Mazi

By Ilknnnurr

4.8K 645 1.7K

Ben Mayıs Asil Karahanlı. Yirmi yaşında, gençliğinin başında, mental çöküşün ise tam ortasında duran kız. Doğ... More

1.Bölüm: 'Vasat'
2. Bölüm: 'Umursamaz'
3.Bölüm : 'Damat Ferit'
4.Bölüm: 'Kuralsız'
5. Bölüm: 'Ebubekir Sıddık'
6. Bölüm: 'Üzüm üzüme baka baka...'
7. Bölüm: 'Sahte Hayal kırıklığı'
8. Bölüm: 'Davet'
9. Bölüm ; 'Kontrolsüz'
11.Bölüm; 'Bencil'
12. Bölüm; 'Sözleşme'
13. Bölüm; 'Vicdan Gösterileri'
14.Bölüm; 'Bill Gates'
15. Bölüm; 'Yükseliş'
16. Bölüm; 'Pudra Pembesi'
17. Bölüm; 'Maske'
18. Bölüm; 'Şart'
19. Bölüm; 'Vicdan Ağrısı'
20. Bölüm; 'Yanılgılar'
21. Bölüm; 'Nedeni Olmayan Nedenler'
22.Bölüm; 'Aile Trajedisi'

10. Bölüm; 'Kısasa Kısas'

185 28 54
By Ilknnnurr


Selam selam! Yüz yıl sonra yeni bölüm geldi.

Umarım beğenirsiniz ❤️

İyi okumalar dilerim bebişler.

❄️

"Sen yine çok içtin, Mayıs."

Önüme koyduğu köpüklü birayı alıcı gözüyle süzdükten sonra kafamı kaldırarak genç barmene baktım. Aylardır uğradığım bir yer olduğu için adımı bilmesi tuhafıma kaçmazken bardağı kendime çekerek "Sana ne, Ahmet?" diye çemkirdim. "Param var ki içiyorum."

"Adım Osman."

"Bana ne, Ali?"

"Adım Osman, Mayıs."

"Bana ne, Veli?"

"Adım Osman." dedi bıkkınca. "Bilerek mi yapıyorsun?"

"Def ol, Şenol." diyerek gözlerimi sahte bir öfkeyle kıstım ve onun genç suratını süzdüm. "Def ol..."

Sarhoşluğumla uğraşmak istemediğini belli edercesine cıkladı ve tekli masanın önünden dolanarak tezgahına yürüdü. Onu umursamadan önüme döndüm. İçinde bulunduğum bar kalabalık değildi ama hatrı sayılır bir kitlesi vardı. Tekli masalarda takılan arkadaş gruplarının çıkardıkları gürültüyü sessizce dinleyip bilmem kaçıncı biramdan bir yudum aldım.

Bu akşam ekstradan efkarlıydım.

Dedem ile aramıza büyük, çirkin bir yunan kedisi girmişti -kedinin isminin Talya olduğunu söylememe bile gerek yoktu- ve bu da yetmezmiş gibi İnanç akıl hastanesinde kalmıştı. Onca iyiliğine rağmen o çocuğu oradan kurtaramamak bana çok koyuyordu; yani alkollü olmak için harika bir gündü.

Tabii bir de babam olacak şahsiyet ölüm döşeğindeydi.

Ölüm döşeğinde olması değil, onu o döşeğe benim göndermem gerçeği üzücü geliyordu bana.

Lanet olsun ki.

"Nerede hata yapıyorum? Anlamıyorum ki." dedim biramı yudumlarken. "Her seferinde elimdeki her şeyi kaybediyorum ya. Ulan! Nasıl bir kader var bende?" Önüme gelen kabarık dalgalı saç tutamını geriye attım. "Bir zenginliğim vardı o da dedem yüzünden artık yok. Kesin bütün mirasını verdiği gibi aldı benden... Başladığım yere geri döndüm yani. Fakir, çulsuz Mayıs is back."

Ofladım. "Ne yapacağım ben ya? Bir şekilde hem para bulmam hemde İnanç'ı oradan kurtarmam lazım. Ama nasıl?"

Alkolle boğuşan beynimi çalıştırmaya çalıştım. Pek başarılı olmadığımı fark ettiğimde önümdeki bardağı dudaklarıma yaslayıp birayı birkaç yudumda mideme gönderdim. Acı, yakıcı sıvının boğazımda bıraktığı etkiyi yok sayarak bardağı gürültülüce masaya bıraktığımda ortamdaki birkaç kızın şaşkın bakışları bana doğru dönmüştü.

"Ne bakıyorsunuz be? Hayatınızda hiç bira içen taş görmediniz mi?"

Önlerine döndüler. Onları umursamadan tezgahın ardında duran barmene "Ahmet, bi bira daha yollar mısın koçum?" diye seslendim.

"Adım Osman, Mayıs!" dedi ve yanıma gelerek boş bardağı aldı. "Osman. Ezberlemek çok da zor değil."

"Teşekkürler, Alper." deyip iğneleyici bir şekilde sırıttığımda ağzının içinde bir şeyler söyleyerek yanımdan uzaklaştı. O uzaklaşır uzaklaşmaz ani gelen farkındalıkla "Benim paraya ihtiyacım var ya." dedim kendi kendime. "Bir yerlerden acil para bulmam lazım. Eğer para bulursam, o akıl hastanesine rahatlıkla erişebilir ve belki İnanç'ı oradan kurtarabilirim."

Çenemi kaşıdım. "İşte o parayı nasıl bulacağım? Organlarımı mı satsam ne yapsam? Gerçi alkolden dolayı bütün organlarım haşat olmuştur ama... Bir saniye, organlarımı satamıyorsam... B planına geçebilirim. Zengin bir adam bulup evlenme planı..."

Genç barmen yanıma doğru koca bir bardakla gelirken "İyi de tanıdığım tek zengin adam dedem..." dedim ve önüme bira dolu bardağı bırakmasını izledim. "Dedemle mi evlensem?"

Barmen duraksadı, dehşetli gözlerini bana çevirdi.

Aramızda filmleri konu alacak, gerimli -saçma sapan- bir bakışma geçerken, bakışmayı sonlandırarak "Ensestlik çok iğrenç bir şey, farkındayım. Sadece düşünüyorum." diye homurdandım. "Hemen yargılama beni!"

Genç barmen yanımdan ışık hızıyla uzaklaştığında soğuk biradan büyük bir yudum alarak "Tamam başka planım kalmadı." dedim kendi kendime. "Mecbur pavyon açacağım. Evet..."

Bu fikri benimseyip üzerinde kapsamlı bir şekilde düşünmeye başlayacağım sırada masanın üstünde duran telefonum çalmaya başladı. Mekanın müzik sesi kısık olduğundan, zil sesimi net olarak duyabilmiştim. Ekrandaki yazıyı -alkol sayesinde- bulanıklaşsan gözlerim yüzünden okuyamazken "Telefonumu mu satsam, pavyon açmak için?" diye sordum ve telefonu elime aldım. "İphone 14 sonuçta... Yetmiş bin lira falan eder..."

Durdum. "Ya Allah kahretsin, bir telefon yetmiş bin lira olur mu? Nasıl bir ekonominin içindeyiz? Neyse neyse, sakinim. Şimdi polis falan vardır burada... Ekonomiyi eleştirmekten içeri almasınlar beni."

Etrafa kısaca bakıp polis olmadığına kanaat getirdikten sonra çalan telefonu açıp kulağıma götürdüm. "Hello, I am fakir ve gururlu Mayıs... Üç saat önce arasaydınız, zengin ve gururlu Mayıs diyecektim ama mirastan men edildiğimi düşünüyorum o yüzden şu anlık fakirim." Güldüm. "Kiminle görüşüyorum?"

Karşı taraftan cızırtılı bir ses gelince onu duymak için tek elimle kulağımı kapattım. "Kiminle görüşüyorum? Alo?"

"Mayıs Asil Karahanlı." dedi cızırtılı bir ses. Bana oldukça yabancı gelen bir sesti. "Ecelinle görüşüyorsun."

"Ece'yle mi görüşüyorum?" dedim sorar gibi. "Ece kim yaaağ?"

Sesin sahibi konuşmadı.

"Ay yoksa sen bizim mahalledeki sidikli Ece misin?" diye sordum aklıma gelen şeyle. "İlkokulda hep dövdüğüm Ece... Kız, sen numaramı nereden buldun?"

"Ecelinle görüşüyorsun!" diye bağırdığında onun Ece olmadığını anlamıştım. Çünkü bu bir erkek sesiydi. Oldukça öfkeli bir erkek sesi... "Babanı vuranların selamı var, Mayıs!"

"Aleyküm selam, aşkom. Sende onlara selam söyle."
Elimi kulağımdan çekerek bardağa götürdüm ve biradan bir yudum aldım. "Bir saniye, sen... Babanı vuranların selamı mı var dedin? Ben mi yanlış anladım?"

Telefonu suratıma kapattı. Köşeli jetonum yavaş yavaş düşerken, aralık duran dudaklarımı birbirine bastırmadan telefonun ekranına mal mal baktım. Babanın vuranların selamı var demişti o, değil mi?
Evet... Evet, öyle demişti.

Ürkünç bir sakinlikle beni az önce arayan numarayı yana kaydırıp beklemeye başladım. Tam tahmin ettiğim gibi, kapalıydı. Bu ayrıntıyı hızla pas geçerek telefonu masaya geri bıraktım ve "Aman..." dedim rahat bir tonda. "Babamı vuranlar beni aramışsa aramış. Ne yapayım yani? Gelip beni de vuracak değiller ya."

Umursamazlık derimi ikinci bir deri misali kaplarken biramı yudumlamaya devam ettim. Açık konuşmam gerekirse... Benim en büyük problemim alkol değil, buydu. Umursamazlık. Şu zamana kadar başıma ne geldiyse, bu umursamazlığım yüzünden gelmişti zaten, ama ne yapayım? Bu benim elimde olan bir şey değildi ki. Otomatik olarak bir şeyleri umursamıyordum.

Ki içten içe biliyordum, az önce yaşanan şey çok ciddi bir meseleydi. Benim yerimde kim olsa, muhtemelen panik ve korkudan ölürdü ya da birilerine -aile üyelerine- haber vermeye çalışırdı ama ben... Siklemiyordum bile çünkü neden sikleyeyim?

Bir canım vardı, onu da benden alsalar sıkıntı olmazdı kafasındaydım.

Sonuçta gebersem arkamdan ağlayacak kişi sayısı bir falandı.

Kısacası yaygaraya gerek yoktu.

Bezmiş bir suratla biramı yudumlamaya devam edecekken "Abi!" diye bağıran acı dolu bir sesle duraksadım. Benimle birlikte bardaki herkes duraksamıştı. Oldukça genç görünümlü bir adam ter kan içinde, barın ön kapısından içeriye girmişti. "Abi! Polisi arayın! Acil! Poli..."

Cümlesini devam ettirememişti.

Barın ön kapısını kırarcasına içeriye giren kar maskeli beş kişi önce bağıran adamı ellerindeki silahın kabzasıyla bayıltıp yere attılar sonra ise havaya ateş etmeye başladılar. Etraftan senkronize bir şekilde çığlık sesleri yükseldi. Arkadaş gruplarının hepsi çığlık çığlığa kendilerini masaların altına atarken bir süre şaşkın gözlerle tavana ateş açan maskeli grubu izledim.

Hani bazı anlar vardı, olduğunuz yerde donup etrafa kitlenirdiniz ya.

Tam olarak o anın içindeydim.

Donmuştum ve etrafakilere kitlenmiştim.

Mekanı saran barut kokusu burnumu doldururken, maskeli kişiler ateş etmeyi bırakıp onlara yönelmeye çalışan barın çalışanlarına saldırdılar. İki güvenlik görevlisini gözlerimizin önünde pataklayarak, acımasızca döven gruba karşı çığlık ve bağırış sesleri yükseldiğinde hâlâ donmuş bir vaziyette onları izliyordum.

Algı yeteneğim saniyelik kapanmış olmalı ki "Eğil!" diye bağırdı biri. Gözlerimi insanları döven maskeli gruptan alarak o sese çevirdim. Barmen olduğunu bildiğim Osman tezgahın arkasından bana sesleniyordu; korkuyla "Eğilsene!" diye tekrardan bağırdığında ayakta olan tek kişi olduğumu fark etmiştim.

Buna rağmen eğilmedim.

Çığlık sesleri arttığında maskeli grup, güvenlik görevlilerini haşat etmeyi bırakıp içeriye girdiler. Masalarının altında duran insanlara gelişi güzel tekmeler savurarak barın en orta kısımlarında durduklarında zihnimdeki buz kütlesi yavaş yavaş erimeye başlamıştı. Önce yabancı bir hissin, beynime elini uzattığını hissettim sonra o his birden kalbime uzandı ve anlık gözlerimi yummama neden oldu.

Gözlerimi açtığımda aynı umursamazlıkla baş başaydım.

Adamlardan biri silahla bir kez daha tavana ateş ettiğinde bile masanın altına eğilmeden onları izledim. Aralarından biri, "Karahanlı nerede?!" diye bağırdığında da aynı umursamazlıkla onları izlemeye devam ettim.

"Mayıs Asil Karahanlı nerede lan?!"

Biramdan bir yudum aldım, adamlar kısaca etrafı incelediler.

"Teker teker buradaki herkesi öldürmeden önce çıksın ortaya! Burada olduğunu biliyoruz!"

Önümde barın kolonlarından biri olduğu için beni görememelerini normal karşılayarak yavaşça bira bardağını masaya bıraktım ve telefonu cebime koyarak barmen Osman'a döndüm. Adımın Mayıs olduğunu bilen ve buna rağmen gıkını çıkarmayan barmen korkuyla bana kitlenirken el ve mimik hareketlerimle silahının olup olmadığını sorguladım. Genelde bu tarz -kenar mahalle- barlarında muhakkak tezgahın altında da silahlar olurdu. Barmenlerin kullanması için verilirdi.

Osman sorduğum şeyi saniyesinde anlayarak kafasını hızlıca salladığında yavaşça eğilip kolonun arkasından dolanarak tezgaha doğru yürüdüm. O silaha ulaşmalıydım.

"Son bir kere daha soruyorum!" diye bağırdı adamlardan biri. "Mayıs Asil kimse çıksın ortaya! Çıkmazsa herkesi vururuz!"

Tezgahın dibinde durup korkuyla bana bakan Osman'a "Silahı ver." dedim kısık bir sesle. Osman tezgahtan gri kabzalı bir silah çıkartıp elime tutuşturduğunda soğuk kabzalı silahı ilgiyle süzüp "Nasıl kullanılıyor bu?" diye sordum fısıltıyla. "Nereden açılıyor?"

Osman "Silah kullanmayı bilmiyor musun?" dedi şok içinde. Şoklu olsa da ifadesi hâlâ korkuluydu. "Ne diye benden silah istedin o zaman?"

"Götüme sokacağım, canım." Kaşlarımı çattım. "Ya Osman, mal mısın kardeşim? Nasıl açılıyor bu? Göstersene."

"Güvenlik kilidini indir." dedi arkadaki bir yeri işaret ederken. "Kilidi indikten sonra istediğin gibi ateş edebilirsin."

"Ha buradan..." Kilidi indirdim. "Basitmiş, kız."

"Mayıs Asil!" diye bağırdı adamlardan biri, masaların etrafında dolanıyordu. "Neredesin?!"

Ananın amında, cevabını pas geçerek Osman'a son bir kere bakıp "Ya tarih yazacağım ya tarih olacağım." dedim ifadesiz bir sesle. "Bana iyi şanslar dile. Ya da dileme... Şimdi düşündüm de şansa ihtiyacım yok. Burnumdaki higletırım ve zekam var. İkiside yeterince parlaklar."

Osman korku dolu gözlerle beni süzerken ani bir cesaretle tezgahın önünden dolanıp silahın güvenlik kilidini indirdim ve namluyu barın ortasında duran kar maskeli adamlara çevirdim. Yemin edebilirim, bir an bile tereddüt etmedim. Masanın altında çığlık atarak ağlayan insanlara dikkat ederek, defalarca kez tetiği çektim. Adamlar şok olmuşlardı.

Her tetiği çektiğimde silah tok bir ses çıkartıyor ve milimlik geri sekiyordu ama kontrolü sağlamıştım. Kar maskeli bir adamı sırtından, birini kolundan, birini ise omzundan vurdum. Görebildiğim kadarıyla diğer ikisi yerdeydi. Onları nerelerinden vurdum? Allah bilirdi.

Sonunda silah tok bir ses çıkartarak durduğunda merminin bittiğini anlayarak barut kokusunu içime çektim ardından onların tam dibinde durdum. "Beni aramışsınız, beyler?" diye sordum, sesim az önce yediğim halta rağmen çok soğuktu. "Hayırdır, çok arananlar listesinin başını mı çekiyorum?"

Acıyla inleyip silahına yeltenmeye çalışan bir adamın karnına tekme geçirerek silahını yerden aldım. İki büklüm olan adamdan gözlerimi çekmeden diğerlerinin silahlarınıda yerden topladım ve erişemeyecekleri yerlere fırlattıktan hemen sonra "Hayırdır lan?" diye bağırdım. "Beni mi öldürecektiniz? Beni öldürmeye sizin gücünüz yeter mi, köpekler?!" Kaşlarımı çattım. "Karşınızda Karahanlı ailesinin en psikopatı duruyor. Siz hayırdır? Elinizi kolunuzu sallayarak beni öldüreceğinizi mi düşündünüz?!"

Bazıları yerde inliyordu, bazılarından ise çıt dahi çıkmıyordu. Onları öldürebilme ihtimalini düşünmemeye çalışarak hâlâ bilinci açık olan, kar maskeli adama eğildim ve onun yakalarından tutup sarstım. "Kimin köpeğisiniz, orospu evladı? Bana isim ver!"

Yalnızca gözlerini görebildiğim adam korkuyla bana bakmaya başladığında bir saniye düşünmeden yaralı koluna ayağımla bastırdım. Çığlık attı. Acı dolu çığlığı bardaki tüm ağlama seslerini keserken, masaların altından çıkan insanların şok içinde bana bakmasını umursamadan "Bana isim ver." dedim adamın suratına gelişi güzel bir yumruk indirdikten hemen sonra. "Bana isim ver!"

Ağzında biriken kan, çenesine doğru bir yol izlerken konuşmaması sinirimi bozmuştu. "Bana isim ver!" diye hırladım. "Orospu çoçuğu! Bana isim vermezsen, seni buradan canlı çıkarmam!"

Konuşan ben değildim sanki.

Sarhoş olmama rağmen sesim ifadesiz, hareketlerim önceden planlanmış gibi kontrollüydü. Bu işime gelirken tam kar maskeli adama bir yumruk daha indirecektim ki "Saffar." dedi acı dolu bir sesle. "Saffar Poyraz."

Saffar Poyraz.

Bu ismi aklıma kazırken, cebimde titreyerek çalmaya başlayan telefonu yok sayarak olduğum yerde doğruldum. Adam korkuyla bana bakıyordu. "Babamı vuran kişi o değil mi?" diye sorduğumda adam belli belirsiz kafasını salladı.

Cevabımı almıştım.

Kendimi tutamayarak adamın yüzüne tükürdüm ve geri çekildim. Kimseye bir şey yapamayacak halde olan adamları umursamadan barın çıkışına hızlı adımlarla ilerken göz göze geldiğim Osman'a "Polisi ara, aralarından biri geberirse... Polislere benim adımı ver." dedim. "Mayıs Asil Karahanlı ben, memnun oldum Osman."

Çocuk sertçe yutkunarak kafasını salladığında bardan dışarı çıkmıştım.

Sanırım uzun bir gece olacaktı.

Ya da uzun bir hafta...

❄️

Önümde yürüyen insanları hiç de nazik olmayan bir tavırla iterken arkamdan söylenmelerini takmıyordum. Doktoru, hemşiresi ya da hastası... Umrumda değildi. Hastanede önüme çıkan herkesi itiyor, kendime yol açıyordum.

Öfkeliydim. Öfkem tamamiyle bir saat önce yaşadığım saçma olaydan kaynaklanıyordu. Ne yaptığımı tam olarak hatırlamasamda, Türkiye cumhuriyeti devletinin anayasındaki birçok maddeyi çiğnediğimi biliyordum ve bunun geri dönüşü bana çok pahalıya patlayacaktı ama bu ayrıntıda umrumda değildi.

Umrumda olan tek şey, dedemdi.

Bu öfkemi kusacağım insandı yani.

Onunda bu hastanede, babam olacak köpeğin düzelmesini beklediğine adımın Mayıs olduğu kadar emindim.

Dişlerimi sıkmamaya çalışarak akrabalarımın bulunduğu bekleme salonuna girdim. Etraf kalabalıktı. Gözlerimle hızlıca etraftaki tanıdık yüzleri elerken, dedemi bulmam yaklaşık beş saniyemi almıştı. Dedem kendisi gibi yaşlı bir adamla L koltuğun başında oturuyor, ayakta bekleyen Talya'ya bir şeyler anlatırken arada o yaşlı adama dönüp ciddi bir suratla onun anlattıklarını dinliyordu.

Alkollü, öfkeli ve yaşanan şeylerden ötürü panik halinde olsamda oldukça sakin bir ifade takınarak yanlarına yürüdüm. Beni ilk fark eden kişi ayakta dikilen Talya olmuştu. Şaşırdı. Saatler önce üzerine yürüdüğüm ve hiçbir şey olmamış gibi hastaneye geri geldiğim için mi şaşırmıştı? Yoksa gözlerimin içine yerleşmiş öfkeden mi? Bilmiyorum.

Bilmekte istemiyorum.

Dedemin oturduğu koltuğun tam önünde durduğumda onunla sohbet eden yaşlı adam durdu, gözlerini bana çevirdi. Onunla birlikte dedemde bana dönerken "Saffar Poyraz kim?" diye sordum patadanak.

Dedemin ciddi ifadesi tuzla buz oldu. "Ne?"

"Saffar Poyraz kim?"

Dedem gözlerini gözlerimden çekmeden oturduğu yerden ayağı kalkarak "Sen..." dedi şaşkınca ve beni süzdü. "Sen nereden tanıyorsun o adamı?"

"Tanımıyorum, hayatım. Tanımıyorum ama belli ki o beni tanıyor. Sağolsun, bir saat önce beni beş adamına öldürtmeye çalıştı. Sadece çalışmakla kaldı ama..." Gözlerimi devirdim. "Bu arada babişkomu o vurdurtmuş. Bilgin olsun. Kimin nesi? Kimin siki bilmem de sen söylemeden söylemek istiyorum. Adamın benimle alakası yok. Hayatımda hiç Saffar diye biriyle kapışmadım. Sikişmedim. Görüşmedim. Benim düşmanım olamaz yani. Suç benim üzerime kalmasın..."

Terbiyeden yoksun açıklamamdan sonra dedem şok içinde bana bakıp koltuğun köşesinden dolandı ve tam önümde durarak ellerini yanaklarıma yerleştirdi. Saf bir korku ve şok vardı gözlerinin içinde... "Mayıs sen iyi misin, dedeceğim? Bir şeyin yok ya?! Yaralandın mı?! Bir yerine bir şey oldu mu?"

Onun bağırmasıyla bekleme salonundaki herkes bize döndü. Arkasında oturan yaşlı amca bile ayaklanıp benim yanıma gelince yavaşça onun yanaklarındaki ellerinden kurtuldum. "İyiyim iyiyim de... Karşı taraf için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Beş kişiydiler; bulunduğum mekanı bastılar. Benim gücüm onlara yetmezdi; kısacası fiziksel saldırmadım. Baştan söyleyeyim. Silahlı çatışmaya girdim. Emin değilim ama sanırım bir iki ölü çıkmış olabilir."

Dedem söylediğim şeyi duymuyormuş gibi "Sana bir şey yapmadılar değil mi?" diye sordu, korkusu hâlâ üzerindeydi. "Zarar vermediler değil mi sana? Mayıs doğru söyle! Bir yerinde bir şey yok değil mi?!"

"La ortalığın anasını ben siktim, alooo! Ben öldürdüm onları diyorum, sen ne diyorsun?" Gergince dilimi çiğnedim. "Hayatımı kararttım. Polis asla peşimi bırakmaz. Neyse, zaten gidip teslim olacaktın da... Sen... Başka birinin canı yanmadan Saffar denilen herife müdahale et. Okey?" Bana cevap vermedi, bir cevap beklemiyordum. "Hadi, bay grandpa. Bana, mapustayken Victoria Secret donlarından alır, getirirsin. Canım sıkılırsa gardiyanları tavlarım."

Tam yanından sıyrılarak geçeceğim sırada dedem kolumu tutup insanların bakışları arasında kulağıma eğilerek "Polise teslim olursan, kafanı kırarım senin." dedi sertçe. "Mal mal işler yapma. Dur bir olayın aslını anlayalım!"

"Olayın aslı adam öldürdüm? Cinayet işledim."

"Kes sesini! Başlarım cinayetine şimdi." Dedem kaşlarını çattı. "Polise teslim olmak yok, Asil. Unut bunu."

Tam itiraz edecektim ki "Mücahit, destek lazım mı?" diye soran yaşlı adamla birlikte anlık döndüm ve o adamın tanıdıklığıyla duraksadım. Hemen arkasında oturan gruba gözlerim kaydı. O grubun çoğu da ayaklanmıştı ve doğrudan bize bakıyorlardı. Grubun içinde Ares denilen herifte vardı. İlk öpücüğümü döviz kuru ile verdiğim herif...

Sanırım bu yaşlı adam dedemin eski arkadaşıydı, en azından ben geçenki sohbetlerinden sonra öyle anlamıştım. Tanıdık biriydi yani.

"Yok Ekrem, yok. Sağolasın." diyen dedem kolumu tutarak beni o grubun yanına doğru sürükledi. Aslında grubun yanına doğru değil, oturdukları yerin arkasında hastanenin çıkışı vardı. Sanırım dedem beni çıkışa doğru sürüklüyordu. O beni sürüklerken beyazı kızarık olduğuna emin olduğum gözlerimi grupta gezdirdim. Grupta gördüğüm kadarıyla çok genç vardı. Yüz hatları birbirlerine benzeyen gençler ya kardeşlerdi ya da akrabalardı.

Aman bana neyse?

"Silahla mı saldırdılar sana?" diye sordu dedem koluma zorla girerken. "Bir yerine zarar verdiler mi?"

Talya koşturarak arkamızdan gelirken "Saldırmadılar ama silahları vardı ve beni arıyorlardı." dedim. "Buldukları anda beni mermi manyağı yapacaklarından emindim. Onlar yapmadan önce ben onları mermi manyağı yaptım da... Whatever," *Her neyse

"Sen silahı nereden buldun?"

"Barmen verdi."

Dedemin ifadesi anlık döndü. "Barda mı saldırdılar sana?"

"He."

"Silah kullanmayı biliyor muydun?"

"Yoo. Onlara sıkarken öğrendim." Dudağımı büzüştürdüm. "Kurtlar Vadisini izleye izleye öğrenmişim herhalde."

Beni o grubun çevresinden dolandırırken bir an üzerime eğilip bluzumu kokladı. Dedemin suratına cins cins baktım. "Bira kokuyorsun. Sen alkollü müsün?"

"Hee." dedim e harfini uzatarak.

"Alkollü mü çatışmaya girdin?!"

Aramızda garip bir bakışma oldu.

Hemen çaprazımızda oturan grubun meraklı gözleri üzerimizde gezinirken, Ares denilen herifin doğrudan bana baktığını göz ucuyla da olsa görebilmiştim. Bozuntuya vermedim.

"Beni tebrik etmen lazımken sen bana bağırıyorsun!" diye çıkıştım Kolumu dedemden kurtarırken. "Milletin ayıkken yapamadığı işi sarhoşken yapıyorum! Bak Kemal'e... Ayıkken vuruldu, amına koyduğumun salağı... Ben sarhoşken vurulmadım, hayatta kaldım! Aloo! Harikayım! Fevkaladeyim! Mükemmelim."

"Alkoliksin ayrıca." diye ekledi dibimizden gelen Talya. Ve o an ona olan öfkemi hatırladım.

"Anan alkolik, yunan oros..."

Dedemin öfkeli suratını gördüğümde dudaklarımı birbirine bastırdım. "Yürü eve." dedi dedem aniden. "Yürü eve, beni delirtme."

"Bu eve gelmeyecek değil mi?" Parmağımla dibimizde duran Talya'yı işaret ettiğimde dedem "Mayıs, yürü!" diye emretti. "Yürü!"

Beni zorla yürütmeye devam ettiğinde "Her şey bunun yüzünden oldu!" diye hırladım Talya'yı havada kalan parmağımla işaret ederek. "Sen bunun yerine beni tutsaydın! Barda olanlar asla yaşanmayacaktı! Her şey bu Yunan cacıki yüzünden oldu!"

"Ben mi dedim sana git barda zıkkımlan diye?"

"Sen..." Durdum, Talya'ya doğru kafamı çevirdim. "Bak vallahi 155'i ararım! Sınır dışı ettiririm seni! Amına koyduğumun mültecisi. Siktir git, ülkene dön! Benim canımı sıkma ha!"

"Mayıs!" Dedem beni yaka paça sürükleyerek hastaneden çıkarırken, arkamızdan ayaklanan ve durumu anlamaya çalışan annemleri, dedemin içeride kalan birkaç koruması yatıştırmaya çalışmıştı. Hastanenin cam kapıları sayesinde bu manzaraya tanıklık edebilmiştim. "Yürü araca!"

Beni itekleyerek siyah bir BMW'nin önüne getirdiğinde "Nefret ediyorum senden!" diye bağırdım aracın on yolcu koltuğuna binen Talya'ya odaklanarak. "Köpek seni! Arsız dog! Evil! Evil karı!" *köpek, Şeytan.

"Mayıs!"

"Dedemle sen arama giriyorsun hep! Allah'ın köpeği seni." dedim sertçe. "Senin yüzünden neredeyse ölüyordum bugün!" Dedem kapısını açtığı araca beni bindirmeye çalışırken "Köpek! İnşallah belediye seni zehirler!" diye ekledim. Talya hiçbir şey söylemeden boş gözlerle beni izledi. "Mavi gözlü köpek!"

"Kafanı kıracağım ama!" Dedem beni arka koltuğa bindirdi. "Aptal çocuk! Kes sesini artık!"

"Ben bununla aynı evde yaşamam!" diye bağırdım. Dedemin şoförü bağırmamla birlikte olduğu yerde sıçrayıp dikiz aynasından bana bakmıştı. Öfkeliydim ve öfkemi kontrol altına alamıyordum. "Yaşamak istemiyorum ya!"

"Git geber?" diyerek ön koltuğa yerleşen Talya'ya ithafen ayakkabımı çıkardığımda dedem "Mayıs! Talya!" diye bağırdı ve Talya'ya fırlatmak için çıkardığım ayakkabımı yere attı. "Yemin ederim, yapıştıracağım ikinize de bir tane! Rahat durun!"

"Ama Mücahit bey..."

"Kes!" diye bağırdım Talya'ya. "Kes! Sikik sesini duymak istemiyorum."

"Mayıs..." dedi dişlerinin arasından dedem. Şoför bizi umursamayarak arabayı çalıştırmıştı. "Mayıs bak geliyorlar bana... Sus!"

Dedem kollarımı tutup beni zorla arkama yaslandırdığında sinirle dilimi ısırarak "Sen görürsün evde..." dedim sertçe. "Döveceğim seni."

"Götünü kaldıracak takatin yok, beni mi döveceksin, alkolik?"

Ayağımla koltuğuna tekme atmaya başladığımda "Mayıs!" diye bağırdı dedem ve dizime yavaşça vurdu. "Talya sende kes sesini!"

Talya sustu. O sussa da, dursa da ben durmamıştım. Bağlamaya çalıştığı emniyet kemerini tutup onun boynuna dolamaya çalıştığımda "Mayıs!" diye hırladı dedem. "Mayıs! Kafanı kırdırtma bana!" Bileklerimi tutarak beni geri çektiğinde Talya şok içinde omzunun üstünden bana baktı.

Ama sesini çıkarmadı. Sıkıyorsa, çıkarsaydı. Şu öfkeyle yüz yerinden bıçaklardım. Onun yüzünden bugün neredeyse öldürülecektim. Eğer dedem onun tarafını tutmasaydı; bugün o bara hiç gitmeyecek ve o olanların hiçbirini yaşamayacaktım.

Kısacası her şey Talya'nın suçuydu.

"Sakin ol." dedi bileklerimi bırakan dedem. "Şu an sakin kalmayı başarabilirsen sana söz veriyorum. İstediğin bir şeyi koşulsuz şartsız yapacağım."

Öfkeli gözlerimi Talya'dan çekmeden aklıma gelen ilk şeyi söyledim. "İnanç'ı oradan çıkarırsan, sakin kalırım."

"Tamam tamam. Çıkaracağım o çocuğu oradan... Sen yeter ki sakin kal."

Haftalardır beklediğim cümleyi kurmasıyla gözlerimi Talya'dan alıp ona çevirdim. Düşünceli görünen dedemin koyu kahverengileri üzerimde geziniyordu. "Yemin et, cidden çıkartacak mısın?"

"Yemin ederim."

"Söz ver."

"Söz."

Durdum. "De Kuran."

"O nasıl bir yemin, Mayıs?" diye çemkirdi dedem. Sanırım ateistti. "Çıkartacağım dedim. Abartma."

"Tamam." Ne kadar sevinsemde bunu dışarıya yansıtmamaya çalışarak "Yarın çıkartır mısın peki?" diye sordum.

"Ağzımı açmak istemiyorum ama bugün ilk cinayetini işlemiş biri olarak sence de çok fazla konuşmuyor musun?" Talya'nın sorusuyla gözlerimi ön koltuğa çevirdim ve yan profiline tip tip baktım. Şeytan diyordu ki elinin tersiyle çarp bir tane, çenesini kır; otursun aşağı... Ama ben şeytana uymak istemiyordum.

En azından bugünlük yeterince uyduğumu düşünüyordum o yüzden daha fazla uymak istemiyordum.

"Bak sana söz veriyorum. Seni bugün öldürmeyeceğim." dedim oldukça sakin bir sesle. Dedem ikimizin kavgası yüzünden elleriyle yüzünü mest etme ve sabır dileme işlemine başlamıştı. "Ama yarın tabutunu yanlamasına götüne sokmayan, en büyük orospu çocuğudur."

"Bırak tabutu... Sen bana elini dahi kaldırmazsın. O elini beş yerden kırarım, Mayıs."

"Kilisenin içinde, tabutunu götüne soktuğumda konuşalım bunu, Talya."

Derin bir nefes aldıktan sonra "Bak... İnsan cinayet işlediğinde biraz utanır. Üzülür. İçine kapanır. Fakat senin hal ve hareketlerin...." deyip bana yandan bir bakış attı. "Ne vicdansız kadınsın sen?"

"Henüz cinayet işlediği bile belli değil." dedi dedem gergince. "Birbirinizi yemeyi bırakın."

"O bana sataşıyor!" diye tısladım. "Duymuyor musun söylediklerini ya? Bana vicdansız falan diyor. Gerçi evet, vicdansızım da bunu onun söylemesine gerek yok! Off!" Yutkundun. "Dora'yı istiyorum ben! Morelim çok bozuldu!" Anlık gelen duyguyla kafamı eğip bacaklarımı kendime çektiğimde dedem nerenin kurdu öldüyse "Talya, ara şu Dora'yı gelsin bizim yalıya. Mayıs'ı sakinleştirsin." dedi ve sırtımı sıvazladı. "Bir tek Dora denilen çocuğu dinliyor zaten!"

"Mücahit bey, saçmalamayın. Daha eve gidip Saffar Poyraz'ı öldürme planı..." Talya durdu. Durmak zorunda kaldı. "Dora denilen çocuğun yanında nasıl konuşacağız bunları?"

"Dora yabancı biri değil, tamam mı?!" diye bağırdım çenemi dizlerime yaslarken. "Kimseye hiçbir şey söylemez o! Zaten kimsesi de yok! Tıpkı benim gibi!" Az önce ne kadar çaktırmamaya çalışsamda dedemin ve Talya denilen karının ne boklar yediklerini kendi kulaklarımla duymuştum. Öldürme planı demişti. Talya resmen kötü işlerin içinde olduklarını bana böyle itiraf etmişti.

Ama yemin ederim, bu itirafının altını kurcalayacak takatim yoktu şu anda.

"Dora'yı ara." dedi dedem onu dinlemeden. "Ayrıca Mayıs, kafanı kırdırtma bana. Ne demek kimsem yok? Ben ne güne duruyorum?"

"Ne bileyim ya?! Sende sürekli beni bırakıp Hollanda'ya gidiyorsun! Yalnızım işte! Yalnız olmasam bugün o korkunç şeyleri yaşamazdım!" Sahte üzüntümü benimseyerek burnumu çektim. "Nefret ediyorum hepinizden... İnşallah bu araç kaza yapar da hepimiz ölürüz."

"Benim suçum ne, Mayıs hanım?" diye soran şoför abinin ortamı yumuşatma çabası elinde patlamıştı. Dikiz aynasından göz göze geldiğimizde "Ya sen niye benim bedduama giriyorsun?! Bak... Seni de vururum! Benim canımı sıkma ha! Salak herif!'" dedim sertçe. Şok içinde bana bakakaldığında dedem "Mayıs!" diye tısladı. "Yemin ediyorum, yapıştıracağım bir tane şimdi! Rahat dur!"

"Aman iyi be!" Drama kraliçesi rolünden saniyeler içinde çıkıp "Dede," dedim. "İnanç'ı yarın kurtarır mısın?"

O bana cevap vermediğinde Talya "Elli tane torununuz var, bula bula bu salağı başa getirdiniz ya. Ben bir şey demiyorum Mücahit bey." diye yakındı. "Bilmem kaç saat önce mermi yağmuruna tutuluyordu. Şimdi size sorduğu soruya bakın! Kafayı akıl hastası, sosyopat bir adama takmış. Şu durumda hâlâ onu düşünüyor! İnanılır gibi değil."

Kaşlarımı çattım. "Talya... Bugün dedeme söz verdim, adam dövmeyeceğim. Yoksa senin belanı sikmiştim. Yunan sürtüğü seni..."

"Mayıs! Talya! Yeter artık! Kesin çenenizi!"

Dedemin uyarısıyla beş saniye sakin durduktan sonra altıncı saniyede Talya'nın oturduğu koltuğa tekme atarak onun anlık torpidoya yapışmasına neden oldum. Bu sahne beni içten içe güldürürken "Ara lan! Dora'yı ara!" diye emir verdim. "Gelsin yalıya... Azcık mutlu etsin beni."

❄️

"Bu olanlara inanamıyorum."

"Bende senin fıstık yeşili gömleğin altına, pembe şort giydiğine inanamıyorum, Dora." Kafamı yastıktan kaldırmadan, yalıdaki geniş odamda volta atan Dora'yı izledim. Hayatında ilk defa yalı odası gezen masum köylü arkadaşım, arada bir odadaki pencerenin önüne gidip denizi izliyor ve 'bu odadan denize atlanır mı acaba?' adlı sorusunu sorduktan hemen sonra benim anlattıklarıma geri dönüyordu.

Çok vefalı bir arkadaştı, sağolsun.

"Açıkçası senin bu kadar ileri gideceğini hiç düşünmemiştim." diyen Dora odadaki saçma heykellerden birine parmağıyla dokundu ve volta atma işlemine devam etti. "Silahla adam yaralamak ha? Benim tanıdığım Mayıs asla bunu yapmazdı. Tereddüt ederdi."

"Ne yapayım, oğlum? Eğer ben bir şey yapmasaydım, onlar beni öldüreceklerdi."

"Gerçekten... Başına gelenlere inanamıyorum."

"Bende." dedim dudağımı büzüştürerek. "Neyse, iyi yanından bakalım. Dedemin edindiği bilgiye göre kimseyi öldürmemişim. Hepsi yaralanmış."

"Cinayet işlemediğine sevindim." diyen Dora uzandığım yatağın önünde durup bir erkeğe göre oldukça dolgun olan kalçasını yatak başlığına yasladı. Tedirgin gözüküyordu. "Dedenin düşmanı olan bir adam seni vurmaya çalıştı. Bu konu hakkında bir düşüncen var mı?"

"Var. Götüm seninkinden daha güzel." Kalçamı anlık ona doğru dönüp sırıttım. "Squad yaptım geçen. Biraz büyüdü galiba... Dokunmak ister misin?"

"Mayıs ciddi ol biraz. Lütfen." Dora durdu. "Senin için endişeleniyorum. Bu... Bu içinde bulunduğun ortam normal değil. Deden..." Kapıya bir bakış açtı. "Pek tekin bir tipe benzemiyor. Başına iş açacak bu adam... Öyle hissediyorum."

"Yok ya. İyi adamdır benim dedem." Önüme gelen kabarık, uzun saçlarımı yastığın aşağısından yere doğru sarkıttım. Beni terletiyorlardı. "Sadece birkaç sakat iş yapıyor. O kadar... Yani bence iyi adam."

"Mayıs, saçmalama." diyen Dora endişeli bakan gözlerini yüzümde gezdirdi ve yatağın ucuna oturdu. "Adamın düşmanları önce babanı vurdu sonra seni öldürmeye çalıştı. Neresi iyi bu adamın? Tek iyi şeyi parası!" Kapıya doğru tedirgin bir bakış atıp bana geri döndü. "Bak bunu diyeceğimi hiç düşünmezdim ama yerinde olsam malı mülkü bırakır, kaçardım bu adamdan. Ölümün bu adamın elinden olmamalı."

Aslında mantıklı bir şekilde söylediklerini tartınca Dora'nın haklı olduğu ortaya çıkıyordu lakin ben hiç mantıklı bir tartma yapmazdım. Kafamın içi pavyondu; belki de o yüzden mantığa yer yoktu.

"Saçmalama. Dedemden kaçmayacağım. Hem... Bana söz verdi, İnanç'ı da kurtaracak oradan."

Koyu kahverengilerini kısıp "Senin gözünü boyuyor," diye tısladı. "Bak bu adam... Seni pis işlerinde kullanırsa canından olacaksın ki bence seni o işlerinde kullanacak. Seni bu yüzden o Talya denilen kadına eğittirrmeye çalışıyor. " Yutkundu. "Mayıs, lütfen. Ben senin ölmeni istemiyorum. Lütfen bak, beni dinle. Aşağı inelim ve dedene... Onun izinden gitmeyeceğini falan söyle sonra çekip gidelim şu yalıdan... Gel benimle çalışmaya devam et. Evet çok para kazanamıyoruz ama yine de kendimizi geçindirebiliyoruz. En azından... Bir iş yaparken ölmeyiz! Öldürülmeyiz."

Onun bebek poposu gibi pürüzsüz olan güzel yüzünü inceledikten sonra kafamı zorlanarak yastıktan kaldırıp olduğum yerde dikleştim. Tamam söyledikleri mantıklıydı. Haklı yanları vardı. Beni koruma amaçlı birkaç kırıcı cümle söylemesine rağmen tamamiyle iyi niyetliydi falan da... Dora biraz kördü. Dedemin beni çok sevdiğini -beni korumaya çalıştığını- göremeyecek kadar kördü.

"Endişelerini anlıyorum ama merak etme, bana bir şey olmaz. Ayrıca her ne kadar sen dedemden hoşlanmamış olsan da, o iyi bir adam ve beni koruyor. Eğer o olmasaydı şu anda hapiste olurdum. Malum yaptıklarımdan sonra... Ama bak! Değil hapiste olmak, polisler ifademi bile almaya gelmediler ve bunun tek nedeni dedem. Adam beni bütün kaynaklarını kullanarak koruyor, Dora. Ne olursa olsun, bende onu koruyacağım ve asla ona sırtımı çevirmeyeceğim."

Dora fıstık yeşili gömleğinin yakasını bezmiş bir tavırla çekiştirerek "Körsün kör! Seni babasının hayrına koruyor sanki." dedi sertçe. "Adam seni pis işlerinde kullanacak! Bak görürsün!"

Güldüm. "Beni sikmeyecek, korkma."

"Pis işler derken onu kastetmemiştim, Mayıs. Neyi kastettiğimi çok iyi biliyorsun."

"Boşuna geriliyorsun."

"Boşuna mı geriliyorum? Geberiyordun lan."

"Bir seferlik bir şeydi." diye mırıldandım. "Bir daha yaşanmayacağına eminim."

Dora bana yorum yapmak için dudaklarını aralamıştı ki kapım çalınca duraksadı. Kapı yavaşça açıldı, hizmetli olduğunu düşündüğüm ablalardan biri "Mayıs hanım, dedeniz sizi çağırıyor." dedi ve cevabımı beklemeden kapıyı kapatıp gitti.

Gözlerimi kısıp Dora'yı döndüm. "Görüyor musun? Kapı çaldıktan sonra gir komutunu bile beklemiyorlar! Ya uygunsuz bir vaziyette olsaydık?"

Dora kaşlarını kaldırdı. "Ne gibi?"

Alayla, "Sevişiyor olabilirdik." dediğimde bana cins cins baktı ardından "Gey olduğumu biliyorsun değil mi?" diye sordu ve eliyle renk bombardımanına tutulmuş kıyafetini gösterdi. "Adeta ben geyim diye bağırıyorum. Kısacası kıyafetimi gören ve kafası çalışan herkes seninle bu odaya girdiğimi gördüğü andan beri, sevişeceğimiz haricinde birçok şey düşünüyordur."

Onu sinir etmek için "Handjob yaptığımızı da düşünüyor olabilirler. Doğru. Ama yine de kapıyı çaldıktan sonra gir komutumu beklemesi gerekiyordu." dedim ve cevabını beklemeden odadan çıkıp merdivenlere yöneldim. Arkamdan gelirken "Çok terbiyesizsin, Mayıs." diye tısladı. "Keşke çükün kopsaydı."

"Niye benim çüküm kopuyor? Keşke senin deliğin kapansaydı."

"Hıı..." Dilini şaklattı. "İlk muskayı yapan kimdi?"

"He ben o boku yedim." diye tısladım. "Tutmamış tutmamış!"

Fenomen karı koca videosunun kısa bir bölümünü tekrar canlandırmamız beni yine güldürürken birlikte yalının salonuna indik ve salondaki dedeme doğru ilerledik. Ona ilerlerken salondaki birkaç kişi dikkatimden kaçmamıştı. Adımlarım bir bıçak darbesi yemişçesine kesilirken Dora'da hemen yanımda durmuştu.

Anlık geçirdiğim şaşkınlıkla salonda oturan ve dedemin eski iş arkadaşı olduğunu bildiğim Ekrem amcaya bakıp, onun hemen yanında oturan Ares'de kitlendim. Evet... Ares.... Döviz kuru ile ilk öpücüğümü verdiğim adam şu anda dedemin yalısının orta yerinde oturuyor ve kahve içiyordu.

Şansımı...

Ares, beyaz fincanı dolgun dudaklarına götürdüğü sırada beni fark etti, su yeşili gözleri doğrudan gözlerimi hedef aldı. Benim aksime gram şaşırmadı; sanki burada benimle karşılaşacağını önceden biliyormuş gibi, oldukça rahat bir tavırla ayakta dikilen beni inceledi. Yüzünde tek bir mimik dahi oynamıyordu.

İfadesini okumak oldukça zordu.

"Geldin mi, Mayıs?" diye soran dedem olmasa belki de onunla saatlerce bakışacaktım. Gözlerimi zorlanarak Ares'den alarak dedeme çevirdim. "Yok hâlâ yoldayım, dede."

"Ahaha. Ne kadar komik."

Dedem ayaklanırken yanımda dikilen Dora'nın karnına hafifçe geçirdim ve inlemesini umursamadan "Misafirlerimiz mi var?" diye sordum salağa yatarak. "Hemde bu saatte? Saat sabaha karşı iki..."

Evet, misafirlerden pek hoşlanmazdım. Özellikle ilk öpücüğümü döviz kuru hesabıyla verdiğim misafir kılıklı heriften hiç mi hiç hoşlanmamıştım. Onun burada ne işi vardı? Ve neden buz gibi bir ifadeyle bana bakıyordu? Bilmiyordum. Sanırım bu konuda dedem beni aydınlatacaktı.

"Mayıs, Ekrem beyi hatırlıyorsun." diyen dedem yavaşça onun yaşında olan amcayı bana işaret ettiğinde, onun ayağı kalkmasına izin vermeyerek  yanına gittim ve elimi uzattım. "Eski iş arkadaşım aynı zamanda çok yakın dostumdur kendisi..."

"Hatırlıyorum hatırlıyorum. Merhaba, dayı. Hoşgeldin." Adam ona dayı dememi aldırış etmeden tebessüm edip elimi sıktı. "Merhaba, kızım. Hoşbuldum."

Elimi nazikçe çektiğimde, "Bu beyefendi de Ekrem beyin en büyük torunu. Ares." diye tanıttı dedem. Beni aydınlatmıştı. "Bugün hastanede yaşanan olaylardan sonra bizi merak etmişler ve bir şeye ihtiyacımız var mı diye bizi kontrol etmek istemişler. Sağolsunlar."

"Ne iyi etmişler, sabahın ikisinde..." Fısıltımı Ares'den başkası duymamıştı. Hemen önünde durduğum Ares'in donuk ve maalesef ki tek bir kusuru dahi olmayan suratına düz düz baktıktan sonra sırf dedem bir şey çakmasın diye ona da elimi uzattım. "Memnun oldum, Mayıs bende."

Beyaz fincanı uzun, ince parmaklarının arasına alıp sol eliyle elimi kavradı. Teni sıcaktı. "Memnun oldum, Mayıs." Elimi hafifçe sıkarak salladığında geri çekmeye çalıştım ama izin vermedi. Su yeşili gözlerini gözlerimden ayırmadan, "Daha önce bir yerlerde karşılaşmış olabilir miyiz?" diye sordu ikilemde kalmış bir tınıyla "Sanki bir yerlerde karşılaşmışız gibi geldi bana."

Bu tınısı da sahteydi, sorusu da... Bilerek, eğlence amaçlı bu soruyu bana sorduğuna yemin edebilirim. Gerileceğimi zannediyordu. Ne diye gerilecektim ki? Onu ben öpmemiştim. O beni öpmüştü sonuçta... Ayrıca küçük bir öpücüktü. Yoldan geçen herhangi birinin dudağına küçük bir öpücük kondurabilir ve hiç gerilmeden yoluma devam edebilirdim. Bende utanma denilen duygudan yoktu.

Hiç olmamıştı.

"Zannetmiyorum." dedim alaylı bakan su yeşillerini eşelerken. "İnsan insana benzer; belki de beni birine benzettiniz."

Kafasını hım dermişçesine eğip avucunda küçücük kalan elimi sıktı. Bu garip bir sıkıştı. "Olabilir."

"Aynen." Elimi onun elinden sert diyebileceğim bir şekilde kurtarırken aynı alaycıl ifadesini bozmadan gözlerimin içine baktı. Bu bakışmanın boyutundan rahatsız oldum. Ürkünç gözleri vardı çünkü. Su yeşili... Su yeşillerinin aralarında mavi çizgiler duruyordu ve o çizgiler sürekli genişliyordu. Nazar boncuğu renkleri gibi... Garipti.

"Bu beyefendi kim peki? Torunun mu?"

"Yok, Ekrem. O Dora," diyen dedemle birlikte gözlerimi ondan aldım ve oturdukları yerden biraz uzaklaştım. "Mayıs'ın en yakın arkadaşı..."

"My bestie, dayı." dedim kuru bir sesle. "Yani en iyi arkadaşım. Belki İngilizce bilmiyorsundur diye çeviri yapayım dedim."

Dora, benim aptallığımı umursamadan ortama doğru kafa selamı verdiğinde göz ucuyla Ares'e baktım. Su yeşili gözlerini Dora'ya çevirmiş; onun her bir zerresini dikkatlice incelemeye başlamıştı. Bu çocuğun çok garip davranışları ve bakışları vardı. Cidden...  Herkesi yiyecek gibi ya da sikecek gibi bakıyordu.

Ekrem bey de Dora'ya aynı kafa selamını verdikten sonra bana dönüp "Bu arada geçmiş olsun, kızım." dedi sıcak bir tonda. "Yaşadıklarını dedenden öğrendim. Umarım daha iyisindir?"

"İyiyim iyiyim, teşekkürler."

"Babana da çok geçmiş olsun." diye ekledi. Niyetinin iyi olduğu her halinden belli oluyordu. "Umarım en kısa zamanda toparlanır."

"Babam? Ha vurulan... Sağol, dayı. Sağol. Teşekkürler." diye toparladım durumu. Babamı o kadar umursamıyordum ki anlık vurulduğunu unutmuştum. Harika bir evlattım, evet.

Adam, benim yaptığım aptallığı önemsemeyerek dedeme döndü. Ciddileşmişti. "Misafirliğin kısa olanı makbuldür derler. Biz kalkalım artık." Ayağı kalktı. "Az önce dediğim gibi, Mücahit. Teklifim hâlâ geçerli. Saffar konusunda herhangi bir yardıma ihtiyacın olursa, hiç çekinmeden beni ara. Sonuçta Saffar senin olduğu kadar benimde düşmanım." Durdu, duyduklarımla birlikte kaşlarımı kaldırarak dedeme baktım. Bilerek bana bakmadı; Ekrem'in suratını düşünceli bir tavırla inceliyordu. "Ha dersin ki benim onu alt etme konusunda yardıma ihtiyacım yok. Saygı duyarım fakat seni uyarmadan geçmek istemiyorum. Saffar tehlikeli bir adamdır, biliyorsun. Bir işi başaramadığında..." Ekrem'in gözleri kısaca bana dokundu. "Çok hırslanır. Ve çok hırslandığında da gözü hiçbir şey görmez. O yüzden... Dikkatli ol."

Duyduklarım karşısında dudaklarımı aralayarak dedemin gergin suratını incelemeye devam ettiğimde, bana bir şey söylemek yerine "Biliyorum, Ekrem. Uyardığın ve yardım teklifinde bulunduğun için sağol." dedi kısaca. "Yardıma ihtiyacım olduğunda seni ararım. Şu an... Pek bu konuları konuşmak istemiyorum, anlayış gösterirsin ki iyi bir gün yaşamadım."

"Tabii tabii." Ekrem bey basını hızlıca salladı. "Nasıl istersen, Mücahit."

Ares'de dedesi gibi ayağı kalkıp gözlerini anlık bana çevirdikten sonra dedeme döndü ve üstündeki siyah gömleğin kol kısımlarını düzelterek "Bizde teklif var; ısrar yok, Mücahit bey." dedi mesafeli bir sesle. "Yardıma ihtiyacınız olursa, bir telefon uzağındayız."

Dedem tebessüm etti. "Sağol, oğlum. Düşünmeniz yeter."

İkiside dedemin elini sıktı. Daha sonra Ares beni ve Dora'yı pas geçerek kasıla kasıla -tamama abartmıştım kasılmamıştı, kendinden kaslıydı- çıkışa doğru yürüdü. Onu umursamadan Ekrem bey ile el sıkışıp, kenara çekildik. Dedem ve birkaç hizmetli abla onları çıkıştan geçirirken arkalarından bakan Dora'ya dönerek "Sana bir şey diyeceğim ama çığlık atmayacaksın." dedim düz bir sesle. "Tamam mı?"

"Çocuktaki kasayı mı diyeceksin? Ulan... Çığlık atmamak elde değil ki! Adamda bir göt var, o göt Jeneffer Lopez'de yok." Dora yavaşça eğilerek bahçenin çıkışında konuşan dedemleri süzdü. "Maşallah lan. Magazin dergisinden fırlamış gibi mübarek. Sence bana verir mi?"

"Ares mi?"

"Hee..."

"Yani geye benzemiyor çünkü... Beni öptü de... Şu bana döviz vererek ilk öpücüğümü alan adam var ya. Ha o Ares işte. Onu diyecektim."

Dora pis pis sırıttı. "Ne güzel, o kalkık kalça bende olsa bende herkesle öpüş... Dur, ne? Ne dedin sen?!" Dehşet içinde bana döndüğünde "Bağırma." diye uyardım. "Bağırma, salak. Duydun işte."

Dehşetle, "Lan sen bu herife mi verdin ilk öpücüğünü?" diye sordu. "Ulan Mayıs... Kafanı sikeyim. Niye yatağa atmadın lan adamı? Bundan iyisini mi bulacaksın?"

"Ya sik sik konuşma. Kasıntı bir adam işte. Öyle denk geldi, öpüştük." Gözlerimi devirdim. "Tipim değil zaten."

Kahverengilerini kısıp, "Ya siktir git. Aseksüel yosma! Karılar bu adama vermek için dışarıda pide kuyruğu gibi kuyruk oluşturuyorlardır. Tipim değil diyor bir de..." dedi. "Zevksiz yosma! Adam adının hakkını vererek Yunan tanrısı olmuş, bu zevksiz de.... Aman neyse! Uğraşmayacağım seninle. Yosun tutsun seninki, çok da umrumda değil."

"Sus be," diye çemkirdim. "Ayrıca bırak onu bunu. Sen konuşlanmaları duydun mu? Saffar ile ilgili olanı?"

Dora gözlerini kapıdaki dedemden çekmeden "Hıı duydum ama yorum yapacak halim yok." dedi. "Ben seni arkadaşın olarak uyardım. Şu deden olacak adamdan uzak dur dedim de... Sen dinlemiyorsun o yüzden yapacak bir şeyim yok."

Kafamın karışıklığına kurban giden düşüncelerimi toplama gereksimi duymadan, "Sence yeniden saldırır mı bana?" diye sordum, sesim kısık çıkmıştı. "Saffar denilen adam. Sence yeniden saldırır mı?"

"Yok beee." dedi Dora e harfini uzatarak. "Bir daha o cesareti bulamaz bence."

"Ama Ekrem amca dedi ki..."

"Ekrem amca gitsin kokuşmuş kilodunu yıkasın." diye kesti sözümü. "Sen kafana takma, Mayıs. Sadece bu ortam... Bu ortam o Saffar denilen adamdan daha tehlikeli. Kendine bu ortamda dikkat et."

Uyarısıyla nefesimi sesli bir şekilde dışarıya üfledim. "Dedemden hiç hoşlanmadın değil mi?"

Dora sorumu içeriye giren dedeme pis pis bakarak yanıtladı. Hatta bakışıyla yanıtlamakla kalmadı. Dedem bizim tam önümüzde durduğunda, "Kusura bakma, canım. Yaşlı sevmiyorum. Sohbet falan edeceksen hiç yorma kendini. Görüşürüz. Sabah belki yine gelirim. Ne olur, geldiğimde benimle muhattap olma." demiş ve sorumu yanıtlayarak ortamı hızlıca terk etmişti.

Dedem bir süre sözlerine anlam veremiyormuş gibi dış kapıya baktıktan sonra bana dönüp "Bunun derdi ne?" diye sordu.

"Dora'nın mı? Ha gey ve azgın o. Uzun zamandır cinsel ilişkiye girmediği için sağ sola patlıyor. Boş ver sen onu," Tebessüm ettim. "Gelenler ne ayaktı?"

Dedem, Dora aptalının davranışlarını pas geçerek "Klasik Ekrem. Dostluk görevini yaptı." dedi ve yanımda süzülerek salona geçti. "Başımın dertte olduğunu düşünüp ziyaret etme inceliğinde bulunmuş."

"Peki başımız dertte mi?"

"Hayır." diyen dedem ne kadar belli etmek istemesemde gözlerindeki nefreti gözlerimi anlık hedef almıştı. O nefretin asıl hedefi muhtemelen ben değildim. "Rahat ol, her şey yolunda. Bir daha böyle bir şey asla tekrarlanmayacak." Durdu. "Üstelik babanın durumu iyiye gidiyormuş. Bilinci açılmış."

"Siktir et babamı şimdi. Sen anlat bakalım. Bu Saffar ne ayak? Seninle derdi ne?" Sorum üzerine dedem salonda duran alkol dolabına ilerledi. Beni birkaç dakika görmezden geldi ve kendine bir viski doldurdu. Viskisinden büyük bir yudum alırken "İş adamı kimliğinin altında takılan bir silah satıcısı... Babası ve iki abiyi, kendi kardeşi tarafından öldürüldükten sonra... Biraz kafayı sıyırdı ve çatacak yer arıyor." diye açıkladı kısaca. "Önemli biri değil."

"Hayat hikayesi üzücüymüş ama önemli biri değil dediğin kişi, saatler önce beni beş adamına öldürtmeye çalıştı ve babamı vurdu." Salona girmeden, merdiven basamağının önünde dikilmeye devam ettim. "Ayrıca hâlâ onun seninle ne derdi olduğunu bana söylemedin."

"Önemli biri değil diyorum, Mayıs. Bu kadarını bilmen yeterli."

Şüpheli. Çok şüpheli konuşuyordu.

Üst dudağımı yalayarak, "Dede, ben aptal değilim." diye mırıldandım. "Senin ne işler çevirdiğini tam olarak bilmesemde, iyi işler yapmadığının gayet farkındayım. Beni şirket mirket diyerek kandırmayı bırak ve doğruyu söyle artık. Tam olarak iş konusunda ne yaptığını söylemeyeceksen bile ... Bu Saffar denilen adamın seninle ne problemi olduğunu söyle. Bende bir şeyler bileyim de ona göre davranayım."

Dedem bana kızmadı. Ona çıkışan sözlerimin ardından bana kızmasını beklemiştim ama kızmamıştı. Viskisinden bir yudum aldı, gözlerini ağır bir hareketle bana çevirdi. Bakıştık. Bana bir asır uzamış gibi gelen bakışma yalnızca birkaç dakika sürmüştü.

"Saffar'ın annesiyle bir ilişkim vardı."

"Ne?"

"Saffar'ın annesiyle bir ilişkim vardı." dedi donuk bir sesle. "Kadın intihar etti. Saffar'da onun intiharıyla beni suçladı. Benim yüzümden intihar ettiğini düşünüyor. O yüzden birkaç yıldır bulduğu her fırsatta bana saldırıyor. Bana ya da... Çevremdekilere..."

Açıklaması samimiydi. Yalandan yoksundu ve gayet açıklayıcıydı. Ona kızmadım. Ona kızmak gibi bir hata yapmadım. Dudaklarımı aralayıp, "Kadın senin yüzünden mi intihar etti?" diye sordum sakince.

"Hayır. Kocasından şiddet görüyordu. Kocasının ailesi de biraz... Nasıl desem? Pis bir aileydi. İçlerinde her halt vardı. Buna ensestlikte dahil." Yutkundu, gözlerini viskisine indirdi. Kanım donmuştu. "Onu kurtarmaya çalıştım. Gerçekten çalıştım ama... Başaramadım, Asil. Kendini denize atarak yaşamını sonlandırdı." Yutkundu. "En acısıda bir mezarı bile yok, cesedi bulunamadı."

Tıpkı onun yaptığı gibi sertçe yutkundum. Boğazımda bir şeylerin düğüm düğüm olması Tamamiyle duyduğum şeyin bende yarattığı ağır etkidendi. Gözlerimi dedemin hüzünlü suratından çekmeden "Üzgünüm." diye mırıldandım. "Çok üzgünüm, dede."

Sesini çıkarmadı. Öylece viski bardağını izlerken onu yalnız bırakmamın doğru olacağını düşünerek arkamı döndüm. Döndüğüm gibi üçüncü basamakta öylece duran Talya ile göz göze gelmiştim. Muhtemelen az önceki muhabbetimizi duymuştu. Bu muhabbetti daha önce duymuş muydu? Bilmiyorum ama, buz mavisi gözleri buğulanmıştı. Hayır ağlamıyordu ya da ağlamak üzere değildi. Sadece... Hüzünlenmişti.

Bakışmaya devam ettiğimiz sırada, ona laf atmak yerine yavaşça yanındaki boşluktan süzülerek geçtim ve merdiven basamaklarını çıkmaya başladım. Ne o ne de ben konuştuk.

Koskoca yalıda ölüm sessizliği hakimdi.

❄️

"Uyuşuk durma. Şu işleri hallet."

Önüme attığı dosyaların birçoğu masadan aşağıya düşerken sesimi çıkarmadım. Bomboş bakan gözlerle, lafın gelişi odam olan yere dingonun ahırına girermiş gibi giren Talya'yı süzdüm. Üstünde yine iddialı bir kombin vardı ama kombinin iddiası yüzüne yansımamıştı. Tıpkı benim gibi, dün yaşananlarda kalmış olan Talya'nın yüzü asıktı.

"Dosyalarla işin bittiğinde, rapor okuyacaksın." dedi düz bir sesle. "Öğlen iki de, toplantı var. Toplantı odası yedinci katta. Katılmayı unutma."

Hiçbir şey söylemedim. Öylece deri koltuğun üzerinde oturmaya devam ederek, gözlerimle yüzünü eşelediğimde "Ne?" diye sordu ters ters. "Bir şey mi isteyeceksin?"

"Hayır."

"Niye öyle bakıyorsun o zaman?"

"Nasıl bakıyorum?"

"Tuhaf." Talya çenesini dikleştirdi. "Neyse, işlerini hallet."

"Peki." dedim ve masadaki mavi kapaklı dosyalardan birini önüme çektim. Talya'nın odamdan çıkıp gitmesini beklerken sadece beklediğimle kalmıştım. Çıkmamıştı. Onu umursamadan dosyanın kapağını açıp ilk sayfasındaki yazılarda gözlerimi gezdirmeye başladığımda "Sen iyi misin?" diye sordu.

Ona cevap vermek yerine dosyayla ilgilenmeye devam ettim. Eğer dedem sabahın köründe 'kafanız dağılır' başlığı altında tatava yapıp  Talya ile beni zorla şirkete göndermeseydi, bugünkü planlarım çok farklı olurdu. Örneğin Dora ile tüm gün Twitter'da takılıp millete saydırmayı ve kavga çıkarmayı  düşünmüştüm. Düşünmekle kalmıştım. Üzerimde bunun durgunluğu vardı.

Ha bir de dün yaşadıklarımın baskısı...

"Açıkçası senin iyi olup olmaman çok da sikimde değil." diye tısladı benden bir cevap gelmeyince. "Ama kendini iyi hissetmiyorsan, iş yapmayı bırak. Hatalı iş yapmandansa hiç iş yapmamanı yeğlerim."

Dosyanın ikinci sayfasını çevirdim. "Odamdan silikonlu memelerini de alıp gider misin?"

"Bende silikon yok."

"Ajda Pekkan'da öyle diyor."

"O kim?"

"Allah'ın Yunan'ına ülkemdeki silikon harikalarını anlatmak istemiyorum. O yüzden def ol."

"Senin derdin ne?" dedi dişlerinin arasından. "Bana bu şekilde emir verebileceğini kim söyledi? Ayrıca belli ki benimle bir derdin var. Derdin ne?"

"Bana ait odanın sınırları içerisinde durman. En büyük dertlerimden biri." diye yanıtladım onu. Bilerek onun gözlerinin içine bakmıyordum. "Def ol, Talya."

Bir şey söylemek istedi. Bunu aldığı sert soluktan anlamıştım. Sert bir soluk aldı ve bana bir şey söylemeden altındaki topukluları yere vura vura odamdan çıkıp gitti. Onun gitmesiyle gözlerimi kapıya çevirdim. Bir süre boş boş kapıyı izledikten sonra dosyayı bırakarak elime telefonu aldım ve rehberdeki sayılı isimlerden Dora'yı bularak yana kaydırdım.

Çok değil, birkaç çalışın ardından açmıştı.

Onun konuşmasına izin vermeyerek "Orospu evladını araştırdın mı?" diye sordum.

"Hangi orospu evladı?"

"La it herif, ben sabahın köründe seni arayıp senden ne istedim?" diye hırladım. "Saffar Poyraz denilen piçi bi araştır, sosyal medyası varsa bi kurcala demedim mi? Şerefsiz! Hâlâ bana hangi orospu evladı diye soruyorsun!"

Dora yeni uyandığını belli edercesine gevşekçe esnedikten sonra "Heee. Kızma kızma. Araştırdım birazcık." dedi. "Yeni uyandım da uykudan... Bir an beynim durdu."

"Neyse, sonuç?"

"Hangi sonuç?"

Benimle kafa mı buluyordu? "Oğlum, mal mısın? Saffar'dan bir sonuç çıktı mı diye soruyorum. Araştırdın ya. İşimize yarar bir şey var mı?"

"Ha onu soruyorsun." dedi uykulu bir sesle. "Mayıs valla, adamın sosyal medyasında yığınla takipçi var ama bir tane bile kendine ait resmi yok. Full şirketini över nitelikte paylaşımlar yapmış. Kısaca şöyle söyleyeyim; iş hesabı başlığı altında bir milyon takipçisi var ve dışarıdan o hesaba bakılınca sadece iş adamı kimliğini görebiliyorsun. Psikopat kimliği ortada yok."

Dora'nın yarı boğuk sesiyle yaptığı bilgilendirici konuşmanın ardından bıkkınca ofladım. "O adamı dedemden önce sikmek ve dedemin gözüne girmek istiyordum. Ya... İşime yarar bir şey yok mu? Ne bileyim? Yamuklusudur, manitasıdır, buna yakın olan başka biridir? İyice araştırdın mı adamı?"

"Ih..."

"Ih ne Dora?"

"Ihh şey..."

"Ney?"

"İşine yarar mı bilmiyorum ama bir profil fotoğrafı var. Bakınca insanın libidosu artıyor. Herif çok yakışıklı."

"Ya siktirtme ecdadını ya! Ben ne diyorum, sen ne diyorsun? Onur yürüyüşüne barikat koydurduğumun oğlu... Bana doğru düzgün bilgi ver."

"Ya bir şey var da sinirleneceksin diye söylemiyorum." Dilini şaklattı. "Söyleyeyim mi?"

"Söyle la."

"Tesadüfen adamın Twitter'ına bakarken gördüm. Twitter hesabı tamamiyle iş hesabı olmasına rağmen... Ve yalnızca otuz şirket hesabını takip etmesine rağmen... Takip ettiklerinden biri senin hesabın. Senin dışında hiçbir insanı takip etmiyor; sadece şirket hesaplarını takip ediyor." Tedirgince ofladı. "@AskologAsil adlı hesabın.... Sanırım yeni takibe almış olmalı ki... Sadece sabah attığın tweeti beğenmiş. 'Tehditleri kaale almıyorum, bana suikast düzenleyin dedim de dünkü suikast neydi? Orospu evladı, 1' e karşı 5 saldırdı. Şeref, haysiyet ve onur kalmamış bu suikastçilerde de...' adlı tweetini beğenmiş sadece."

O göremese de otuz iki diş sırıttım. "Şaka?"

"Değil, Mayıs."

"Benim twitter hesabımı takip ediyor?"

"Evet."

"Asla suratımı paylaşmadığım Twitter hesabını takip ediyor? Anonim olan hesabımı?"

"Evet."

"Şaka." dedim şokumu atlatmaya çalışırken. "Şaka yapıyorsun değil mi?"

"Keşke şaka yapsaydım..." diye mırıldandığında o göremesede anlık sırıttım. Bu sırıtışı sıçtım ama tuvalette değil adlı sırıtışımdı. Pek iyi şeylere haberci olmazdı. "Tesadüftür belki?" diye bir öneride bulundum. "Belki sadece komedi sayfası takip etmek istiyordur ve benim sayf..."

"Son tweetine yorum yapmış şimdi baktım. 'Bir dahakine merdiven altı barlarda içmek istersen, iki kere düşünürsün artık, fıstık.' yazmış ve gülücük emojisi koymuş..." diyerek beni kestiğinde anlık dondum. "Fıstık mi? Ağhhh çok seksi lan, amına koyayım. Azdım!"

"Ananı sikeyim!" diye bağırdım ve bağırdığım gibi pişman olarak sol elimi dudağıma götürdüm. Yıllardır aktif kullandığım anonim hesabımı, hiçbir akrabam ya da tanıdığım bulamamışken, beni öldürmeye çalışan adam bulmuş ve tweetime yorum mu yapmıştı? Birisi beni acilen silksin. Acilen.

"Lan nasıl?! Nasıl bulabiliyor?! İmkansız! Nereden buldu beni? Nasıl bulabilir anonim hesabımı?! İmkansız!"

Dora'nın aramasını diğer sekmeye atarak Twitter hesabıma girdiğimde "Mayıs, sırası değil biliyorum ama sence bu adam bana bakar mı?" diye sordu merakla. "Çünkü bakarsa bence inine girebilirim. Yatağına girersem hayli hayli inine girebilirim diye düşünüyorum, öyle değil mi?"

"Dora kes sesini! Sırası mı şu an bunun?!"

"Senin için diyorum, canım dostum." Yapay bir şekilde güldü. "Adamın açığını bulmak için adamla yatabilirim, istersen. Senin için her şeyi yaparım, biliyorsun."

Onu umursamadan Twitter hesabıma girip son beğenileri kontrol ettim. Yarı işletme gibi gözüken şahsi hesabından, son tweetimi beğenmiş, yorumlamış bir de yetmezmiş gibi bana mesaj atmıştı. Aralık duran dudaklarımı birbirine bastırmadan "Mesaj atmış, orospu evladı." dedim sertçe. "Şaka gibi! Anonim hesabımı bulmuş ve bana mesaj atmış! Hesabın bana ait olduğunu biliyor yani!"

"Kanka...." Dora dilini şaklattı. "Hayırlı işler. Seni öldürmek isteyen, seksi, psikopat ve takıntılı bir hayranın var artık. Bu arada adamın fotoğrafını gördün mü? Bakınca azası geliyor insanın..."

Hesabındaki profil fotoğrafına bakmadan yazdığı mesaja kitlendim. "On beş yılını dövüş eğitimi alarak geçirmiş beş adamımı, kürdandan farksız bedeninle nasıl indirebildin? diye soru sormuş. Ay Dora! Bu benim anonim hesabımı cidden bulmuş! Ben olduğumu biliyor!" Az önce bedenime uğrayan panik şimdi uğramazsan bir saniye düşünmeden ona harikulade bir yanıt yazdım.

"Babaannemin mezarda yosun tutmuş cinsel organı bile senin adamlardan daha iyi dövüşüyordur, eminim." Mesajı, Dora'nın duyması için sesli okuduktan sonra bir saniye düşünmeden yolladım ve beklemeye başladım. Bence bu mesajdan sonra hiç hoş olmayan şeyler yaşanacaktı.

"Lan, geri zekalı! Allah cezanı vermesin! Mayıs sen mal mısın?! Allah'ın psikopatına öyle söylenir mi?!" diye hırladı Dora hattın ucundan. "Mayıs olmayan beynini sikeyim! Çabuk dedeni ara, olanları anlat! Sana koruma falan tutsun!"

Memnuniyetsiz bir ifadeyle mesaj bildirimi beklerken "Dur şimdi ortalığı karıştırmayalım. Hem benim aklıma çok parlak bir fikir geldi." dedim ve bekledim. "Bence dedemin bu olanları bilmesine gerek yok."

"Pardon?!"

"Eğer bu adamı kendim enseler ve cezasını bizzat verirsem... Dedem beni gözünde çok yüceltir; ilah yapar ve Talya gacısından emir almama gerek olmadığına karar verir." diyerek durdum. "Aynen! Ben bu adamı kendim enseleyeceğim. Dedemin bu olanları bilmesine gerek yok."

Gözlerimi telefon ekranından çekmezsen "Lan mal!" diye tısladı Dora. "Mal mal konuşma, mal! Dün dedenin ve o seksi şeyin dedesinin bu Saffar denilen adam hakkında söylediklerini duymadın mı?! Nasıl enseleyeceksin bu adamı?!"

Seksi şeyin dedesi derken sanırım Ekrem beyden bahsediyodu. Buradaki seksi şey de Ares oluyordu. Onların bu adam icin söyledikleri korkunç şeyleri anımsarken, "Saffar tehlikeli olabilir ama bende en az onun kadar tehlikeliyim." dedim bilmiş bir tavırla. "Sen rahat ol, ben bu adamı indireceğim."

"Lan sen kendi gölgenden korkuyorsun! Neyine tehlikelisin, geri zekalı?!"

"Dora kes sesini!" Telefon ekranına ilgiyle bakarken duraksadım. "Aa mesaj attı."

"Ne diyor?!"

" 'Babaannenin mezarda yosun tutmuş cinsel organını görmek yerine senin cinsel organını görmek daha cazip geliyor bana, fıstık. Bu arada hünerlerini bana yatağımda göstermek ister misin?' " Yüzümü ekşittim. Sona gülücük emojisi koymuştu. "Nude mu istiyor yani? Anlamadım ben?"

"Adam seni sikmek istiyor bence." diyerek durumu bana açıklayan Dora bıkkınca ofladı. "Engelle şu herifi! Dedeni ara! Durumu anlat! Mayıs, bak senin mücadele edebileceğin bir adam değil bu!"

Bence tam olarak benim mücadele edeceğim türden bir herifti. "Bir saniye..." Klavyeye yöneldim. " 'Azmışsın diye yorumladım. Üç santimlik sikini çevir götüne sok, canım. Belki rahatlarsın :) Hem bende senin hünerlerini bu sayede görmüş olurum' "

Mesajı yollayıp Twitter uygulamasından çıkarak Dora'nın attığım mesaj üzerine konuşmasını bekledim. Bu çok da uzun bir süre olmamıştı. "Yok, abi. Sen gerçekten ölmek istiyorsun." dedi sertçe. "Oğlum, her şeyi geçtim! Sen şu adamın paylaştıklarına baksana, amına koyayım! Şirket hesabı olmasına rağmen neyi düğü belirsiz adamların fotoğraflarını atıp, şirket adına teşekkür etmiş. Paylaştıkları adamlar at hırsızlarına benziyor la! Hepsi adeta biz mafyayız ve kirli paramız var pozu vermiş!"

Dora'nın uyarısını dinleme gereksimi duymadan "Benim çok at hırsızlarıyla aynı mekanda at avlamışlığım var." diye tısladım. "Sen benim işime karışma."

"Mayıs..."

"Neyse, Dora. Lütfen olanları sonra konuşalım. Benim kafam çok dolu şu anda..." Ofladım. "Talya yığınla dosya verdi. Onları halledeyim. Saffar ile bir ara yakından ilgilenirim. Hem ne demişler? Havlayan köpek ısırmaz."

"Mayıs, dedeni..."

"En güzel yerinden öpeceğim senin için. Hadi bay!" Onun konuşmasına izin vermeyerek telefonu suratına kapattım. Ne kadar ona ve çevreye belli etmesemde son günlerde bayağı kafa karışıklığı yaşıyordum ve açıkçası bu kafa karışıklığıyla ne yapacağımı bilmiyordum. Her şey üst üste binmişti.

Parmaklarımı şakaklarıma bastırarak yavaşça ovmaya başladığım sırada odamın kapısı açıldı. Gözlerim içeriye çekingen bir tavırla giren esmer kıza kayarken "Merhaba, Mayıs hanım." dedi. "Ben insan kaynakları departmanından geliyorum. İlgilenmeniz gereken bir dernek işi var. Genelde bu işle dedeniz Mücahit bey ilgilenirdi ama Talya hanım sizinde ilgilenebileceğinizi söyledi."

Parmaklarımı şakaklarımdan çekmeden "Ne derneği?" diye sordum.

"Sokak hayvanları derneği." Önüme yeşil kapaklı bir dosya bırakarak geri çekildi. "Şöyle ki bu dernek, beş yıl önce hastalık kapan sokak hayvanlarını iyileştirip onlara sıcak bir yuva bulma amacıyla kuruldu. Dedeniz her ay düzenli olarak buraya bağışta bulunurdu fakat şimdi kendisi burada olmadığı için..." Çenesiyle beni işaret etti. "Sizin yapmanız gerekiyor."

Esmer kızın çekingen suratına dik dik bakarak "Tamam." dedim. "Ne yapmam gerekiyor? İmza mı atacağım yoksa çek mi yazacağım?"

"Dosyanın ilk sayfasına imza atmanız yeterli olur."

Masadaki kalemlikten kalem alarak dosyanın ilk sayfasını açtım ve durdum. Düşüncelerle boğuşan karanlık zihnimde, bir ışık yanmıştı. Aydınlatıcı bir ışık... Çok parlak bir fikrin, aydınlatıcı ışığı... İmzayı atmadan, "Hasta hayvanlar derken?" diye sordum. "Kuduz gibi hastalıklar mı?"

Kız kafasını salladı. "Aralarında kuduz olanlar da var, evet."

Sırıttım. "Benim bu kuduz olan hayvanlara erişimim var mı peki?"

"Pardon?"

"Diyorum ki benim bu kuduz olan hayvanlara erişimim var mı? Onları görebilir miyim? Ya da onları bir yerden bir yere taşıyabilir miyim?"

Kız sorum üzerine anlık duraksasa da çabuk toparlanıp "Evet. Dedeniz sıklıkla hasta hayvanları ziyaret ederdi. Hatta durumu ağır olan hayvanları farklı veteriner kliniklerine transfer ettirirdi. Buna yetkisi vardı." dedi. "Sanırım sizin de var."

"Harika!" Aklımdaki planın acımasızlığını yok sayarak "Sen şimdi ne yapacaksın biliyor musun, tatlı kız? Bu derneği arayacaksın, ellerindeki bütün kuduz köpekleri büyük bir taşıma aracına koymalarını söyleyeceksin. O aracın şoförünün numarasını da bulup bana getireceksin. Anlaştık mı?" diye sordum ve bir saniye düşünmeden dosyayı imzalayıp ona verdim. "Ve bu durum tamamiyle bizim aramızda kalacak? Okey?"

Kız ilk başta şaşırdı. Söylediklerimi algılayıp algılamadığını düşünürken, ona uzattığım dosyayı alarak "Okey, Mayıs hanım." dedi, sesinde saf bir merak vardı. "Kuduz olan hayvanları başka bir kliniğe mi götüreceksiniz?"

"Aynen aynen. Sen benim dediklerimi yap, şoförün numarasını al sonra bana geri gel. Güveniyorum sana."

"Tamamdır, efendim." diyerek odamdan hızlıca çıktığında bir saniye düşünmeden telefonu elime aldım ve Dora'nın numarasını bularak yana kaydırdım. Tek bir çalışta açtığında "Dora sözümü kesmeden beni dinle. Bu Saffar denilen adam gece kulübünde falan takılıyor mu? Sosyal medyasında gördün mü böyle bir şey?" diye sordum.

"He." dedi e harfini uzatarak. "Az önce biraz daha stalk yaptım. Kendine ait bir gece kulübü var. Hatta kulübün Twitter hesabı bile var. Her akşam uğruyormuş oraya..."

"Ooo!" dedim alayla. "Nasıl bir kulüp bu? Prestijli bir yer mi?"

"Valla şöyle söyleyeyim, Mayıs. Türkiye'de adı gece hayatıyla tanınmış bütün ünlüler, bu kulübün Twitter hesabını takip ediyorlar. Bayağı prestij sahibi bir kulüp yani."

"Oyy! Süper! Süper! Ben istedim, bir göz, Allah verdi iki göz." Güldüm. "Çok eğleneceğiz, Dora! Çok eğleneceğiz! Acil kulübün adresini at bana."

"Ne oluyor be? Ne eğlencesi?"

"Bana kulübün adresini at, çok soru sorma."

"Ne bok yiyece... Aman! Ne bok yersen ye, Mayıs! Soru sormak istemiyorum. Bekle atıyorum adresi..."

Dilimi gülerek şaklattım. "Çok eğleneceğiz."

Öyle eğlenecektim ki Saffar denilen herif kiminle dans ettiğini unutacaktı.

Hem dans etmeyi hemde basit suikast girişimleri nasıl gerçekleşir adlı soruyu unutacaktı. Ona basit ama etkili suikast girişimi nasıl oluyormuş? Bizzat yaşatarak öğretecektim.

Bekle beni, Saffar Poyraz.

Daddy'ciğin geliyor.

❄️

"Eline koluna sağlık, hayatım! Tam istediğim gibi olmuş! Hayat kadar acı, cinsel hayatım kadar durgun."

Köpüklü Türk kahvemden büyük bir yudum aldığımda yalının en gıcık hizmetlisi olduğunu bildiğim kadın yüzünü buruşturarak "Afiyet olsun, Mayıs hanım." dedi ve ışık hızıyla bahçeyi terk etti.
Onu umursamadan büyük bir keyifle kahvemi yudumlayıp gözlerimi Boğaz manzarasına çevirdim.

Boğaz köprüsü tüm iştihamıyla tam karşımda duruyor; iki yakanın birleşiminde parıl parıl parlıyordu. Akşamın karanlığına bir darbe vurmuş gibi parlaması hoşuma gitmişti.

Genelde bende büyük darbeler vurduktan sonra parlardım. Üzerimdeki parıltı oradan geliyordu zaten. Bugün bazılarına güzel darbeler vurmuştum.

Bu düşünceyle kıkırdayarak bacak bacak üstüne attım ve kahvemden bir yudum daha aldım. Bence bugün hiçbir şey keyfimi kaçırmazdı. Hiçbir şey...

"Mayıs Asil Karahanlı!" diye bağırdı tanıdık ses. "Hangi cehennemde o?!"

"Ne oluyor?" diye sordu başka bir ses. Bu tanıdık ses, hizmetlilerden birine aitti; diğer ses ise Talya'ya...

"Mayıs nerede?!"

"Bahçede... Kahve içiyor."

"Ortalığı sikiştirdikten sonra kahve mi içiyor?!" Talya çıldırmışçasına "Arka bahçede mi?" diye bağırdı. Bizim yalıdan yükselen diğer sesleri umursamadan yan yalıda gezinen kadına el salladım. Komşumuz olan orta yaşlı kadın tebessüm ederek bana geri el salladığında "Nasılsın, şekerim?" diye sordum.

"İyiyim, tatlım. Sen nasılsın?"

"İyiyim, canım. Teşekkür ederim." Elimle boynundaki yeşil taşlı mücevheri işaret ettim. "Yeni mi aldın?"

"Ay evet. Kocam aldı." dedi kokoş kadın gülerek. "Beğendin mi?"

"Ya benim komşum takar da ben beğenmez miyim?" Sırıttım. "Bayıldım bayıldım! Maşallah! Sendeki koca hepimize nasip olur inşallah. Adam her hafta senin için bir kuyumcu soyuyor. Değerini bil o adamın!"

Güldü. "Değerini biliyorum, hayatım. Biliyorum."

"Bok biliyorsun." dedim onun duyamayacağı bir sesle. "Ben sanki görmüyorum senin şoförünle arabada neler yaptığını..."

"Bir şey mi söyledin, canım?" diye sordu çitlerin yanına gelerek.

"Yok, hayatım. Yok! Müsait olduğunda kahveye bekleriz dedim."

"Ha..." Kadın güldü. "Gelirim gelirim."

Yapay bir şekilde sırıtmaya devam ettiğimde beni pas geçerek, bahçesindeki masaya yürüdü. Onun ortamdan uzaklaşmasıyla öfkeli bir şekilde yanıma gelen Talya'ya dönerek "Yunaniki, dedikodu var." dedim heyecanla. "Yan yalıdaki kaşar, kendi şoförüne veriyor. Bu sabah gördüm."

"Mayıs, sen ne bok yedin?!" diye hırladığında yediğim boku yememe rağmen salağa yatarak "Ay, ne yemişim ki?" diye sordum. "Bir şey mi oldu?"

Talya, "Salağa yatma!" dedi bağırarak. "Sakın salağa yatma." Oturduğum yerin tam önünde durup öfke saçan bu mavisi gözlerini suratımda gezdirdi. "Ne bok yediğini biliyorum! Bana ve dedene bunun hesabını vereceksin!"

Parmaklarımın arasında duran beyaz fincanı dudaklarıma yaslayarak "Neyden söz ettiğini gerçekten bilmiyorum." dedim ve kahvemden bir yudum aldım. "Ne yapmışım ki? Neyin hesabını vereceğim?"

Talya hiç beklemediğim bir anda elinin tersiyle fincana vurdu. Kahve dolu fincan doğrudan beyaz kargo pantolonuma dökülürken, kahvenin sıcak olmaması işime gelmişti. Gözlerimi dehşetle irileştirerek kahve lekesiyle bütünleşen kargo pantolonumu tuttum. "Saffar'ın mekanına kuduz kopek sürüsünü salmışsın! Bunu yapma hakkını sana kim verdi?!"

"Eğğ! Pantolonum!" diye bağırdım onu yok sayarak. "Ya ben buna yedi yüz lira vermiştim! Mahvoldu! Of ya!" Durdum. "Dur bir saniye, niye ofluyorum ki? Ben zenginim. Ay yani dedem zengin. Bu pantolonun üretildiği fabrikayı alacak ve fabrikayı dünyaya açacak kadar zengin hemde. Neyse, tamam. Problem yok."

Sinir bozucu bir şekilde sırıtarak ona döndüğümde sinirden kızaran gözlerini üzerimde kitleyerek "Saffar'ın mekanına yüz elli kuduz köpeği salmışsın!" diye bağırdı. "Mekana girmek için sıra bekleyen insanları ısırmışlar! Yetmemiş, köpeklerin çoğu mekanın içine girerek dans eden insanları da ısırmışlar! Bütün haberlerde bu olay dönüyor! Ne yaptın sen?!"

"Saffar'ın ısırmışlar mı peki?"

"Bilmiyorum!" diye bağırdı Talya. "Bilmekte istemiyorum! Geri zekalı! Şu yaptığın aptallığa bak!"

"Anan aptal bu arada..."

"Ulan senin..." Talya bana el kaldırdı ama vurmadı. Öfke krizi geçirircesine elini indirip çığlık attığında komşu yalılarımızda yaşayan insanların çoğu dışarı çıkmış ve ettiğimiz kavgayı meraklı gözlerle izlemeye başlamışlardı. Onları umursamadım. "Neden kızıyorsun ki?" diye sordum sakince. "Ben sadece Saffar'ın kiminle uğraştığını bilmesini istedim. Ayrıca kısasa kısas yaptım."

"Ne kısasa kısası?!"

"Adam beni öldürtmeye çalıştı, Talya." dedim kısık bir sesle. "Hemde bunu bir suikast girişimiyle yaptı."

"Ee?!"

"Bende onu değil ama yarattığı imajı bir suikast girişimiyle öldürmeye çalıştım ki başarılı oldum da..." Kafamı dikleştirerek ona üstten üstten bakmaya başladığımda dedem telaşlı bir şekilde bahçeye girmişti. "Her ne kadar sen dahil herkes bana bir cahilmişim gibi baksa da ben cahil değilim, Talya. Aksine, Saffar gibi adamları çok iyi bilen, akıllı biriyim. O adamların sarsılma noktalarını çok iyi biliyorum."

Talya şüpheyle gözlerini kıstı. "Ne demek istiyorsun?"

"Şunu demek istiyorum. Saffar gibi, gözü kara, intikam aleviyle harmanlanan adamların ölüm korkusu yoktur. Öldürülmekten asla korkmazlar. Ama her insanın olduğu gibi, o tarz adamlarında bir korkuları vardır." Gülümsedim, duygudan yoksun bir gülümsemeydi bu. "İmajlarının sarsılması en büyük korkularıdır. Bende bugün bu korkusunu ona tattırdım."

Dedem, Talya'nın hemen arkasında durdu. Birkaç dakikadır bizi dinlediğine emin olduğumda sesimi temizleyerek "Saffar'a canı için suikast düzenlemek çok boş geldi. Bende canı yerine onun imajına suikast düzenledim. Kendini güçlü sanan, psikopat bir iş adamının göz bebeğim diye hitap ettiği gece kulübüne binlerce başı boş kuduz köpeği bıraktım ve en az Saffar kadar kötü kalpli olduklarını düşündüğüm müşterilerini ısırmalarına vesile oldum." dedim düz bir sesle. "Bu sayede Saffar'ın prestijli mekanı tek gecede çöktü. Saffar'ın etrafa sergilediği sarsılmaz imajı çöktü. Ve Saffar'ın... Neydi o kelime?"

Durdum, düşündüm.

"Ha..." dedim ikisinin şaşkınlıkla boğuşan suratlarına odaklanarak. "Benim egomun yanında fıs kalan egosuda çöktü. Kısacası Saffar denilen adam, benimle ve ailemle uğraşmadan önce iki kere düşünmek zorunda artık. Tabii ben ona düşünme fırsatı tanırsam..."

Ben sustuğumda gözlerime bakmaya cesaret eden tek kişi dedem olmuştu. Koyu kahverengi, şekli hafif çekik olan gözlerini suratımdan ayırmadı. Binlerce ifade geçiyordu o gözlerinin içinden. Şaşkınlık, biraz panik, birazcık endişe ve... Bol a hayranlık. Bu hayranlığı bana mı duyuyordu? Hiçbir fikrim yoktu. Fikrimin olduğu tek konu, bana yaptıklarımdan ötürü kızmayışıydı.

Bana kızmadı.

Bir süre daha gözlerimin içine baktıktan sonra dudaklarını aralayıp "Yanılmışım." dedi dedem. Sesi kuruydu. "Çok yanılmışım."

Talya kafasını ona doğru çevirdi ama bir şey söylemedi. Tıpkı benim gibi sessiz kaldı.

"Bunca zaman Mayıs'ın benim korumama ihtiyacı var zannetmiştim lakin görüyorum ki onun beni korumasına ihtiyacım varmış." Dedem gülermiş gibi bir ses çıkardı. "Aklı bir karış havada dediğimiz kıza bak, Talya. Yıllardır akıl edemediğimiz suikastı, tek başına düzenlemiş."

Talya "Ama Mücahit bey," dese de dedem onun konuşmasına izin vermeden gözlerini üzerimden çekti. Arkasına dönüp yalıya doğru yürümeden önce "Talya." diye mırıldandı. "Şu akıl hastanesinin hisselerini yarın satın aldıktan sonra İnanç denilen çocuğu oradan kurtar. Verdiğimiz sözleri tutmaya başlayalım."

❄️

Okuduğunuz için teşekkür ederim ❤️

Continue Reading

You'll Also Like

382K 21K 44
Siz: Selamünaleyküm beyefendi Hayırlı Doktor Kısmet: Aleykümselam, kimsiniz? Siz: Teravihte annenizin numaranızı verip, doktor oğlum diye övdüğü kişi...
276K 32.2K 72
"Sonuna karşı çık ya da öl." Kaderinde ölüm yazılı olan kötü bir karakterin içerisinde doğmadan önce tercihlerin hayatı bu kadar etkilediğinin farkı...
1.1M 54.9K 53
Numara sallayıp, komutana denk getirmek mi? 07.12.2022 #beyza etiketinde 1.sıra 29.06.2023 #avukat etiketinde 1.sıra 18.01.2023 #hakim etiketinde 1...
389K 40.1K 33
EJDERHALAR SERİSİ 2.KİTABIDIR ... Freya, öğrendiği geçmişi ile intikam almak için geri dönüyor. Acı, keder ve yıkım tek bir çözümle biterdi. Freya'nı...