VİSAL/TAMAMLANDI

By rmysaudade

146K 7.5K 2.4K

"Beni bu şehre sor, de ki; bu adam daha önce birisine böyle sevdalanmış mı? Sor. Bu adamın sol yanı benden ön... More

1. Bölüm
İlk.
2.Bölüm
3.Bölüm
4. Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.BÖLÜM
22.BÖLÜM
23.BÖLÜM
24.BÖLÜM
25.Bölüm
26.BÖLÜM
27.BÖLÜM
28.Bölüm
29.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
FINAL
Özel Bölüm

30.Bölüm

1.6K 84 29
By rmysaudade

Merhaba, biz geldik.

Bölüm sonu kısa bir açıklamam olacak, okumak isterseniz diye söylüyorum.

Lütfen oy vermeden geçmeyin.

Bölüm sizindir.

....




Bir şeyleri sorgulamaya başladığın zaman her şey gözüne daha net gelmeye başlıyordu.

Turuncumsu ışığın vurduğu geniş sırtında gezinen parmaklarımla birlikte ona doğru döndüm. Yüzü yatağa yan yatmış bir şekilde kollarını başının altında toplamış uyuyordu. Uzun kirpiklerinin arada titrediğini görüyordum, bu çok uzun sürmüyor ve düzenli nefes alıp verişini duydukça bir süre daha uyanmayacağını biliyordum.

Buraya gelirken çok şey yaşayabilirdim. Hepsini daha o arabadayken hayal etmiştim, tartmıştım. Hırsızlığa uğrayabilirdim, hor görülebilirdim, iş yerinde bir çok zorlukla karşılaşabilir ve hatta evsiz bile kalabilirdim.

Ama bu. Ama o.

Hiç hesapta yokken başınıza gelen şeylerin güzelliği neden bu kadar göz alıcı oluyordu? Onu hesaba katmamak ilişkimizde yaşadığımız her evrede gözümde daha da büyülü hale geliyordu.

Onu hesaba katmamak güzel şeydi.

Parmaklarım çıplak omuzları boyunca sürtünerek yüzüne ulaştığında kirli sakallarının arasına düşen parmak uçlarım bir anlığına da olsa kirpiklerini titretti.

Yusuf kısık bir nefes alarak başının altındaki kollarını oynatırken uyanacağından emin bir şekilde gözlerini aralamasını bekledim. Ondan beklediğim hamle çok uzun sürmeden gerçekleşti ve kirpikleri yavaşça aralanarak pencereden vuran ışıkla rengi daha da açılan kahve gözlerini kırpıştırdı.

Sakallı yanağını kolları arasına aldığı yastığa sürterken omuzlarını gerdi. Bu hareketiyle birlikte omuzlarındaki kasları kısa bir anlık kendilerini gösterdi ve tekrardan rahatlayarak serbest bıraktı. Gözlerimin odağı tekrar yüzüne doğru çevrildi. Tek gözü kısık bir şekilde ifademi izliyordu.

"Bu sabaha gömseler ya beni."

Çıkan sesi boğuk ve kalındı. Yine de buna rağmen söylediği şeyler anlaşılırdı. Parmaklarım alnına düşen beyaz siyah karışık saçlarına gitti. Geriye doğru yatırdığım saçları tekrar alnına doğru düşecek şekilde dururken gülümsedim.

"Saçlarındaki beyazları seviyorum."

"Yüzündeki ifadeden anlamak zor değil."

Gözlerim gözleriyle buluştu. Dudaklarımdaki gülümseme yüzündeki ifadeyle bir tık daha büyüdüğünde yattığı yerde doğruldu ve dirseği üzerine kalkarak yaklaştı.

Dudaklarını yavaşça dudaklarımın arasına bırakmasıyla birlikte başım geriye doğru düşerken, kulağımın arkasına sıkıştırılan saçımın varlığını hissedebiliyordum.

"Ağrın var mı Çiçeğim?"

Dudaklarımın arasına doğru sorduğu soruyla birlikte ne zaman kapadığımı bilmediğim gözlerimi aralayarak yüzüne baktım. Alt tarafımda hissettiğim hafif bir sızıyla başımı iki yana sallarken yaklaştı ve burnumun ucuna küçük bir öpücük bıraktı.

"Dün gece, mutlu muydun Mihri?"

Sorduğu soruya hazırlıksız yakalanmıştım. Bunu sorması o kadar gereksiz gelmişti ki cevap verme gereği bile duymuyordum ama o bir cevap bekler gibi yüzüme bakıyordu.

"Ben sana iyi hissettirdim, değil mi?"

"Aksini gerçekten düşünüyor musun yoksa benden duymak seni daha mı tatmin edecek?"

"Sadece bilmek istedim."

"Yusuf," elim ensesine doğru bir yol alırken gözlerini üzerimden ayırmadı. "O bir anlık verdiğim bir karar değildi. İstiyordum, istiyordun ve oldu. Çok mutluydum, ilk defa yaşadığım, bana yaşattığın o hisleri ve duyguları asla unutmayacağım. Seninle olduğum için mutluyum Kaptan."

Sözlerimin bitişiyle birlikte Yusuf yutkunarak çenemi kavradı ve dudaklarını sıkıca yanağıma bastırdı. Omuzlarından itmeye çalışırken hiçbir şekilde yerinden kıpırdamıyordu.

"Ya sulu öpme bari."

Yanağımı sildiğim kısma tekrardan sıkıca dudaklarını bastırırken, "Seni yiyeceğim." Diyerek boynuma doğru yöneldi.

"Dün gece zaten yedin manyak herif, izleri hâlâ bedenimde."

Yusuf'un dudakları boynumda duraksadı ve üstten bana baktı.

"Görmeden inanmam."

Üzerimdeki beyaz pikeyi çekiştirmeye çalışırken diğer ucundan tutmamla duraksadı.

"Sabah sabah kafayı mı yedin?"

"Sanki görmediğim şey, bakayım çok mu kötü?"

Tekrardan pikeyi çekiştirdiğinde kenarını kavradım.

"Banyoya gireceğim, kötü falan da değil ayrıca. Zamanla geçer."

"Banyoya gireceğiz?"

Kaşlarımı kaldırarak yüzüne baktım.

"Yooo."

Zor da olsa vücudunu yana doğru iterek üzerimdeki pikeye sarınıp kalktığımda hızlıca banyoya koştum. Arkamdan söylenmelerini duysam da buna kayıtsız kalarak aynada kendime baktım.

Pikeyi yavaşça göğsümün üzerinden aşağıya doğru saldım. Göğüs ucumda beni karşılayan morluğu diğer göğsümün üzerindeki diş izleri takip etti. Boynumun üzerinde bulunan hafif pembelikler vardı. Bu sıcakta fondöten sürmek yerine saçlarımı açık bırakmak işe yarayabilirdi.

Aklıma dün gece yaşadığımız anların kırıntıları düştüğünde dudaklarımda beliren gülümseme yavaşça büyüdü. Bu gerçekten güzeldi. Birine aitmiş gibi hissetmek, sevdiğin insanla bir bütün olmak. Bu gerçekten çok fazla güzeldi.

Vucudumdaki izleri birer birer izleyerek saçlarımı yıkadıktan sonra bedenimi de lifledim ve suyun altından çıktım. Bornoza sarılıp saçlarımı da havluya sardıktan sonra işe yetişmem gerektiğini aklımda tutarak banyodan çıktım. Odaya girdiğimde Yusuf görünürde yok gibiydi. Çıkmamla birlikte banyonun kapısının tekrardan kapandığını duymamla cevap alınmıştı.

Vucudumu kurulayarak bir yandan da telefonun ekranından saate baktım. Neredeyse kırk dakika gibi bir süremiz olduğunu gördüğümde iç çamaşırlarımı hızlıca giyindim sarı askılı elbisemi üzerime geçirdim. Yerde dün geceden kalan kıyafetleri bir yere toplayarak Yusuf banyodan çıkınca makinayı çalıştırmayı aklıma not ettim.

Aynanın karşısına geçerek saçlarımın ıslaklığını havluyla gidermeye çalışırken Yusuf'un bir an önce banyodan çıkmasını diledim çünkü kurutma makinası oradaydı.

Zamanın geçmesi açısından odayı toparlamaya girişirken telefonumu da şarja taktım. Yatağı güzelce toparladıktan sonra her yere yayılmış şekilde dağınık duran kurumuş kıyafetleri de katlayarak dolaba yerleştirdim. Camı iyice gererek açarken tül perdeyi önüne çektim ve arkamı döndüm.

Tam o sırada kapının önünde çıplak bedeniyle görüş alanıma giren adama haddinden uzun süre bakmayı reddederek, "Sonunda." Diye söylendim ve yanından hızla banyoya geçtim. Kurutma makinasını çıkararak fişe takarken, "Işe yetişmemiz lazım Kaptan." Diyerek sesimi duyurmaya çalıştım.

Vereceği cevabı beklemeden makinayı çalıştırarak saçlarımı kurutmaya başladım. Kulağımın altında kendini gösteren pembelikler yarı nemli olan saçlarımla birlikte kapamaya çalıştım. Isim neredeyse bittiğinde saçlarımı tarayarak dalgalı haliyle önüme bıraktım.

Banyodan çıkıp odada bıraktığım kirli kıyafet teknesini kucaklarken bir anda kafamı kaldırmam ve teknenin diğer ucunun da tutulmasıyla duraksadım.

"Seni gece yeterince yoramamışım gibi. Nereden geliyor kızım bu enerji?"

Tekneyi kendime doğru çekerken, "Ise yetişmemiz lazım." Diye söylendim. "Bugün Kadir Abi'den izinde alacağım hem."

"Yavrum gerilmene gerek var mı? Mahkeme bu. Gezmek için izin istemeyeceksin sonuçta."

Elimde tuttuğum tekneyi kavrayarak kendime doğru çektiğimde sonunda onun tarafından kurtulmuştum. Banyoya doğru ilerlerken peşimden geldiğini hissedebiliyordum. Makineye ayırarak attığım çamaşırlara kapıya yaslanarak bakmaya devam etti bir süre.

"Niye başımda dikiliyorsun sen?"

"Bir nefes alacak mısın artık?"

Gözümün kenarıyla bir bakış attıktan sonra işime geri döndüm.

"Alıyorum ben nefes." Çamaşırları koyduktan sonra gerekli malzemeleri de koyup ayarlamayı yaptım ve çalıştırdım. Çıkacakken Yusuf kapının önünde bir bariyer gibi duruyordu.

"Ne dikildin be, çıkalım hadi."

"Çıkalım."

Verdiği cevapla birlikte tam yanından geçecekken bir anda ayaklarımın havalanması ve saçlarımın önüme doğru düşmesiyle dudaklarımın arasından kısık bir ses çıktı.

"Yusuf n'apıyorsun?"

"Sabahtan beri başımı döndürdün kızım ya, çıkıyoruz tamam."

Odaya doğru ilerlerken yatağın üzerinde hazırladığım çantamı aldı. Şarjdaki telefonu hatırlatacağım sırada onu da içine attığını görmemle kelimelerim duraksadı.

"Başka bir şey var mı burada?"

"Indirsene beni sen bi."

"Var mı yok mu Mihri?"

Etrafta dönmesiyle birlikte başım iyiden iyide giderken pes ederek, "Yok." Diye cevap verdim.

Ardından beyaz çantamı koluna atarak holu de geçti ve kapıyı açarak dışarıya çıktı. Eğilerek iki ayakkabısını da giyindikten sonra beni indirmesini beklerken ayaklarımdaki hareketlilikle ona bakmaya çalıştım ama imkansızdı.

İsini bitirdiğinde ayaklarıma geçirdiği ayakkabılarımı fark etmem bir kaç saniyemi almıştı. Kapıyı kapatma ve kilitleme sesi kulaklarıma dolarken anahtarı da muhtemen çantama atmıştı.

"Sen varya kafayı yedin iyice."

"Yav he, habuni da sabahın köründe evde deli gibi dönen sen söyliysın."

"Şiveli konuşup aklımı çelme."

Yusuf merdivenleri bir bir inmeye devam ederken kalçamın uzerinde hissettiğim acıyla birlikte ellerimi dudaklarımın üzerine kapatıp çıkan sesi son anda önlemiştim. Acı yerini korumaya devam ederken Yusuf'un sırtına elimle geçirmemle birlikte hiç oralı değilmiş gibi gülme sesini duyuyordum.

"Bir indir beni varya sökeceğim o dişlerini."

Yusuf kurduğum cümleye karşı bacağımdaki tutuşunu sıkılaştırdı. Ayağıma geçirdiği ayakkabıları parmaklarımın uçlarıyla tutmaya devam ederken gün ışığının görünmesiyle sonunda binadan çıkabilmiştik.

"Oy ulaaa kizi mi kaçiriysun?"

Duyduğum sesle birlikte bakışlarımı arkaya doğru çevirmek istesem de yapamadım.

"Gönlü var teyzem, kendi atladı sırtıma hatta."

"Niye yalan söylüyorsun kadına ya?!" Başımı geriye doğru yatırarak konuştum. "Rızan falan yok benim, söyleyin şuna indirsin beni."

"Sinirli sinirli."

"Ula eşşen sipasi! Büyudun da elalemun kizini mi kaçiriysun?"

Kadının duyduğum yüksek desibellu sesiyle birlikte bir anda kendimi ayaklarımın üzerinde bulduğumda başımın dönmesiyle birlikte arabaya tutundum. Ayaklarımı sabit tutarak karşımdaki görüntüye bakarken teyzenin elinde bastonuyla Yusuf'un bacaklarına doğru vurmaya çalıştığını gördüm. Yanına genç bir kadın gelerek koluna girdiğinde dahi bundan vazgeçmeden elindeki bastonu sallamaya devam ediyordu.

"Valla rızası vardı diyorum teyze, dur bacak falan kalmadı anasını satayım."

"Sus gonişma! Irz düşmani."

Yanda gülerken ikisini izlemeye devam ediyordum. Genç kadının bakışları bir an bana doğru döndüğünde gülerek başını iki yana salladığını gördüm. Yusuf, keskin bakışlarından yollarken gram acımıyordum.

"Anne yeter bu kadar hadi. Belli ki tartışmışlar, önemli bir şey yok."

"Ne yok? Almişti omzine kizi un çuvali gibi götiriydi."

"Ben mi un çuvalı?"

Araya girerken teyzenin yazma altından bakışları beni buldu.

"Sen taniy misun habu uşaği?"

Bakışlarım Yusuf'a doğru dönerken bakışları dikkatle üzerimde dolaştı.

"Bir yerden çıkaracak gibiyim ama."

"Çikmay mi?"

"Yani bilemedim şimdi."

Teyze tam ahşap bastonunu kaldırıp tekrar Yusuf'un bacaklarını isabet alacakken, Yusuf elleriyle kavradığı bastonla, "Ise geç kaldık valla ya." Diyerek bakışlarını bana çevirdi. Tehditkar bakışları üzerimde dolaşırken iyiden iyiye vaktin geçtiğini hissederek yanındaki kadına gülümsedim. Kadın annesini sakinleştirerek zorla da olsa yanımızdan uzaklaştırdığında arada bakışlarını çevirip Yusuf'a keskin bir şekilde bakıyordu.

"Bak bakaym çıkaraca mısın bi yerden?"

Adımlarını atarak tam önümde durduğunda dikkatlice yüzüne baktım. Cevap vermediğim her saniye yüzünün aldığı şekil biraz daha değişiyordu. Onunla uğraşmak eğlenceliydi, tıpkı benimle uğraştığı gibi.

"Bir de şu arabayı sürerken bakayım tam emin olamadım."

Dudaklarında beliren alaycı bir gülümsemeyle birlikte bana bakarken en son onu orada bırakarak arabaya geçmiştim. Çok geçmeden Yusuf'da sürücü koltuğundaki yerini aldığında araba hareket etmişti.

"Bugün kursa uğrayacaktın değil mi?"

"Aynen, derse katılmadan önce konuşurum Erzurum konusunu."

"Akşama köye çıkacağız, unutmadın değil mi?"

Camı aşağıya kadar indirdikten sonra esen rüzgarın yüzüme doğru vurması için kendimi iyice cama yaklaştırdım.

"Sence unutmam mümkün mü? Sizin köy canımı sıkmaya başladı artık."

Gülme sesi kulaklarıma doldu.

"O niye?"

"Yolda yürüyen birini çevirip seni sorsak Fadime'nin kızıyla nişanını kesmişlerdir. Biraz ilerlesek başka birine sorsak Kezban'ın görümcesiyle haftaya düğünün vardır. Hadi biraz daha yürüdün diyelim çoktan Necmiye'yle evlenmişsindir falan." Bakışlarımı yüzüne çevirirken bu durumdan eğlenir gibi bir ifadesi vardı. "O yüzünün şeklini değiştir, sinirlerimi bozma."

"Bir ara sen köyün camisinden anons mu vereyim falan demiştin. Fena fikir gibi gelmedi şu an."

"Sen böyle eğlen, akşama da benim eğlencem başlayacak."

Yusuf arabayı yavaşça cafenin önüne çekerek durdu. Bakışlarını üzerime çevirirken, "Ben akşam da eğleneceğim." Diyerek cevap verdi.

"Sinirlerimi bozuyorsun Kaptan."

Yaklaştı. Dudaklarımın üzerine dokundurup çektiği dudaklarıyla tekrar gözlerime baktı ve gülümsedi.

"Ayarlarımla oynuyorsun Mimoza Çiçeği. Çok fena. Oynuyorsun benimle."

Kurduğu cümle dudaklarımda kendini beğenmiş bir gülümseme oluşmasına neden oldu. Ardından yaklaşarak kirli sakalının arasına bir öpücük bıraktıktan sonra çantamı alarak arabadan indim. Yusuf'un arabası ben içeriye girene kadar orada durduktan sonra içeriye geçtiğim saniyeler içinde duyduğum motor sesiyle hareket ettiğini anladım.

Tamer Abi çocuklarla birlikte sohbet halinde masaları servise hazır hale getirirlerken mutfağa girdim. Görünürde Eylül Ablanın olmayışıyla birlikte giyinme odasına yöneldim. Kapıyı açarak buranın da boş olduğunu gördüğümde rahatça üzerimi değiştirdim ve iş kiyafetlerimi giyindim. Aynada son kez kendime bakarak boynumdaki izlerin görünmemesi için gömleğimin yakalarını en iyi şekilde düzenledim ve dolabımı da kapayarak mutfağa geçtim.

Tezgahın üzerinde bulunan bulaşıkları sudan geçirerek yıkarken kapının açılma sesiyle bakışlarımı o yöne çevirdim.

"Ne zaman geldin? Görmedim."

"Bende seni görmedim valla abla, oldu bir kaç dakika."

Arkasındaki ahşap sandalyeye kendisini bırakırken, "İçerideydim, muhasebe defterine bakıyordum." Diyerek yanıtladı beni.

Elimin altındaki bulaşıkları yıkamaya devam ederken aramızda geçen sohbet biraz daha sürdü. Eylül Abla, Tamer Abi ve çocukların sabah akşam oynadıkları oyundan dert yanarken sitemkar ses tonu arada beni ürkütmüyor değildi.

"Ay neyse, onu bunu boşver-"

"Abla yeni konuya geçmeden bir nefes mi alsan?"

"Kız dur alıyorum ben nefes."

Işlermi tamamlayarak ona doğru döndüğümde konuşacağı konudan gözlerinin ici parlıyordu.

"Leyla nasıl? Bebek ne kadarlık oldu? Biz görüşemiyoruz bayadır, ondan sana sorayım dedim."

"Ikisi de çok iyi abla, bebek neredeyse altıncı ayını bitirecek. Siz neden görüşemediniz?"

Derin bir nefes vererek devam etti.

"Kız işten güçten sıra mı kaldı."

O da siteminde bir yerde haklıydı. Bir ara anlattığına göre bütün bir hafta dinlenmediği bile oluyordu. Buranın yoğunluğunun yanında bir de kuaförü düşününce onun için oldukça zor olmalıydı.

"Hoşgeldin Mihri."

Mutfak kapısını aralamış bir şekilde arkasından bize bakan Tamer Abi'yi, "Hoş bulduk Abi." Diyerek yanıtladım.

"Mesaiye başlıyoruz, bir kaç kişi geldi haber vereyim dedim."

"Tamamdır canım."

Ardından konuşmamız sona ererek işe koyulduğumuzda her zamanki yoğunluk bugün de devam etti. Eylül Abla'nın dediğine göre bu yoğunluk diğer zamanlara kıyasla en rahat olanıydı. Bu zamanların tam bir turist akımı olduğunu söylerken gerçekten içerideki müşterilerin yarısından çoğunun yabancı olduğu ortadaydı.

Çocuklar içeriyi çok iyi bir şekilde idare ederlerken aynı şekilde mutfaktaki yoğunlukta devam etti. Saat geçtikçe neredeyse öğleye yaklaştığımızda Kadir Abi'yle konuşacak olmanın verdiği stres yeniden beni bulmuştu.

Aslında onun ne kadar anlayışlı biri olduğunu biliyordum. Yine de eminim ki böyle sorunlu bir çalışan yerine tam zamanlı ve her zaman işe odaklı birini isterdi.

Öğle yavaştan geçerken siparişler az da olsa azalmıştı. Rahat bir nefes alacağımız evreye neredeyse girmiştik. Eylül Abla ikimize de içecek yerinden iki soğuk cola çıkarırken bekletmeden kafama dikmiştim. O kadar iyi gelmişti ki, sırtımdan inen tere rağmen harika hissediyordum.

"Kız senin o boynuna ne oldu?"

Duyduğum cümlesiyle birlikte dudaklarımın arasına aldığım cola yudumunu püskürtmeden mideme gönderdiğime sevinmiştim. Bakışlarım karşımdaki kadına kaydığında cevap vermediğim her saniye içinde alaycı bakışları büyüyor ve buna gülümsemesi de ekleniyordu.

"Sormadım say tamam."

Bakışlarımı önüme çevirerek colamı yudumlamaya devam ederken üzerime gelmemesi işime gelmişti. Ondan beklenilmeyecek derecede bir hareketti. Buna yol açan yüz ifademi ise gerçekten merak etmiştim. Utanma hissi var mıydı? Belki biraz ama bu kimseye vereceğim bir cevap değildi. Yine de sorulan soru karşısında yüreğim ağzıma gelmiş miydi? Evet.

"Mihri?"

Duyduğum ses beni zihnimin kuytularından çıkarmaya yetmişti. Bakışlarımı kaldırarak mutfağa giren Tamer Abi'ye bakarken adımları yavaşça yanımıza düştü.

"Kadir Abiyle konuşmana gerek yok, bugün gelmeyecek zaten. Benim haberimin olması yeter. Sorun yok yani. Durumuna göre haberleşiriz."

Peş peşe kurduğu cümlelere bir yerden sonra yetişmek zordu. Yine de ne demek istediğini anlayabilmiştim. Aklıma ilk gelen isimle, "Yusuf?" Diye mırıldandığımda dudaklarını tekrar araladı.

"Onun haber vermesi iyi oldu aslında. Dedim ya Kadir Abi buralarda değil. Hem olsa bile konuyu yine bize bırakırdı, aranızda konuşun derdi." Ardından cümlesinin bitişiyle birlikte elini omzuma atarak güven verici bir şekilde sıktı. "Burayı düşünme, canını sıkma. Her şey sizin için güzel olacak."

İçimde hissettiğim abi sıcaklığıyla gülümsedim.

"Teşekkür ederim abi, gerçekten."

Aynı şekilde karşılık vererek tekrar içeriye adımladı. Eylül Abla'yla yeniden baş başa kaldığımızda çok geçmeden bedenim onun tarafından kucaklandı. Kollari sıkıca beni sararken elleri saçlarımı okşuyordu.

"Kazanan sen olacaksın, biliyorum. Sakın içinde korku olmasın olur mu canım?"

Neden bilmiyordum. Icimde bir korkuya gerçekten yer yoktu. O gün kardeşimle konuştuktan sonra hiç hissettiğim hiçbir duygunun yanında korku yoktu. Ben bu defa inanıyordum. Bunun bizim zamanımız olduğuna inanıyordum.

"Teşekkür ederim abla, iyi ki varsınız."

Saçlarımı gerçek bir abla edasıyla okşayarak içimi rahatlatmaya çalışırken bunun bana ne kadar iyi geleceğini asla tahmin etmezdim.

Ardından gelen siparişlerle birlikte yeniden bir yoğunluk içine girmiştik. Yaklaşık iki saat daha süren bu yoğunluğun ardından kendimi işten atabildiğimde saat neredeyse beşe geliyordu. Telefonumu elime alarak bekletmeden ismin üzerine tıklayarak kulağıma götürdüm. Bir kaç saniyelik çalışın sonunda sesini duyduğumd meydan kalabalığının arasındaydım.

"Tamer Abi'yle konuşmuşsun."

"Bende seni özledim yavrum."

"Konuşmana gerek yoktu, hallederdim ben."

Seri adımlarla ilerlemeye çalışırken bunun ne kadar zor olduğunu bir kez daha anlamıştım.

"Halledeceğini biliyorum zaten ama benim de el atamayacağım bir durum değildi. Bunu mu tartışacağız?"

"Tartışma bende istemiyorum ama her ne kadar arkadaşın veya tanıdığın olursa olsun orası iş yerim Yusuf. Orasıyla ilgili kişisel sorunlarımı kendim halletmek isterim."

Bir kaç saniyelik süren sessizliğin ardından, "Anladım demek istediğini." Diyerek net bir cevap verdi. Sesinden az da olsa bozulduğunu anlıyordum.

"Yine de teşekkür-"

"Edecek misin?" Sorduğu soruyla birlikte adımlarım da duraksamıştı. Büyük bir kalabalığın ortasında donup kalmıştım.

"Bana nasıl hissettirdiğini artık biliyorsun, yine de edecek misin?"

Bir anlığına dalgınlığıma gelerek kuracağım cümlenin ona neler hissettireceğini düşünürken, diger yandan da hiçbir şey bilmeden ona defalarca bu cümleyi kuruşum gelmişti aklıma.

"Etmeyeceğim sevgilim."

"Kursa mı gidiyorsun?"

Konunun bir anda değişmesiyle transtan çıkmışım gibi tekrardan hareketlendim ve yürümeye devam ettim.

"Evet, bir kaç dakikaya orada olurum."

"Çıkışta haber verirsin yavrum. Abim, Yıldırım falan hep birlikte geçeriz."

"Tamamdır Kaptan."

Son cümleden sonra bir cevap gelmemesi üzerine telefonu kapadık ve çantama attım. Kursa vardığım süre boyunca ona anlık da olsa hatırlattığım şeylerin ağırlığı çökmüştü omuzlarıma. Daha dikkatli olmalıydım diyerek bunu aklıma kazmaya çalışırken kendimi kursun ahşap kapısının önünde bulmuştum. 

Kapıyı aralayarak içeriye girerken kulaklarıma dolan karışık seslerle birlikte içlerinin oldukça kalabalık olduğunu anlamıştım. Merdivenleri çıkarak sonunda sınıfın olduğu koridora girdiğimde bekletmeden kapıyı araladım ve içeriye bakındım. Tanıdık bir kaç simaya gözlerimi değiştirdikten sonra fazla oyalanmayarak Feyza'nın yanındaki boş oturağa kuruldum.

"Konuşabileceğim birilerinin olması güzel."

Ince sesini duyduğumda resim tahtasına bıraktığım çalışmamla birlikte ona doğru döndüm.

"Istedigin zaman hemde."

Dizili dişleri gözükecek şekilde gülümserken onu inceledim. Yanaklarında beliren derin çukurlar ancak büyük bir gülümseme sonucu kendilerini gösteriyorlardı. Kızıla boyalı saçlarının dipten siyahı kendini yavaşça belli ediyordu. Kızıl saçlarına rağmen yüzünde duru bir güzellik bulunuyordu. Gözleri hafif çekikti, burnunda ise halkalı bir piercing vardı. Görünüş olarak baktığınız zaman uçarı biri gibi gözüküyor olabilirdi ama öyle değildi. Aksine sakin ve bir o kadar kendi halindeydi.

"Bir kaç derstir yoksun, iyi misin?"

Dikkatimi toplayarak tekrar ona baktım.

"Iyiyim, sadece biraz yoğunum o kadar. Sen nasılsın?"

Elindeki ucu neredeyse bitmiş olan kara kalemi önündeki sayfaya vururken, "Böyleyiz." Diyerek yanıtladı beni. Kalemi vurduğu sayfaya bakarken gördüğüm şey kaslarımı kaldırmama neden olmuştu. Bir ev vardı. Görünüş olarak düzgün bir şekilde çizilmiş ve hiçbir hasarı yok gibi gözüküyordu. Evden çok küçük bir kulübe gibiydi. Boyunları bükük bir şekilde duran çeşit çeşit çiçekler kulübenin etrafını sarmıştı. Çicekler o kadar solgun görünüyordu ki, bir kalem rengini vermemişti sanki. O renk zaten ondan gibiydi. O çicekler hep böyle karanlıkta bırakılmış, hep böyle büyümüştü sanki.

"Çiçekler, neden öyle duruyorlar?"

Sorduğum soruyla birlikte dudaklarında buruk bir gülümseme belirdi. Gözleri resmin üzerindeki çiçeklerde gezinirken dalmış gibiydi. Ardından küçük dudakları aralandı.

"Onlar güneşe küsmüş, barıştıramıyorum."

Kurduğu cümlenin ardından gözlerim onunla birlikte resmin üzerinde gezindiği saniyeler içinde etrafımızdaki kalabalığın sesleri yavaşça küçük fısıltılara döndü. Bakışlarım resim üzerinden yere adımları düşen adama çevrildiğinde koyu kahverengi gözleri gözlerime anında karşılık verdi. Kısa süren bu bakışmanın ardından sınıfı şöyle bir süzdü ve elindeki mavi dosyayı ahşap masanın üzerine bırakarak her zamanki gibi kalçasını ahşap masaya dayayıp bize döndü.

Üzerine giyindiği beyaz salaş tişörtünün kollarını yukarı doğru kırarken, "Bugün tamsınız bakıyorum da." Diye söylendi. Aynı işlevi diğer koluna da uygularken devam etti. "Neredeyse gözlerim yaşaracak."

"Verdiğiniz ödevin teslim tarihi, ondan hocam. Yoksa aklınız karışmasın yani."

Hemen yanımda duyulan ses adının Yasin olduğunu hatırladığım esmer çocuktan gelmişti.

"Bir bakalım o zaman."

Kurduğu cümlenin ardından dayandığı yerden kalktı ve sol tarafımdan başlayarak tahtaların üzerinde gördüklerini yorumlamaya başladı. Her bir resmi dikkatli bir şekilde inceleyip yaptığı yorumlar kulaklarıma doluyordu ve bu beni karşımda duran sayfaya karşı daha da geriyordu.

"Çok farklı bir hissiyat veriyor." Yanımdaki kızın konuşma sesi kulaklarıma dolduğunda gözlerimi Tuğrul Hoca'nın resimlere karşı verdiği tepkiden alarak ona çevirdim. "Bu kadar endişelenmene gerek yok. Sonuçta bize zihnimizi ya da içimizi seçerek onu yansıtan herhangi bir şey çizmemizi isteyen oydu."

Haklıydı. Gerilmemem gerekiyordu. Aslında önünde duran saye karşı gerçekten iyi hissediyordum. Yine de ona karşı kazanmak istiyordum. Bir onay istiyordum. Sanki geçilmesi zor bir sınavın başındaydım ve bunu geçmek istiyordum.

"Tuhaf."

Duyduğum kalın sesle birlikte omzumun üzerinden kavisli kaşlarıyla resmimi inceleyen Tuğrul Hoca'yla karşılaşmak az önce gerilmememi söyleyen Feyza'nın sözlerini sıfıra indirmişti.

Bakışlarım onunla birlikte resmin üzerine düştüğünde, "Tuhaf olan ne?" diyerek yanıtladım onu. Gergin bir bekleyiş beni daha da abluka altına almadan cevap verdi.

"Karakalem çalışmasına yatkınsın ama buna rağmen resmindeki sıcaklığı hissedebiliyorum." Dudaklarımda bir tebessüm belirdi. "O evin içinde yanan sobanın verdiği sıcaklığı, dumanın boğuk boğuk bacadan çıkışını. Dokunuşların yerinde, sıcaklığı çok doğru yerlerde kullanmışsın."

"Teşekkür ederim."

"Hiç renkli kalem çalışması denedin mi?"

Gözlerinin üzerime düştüğünü hissettiğimde bakışlarımı ona doğru kaldırdım ve "Hayır." Diyerek yanıtladım.

"Belki de hiç denemediğin için bilmiyorsundur ama onun üzerinde de yeteneğin olabilir. Bir dene derim."

"Peki."

Verdiğim yanıtla birlikte saniyelik bir süre daha yerinde durduktan sonra hareket ettiğini hissettim. Bunu da atlatabilmiştim.

Renkli kalem çalışmasını en son ortaokul zamanımda yapmıştım sanırım. Yeni yeni kendi yeteneğimin farkına varırken elimde olan tek şey kurşun kalem olmuştu. Belki de gerçekten farklı olabilirdi. Deneyebilirdim. Onu renklendirebilirdim.

"Zihnin mi, için mi?"

Yanımda duyduğum sesle birlikte Feyza'nın resmi üzerine konuştuğunu anlamıştım.

"Bunu anlayacak olan siz değil misiniz?"

Feyza'nın verdiği cevapla birlikte artık bende dikkatle resme bakmaya başladım. Tuğrul Hoca'dan o kadar uzun süre ses gelmemişti ki, bir an gözlerimi kaldırıp orada olup olmadığına bakmak istemiştim fakat bunu yanımdaki kız bile yapmamışsa benim yapmam biraz saçma olabilirdi.

"Ikisini fazla iç içe sokuyorsun."

Tuğrul Hoca'nın verdiği cevapla birlikte Feyza'nın ela gözlerinin resmin üzerinde gezindiğinu gördüm.

"Yasak mıydı ki?"

Feyza'nin verdiği cevapla birlikte ortamdaki gerginliği hissedebiliyordum. Tuğrul Hoca'dan duyulan kısık bir gülme sesiyle birlikte oturduğum yerde kendimi resme odaklamaya çalışırken dikkatimin onlarda olduğunu yok sayamıyordum. Tuğrul Hoca yavaşça Feyza'nın arkasından hareket ederek hemen yan tarafına geldiğinde artık resim değil, direkt olarak gözlerinin odağı önündeki kızdı. Feyza bunu fark ettiğinde o da bakışlarını kaldırarak ona karşılık verdi.

"Sizden tek bir şey istediğimi hatırlıyorum."

"Tek bir şey olarak bakın o halde."

Tuğrul Hoca aldığı cevapla birlikte dikkatle karşısındaki kızın yüzünü inceledi. Ardından bakışları tekrar resmin üzerine çevrildi ve sesi duyuldu.

"Yaptığın dokunuşlar fazla keskin, yumuşak olması gereken yerlerde kalemini daha keskin kullanmışsın."

Kalın bir yüzüğün bulunduğu işaret parmağını çizilen çiceklere uzattı.

"Özelllikle onlar üzerinde." Ardından parmağını indirerek tekrar Feyza'ya baktı. Bir nefes verdikten sonra elini cebine sokarak karşımızda durdu.

"Ne şekilde hissediyorsan resmine, dolmuşlarına onu yansıtırsın ama önce karar vermelisin. İçinse, o evi baz alabilirim. Zihninse, ölmüş çiçeklerin keskinliğini ve ölmüş olmalarına rağmen hâlâ ayakta durabilmelerini."

Verdiği her cevapla birlikte Feyza daha da durgunlaşmış gibiydi.

"Yeteneğin gözle görülür bir şey, kimse yadırgayamaz. Ben sadece bir cevap istemiştim, vermek zorunda değildin. Işim resmini ve yeteneğini yorumlamak, fazlası bir daha olmayacak."

Yavaşça yanımızdan ayrılırken Feyza hâlâ gözlerini resminin üzerinden ayırmamıştı. Ona yönelik herhangi bir konuşma gerçekleştirip gerçeklestirmeme arasında gidip gelirken buna dahil olmamam gerektiğini düşünerek önüme döndüm.

Tuğrul Hoca geri kalan kişilerin de resimlerini dikkatle gözlemleyip yorumladıktan sonra masasına döndü ve hepimiz hakkında genel bir yorumda bulundu. En azından bu konu hakkında içim rahat bir şekilde Erzurum'a gidebilirdim. Bir kaç gün aksatma beni geri atar diye düşünmüştüm ama iyi gidiyordum sanırım.

"Hepiniz baktığımda iyi ilerliyorsunuz aslında. Beklediğimden daha iyi durumdasınız. Bir sonraki dersimiz için tablo üzerinde yapacağınız bir çalışma denemenizi istiyorum."

Daha önce hiç denemediğim bir şeydi. Ve bu, dudaklarından ilk çıktığında duraksamama neden oldu.

"Mükemmel olmak zorunda değil, sadece kağıt üzerinde olduğunuzdan bir tık farklı olacak. Istediğiniz çalışma üzerinde devam edebilirsiniz. Sadece farklı bir şeyler denemek nasıl olacak bunu merak ediyorum."

Sınıftaki çoğunluk olumlu anlamda mırıldanmalar başlatmıştı. Çok kötü olamaz diye düşünüyordum. Çok bir farkı yoktur diye kendimi hemen endişeye sürüklemek istemiyordum.

"Bu günlük bu kadar."

Son cümlesinden sonra masasının arkasına geçerek beyaz sandalyeye oturup mavi dosyasını önüne çekti ve hemen yanında bulunan dolna kalemin üst kısmına basarak ucunun çıkmasını sağladı. O sırada resim çantamı hazırlarken nerdeyse sınıftaki herkes çıkmıştı.

"Dersten sonra ne yapacaksın?"

Yanımdan duyduğum sesle birlikte çantamı kucağıma alarak Feyza'ya doğru döndüm.

"Biraz işlerim var canım, kursa da bir hafta kadar ara vereceğim."

"Neden, bir sorun mu var?"

Sesindeki telaş yüzünden okunuyordu.

"Önemli değil, halledilir bir durum. Merak etme."

"Peki, nasıl istersen. Görüşürüz o zaman. Kendine iyi bak."

Resim çantasını omzuna asarak ayaklanırken yavaş adımlarla sınftan çıkmıştı. Bakışlarımı ahşap masanın arkasındaki adama çevirdiğimde gözünün ucuyla kapıya doğru baktığını görmüştüm.

Resim ce kol çantamı elime alarak masanın önünde durduğumda varlığımı anında fark ederek bakışlarını kaldırdı.

"Bir sorun mu var Mihri?"

"Bir haftalığına şehir dışına çıkıyorum, derslere katılmamın mümkün olmayacağını söylemek istemiştim sadece."

Elinin arasında tuttuğu kalemi dosyanın üzerine bıraktı ve arkasına yaslanarak gözlerini üzerimden çevirmeden dudaklarını araladı.

"Haftanın her günü gelmediğini fark ediyordum zaten. Diyeceğim tek şey kursu fazla boşlamamaya dikkat et. Gerçekten yeteneğin var, bunu ileriye taşıyabilirsin."

"Düşünceleriniz için teşekkür ederim, umarım kısa bir süre sonra bütün dikkatimi buraya verebileceğim."

"Umarım." Diyerek gülümsedikten sonra bıraktığı dolma kalemi tekrar parmakları arasına alması konuşmamızın bittiğinin sinyali gibiydi.

Kurstan çıkarak kendimi dışarıya attım ve meydana doğru inmeye başlarken bir yandan da Yusuf'u arayarak açmasını bekledim. Bir süre daha aramanın gidiş sesini dinlemeye devam ederken neredeyse kapatacaktım ki, son anda duyduğum ses tekrardan telefonu kulağıma yaslamama neden oldu.

"He yavrum."

"Neredeyse kapatıyordum."

"İçerideydi telefon, uşaklardan biri getirdi şimdi."

Kursun yokuşunu inerken yüzüme vuran rüzgarla birlikte geriye uçuşan saçlarımı önüme alarak yürümeye devam ettim.

"Ben çıktım kurstan, senin çok işin varsa eve geçeyim orada beklerim."

"Bir saatlik daha işim var gibi, dediğin gibi yapalım en iyisi."

"Olur, bende bir duş alırım."

"Bensiz?"

Dudaklarıma bir gülümseme oturturken, "Sensiz, aynen öyle." Diye cevap verdim.

"Acısını çıkartırız."

"La Yusuf."

Telefonun arkasından duyulan sesle birlikte ben bir cevap vermeden Yusuf kendisine seslenilen adamı yanıtladığında gitmesi gerektiğini anlamıştım.

"Işine bak sen, gelirken yazarsın hazırlandım ben de."

"Ararım Çiçeğim, görüşürüz."

Telefonu kapayarak çantama attıktan sonra meydana girmeye gerek duymadan sokak aralarından dolaşarak evin sokağına girdim. Yokuşu yavaş yavaş çıkarak nefes nefese kalmama rağmen sonunda apartmanın içine girdiğimde asansörün yapılmış olduğunu görerek düğmesine bastım. 

Evin olduğu kata vardığımda bekletmeden kapıyı açarak içeriye girdim. Çantamı kenara bırakıp mutfağa yöneldiğimde buzdolabından çıkarıp bardağa doldurduğum soğuk suyu kafama diktim. Dişlerim soğuk suyla birlikte sızlarken gözlerimi sıktım.

Suyu tekrardan yerine koyarak odama geçtim. Pencereden içeriye dolan temiz havayı solurken duşa girmek için kıyafetlerimi hazırladım. Trabzon Ağustos ayında o kadar nemli olmuştu ki, bu kadarını beklemiyorumdan sonraki o yanılma buydu işte.

Kendimi yapış yapış hissederken kıyafetlerimi yatağın üzerine bırakıp duşa girdim. Ilık suyu ayarladıktan sonra uzerimdekilerden kurtularak kendimi suyun altona attım. Başta vücudumda uyarı veren soğukluk hissi sonradan kendini büyük bir rahatlatmaya bırakmıştı.

Saçımı şampuanlayıp iyice yıkadıktan sonra life döktüğüm ferah duş jeliyle birlikte vücudumu yıkamaya başladım. Lif vücudumda gezinirken tenimin üzerinde uyarı verir gibi kendini hatırlatan her iz dün geceyi uzun süre unutamayacağımın garantisini veriyordu.

Vücudumu da lifledikten sonra beyaz bornoza sarınarak banyodan çıktım. Saçlarıma sardığım havluyla bir süre o şekilde yatağın üzerinde otururken telefonumu alarak aklıma gelmiş olan Yaren'in isminin üzerine tıkladım ve hapörlere aldım. Arkama yaslanarak derin bir nefes alırken aşırı rahatlamış hissediyordum.

"Efendim hayatım."

"N'apıyorsun canım?"

"Islerimi hallettim oturuyordum öyle, sen?"

Bornozun kenarıyla oynarken, "Duştan yeni çıktım." Diyerek yanıt verdim.

"Bir boydan gelir mi?"

Dudaklarımdan kaçan gülümsemenin önüne geçemezken, "Yok sizde genetik herhalde bu." Diyerek söylendim.

"Şansımı deneyeyim dedim."

"Akşama köye geliyor musun?"

"Bilemiyorum," derken ses tonundaki huzursuzluk içine oturdu. "Büyük ihtimalle hayır, Umut bir kaç gündür yorgun düşüyor çok. Onu bırakıp gelmem söz konusu bile değil zaten."

"Umut iyi mi?"

Karşı tarafın bir kaç saniyelik sessiz kalışından sonra tekrardan sesi duyuldu.

"Bu konuyu sonra konuşuruz canım, şimdi kapatmam lazım. Bana haberleri verirsin olur mu?"

"Olur bebeğim. Dikkat edin kendinize."

"Sende selam söyle kızlara, öptüm."

Bir anda konuyu örterek telefonu kapatmak istemesi içimdeki huzursuzluğun gittikçe büyümesine neden oluyordu. Düğünden sonra neredeyse haftalar geçmişti. Yine de Yaren çağırmadan bir anda size geliyoruz diyemezdik, onları rahatsız etmemek en önemli olandı. Bu konuyu Yusuf'la konuşmak ise kesinlikle yapmam gereken bir şeydi.

Saatin iyiden iyiye geçtiğini fark ederek ayaklandım ve yatağın üzerine bıraktığım kıyafetleri üzerime geçirdim. Beyaz, üzerinde pembe ve sarı küçük çicekler bulunan bilek üstü eteğimi, üzerine beyaz sade, içine verdiğim bir tişörtle tamamladım.

Saçlarımı hafif nemli bırakarak makinayla kuruttuktan sonra açık bırakıp arkadan küçük tokayla tutturdum. Makyaj masasının önüne otururken aydan boynumdaki izlere baktım. Ellerimi üzerlerinde gezdirirken herhangi bir acı hissetmiyordum.

Güneş kremimi yüzüme iyice yedirdikten sonra kenarda duran fondötenle izlerin üzerini kapadım. Pudrayla uzerlerinden geçerek fondötenin akmasını önlediğimde hiç de fena durmadığını fark ettim.

Telefonumu da alarak oturma odasına geçtiğimde saat neredeyse yediye geliyordu. Yusuf'la konuşmamızın üzerinden yeterli zamanın geçtiğini fark ettim. Canımın sıkıntısının geçmesi adına tam Nesibe Teyze'yi aramak için telefonumun ekranını kaydıracaktım ki, dış kapının açılma sesiyle birlikte hareketlerim duraksadı ve ayaklanarak kapıya doğru ilerledim.

Yusuf beyaz gömleğinin üstünden bir iki düğmesi açık bir şekilde önümde belirdiğinde kapıyı kapayarak bana doğru döndü. Koluna attığı siyah ceketi askılığa gelişi güzel bir şekilde bırakırken kollarını belime dolayarak yüzünü boynuma gömdü. Ellerimi belinin üzerinde birleştirirken, onun beni kavrayışına kıyasla kollarım bol duruyordu.

"Kapıda beni karşıladığını görmek çok güzel Mimoza Çiçeği."

Saçlarıma doğru keyifle konuşurken, gülümsedim.

"Seni karşılamak da çok güzel Kaptan."

Kurduğum cümlenin ardından yüzünü boynumdan ayırırken bana bakacağını anladım ve aynı şekilde omzuna yasladığım başımı çekerek ona baktım. Gözleri beninkilerle buluşurken, "Sabah üzerinde takım yoktu." Diye konuştum.

"Abim getirmiş evden, toplantı vardı."

Dudaklarımdan anladığıma dair bir mırıltı çıkarken gözleri yüzümü inceledi. Ardından yüzümden boynuma doğru indi ve bir süre oralarda oyalandı.

"Izleri çok iyi kapamışsın."

Keyifle konuşarak boynuma bakmaya devam ediyordu. Belimdeki tutuşu aynı şekilde yerini korurken gözlerimi yüzüne kaldırdım.

"Kimsenin kalbine insin istemiyorum bu gece."

Dişleri gözükecek şekilde gülerken gözlerini boynumdan yüzüme kaldırdı. Belimdeki tutuşunu sıkılaştırıp bedenimin bedenine doğru yaslanmasına neden olurken göğüslerimiz birbirine değiyordu artık.

"Babaannem en fazla haftaya düğün tarihimizi alırdı. O kadar da büyütülecek bir şey değil yani."

"Aynen, bende hemen evet dedim ya sana zaten."

Yaklaşarak dudaklarımın üzerine kuru bir öpücük kondurduktan sonra ifafeme baktı.

"Hayır mı demeyi düşünüyordun?"

"Yalnız bir dursak mı ya?"

Gülümsemesi büyürken onu izledim. Ardından yaklaşarak tekrar dudaklarımın üzerine dudaklarını sıkı bir şekilde bastırırken omzuna vurdum.

"Iyi alıştın."

"Sevişelim mi Mihri?"

Sorduğu soruyla birlikte dudaklarım hafif aralanmış bir şekilde ona bakakalmıştım. Yüzünü yüzüme yaklaştırarak hemen yanından geçti ve sakallı yanağını yanağıma sürterek içimin gıdıklanmasına neden oldu. O his içimde iyice büyürken Yusuf'un dudaklarının dokunuşu kulağımın hemen üzerinde gibiydi.

"Dokunalım mı birbirimize, dün geceki gibi."

Kulağımın hemen üzerine bıraktığı sıcak nefesi beni ses tonuyla birlikte zihnimi bulandırmaya o kadar müsaitti ki, buna bir son vermezsem beni kolaylıkla ele geçirebileceğini anlamıştım.

Ne zaman kısıldığını bilmediğim gözlerimi aralayarak kollarımı belinden çözdüm ve bedenini ittirdim.

"Duş al da çıkalım hadi."

"Duşta mı yap-"

"Yusuf!"

Yüzünde sahici bir gülümsemeyle bana bakarken adımları tekrar üzerime doğru düşmeye başladı.

"Gelme üzerime diyorum ya. Çıkmamız lazım anlamıyor musun?"

Adımlarını durdurmadan üzerime doğru atmaya devam ederken elimi aramızda göğsünün üzerine koyarak bir sınır koydum.

"Git duşunu al bekliyorum."

Bakışları bir göğsüne koyduğum elime, bir de gözlerime çevrildiğinde dudaklarımın yanında alaycı bir gülümseme vardı.

"Mihri, şu elini çekecek misin artık? Sanki sen istemeden sana bir şey yapabilir mişim gibi."

"Üzerime gelme sende."

"Tokan düşecek neredeyse, onu alacaktım."

Kurduğu cümleyle birlikte önüme düşen saçlarımı yeni fark ediyordum. O saniyeler içinde göğsünün üzerine bıraktığım elimin bileğini avucu arasına aldığını gördüm. Bakışlarım hareketlerinde dolaşırken elimi çevirdi ve içine etli dudaklarını bastırarak içimin bir kere daha titremesine neden oldu.

Dudaklarını bastırdığı yerden çekerek elimi boşluğa bıraktı. Ardından bakışlarımız tekrardan birleştiğinde bir adımda aramızdaki mesafeyi kapattı ve bakışlarımız birbirinden ayrılmadan aramıza uzattığı kolu saçlarımın arasına düştü. Bir kaç saniye sonra parmaklarının arasında tuttuğu tokayla birlikte önüme geçti.

Yüzüm neredeyse çenesine denk düşerken önüme düşen saçları parmak uçlarıyla hafifçe ayırarak geriye doğru topladı ve dudaklarının arasında tuttuğu tokayla parmakları arasındaki saçlarımı birbirine tutturdu. Alttan onu izlemeye devam ederken yüzüme bakarak görünüşü kendince okeyledi ve bakışlarını yüzüme indirdi.

"Konakta ya da dönüşte alırım duşu. Sen hazırsan çıkalım mı?"

Başımı olumlu anlamda salladıktan sonra içeriye geçerek aldığım telefonum ve çantamla birlikte beni kapının önünde bekleyen adamı bekletmemek adına ayakkabılarımı giyerek hazır duruma geldim. Kapıyı kapatıp kilitledim ve anahtarı çantama attım. Tam yanında merdivenleri inmek için hareketlenecekken elimi sıkıca kavramasıyla duraksadım. Bakışlarım önce birleştirdiği ellerimize sonra gözlerine kalktı. Parmakları sıkıca elimin üzerine kenetlenmişken ikimizin arasında duran ellerimizi hareket ederek gösterdi.

"Bu gece," diye söze başlarken sesi hiç olmadığı kadar keskindi. "Karşımızda kim olursa olsun, bize ne söylenirse söylensin eline sarıldıysam onu bırakma Mihri."

"Bırakmayacağım Kaptan." Kurduğum cümle, verdiğim güvence ona bir nefes verdirdi. "Ben bizim, bu ilişkinin arkasında durmaya hazırım."

"Ben bizim, senin önünde durmaktan asla geri adım atmayacağım."

Kurduğu son cümlenin ardından merdivenleri inerek arabaya binmiştik. Gergin miydim? O hissin birazını bile taşımıyordum. Yanımda o olduktan sonra hiçbir şeyin önemi yoktu.

"Yaren'le Umut, bu akşam gelemeyeceklermiş."

Durgun sesi geçtiğimiz yoldaki ışıkların arabanın içine düşmesiyle birlikte gözlerimi ona çevirerek ifadesine bakmama neden oldu. Sesiyle uyumlu olarak durgun kalan yüzü ifadesizdi, en azından öyle görünüyordu.

"Konuştuk. Umut pek iyi hissetmiyormuş sanırım."

Aynadan yolu kontrol ederek yolculuğumuza devam ederken bakışları bir an olsun bana değmedi. Kucağımdaki elimi hareket ettirerek el freninin üzerindeki kemikli elini kavradım. Dokunuşumu hissettiği an sanki onu kafasının içindeki düşünce havuzundan çıkarmışım gibi bakışlarını kısa bir anlığına ellerimize ve bana yönelttikten sonra tekrar yola döndü.

"Ne yapmaya çalıştığını anlıyorum."

Elimi elinin üzerinde hareket ettirerek okşarken, "Neymiş anladığın?" Diye sordum.

Sorduğum soruyla birlikte dudaklarında hafif bir oynama belirdi fakat çabuk toparlandı.

"Bazı şeyler yaşanmak zorunda, biliyorum." Arabayı kullanmaya devam ederken dikkati daha çok kafasının içindeymiş gibiydi. "Ve bunu senin de bilmene rağmen bana iyi hissettirmeye çalışmanı da görüyorum."

"Biliyorsun ama bilmek bazen dünyanın en ağır eylemi değil mi Yusuf?"

"Bazen değil ki, hep öyle."

"Nasıl yani?"

Kendi tarafındaki camı sıfıra indirirken arabanın hızla ilerleyişiyle içeriye vuran rüzgar alnına düşen saç tutamlarını geriye yatırıyordu.

"Umut bir gün kalkacağım ve olmayacak. Bunu biliyorum." Net bir şekilde kurduğu cümlede hiç duraksamasa da bunun ona ne kadar ağır geldiğini tahmin etmek zor değildi. "Annem vardı, sanki hiç gitmeyecekmiş gibi vardı. Artık yok, biliyorum. Beni seviyorsun, beni önemsiyorsun. Biliyorum."

"Bu da mı ağır geliyor?" Elinin üzerinde duran elim gergin bir şekilde oradaki varlığını sürdürdü.

"O ağrı yaşatıyor Mihri, nefes aldığımı hissediyorum." Benim gergin halime kıyasla cevabını oldukça sakin bir ruh halinde vermişti. "Sadece seni üzen şeyler ağırlık yapmaz ki insanın içinde. Neden bir sevgi ağırlık yapmasın ki?"

"Neden yapsın ki?" Söylediği şeyi reddediyormuşçasına kurduğum cümle bir soru gibi çıkmamıştı dudaklarımdan. O da bunun farkında olacak ki, gözlerini gözlerimle buluşturdu.

"Sen hiç birinin sevgisini içinde ağırlık gibi taşımadın mı Mimoza Çiçeği?"

"Sevgi içimde bana ağır gelen bir şey değil Yusuf, hiç olmadı." Gözleri ön cama giderek yola odaklanmaya devam etti.

"Sevgi tek başına ağır gelen bir şey değil ki zaten," cümlesinin devamını getirmesi için beklerken tereddüte düşmüş gibi aralanan dudaklarını bundan vazgeçerek normal hallerine getirdi. Elimi elinin üzerinden çekerek vücudumla birlikte tamamen ona doğru döndüm. Rahat tavrını takınmaya devam ederken bu sinirimi daha da bozmuştu.

"Neden sustun? Ne söyleyeceksen söylesene."

"Azarlıyormuşsun gibi söyledin."

"Yusuf,"

"Güzelim," diyerek sözümü kestiğinde arabayı döndürerek köy yoluna girdi ve kolunu aramızda kaldırarak arabanın içini sarımsı ışıkla doldurdu. Bir konuşma içerisine girmediğinde oturuşumu düzelttim ve önüme döndüm.

"Neye sinirlendiğini anlamadım."

Kurduğu cümleyle birlikte derin bir nefes alarak dışarıya verirken sakinleşmeye çalışıyordum. "Bu kadar tepki vereceğin bir şey söylemedim."

"Evet söylemedin." Diyerek kabullenirken bakışlarımı açık camdan tekrar ona doğru çevirdim. "Söylesene, az önce söylemek isteyip de sustuğun şeyi."

"Konuyu yalnış anlıyorsun, eve gidince devam edelim."

"Sen tam konuşmuyorsun ki, gelmiş bana yalnış anladın diyorsun."

Bakışları bana doğru döndüğünde, "Eve gidince konuşalım." Diyerek sözlerini keskin bir dille yeniledi. Tam dudaklarımı tekrar aralayacağım sırada duyduğum sesle birlikte bakışlarımı ön camdan dışarıya taşıdım. Araba giderek yavaşladığında konağın önünde durmamızla birlikte araba farlarının gösterdiği kadarıyla kalabalığın bakışlarının bize doğru döndüğünü fark ettim.

Merakla birlikte bedenimi sarmalayan endişeyle yanımdaki adama baktığımda arabanın ışıklarını söndürerek kemerini tek hamleyle göğsünün üzerinden kurtarıp kendi tarafındaki kapıyı açtı ve indi. Aynı şekilde kucağımdaki çantami omzuma alarak indiğimde çoktan yürümüş olan Yusuf'un peşine takıldım.

"Yusuf'um."

Sakine Abla'nın sesi kulaklarıma dolduğunda artık neredeyse oradaki herkes görüş alanımdaydı.

"Sen da gelduğuna göre hau bobani al içeriye geçun Yusuf."

Numan Abi sözlerinin sonunda dönerek karısının kolunu kavradığında yürümeye hazırlanıyordu ki, Fırat Abi'nin kolunu iterek bir adım öne çıkan Mahir Bey'in sesiyle duraksadı. Bakışlarım evin girişinde ki arkadaşıma kaydığında öylece olanları izliyordu.

"Ben senun kizunla konuşuk konuşmişum. Söz vermişum oğa, neysa o olacak!"

"Ne sözünden bahsediysın sen gene?" Yusuf Numan Abi'nin önüne geçerek tam babasının karşısında durduğunda sadece diğerleri gibi olanları izliyordum. "Ben sağa ne dedim?" Kaşları kavislenmiş bir şekilde keskin gözleriyle babasının gözlerine savaş açmaya devam etti. "Ben sağa iki cihan bi araya gelsa Gazel'e o gözle bakmam demedım mı? Senin derdun ne?!"

"Ben konuştum ula kizla, sen daha ne çikmişsun karşuma?!"

Yusuf tam babasının üzerine yürüyeceği sırada duyduğumuz sesle birlikte herkes sus pus oldu. Gazel ıslak saçlarıyla birlikte üzerine geçirmiş olduğu pijamalarla hemen babasının ve annesinin iki adım gerisindeydi. Mahallenin beyaz ışığı başının hemen üzerinde, solgun yüzünü aydınlatırken gür sesi duyuldu.

"Ben istemiyorum senin oğlunu Mahir Amca!"

Kurduğu cümle anca o an fark edebildiğim mahallenin dudaklarından şaşkınlık nidalarının dökülmesine neden oldu.

"Sen ne dersun?"

Mahir Amca'nın sorusu üzerine kızını içeriye geri götürmek için kolundan tutan Emine Teyze'yi kocası durdurmuştu. Kocasına attığı bakışlar hiçbir şekilde karşılık görmezken Gazel bir kaç adım daha atarak ayaklarındaki siyah terliklerle neredeyse tam yanımda belirdi. Bakışları bana değmeden doğrudan Mahir Bey'e bakarken odağında sanki başka biri vardı. Ağırca yutkunmasına neden olan başka biri.

"Benim istediğim senin oğlun değil." Mahir Bey'in gözleri bir kaç saniyeliğine dediklerini anlamıyormuş gibi Gazel'in üzerinde dolaşırken Yusuf, babaannesinin kolunu çekiştirmesiyle yanıma itildi. Yanımda durmasına rağmen keskin bakışları babasının üzerinden hiç ayrılmadı.

Gazel, bedenini döndürerek annesine doğru, "Anne," diyerek konuşmaya başladı. "Benim istediğim o değil anne." Annesinin yüzünde şaşkın bir ifadeden çok, bu cümleyle birlikte etrafa bakınarak telaşa düşmüş gibiydi. Ve bunun nedenini anlamak o an Gazel'in neden burukça gülümsediğini anlatıyordu.

"Baba-"

"Biliyrum kizum, biliyrum." .

Numan Amca yaklaşarak kızını kollarının arasına alırken, Gazel'in bedeninin titrediğini gördüm. Bakışlarım otomatik olarak arkadaşımın üzerine çevrildiğinde dikkatle Gazel'e baktığını gördüm. Bir adım atıp öne çıktığı sırada duraksadı ve devam etti. Yanda yumruk halini almış avucunu olabildiğince sıkarken, "Bilmiysunuz ya." Diye tanıdık bir ses duyuldu.

Başımı çevirdiğimde Nurten Teyze'nin arkasında beliren siuletin kim olduğunu herkes biliyordu.

"Sizin bir şey bilduğunuz yok ki."

Kurduğu cümleden sonra gülmeye başlarken, neyi söyleyeceğini anladığımda kan beynime sıçradı. O an aklıma gelen ilk şeyle birlikte yanımdaki adama donarak onun duyacağı bir sesle, "Onu bayıltman lazım." Diyerek bir çırpıda konuştum. Bakışlarım Gazel'e çevrilirken endişeyle babasının kolları arasından sıyrılmış Yekta'ya baktığını gördüm.

"Ne diyorsun yavrum, ne bayılması?"

Gözlerimi gözlerine çıkardığımda bana anında karşılık verdi.

"Konuşmaması lazım. Bir şey yap."

Ters giden bir şeyler olduğunu anladığında tam hareket edecekken kolunun kavranmasıyla birlikte adımları duraksamak zorunda kaldı. Kolunu kavrayan kişi babaannesiydi, muhtemelen kavga etmesini istememişti ve bundan dolayı yapmıştı.

O saniyeler içinde olmuştu her şey. Yekta dudaklarını aralamıştı.

"Ölecedi senun kizun habu uşak yüzünden."

Numan Abi'nin ve eşinin kızının üzerine düşen bakışlarını gördüm. O bakışlarda korku vardı. Korku.

Sesler duydum. Fısıltılar halinde sesler. Insanlar konuşuyordu. İnsanlar zaten hep konuşurdu, neyin ne ve nasıl olduğunu bilmeden. Kendi başlarına gelmedikçe düşünme gereksinimine girmeden.

Gazel. O sadece Yıldırım'a bakıyordu.

Yıldırım ise çoktan olduğu yerden hareket etmiş ve durdurulamaz bir hızla önümüzden geçmişti. Yumruğu saniyeler içinde Yekta'nın yüzüne inerken Gazel'in hıçkırık sesi, o gece duyduğum bütün seslerden üstün gelmişti.

.......

Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur.

Bazen verdiğim tarihte bölüm atamıyorum, ruh halimi bu aralar kontrol etmekte zorlanıyorum. Bunun için gerçekten üzgünüm. Ama devam edeceğim.

Sizin için, kendim için bu yolun sonunu getireceğim.

Belirttiğim tarihte gelemesem dahi bizi bekleyen herkese teşekkür ederim. Iyi ki varsınız. Sizi çok seviyorum.

Bir sonraki bölüm tarihi 24 Ağustos.

Continue Reading

You'll Also Like

6.7K 520 15
Mavera aşk demektir. Aşkı bilmek kendini unutmaktır. Görünenin arkasındaki sırdır. Bitti dediğin yerden başlayandır. Mavera, arzu ettiğin yerdir. ...
133K 18.6K 39
*Arka Kapak Yazısı* Kokunu alabiliyorum. Ne hissettiğini biliyorum. Rol yapan yüzünün gerisinde, gerçeği söyleyen tenin seni ele veriyor. Dilini eğ...
1.8M 107K 33
"Yola gelen Aslı çok tatlıymış. Geceye de biraz saklar mısın?" "Yok ya... avucunu yalarsın. Dün bir bile değil Yiğit bugün bir. Daha bunun bir ayı v...
2.8K 401 19
"Neden mi? Çünkü senden kaçtıkça hakikate yaklaşıyorum. Ama hep engel olmaya çalışıyorsun. Yolumun üstünden çekil artık..."