit beye diklendikten sonra büyük risk aldın."

Umursamazca omuz silktim. "Her ne haltsa, bir daha sakın elli tane namlu bana çevrildiğinde önüme geçmeyin. Sıkacaklarsa bana sıksınlar. Problem değil. Benim yaşama hevesim yok zaten."

"Son söylediğiniz şeyi asla dinlemeyeceğimi söylemek isterim." diye homurdandı Apo. "Yok öyle bir dünya... Elli namlu sizin üzerinize hedeflenirken, ben köşede oturup izleyemem."

Pekala, sanırım gerçekten beni best friendi olarak kabul etmişti. Bu ayrıntı tebessüm etmemi sağlarken "Şaka bir yana harbi çok cesaretli bir kızsın." dedi Ares aniden. "Kimse senin o anda yaptığın şeylerin yüzde birini yapamazdı. Sırf o bebeği bulup ailesine teslim etmek için... Kendi canına kıymaya kalktın. O kadar ileri gittin."

"Yoo. Blöf yaptım." desemde bunun doğru olmadığının onlarda farkındaydı. Evet, o esnada kendimi öldürecek kadar ileri gitmiştim ve yemin edebilirim, bir daha o anın içinde olsam yine aynı şeyi yapardım. Tereddüt dahi etmeden... "Yalnız o piç korumanın, telefonuma ateş edeceğini kırk yıl düşünsem aklıma getiremezdim. Piç, Talya'ya çalışıyordu galiba. Emir almadan bana sıkacak kadar ileri gittiğine göre..."

"O adamın Talya hanımla cinsel bir ilişkisi vardı. Arada odasından çıkarken görüyordum. Muhtemelen o yüzden size sıkacak kadar ileri gitti." diyen Apo beni aydınlattığında "Ben kıza orospu diyince, dedemin gözünde suçlu oluyorum ya!" diye söylendim. "Yanıyorum yanıyorum ona yanıyorum." Ofladım. "Şaka maka telefonsuzda kaldım! Yetmiş bin liralık telefonu kurşun manyağı yaptı, orospu evladı!"

"Dert ettiğin şeye bak be."

"Ares, param yok lan! Param yok! Nasıl yeni telefon alacağım?"

"Alırsın alırsın, zenginsin sen." dedi Ares dalga geçercesine. Ben zengin değildim? Dedem zengindi. Arada büyük bir fark vardı. "Neyse, bugün sizin sayenizde çok eğlendim. Artık eve gidip benimde dedemle kapışmam gerekiyor. Malum o da bu siktiri boktan işin içindeydi ya." Güldü. "Birinin bu konuda dedemle kavga etmesi ve ailenin huzurunu kaçırması lazım. Bu biri ben oluyorum."

Bu çocuk harbi bana benziyordu ha. Karakter olarak benzerliklerimiz vardı. Bunu şimdi fark ediyordum.

"Anamız sikildi. Sen hâlâ eğlence diyorsun." Gözlerimi devirdim. "Şaka maka, senin dede de çok sakatmış. Dikkat et, götünü kolla. İyi adamsın, arada kaynama. Okeyto?"

Sırıttı. "Okeyto, Mayıs."

"Sevdim seni, Ares. Harbi iyi adamsın. İyi adam olduğun için seni dostum ilan ediyorum."

Biçimli kaşlarını kaldırdı. "Dostuz, ha?"

"Aynen."

"Neden best friend değiliz?" diye sorup kıskandırcasına(?) Apo'ya bir bakış attığında güldüm.

"Henüz seni tanımıyorum o yüzden. Zamanla belki best friend'de oluruz. Kıskanma Apo'mu..." Elimi Ares'e uzattığımda bir saniye düşünmeden elimi tutup salladı. "Bu arada bugün benim tarafımda olup bana yardım ettiğin için çok teşekkür ederim. Zorunda olmadığın halde bana çok yardım ettin, Ares. Bu iyiliğini asla unutmayacağım."

"Ne demek, Mayıs? Ben sadece dedemin yediği boku temizlemeye çalıştım. Tıpkı senin yaptığın gibi..."

"Bu dedelerimiz bizi ölüme götürecek, bir gün. Kesin bilgi." Elimi çekerek güldüm. O da gülmüştü. "Ama iyi bir ekip olduk ha. Sen, ben, Apo. Ciddi ciddi psikopat üçlü olduk. Harbi ben bir ara şeye inandım. Üçümüz sırt sırta verirsek dünya üzerinde sikemeyeceğimiz hiçbir adam yok."

İkiside kıkırdayarak güldüler. Onları güldürmek bulunduğum duruma rağmen beni rahatlatırken aklıma gelen şeyle "Apo senin telefon numaranı alsın. Arada buluşup kahve falan içeriz." dedim. "Olur mu?"

"Olur olur."

"Başın sıkışınca da arayabilirsin. Kahve şart değil. Maksat eğlenmek olsun." deyip sırıttığımda kafasını sallayarak Apo'nun uzattığı telefona yöneldi. Kendi numarasını yazıp ona telefonu geri verdiğinde "O zaman round 2'ye hazır olun. Çünkü eve gittiğimizde hepimizi bir round 2 bekliyor." diye mırıldandım. "Gazamız mübarek olsun, aşkolar."

"Allah aşkına, yalıya gittiğimizde Mücahit bey ile kapışmayın, Mayıs hanım. Yalvarıyorum size, yatın uyuyun."

Ayağımı yere vurdum. "AMAĞĞĞ, APO!"

Ares bu halime gülerken Apo bir abi edasıyla omzumu tutup sıktı. "Sizin iyiliğiniz için diyorum. Yatın uyuyun. Enerji depolayın. Sabah yine kavga edersiniz Mücahit bey ile..."

"Haklısın, kız. Enerji depolamam lazım. Bende salak mıyım, neyim? Sıfır enerjiyle bana bedel ödetmek isteyen dedemle kapışmak istiyorum." Güldüm. "Acaba ne bedeli ödetecek?"

"En fazla para vermeyi keser. Benimki öyle yapıyor." diye mırıldandı Ares arkamızdaki lüks araca ilerlerken. "Hani seninle ilk karşılaştığımız gün var ya. Birkaç adam peşime takılmıştı. Bizde seninle..." Öpüştük demekten kaçınarak yalnızca sırıttı. "Dedem para vermeyi kestiği için kumara bulaşmıştım o gün. Kumar borçluları peşime takılmıştı. Bir de poker de hile yaparak tonla para kaldırdım. Ondan da peşime takılmış olabilirler. Emin değilim."

Bende araca ilerlerken "Ha sen kumardan kazandın o euroları..." diye tısladım. "Ulan sende az şeytan değilmişsin!"

"Tabii kızım. Biz senin gibi psikopat olmasakta, bizde de var bir şeyler." Güldü. "Parasız kalırsan kumar oynarız seninle. Merak etme."

Mantıklı(?) tarafımı konuşturarak "Olabilir." dedim. "Bana poker oynamayı öğretir misin?"

Su yeşillerini yüzümde gezdirerek "Öğretirim tabii." diye mırıldandı. "Bir kumar partnerine ihtiyacım vardı zaten."

"Tabii bi kumarımız eksik çünkü. Öğrenin, Mayıs hanım. Onu da öğrenin. Sakın geri kalmayın." diyerek aracın kapılarını açan Apo bizi güldürürken "Kız, fena mı?" diye söylendim. "Para kazanırız işte."

"İnşallah kazanırsınız, Mayıs hanım."

"Doğru. Kaybederiz kesin." deyip araca yerleştim. "Yalnız şimdi düşündüm de... Telefon almak için paraya ihtiyacım var. Acaba önce kumarhaneye gidip kumar oynasakta sonra yalıya mı geçse..."

Suratıma kapıyı kapatan Apo bana gerekli cevabı verdiğinde yanımda oturan Ares gülmüştü. Sanırım kumar maceram başlamadan bitmişti. Umarım dedemle fight maceramda başlamadan biterdi.

Pek zannetmiyorum ama...

❄️

"Ağzına sıçayım! Şu hale bak! Seks mağduru gibiyim lan."

Büyük salonun orta yerinde durarak, duvardaki aynaya kitlendim ve siyah bluzumun açıkta bıraktığı boynuma tiksindircesine bakmaya başladım. Bakıcının tırnak izleriyle kaplı boynum çok kötü duruyordu. Üstelik bu çiziklerle birlikte iki elimin üstü de kavga ettiğimden ötürü morarmış, eklemlerim çürük dolmuştu. Yeşilin en açık tonundaki çürükler ellerimin üstünü esir almıştı ve kendi tenim resmen gözükmüyordu.

"Neyse yine çok güzelim." dedim aynada saçma sapan hareketler yapmaya başlayarak. "Allah özene bözene yaratmış. Maşallah bana! Üff! Kızlar! Şu kalçalarımı görüyor musunuz? Shakira'da yok bu kalçalar! Dolgun, kalkık, kıvrımlı... Ne kadar seksiyim ya!"

Lacivert pantolonumu aynada süzerek twerk atarmış gibi yaptım ama kimsenin dikkatini çekemedim. Arkamdan yürüyüp giden hizmetliler kahvaltı malzemelerini yukarıya taşıyorlardı. Muhtemelen dedemin odasına götürüyorlardı. Ya da sakat(?) bıraktığım Talya'nın...

Sabaha karşı Apo ile eve geldiğimizden beri ortam -bu şekilde- çok sessizdi. Kimse yüzüme bakmıyor, sorduğum sorulara cevap vermiyor ve benimle iletişim kurmuyordu. Sanırım dedem bu şekilde bir emir vermişti. Evdeki hizmetliler, korumalar beni yok sayıyorlardı.

Aman! Çok da umrumda değildi bu ayrıntı.

"Ye-Ye-Yenisini patlat patlat çek! Ama şaşırma tekrar tekrar ye. Değerim üstte fersah fersah gez.
Zaman geçer tik-tak headshot bang!" diye şarkı söyledim aynadaki yansımama karşı. "Çok konuşuyor boş konuşma lale! Seni almıyorum valla billa kaale! Dayı önce sen ağzını bi topla. Seni getiririm tanınmayacak bir hale!"

"Günaydın, Mayıs hanım." diyerek ön bahçeden içeriye giren Apo'ya dönerek sırıttım. İşte benimle konuşan biri.

"A-A-Atın konum gelsinler! Gelmiyor mu? Adres versinler. Hako tak-tak baba iki kurşun!
Umrum değil, hepsi gebersinler!" diye devam ettim şarkı söylemeye ve takım elbiseli Apo'nun yanına giderek onun omzuna vurdum.

Dikkatle beni izliyordu.

"Babalar sözünü tutar! Hasımlar lafını yutar! Bizimle oynama kumar! Bir anda gelir ve bozar!"

Tekrardan onun omzuna vurduğumda hiç beklemediğim bir anda dudaklarını aralayarak "Ole Ole Ole. Yav bro esselam aleyküm.
Yanımda hiç girme boşa role. Sizin bizi yenmeniz ne mümkün?" diye devam etti. Sesi benden daha güzeldi.

Güldüm, onu da birkaç günde kendime benzetmiştim. Apo resmen bana ayak uydurmak için bütün tuşlara basıyordu ya. Garibim benim.

"Bebeğim gel otur sağ koltuk boş. Sen de hoşsun ama yengen daha hoş! Yaptım oldu dedi naptın baboş! Tıp iş koy, vın koş!" Sırıtarak olduğum yerde kıvırdım. "Tıp iş koy, vın koş!"

Apo ile bana garip garip bakan hizmetlileri umursamadan aynı anda şarkıyı söylemeye başladık.

"İşimiz haydi bize müsaade! Hadi kalk yap bana güzel bir kahve! Mesajını açtığıma dua et!
DM'de var senden elli tane. Bro bas hepsine bas!
Bunların hepsi OnlyFans! Kurşun şahıs tanımaz!
Bunlar fıs bir şey yapamaz."

Şarkı bittiğinde gülerek onun yanağından makas aldım ve boynumu işaret ederek "Bakma neşeli olduğuma... Aslında çok üzgünüm. Seks maduru gibi her tarafım çizik dolu!" diye söylendim. "Kötü duruyor be! Apo ben bu halde nasıl şirkete geçeceğim?"

Apo bana morel vermek adına gülümseyerek dudaklarını aralamıştı ki merdivenlerin yakından bir tok ses yükselince duraksamak zorunda kaldı.

"Sen şirkete geçmeyeceksin, Mayıs Asil Karahanlı."

Apo ile aynı anda merdivenlerin başında duran dedeme döndük. Hâlâ pijamalarıyla olan dedem kaşlarını çatmış bir şekilde öylece bana bakarken, öfkesi her yerinden okunuyordu. Onun öfkesine karşılık düz bir ifadeyle onu süzdüm. Ona öfkelenecek kadar değeri yoktu artık gözümde.

Benim için dün yaptığı hatadan sonra dedem bitmişti. En azından ona karşı beslediğim duygularım bitmişti. Sadece ufak bir saygım kalmıştı. Umarım o saygıyı da bitirmezdi. Gerçi bitirse de problem yoktu. Ben yoluma, o yoluna bakardı.

Eski günlerdeki gibi.

"Senin şirketle işin kalmadı." dedi merdivenlerden inerken. "Ne şirketle işin kaldı ne de diğer iş merkezleriyle..."

Konuşmadan onu incelemeye devam ettim. Dedem öfkesini yüzündeki her noktaya yansıtırken merdivenlerin son basamağını indi ve tam karşımda durdu. Apo onun karşıma geçmesi için bir adım gerilemişti fakat yanımdan ayrılmamıştı. Gözleri ikimizin üzerinde geziniyordu.

"Büyük bir hata yaptım. Bu hatayı telafi edeceğim." diye tısladı dedem beni öfkeyle süzerken.

"Yaptığının hatanın farkına varmana sevindim." dedim dümdüz bir sesle. "En azından dünkü olayın bir hata olduğunu kavrayacak..."

"Dünkü olaydan bahsetmiyorum, Mayıs. Ben seni şirketin başına geçirmeye çalıştığım o hatadan bahsediyorum." diye kesti sözümü. Durdum, gözlerinin içine baktım. Öfkeyle kaplıydı koyu kahverengi gözleri... Öfkeden başka hiçbir duygu yoktu. "Benim senin gibi biriyle, kan bağım dışında hiçbir alakam olamaz. Olmamalı."

Sözleri kalbimi gram acıtmamıştı. Sessiz kalarak öfkesini, bomboş bakışlarla süzmeye devam ettiğimde, "Sen benim şirketlerimi yönetecek vasıfta biri değilsin. Benim yanımda dik durabilecek bir karakterin, zekan ve ahlakın yok, maalesef ki!" dedi acımasızca. "Aramızdaki kan bağının hatırına, yaptıklarının cezasını sana kesmeyeceğim. Ama bundan sonra ne işime ne gücüme ne de hayatıma dahil olmayacaksın. Benim için senin değerin bitti."

Hiçbir şey söylemeden aynı bomboş bakışlarla yüzünü incelediğimde tepki vermemem onu kudurtmuştu.

"Bütün aile, seni tek mirasçım yaptığım gün, bana senin hakkında o kadar kötü şeyler anlattıklar ki... İnanamadım! Mayıs söylediğiniz kadar kötü biri değildir dedim ama yanıldım. Sen tam da herkesin anlattığı gibiymişsin! Ahlak yoksunu, saygısız, alkolik, sorumsuz, nankör ve geri zekalı... Bu anlatılanlardan ne eksiğin var ne de fazlan!"

Cevap vermedim. Dedem ona cevap vermeme daha da sinirlenmiş olacak ki dün akıtamadığı bütün zehrini bana kustu.

"Kendi anne babasına durduk yerde nefret besleyen bir çocuk, bana hangi konuda yardım edebilir? Nankörlükten başka bir bildiğin yok senin! Yok!" Parmağını tehditkarca bana doğru salladığında gözümü dahi kırpmadan parmağında kitlendim. "Ne istediysen aldım, ne istediysen yaptım, ne istediysen verdim! Sonuç ne peki, Mayıs hanım? Sonuç ortada! Dün yediğin boklar bana, senden bir halt olmayacağının sonucunu verdi! Aferin sana! Aferin! Devam et böyle."

Yanımızda duran Apo "Mücahit bey, lütfen." diye araya girmeye çalıştı ama dedem onu umursamadı.

"Ben sana nasıl öleceğini söyleyeyim mi?!" diye hırladı bana. Mimik kıpırdatmadan nasıl öleceğimi söylemesini bekledim. "Sen otuzlu yaşlarının başında, kuş uçmaz kervan geçmez bir sokağın kaldırımında, gireceğin alkol zehirlenmesiyle geberip gideceksin! Senin ölümün bile senin gibi ucuz ve iğrenç olacak Mayıs Asil Karahanlı!"

Gıkımı çıkarmadan aynı boş bakışlarla onu incelediğimde hırsını benden alamamış olacak ki "Sırf aramızdaki kan bağının hatırına seni sokağa atmayacağım çünkü gidecek yerinin olmadığını çok iyi biliyorum! Bu saatten sonra seni baba evine de
almazlar zaten! Kemal seni evine geri alacak kadar beyinsiz değil." diye bağırdı. Boynundaki damarlar öfkesinden dolayı dışarı fışkırmıştı. "İstediğin kadar bu yalıda kalabilirsin ama sakın, ne benimle ne Talya'yla ne de bu evdeki çalışanlarla iletişim kurma! Bu evde yaşayan birine tek bir saygısızlık yaparsan, atarım senin kapının önüne! Gözünün yaşına bakmam!"

Belki benim yerimde bir başkası olsa, bu sözler karşısında dayanamaz ve ağlardı. Ya da duyduğu bu sözler karşısında dedemi dövmeye çalışabilirdi ya da onun sözlerine itiraz eder, kendini onun etiketini bastırdığı pis kalıplardan çıkarma çabası içine girebilirdi.

Ben bu söylediklerimin hiçbirini yapmadım, yapmak istemedim. Çünkü yirmi yıllık ömrümde bu konuşmanın birçok benzerini, birçok farklı kişiden duymuş, zamanla bu konuşmanın gidişatına alışmış ve son yıllarda, aptal bir alkoliksin Mayıs konseptli bu konuşma karşısında tepkisiz kalmayı tercih etmeye başlamıştım.

Tepkisizlik beni güçlendiriyordu.

Dedem tepki vermediğim her saniyede daha çok güçlendiğimi hissederken dudaklarımı araladım ve oldukça sakin bir ses tonuyla, "Teşekkür ederim, yaptığın her şey için." dedim. "Ve lütfen, kendini daha fazla zorlama. Beni sinir edemezsin. Sen bana ne dersen de ben sinirlenmeyeceğim. Neden biliyor musun?"

Dedem konuşmadı.

"Sana saygı duyuyorum çünkü. Söylediklerinin aksine saygısız bir insan değilim, dede. Yediğim kaba asla pislemem." Derin bir nefes aldım. "O yüzden istediğin kadar bana öfke kusabilirsin hatta dilersen, bana vuradabilirsin. Sana asla karşılık vermeyeceğim. Ne kötü bir söz olarak ne de başka bir tepki olarak..."

Afalladı. Benden bu sözleri duymayı beklemediği o kadar aşikardı ki... Gözlerindeki öfke yavaş yavaş dağılırken, "Dün için senden asla özür dilemeyeceğim. Ben doğru bildiğim şeyi yaptığım için kimseden özür dilemedim bu yaşıma kadar. Senden özür dilemeyeceğim ama... Sana bir teşekkür borçluyum." deyip durdum. "Beni bir Karahanlı olarak yanıltmadığın için teşekkür ederim. Soyadının hakkını tıpkı diğerleri gibi vererek beni tam sırtımdan vurduğun ve kan bağına bir daha asla güvenmemem gerektiğini bana öğrettiğin için çok teşekkür ederim, dede."

Yüzündeki bütün mimikler eş zamanlı olarak kasılırken hiç beklemediği bir anda sağ elini tutup eğildim ve elini öptüm. Elini bırakıp olduğum yerde dikleştiğimde öfkesinden eser kalmamıştı. Koyu renkli gözlerine aniden oturan pişmanlık, ikinci bir deri misali yüzünü kaplarken "Teklif içinde ayriyeten teşekkür ederim fakat ben bu evde kalmak istemiyorum." diye mırıldandım. "Benim gibi ciğeri beş para etmez bir insan için, bu kadar varlıklı bir yaşam... Değmez bence. Ben bu kadar varlıklı ve rahat bir yaşamı hak edecek bir insan değilim. Yeri geldiğinde bir gazete parçasıyla parklarda uyumuşluğum var."

Dedem dondu. "Mayıs..."

"Bizim aile varlıklı bir aile olabilir ama sana temin edebilirim. Ben bazı zamanlarda cebimde beş kuruş olmadan, sokaklarda aç bir şekilde yatıp kalkmış bir insanım. Yoklukta çektim. Sefalette... Hani dedin ya gidecek bir yerin yok diye burada kalabilirsin. Hiç gerek yok. Bana sokakta kalmak pek koymaz. Alışkınım, dede." Tebessüm ettim. "Yine de bana bu lüks yaşamı tattırdığın için sağol. Seni daha fazla rahatsız etmek istemiyorum. Allah'a emanet ol. Ben kaçtım."

Onun omzunu yavaşça sıktıktan sonra afallamış yüzüne bakmadan, yanından dolanıp geçtim ve yalıdan hızlı adımlarla çıktım. Kendimi binlerce lüks evin bulunduğu caddeye attığımda Apo'nun paramparça olmuş bir ifadeyle yalıdan çıkıp yanımda soluğu alması uzun sürmemişti. Adımlarını kaldırımda yürüyen bana uydurarak "Mayıs hanım," dedi. "Siz ne yaptınız?"

Telaşlı duruşu ve üzgün ifadesi beni güldürürken "Ah Apo... Üzümlü kekim ya." diye mırıldandım. "Sen hâlâ yaptığım şeyi anlamadın mı?"

Bir başka yalının önünden yürüyerek geçtiğimizde adımlarını hızlandırarak "Anladım! Evi terk ettiniz!" dedi şok içinde. Yan profilimi süzüyordu. "Şu zamana kadar yaptığımız bütün planlar çöp oldu! Neden evde kalma teklifini kabul etmediniz ki? Mücahit bey ile barışma şansınız vardı!" Üzgünce elini yeni yeni yeşermeye başlamış sakallarına getirdi. "Mayıs hanım siz her şeyi mahvettiniz!"

"Aksine, her şeyi düzelttim." Güldüm, gülüşüm onu duraksatmıştı. "Ah, Apo. Çok safsın be oğlum. Biz ne yapacağız seninle?"

"Mayıs hanım..."

"Oğlum, vicdan oyunları döndürdüm içeride. Sen anlamadın mı gerçekten?" diye kestim sözünü. "Dedemin vicdanıyla oynadım ki kendi ayağıyla bana gelsin, beni evine geri alsın. Tabii bir de işleri de bana geri devretsin. Tamamiyle vicdanına yönelik bir konuşma yaptım. Ve başarı olduğumu çok iyi biliyorum."

Apo'nun sert mizacı tuzla buz oldu. Büyük bir aydınlanmayla boğuşmaya başladığında "Dedemin Talya'ya verdiği değerin büyüklüğünü gördüğüm andan beri onun vicdanıyla oynamaya çalışıyorum." dedim açıklayıcı bir şekilde. "Bak, Talya ile bağını bilmesekte dedemin Talya'yı bütün herkesten daha çok sevdiği büyük bir gerçek, öyle değil mi? Adam beni... Torununu silme aşamasına geldi Talya için."

"Evet, Mayıs hanım. Dedeniz Talya'yı çok seviyor."

"Bu yüzden dedemin sevgisini kazanamayacağımın gayet farkındayım ama... Ufak, sinsi bir planla saygısını kazanacağımı fark ettim. Bana saygısı lazım zaten. Sevgisini siktir et." Güldüm, içi boş bir gülüştü bu. "Az önce yaptığım vicdan oyununa tamamiyle bununla alakalıydı, Apo. Onun nefretine karşılık sessiz kalıp, saygımı korumam ve dedemin vicdanıyla oynayacak şekilde cümle kurmam, beni onun gözünde yüceltecektir."

Apo kaşlarını kaldırdı. "Siz..."

"Ben dedemi büyük bir oyunun içine çektim, Apo." dedim onu tamamlayarak. "O da eşek gibi bu oyunun içine girdi. Sözlerimle vicdan yapacak ve benim ayağıma eve dönmem için gelecek. O ayağıma geldiğinde de zavallı, sessiz bir kişiliği oynayacağım. Yine vicdan yapacak ve bana şirket hisselerini verecek. Kısacası gözünde saygı değer bir insan olana kadar uslu durmayı hedefliyorum. Öyle saygı değer biri olacağım ki Türkiye'deki bütün mal varlığına bana bırakıp siktirip gidecek Hollanda'ya... Para umrumda değil ama para güç demek. Bana güç lazım."

Apo dehşet içinde beni süzdüğünde adımlarımı durdurarak onun önüne geçtim ve gülümsedim.
"Sana bir söz verdim, Apo. Ne olursa olsun, o Talya'dan intikam alacağız. Sana yaptıkları, bana yaptıkları bini aştı. Dedemin gözünde değeri ne olursa olsun, o kızı bulunduğu konumdan aşağı indirmeden asla pes etmeyeceğim."

Dehşeti yerini başka bir ifadeye bıraktığında onun yanağından makas aldım. "Herkes istediği kadar bana aptal diyebilir. Ben zekamı saklayacak kadar zeki, aptala yatacak kadar da sinsiyim. Kolay kolay kaybetmem. Talya'ya karşı da asla kaybetmeyeceğim. Bak gör. Kedinin fareyle oynadığı gibi oynayacağım o kızla... Ben o kıza çok kinlendim, Apo. Ben o kızı yok etmeden durmam."

Abdullah tam tahmin ettiğim bir hızla "Yanınızdayım, Mayıs hanım." dedi. "Ben her daim bu zekanın yanında olmak istiyorum. Karşınızda asla olmak istemem."

"Biliyorum." Güldüm. "Seninle gerçekten çok iyi bir ikili olduk, Apo. Vallahi Dora'dan sonra en mükemmel best friendim sensin artık."

O da tebessüm etti. "Sağolun, Mayıs hanım."

"O zaman hiç beklemeden bu sinsi planımın ikinci adımına geçelim. Bizim ne yapıp ne edip o Burhan denilen mafyadan, dedemin çok istediği liman hisselerini almamız gerekiyor."

Apo ceketinin önündeki düğmeyle oynayarak "Ha siz sadece Mücahit beyin vicdanından yürümeyeceksiniz. Siz onun yapmadığını işleri yapıp saygısını da kazanmaya çalışacaksınız." dedi şaşkınca. "Bu mesele sadece Talya hanımla ilgili değil artık. Siz Mücahit beye de kinlendiniz, öyle değil mi? Onun yerine geçmek isteyecek kadar kinlendiniz hemde."

Zekiydi. Apo cidden çok zekiydi.

Ona cevap vermek yerine "Mücahit bey dün kendi kendini benim gözümde bitirdi." diye mırıldandı. "Küçücük bir bebeğe saldıracak kadar gözü kararmış bir adamın sizlere önderlik etmesini istemiyorum o yüzden belki onun koltuğuna ben oturtabilirim. Belki..."

Gülümsedi, samimi bir gülümsemeydi bu. "Umarım o koltuğa siz oturursunuz, Mayıs hanım. Sizi o koltukta görmeyi isterim."

"Kader kısmet be, Apo." deyip dilimi şaklattım. "Tamam şimdi dedem vicdan kasmaya devam etsin. Biz seninle bu akşam Burhan'ın takıldığı mekana gidelim ve ben onunla samimiyeti ilerletmeye çalışayım. O hisseleri bana vermese bile, güçlü bir adam ile arkadaşlık kurmak ilerleyen zamanlarda işimize yarayabilir."

Apo kafasını salladı. "Mantıklı. Sizi de sevdi zaten."

"Müge Anlı sağolsun." Kıkırdadım. "Bir de yarın sabah İnanç'ı görmeye gideceğim. Artık oradan çıkmak isterse çıkar, çıkmak istemezse de kendi bilir. Ben bana iyilik yapana el uzatayım da... O eli geri çevirirse, kendi bileceği iş."

"Tamamdır, Mayıs hanım."

"Şimdi benim dedemin vicdanıyla oynamam için bu gece siktiri boktan bir yer bulup kalmam lazım. Aslında bildiğim bir motel var. Leş gibi bir sokakta... Orada birkaç gün kalsam... Sende dedeme beni ispitlesen, oraya götürdüm orada kalmaya falan başladı desen... Gelip bakarsa oraya, daha çok vicdan kasar." dedim alayla. "Aynen ben oraya gideceğim. Şimdi benim kıyafetim falan yok. Sen çaktırmadan akşam benim yalıdaki odaya gir. Dolaptan ne bulursan tık bir poşete getir, okey?"

Kafasını hızlıca salladı. Bu planımdan hoşlandığı her halinden belliydi. "Okey, Mayıs hanım."

Gülerek omzuna vurdum. "Hadi gidelim şu motele de... Ben biraz eski, boktan hayatıma alışmaya çalışayım. Sonra planı uygulamaya devam ederiz."

Dilini eğlenircesine şaklattı. "Vallahi sizden korkulur, Mayıs hanım."

"Kız bana boşuna İkinci Selim demiyorlar! Adam sarhoş ola ola tahtı herkesin elinden alıp kendi oturdu. Sonum inşallah o adama benzer."

"İnşallah, Mayıs hanım."

"Bok benzer ama hadi deneyelim, Apo. Ne kaybederiz ki zaten?" Güldüm. "Yalnız biraz bana borç vermen lazım. Motele verecek beş kuruş param yok. Ayriyeten telefonumda yok. Hiçbir şeyim yok."

"Hallederiz, Mayıs hanım. Rahat olun."

Gerçekten bu adam arkamda olmasa ben bitmiştim. Gerçekten...

❄️

Umarım güzel bir bölüm olmuştur.

Okuduğunuz ve oyladığınız için teşekkür ederim ❤️

Continue Reading

You'll Also Like

40.2K 2.7K 8
。⁠◕Bu his çok tuhaftı onlar benim gerçek ailemdi ama bir o kadarda uzaklardı...◕⁠。
5.9K 2.2K 45
Zaman yolculuğu bu güne kadar hep insanların ilgisini çekmiştir ancak zamanda yolculuk yapmak söz konusu dahi olamaz çünkü evren belli bir düzen üzer...
1.8K 120 30
Cadı Sofi'nin, prens Ailios'a duyduğu öfke, büyüyle mühürlendiği zaman, taşları yerinden oynatacaktı. Zaman geriye doğru akarken cadı Sofi'nin dileği...
829K 61.4K 51
"O sensin Rein" diye fısıldadı Theo onun kulağına. "Dhakear'ın oğlu sensin. Sen bir insan ve ejderhanın oğlusun."