VİSAL/TAMAMLANDI

By rmysaudade

158K 8K 2.4K

"Beni bu şehre sor, de ki; bu adam daha önce birisine böyle sevdalanmış mı? Sor. Bu adamın sol yanı benden ön... More

1. Bölüm
İlk.
2.Bölüm
3.Bölüm
4. Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.BÖLÜM
22.BÖLÜM
23.BÖLÜM
24.BÖLÜM
25.Bölüm
26.BÖLÜM
27.BÖLÜM
28.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
FINAL
Özel Bölüm

29.Bölüm

2K 95 10
By rmysaudade

Merhaba aşkımlar biz geldik.

Sizi bekletmeden bölüme alayım.

Bu arada lütfen yıldıza basmayı unutmayın :')

Keyifli okumalar!




















Kabullenmek neydi? Bir insan hayatın ona verdiklerinin ne kadarını kabullenirdi?

Yaşadığım her şey sanki bir yerden sonra olması gereken şeylermiş gibi gelmişti, isyanım ise çok geç başlamıştı. Kafa kaldırışımın onun tarafından bu kadar güçsüz görülmesi bundan mıydı?

Dönüş yolunu neredeyse bitirmiş ve eve varmamıza dakikalar kalmıştı. Yaren ve Umut'la biraz önce ayrıldığımızda, Seyit yeniden Yıldırım'ın arabasındaydı ve muhtemelen uyuyordu. O gecenin sabahında bekletmeden kendimi tanıdık evin kapısında bulmuştum fakat kilitliydi. Zile defalarca basmama rağmen gördüğüm tek şey camdan, bulunduğum durumdan oldukça memnun olan yüz ifadesiydi.

Nesibe Sultan kontrol edeceğine dair güvence verdikten sonra bile akşama kadar beklesem de evden çıkmamıştı. Gün boyu evde duramayan adam, o gün kapıyı bırak pencereyi bile açmamıştı. Kardeşimi son kez o gece görmüştüm. İçimde öyle bir ukte kalmıştı ki, huzursuzluğum nefes aldıramayacak dereceye gelmişti. Yine de buradaydım, ondan kilometrelerce uzakta. Bizim için, buradaydım.

Araba yavaşlayarak evin önünde durduğuda saat neredeyse gece bire yaklaşıyordu. Yorgun gözlerim Yusuf'un yüzüne kaydı. Aynı şekilde beni izliyor olduğunu gördüğümde ifadesi durgundu.

"Eve çıkmam gerek, bir kaç parça bir şey alacağım ve geleceğim."

"Gelmene gerek yok, uykusuzsun zaten. Yarın işten sonra görüşürüz."

Yusuf'un yüzünde bundan hoşlanmayan bir ifade doğdu.

"Evinden mi kovuluyorum?"

"Öyle olmadığını biliyorsun, uyuyup dinlenmeni istiyorum sadece."

Yanağımı iki parmağının arasına sıkıştırırken, "Orası benim bileceğim iş." Diyerek konuya son noktayı koydu ve arabadan indi. Üstelemeyerek peşinden indim ve küçük el valizimi kavrayarak kenara geçtim. Binaya girmeden önünde dururken Yusuf, arka kapıları kapadı ve bana doğru adımladı. Hemen dibimde bittiğinde, "Yıldırım direkt köye çıkmış." Diyerek konuştu. "Ben de bir saate gelirim."

Söylediklerine karşı sadece başımı olumlu anlamda sallarken, eğildi ve yanağıma küçük bir öpücük bıraktı.

"Istersen uyu, bende anahtar var. Kıvrılırım yanına."

"Denerim, hadi git sende."

Yusuf ayrılmadan hemen önce şakaklarıma sıkı bir öpücük bıraktı. Ardından içeriye girmemi görene kadar bekledikten sonra merdivenlerden çıkarken duyduğum araba sesiyle hareketlendi.

Elimdeki küçük valizle merdivenleri çıktıktan sonra kapının önüne ulaşmıştım. Nefes nefese kalarak çantamın içindeki anahtarı buldum ve kapıyı açarak kendimi eve attım. Direkt mutfağa yönelip buzdolabından çıkardığım soğuk suyu yudumladım. Biraz durup nefeslendiğimde üzerime yapışan tişörtle birlikte kendimi banyoya attım.

Küçük valizin içindeki pis kiyafetleri de çıkarıp ayırdım. Bir kaç parça kıyafeti makineye attıktan sonra çalıştırdım ve kendimi duşun altına attım. Ilık suyla temas eden bedenim az da olsa gevşemiş gibi hissediyordum. Saçlarımı şampuanladıktan sonra çıplak sırtımı fayansa yaslayarak rahatlamaya çalıştım.

Neresinden bakarsanız bakın, bazı bakışları silemiyordunuz zihninizden. Siz ne kadar silmek isterseniz o kadar üzerinize yapışıyordu sanki.

Bir çift yeşil göz bıraktım gerimde ve buraya geldim. Yurdum neresiydi benim? Bunu nasıl yapabilmiştim diye düşünüyordum. Ben bu gece o yeşil gözleri nasıl bırakabildim de buraya gelmiştim?

Belki de başlıyordum, güçlü olmaya.

Düşüncelerime o kadar çok kaptırmıştım ki kendimi kolumu liflemekten kızaran derimi şimdi fark ediyordum. Oysa dakikalardır oraya bakıyordum, neden acısını şimdi alabiliyordum?

Işlerimi halledip saçlarımı bir havluya, bedenimi de beyaz bornoza sardıktan sonra odama geçmiştim. Yatağın üzerindeki telefon ekranından saate bakarken Yusuf'un gidişinin üzerinden neredeyse kırk dakika gibi bir sürenin geçmiş olduğunu gördüm. Birazdan burada olur düşüncesiyle üzerimi giyinerek saçlarımı hafif nemli kalacak şekilde bıraktım ve taradıktan sonra yatağa geçtim.

Telefonun ekranını kaydırarak gelen mesajlara bakarken çoğunun cafe grubundan olduğunu fark ettim. Mesajları açarak okuduğumda ise genelinin Tamer Abi, Furkan ve Buğra arasında bir atışma olduğunu gördüm. En komik yani ise bu atışma, Tamer Abi'yi başlattıkları oyun üzerineydi.

Gruptan çıkarak telefonu bir kenara bıraktım ve pikeyi kaldırarak yatağın içine girdim. Tül perdeyi havalandıran hafif bir rüzgar odanın içine dolarken, komidinin üzerinde yanan sarımsı gece lambası daha loş bir ortamın oluşmasına neden olmuştu. Saçlarım yastığın üzerinde nem bırakmaya başlamıştı. Saçlarımdan burnuma vuran ferah koku pikeme daha sıkı sarılmama neden oldu. Yatağın orta kısmında neredeyse küçücük olmuşken, kendimi uyumama konusunda diri tutmaya çalışıyordum.

Fakat sanırım buna yenik düşmüştüm. Bedenimin bir şekilde hareket edildiğini hissettiğimde gözlerimi aralayacak gibi oldum. Hemen ardından burnuma dolan tanıdık kokuyla yatırıldığım yere daha da yaklaşarak elimi göğsünün üzerine bıraktım. Saçlarımın arasında belli belirsiz bir öpücüğün varlığını hissettiğimde boşluk yerine bedenimi saran varlığa sığındım.

Ne ara sabah olmuştu gerçekten anlayamamıştım. Yusuf, uyandırıp kahvaltı yapmam gerektiğini söylemese eminim ki deliksiz iki gün uyuyabilirdim. Bunu gerçekten yapabilirdim.

"Ağrın var mı?"

Elim taradığım saçlarımın arasında derimi okşarken, "Hayır." Diyerek yanıtladım ve kahvaltı masasına oturdum. Yusuf kahvaltısını bitirmiş şekilde çayını yudumlarken, tabağıma aldığım bir kaç kahvaltılık ve kızarmış ekmekle bir şeyler yemeye başladım.

"Gece geç mi geldin, yoksa ben mi yattığım gibi uyumuşum?"

Sorduğum soruyla birlikte gözleri bir iki saniye daha ekranda oyalandıktan sonra kahveleri anlık beni buldu ve, "Biraz geç çıktım evden." Diye yanıtladı. "Abim ayaktaydı, onunla lafladık biraz."

Kızarmış ekmeğimin üzerine çilek reçeli sürerken, "Leyla Abla nasıl?" Diyerek yeniledim sorumu. Bu defa bakışlarını ekrandan çekmeden dudaklarını aralamıştı.

"Hamilelik tripleri, duygusallıkları işte."

"Kaç aylık oldu?"

"Altı sanırım."

Ekmeğimi ağzımda çiğnerken püskürtmemeye dikkat ettim.

"O kadar oldu mu ya?"

Yusuf sorumla birlikte elindeki telefonu masanın üzerine bıraktı ve bakışlarını üzerime kaldırdı.

"Uzungöl'deyken öğrenmişti. Olmuştur yani o kadar."

"Ay ne güzeldi oralar." Ağzımın içindeki zeytini iyice çiğneyip çividini tabağıma bırakırken bir nefes verdim.

"Sanarsın dört günlük mesafe, istersen gideriz yine."

Yusuf'a gözlerimi devirerek karşılık verdiğimde gözlerini üzerimden ayırmadı. Önündeki çaydan bir yudum alarak dışarıyı seyretmeye başladı ve ortamı derin bir sessizlik kapladı. Ben kahvaltımı yapmaya devam ederken Yusuf oldukça dalgın görünüyordu. Yüzündeki ifadeden bir şeyler olduğunu sezsem de sorsam bile cevap vermeyeceğini düşünerek sessiz kalmayı seçmiştim. Anlamadığım bir şekilde huzursuzdu fakat gizlemeye çalışıyordu. Yine de anlamak zor değildi. En azından benim için.

Çayımdan bir yudum alacağım sırada aklıma düşen kardeşimle, "Saat kaç?" diye sordum karşımdaki adama. Elimdeki çay bardağını masaya geri bırakırken, "Yedi." Diyerek yanıtladı beni. Sesinde ne olduğuna anlam veremediği bir ton vardı. Bu saatte Sedat Amcanın dükkanını açmış olması gerekirdi. Sanırım arasam da herhangi bir haber almam için çok erkendi.

"Nesibe Teyze'yi arayacaktım da, ondan sordum."

Dudaklarından anladığına dair bir mırıltı döküldüğünde mutlaka öğle molasında aramayı aklıma not etmiştim.

Daha fazla saatin geçmesine izin vermeden masayı toparlayarak evden çıkmıştık. En son çantamı almak için odaya girdiğimdeyse yanda duran valizde Yusuf'un geceden getirdiği kiyafetleri duruyordu.

"Sen baya baya bana taşındın yani?"

Yusuf arabayı sürmeye devam ederken dudaklarında sahici bir gülümseme meydana geldi.

"Yapamayacağım bir şeymiş gibi söyledin."

"Faturalara ortak olursan sevinirim. Banyoda benden daha uzun kalıyorsun."

Alaylı bakışları yüzümü buldu ve tekrar önüne döndü.

"Kimin yüzünden acaba?"

Verdiği cevapla birlikte bakışlarım yüzünde donakalırken sessiz kalmama şaşırmış olacak ki tekrar bana baktı. Gördüğü yüz şeklimle birlikte dişleri gözükecek kadar sırıttı ve yanağımı sıktı. Eline vurarak onu uzaklaştırmaya çalıştığımdaysa yüzündeki sırıtma hala silinmemişti.

"Yanakların yanıyor."

Eline vurarak yanağımdan uzaklaştırdım.

"Uğraşma benimle. Bavulunu da gelmiş koymuşsun odamın köşesine."

"Odanın?"

"Odamın gayette."

Yusuf cevap vermeden cafenin önüne doğru çekti arabayı ve yavaşça durdu. Oturduğu yerden az da olsa bana doğru döndü ve dudaklarında silinmeyen gülümsemeyi görmemi sağladı.

"Sadece senin olarak adlandırılamayacak kadar şeyler yaşadık orada. Anılarımıza hürmeten böyle konuşmazsan sevinirim."

İma ettiği şeyler zihnime dolduğunda, "Ben hatırlamıyorum öyle bir şey." Diyerek kaçamak yanıt verdim. Bakışların camdan dışarıda gezinirken, kendine has kokusunu solumamla yakınımda olduğunu hissedebiliyordum fakat ona doğru dönmemekte ısrarcıydım.

"Üzerime çıktığın ve kendini benimkine sürterek boşaldığımız o günü unuttuğunu mu söylüyorsun yani?"

Gözlerim açılarak başımı çevirmemle hemen dibimdeki adamın dudaklarıyla neredeyse dudaklarım arasında bir nefeslik mesafe vardı. Yusuf bu durumdan keyif alıyormuş gibi sırıtmaya devam ederken bir şey söylemeyi es geçerek çantamı kavrayıp arabadan inmiştim.

Arkama bakmadığım süre içinde seri adımlarla cafeye girmiş ve sandalyeleri indiren Furkan'ın "Günaydın abla." Cümlesine kendimi az da olsa toparlayıp gülümseyerek karşılık verebilmiştim. Kendimi mutfağa attığımdaysa beni ilk karşılayan kişi Eylül Abla olmuştu.

"Ay sen yokken nasıl duruyor muşum ben bu mutfakta Mihri?"

Söylenerek kollarını boynuma sararken gülümsedim.

"Abartma abla, iki gün yoktum."

"Bir asır gibiydi." Kollarını sardığı gibi boynumdan çekerken üzerimi değişmem için izin verdi ve içeriye geçtim. Çabucak hazırlanıp son olarak salık bıraktığım saçlarımı da tokayla bağladığımda tamamdım.

Mutfağa geçtiğimde tezgahın önünde hazırlık yapan Buğra'nın yanına adımladım.

"Günaydın."

Bakışları hazırladığı malzemeler üzerinden beni bulurken alanına düşen kıvırcık buklelerinin altındaki gözleri gülümsemesiyle kısıldı.

"Gelmişsin abla, günaydın."

"Ee nasıl gidiyor bensiz?"

Tabakta yıkanmış şekilde duran çileklerden ağzıma atarken tezgaha yaslanmıştım.

"Her zamanki iş işte, normal. Sen, sensiz nefes alamıyorduk dememi bekliyordun herhalde."

"Zevzeklik etme, çok daha ararsınız beni."

"Hayırdır, bir yere mi gidiyorsun?"

Çiğnediğim son çileği yutkunarak ona yardım için harekete geçerken, "Nereye gideceğim ya?" Diyerek söylendim. "Buradayım işte."

"Lan Buğra!"

Aramıza giren sesle hafif irkildiğimde kaşları çatılmış bir şekilde bize doğru yaklaşan Tamer Abi'ye baktım. Beni fark ettiği an ifadesi az da olsa düzelmiş ve, "Hoşgeldin Mihri." Diyerek cevap vermemi beklemeden tekrar aynı ifadeyle yanımdaki çocuğa dönmüştü.

"Niye kurtarmadın lan beni dün, kaç kere öldüm senin yüzünden haberin var mı?!"

"Abi valla kurtarıyordum, tam geliyordum yanına-"

"Şerefsiz Furkan benden sonra vurulmuştu, niye kurtarmadın lan beni? Niye ben öldüm amına koyayım?"

"Abi bi açıklayayım izin ver."

"Kes lan kes," içeriye geçmeden önce son kez kararlı bakışlarla karışısındaki Buğra'ya baktı. "Bu akşam siz kapatacaksınız cafeyi, bir daha da sizinle oyuna girersem ne olayım."

Resmen trip atarak mutfaktan çıkarken arkasından gülmekten başka bir tepki veremedim.

"Eylül Abla," Buğra hemen yanımdan hareketlenerek arka kapıdan içeriye giren kadının yanına koştu. "Sen bugün kocanla çalışsana, ben mutfakta kalırım valla."

Eylül Abla şöyle bir Buğra'yi süzdükten sonra bakışlarını yüzüne kaldırdı.

"Yoo, Mihri'mle dedikodu yapacağız biz. Siz de dün kocamı kurtarmayışınızın cezasını çekin."

Ardından çocuğu o halde umutsuz bir şekilde bırakarak yanıma adımladı. Buğra bir çıkış yolunun olmadığını anladığında boynu bükük bir şekilde mutfaktan çıkmıştı.

Çok geçmeden kalabalık yavaş yavaş kendini gösterdiğinde siparişler de verilmeye başlanmıştı. Bunaltıcı Ağustos sıcağına bir de mutfak işleri eklenince gerçekten berbat hissettiriyordu. Nem, kıyafetin çekilmez derecede üzerime yapışmasına neden olurken, kendimi arada vantilatörün önüne atarak ödüllendiriyor ve ayakta tutuyordum.

Eylül Abla bilmediğim bir kaç konuyu açarak bize dedikodu malzemesi çıkardığında kim olduklarını bilmesem de ona ayak uydurmaya çalışıyordum. Yaptığım tek şey onu onaylamak olsa da.

Buğra ve Furkan ikisinden biri her yarım saatte bir içeriye girerek ikimiziden birine tanıdık bakışlar atıp medet ummaya devam etseler de bundan öğleden sonra vazgeçmişlerdi sanırım. Öğle arasında telefonuma baktığımda Nesibe Sultan'dan herhangi bir bildirim yoktu. Bunun yerine isminin üzerine tıklayarak kulağıma götürürken bir kaç çalış sonunda açılmasını beklemiyordum.

"Abla!"

"Canım?"

Kardeşimin sesini duymak o saniyeler içinde inanamadığım ve üzerinden geçen dakikalar sonrasında kavrayabildiğim bir şeydi.

"Abla iyiyim ben, bu sabah geldim Nesibe Teyze'me."

"Çok merak ettim seni. Bir şey yapmadı sana değil mi Yağız? Gerçekten iyisin değil mi ablacığım? Benden bir şey saklamıyorsun."

"İyiyim abla gerçekten, bir şey yapmadı. Hafta sonu geliyorsunuz değil mi? Bitecek artık bu durum."

Sesindeki ton bir anda bütün kötü ruh halini sıyırmıştı bedenimden.

"Geleceğiz birtanem, bitecek. Bu sefer gerçekten bitecek."

"Seni çok seviyorum abla."

Dolan gözlerimin önüne geçemedim. Yine de o buğu bir yaş olup yanağımda süzülmeden önce gözlerimi üzerimdeki gömleğin koluyla silmiştim.

"Ben de seni çok seviyorum kardeşim."

Aramıza giren sinyal sesiyle telefonun kapanmış olduğunu anladığımda ekrana bakmayı bırakarak arka cebime sıkıştırdım. Yüzüme bir su çarpmak için lavaboya geçtiğimde bekletmeden avucuma doldurduğum suyu yüzüme çarptım. Aynadaki aksime bakarken elimde olmadan gülümsedim. Bu his, bu heyecan nereden gelmişti bilmiyordum. Sadece bir şeylerin sonuna gerçekten yaklaşmışız gibi hissediyordum.

Yüzümü peçeteyle kuruttuktan sonra mutfağa geçtiğimde daha iyi bir ruh halindeydim. Kimsenin olmadığı mutfakta ilerleyerek tezgaha yaklaştım ve biriken bulaşıkları yıkamaya başladım. Bazı şeylerin hayali o kadar büyük bir hızla düşüyordu ki zihnime, önüne geçemiyor ya da geçmek istemiyordum. Böylece geçen sürenin ardından duyduğum sesle duraksadım.

"Mihri," suyu kapatarak deterjanlı ellerimle omuzumun üzerinden kapıdan bana seslenen Tamer Abi'ye bakındım. "Bulaşıkları hallette Yaren'le Leyla Abla gelmiş. Arka bahçeye aldım, şu an yoğun değiliz zaten. Bir yanlarına uğra."

"Tamam abi, teşekkür ederim."

Başıyla onayladıktan sonra kapıyı usulca kapattı. Elimin altındaki bulaşıkları çabucak bitirerek ıslak ellerimi de havluyla kuruladıktan sonra arka kapıdan bahçeye çıktım. Camın arkasında görünen masadaki tanıdık yüzlerle birlikte yanlarına adımladım.

Beni ilk fark eden Yaren olurken onunla sıkıca kucaklaşmamızın arkasında, elini şişmiş karnı üzerinde gezdiren Leyla Ablayla göz göze geldik. Yaren'le ayrıldıktan sonra hemen yanına yaklaşıp yanaklarına birer öpücük kondurdum. Leyla Ablanın yanındaki sandalyede yerimi alırken elim karnının üzerine gitti.

"Ne kadar büyümüş."

"Büyüyecek tabi, altı ayı tamamlayacak neredeyse."

Dün Yusuf'la yaptığımız tahmin doğruydu yani. Bakışlarımı karnından yüzüne doğru kaldırdığımda, "Ay bir hamile güzelliği var sende." Diye gülerek konuştum. Karamel saçlarını iyice geriye atarken, "Her zamanki halim canım." Diyerek yanıt verdi.

"Görüşmeyeli nasılsın abla, konaktakiler nasıl? Çok ozledim sizi."

"Ay iyiyiz canım, nasıl olalım. Aynı işte bildiğin gibi."

Bakışlarım karşımdaki kadına çevrildiğinde dalgınmış gibi görünüyordu.

"Hayırdır Yaren? Dalgın gibisin."

"Ocağın altını kapattım mı, kapatmadım mı? Diye düşünüyorum ama kapattım ya." Ardından kararsız bir yüz ifadesiyle telefonuna sarıldı. "Umut'a yazayım yine de."

Leyla Ablayla birbirimize bakarak bu haline gülerken o yazdığı masajı bitirmiş ve sonunda bize dönmüştü.

"Saatte epey geçti, Gazel'de gelir birazdan."

"İyi yaptınız onu da çağırmakla, bayadır görüşmüyoruz. Özlemişim."

Yaren'in üzerimde donan bakışları Leyla Ablayla birbirini buldu. Kendi aralarında manasız geçen bir kaç saniyelik bakıştan sonra, "Yusuf sana anlatmadı sanırım." Diyerek konuşan Leyla Abla olmuştu. Kurduğu cümle oturduğum yerde diklenmeme neden olurken dikkatle ikisine baktım.

"Neyi anlatmadı bana."

"Dün gece Numan Abi, daha doğrusu Nurten Teyze Yıldırım'ı evden kovdu."

Duyduklarıma bir anlam vermeye çalışsam da o an bunu yapabilmek çok zordu. Kaşlarım havalanmış bir şekilde Leyla Ablaya bakmaya devam ederken, "Nasıl yani?" Diyerek cümle kurabildim. "Şu konuyu doğru düzgün anlatsanıza."

"Bizde tam bilmiyoruz." Araya giren Yaren olmuştu. "O yüzden Gazel'i bekliyoruz ya."

Bir tepki bile veremediğim o sırada, tanıdık ses ortamı bozdu.

"Abla," Furkan cam kapının arkasından kafasını uzatmış bir şekilde konuştu. "Eylül Abla bir bakmanı rica etti."

"Geliyorum canım, teşekkür ederim haber verdiğin için."

Furkan gülümseyerek tekrardan içeriye geçerken masadaki iki kişiye bakındım ve aklıma gelen ilk düşünceyi dışarıya taşıdım.

"Siz benim eve geçin, bende bir iki saate çıkarım. Orada konuşuruz, burası pek müsait değil."

"Ay olur valla, dinlenirim bende azıcık."

Aykalanarak Leyla Ablanın yüzüne düşen saçları tokasıyla geriye doğru tutturdum. "Benim yatağımda yat sen abla, havalandırmıştım da sabah."

Leyla Abla bana bir öpücük gönderirken ayaklanıyordu. Ardından Gazel'in boynuna kollarımı doladığımda ikisinin de duyacağı şekilde sesli konuştum.

"Yusuf'a bildiğimi söylemeyin, önce benim konuyu öğrenmem lazım."

İkiside beni onayladıktan sonra cafeden çıkmışlardı. Kafam karman çorman bir şekilde işe dönerken Yıldırım'ın evden kovulmasının beni ne derecede etkileyip, söylemediğini düşünmek işlerimin bir anda alt üst olmasına neden olmuştu.

Yusuf benden böyle bir şeyi neden saklamıştı ki? Arkasında bir şey varmış gibi huzursuz hissediyordum.

Bir yandan da tek bir şeyler saklayan kişinin Yusuf olmadığı konusunda kendime hatırlatma yapmaya ve böylece yargılamaya çalışıyordum. Yine de zordu. O da böyle mi hissedecekti? Ondan sakladığım şeyleri öğrendiğinde.

Gün boyu içimde büyüyen huzursuzluk küçük bir kemirgen gibi beni tüketmişti sanki. Eylül Abla'nın kurduğu cümlelere, verdiği komutlara bile bir yerden sonra ulaşamamış veya algılayamamıştım. Gün sonuna geldiğimizde işten çıkmak için hazırlıklarımı yaptım. Ayak üstü Eylül Abla ve çocuklarla yaptığımız laflamadan sonra telefonumu elime alarak bakma fırsatı bulabilmiş ve iş yerinden çıkmıştım. Ekrana baktığımda Yusuf'un işten sonra aramam için attığı mesaj ekranımda duruyordu. Belki de kızlarla konuşmadan önce o bana bir şeyler anlatacaktı. Bekletmeden isminin üzerine tıklayarak telefonu kulağıma götürdüğümde bir umut bekledim. Hakkım olmadığını bile bile benden bir şeyler saklamasını istemedim.

"Yavrum?"

"Mesajını şimdi gördüm."

Ana yoldan karşıya geçerken vereceği cevabı bekledim.

"İşlerim aksayacak biraz, gece geç gelirim gibi. Sen kursa mı geçiyorsun şimdi?"

Neyin hayal kırıklığıydı bu? Yoktu ki, her şeyi kötü bir şeyler yaşanmaması için saklasam bile ondan bir şey beklemeye hakkım yoktu. Yine de öğrenecektim.

"Hayır, yorgun hissediyorum. Aksattım baya ama telafi ederim, eve geçiyorum."

"Dinlen de, kurs işi kolay. Benim şimdi kapatmam lazım. Sen yemeğini ye, bekleme beni."

"Olur, dikkat et sende."

Telefonu kapatarak çantama attığımda önümde kalabalık arasında hızla yürüyordum. Adımlarım yavaşlamadan bedenimi taşırken zihnimde dönüp duran binlerce düşünceye yetişmeye çalışıyordum. Başarılı olduğum söylenemezdi, yine de deniyordum.

Sonunda meydanı geride bırakarak evimin olduğu mahalleye girdiğimde dik yokuşu nefes nefese de olsa çıkabilmiştim. Kendimi apartmandan içeriye atarak asansöre bir bakış attığımda hâlâ arızalı olduğunu görerek dudaklarımın arasından çıkan küfre sansür eklemedim. Merdivenleri çıkarak cebime sıkıştırdığım anahtarla kapıyı araladım ve kendimi içeriye attım.

"Mihri, sen mi geldin?"

Yaren'in odamdan gelen sesiyle çantamı çıkararak askıya astım ve oraya doğru yönlendim. Kapıdan içeriye girdiğimde Leyla Abla'yı arkasındaki yastığa yaslanmış bir şekilde buldum. Iki yanında ise Yaren ve Gazel bulunuyordu. Üzerimdeki beyaz gömleği çıkararak beyaz askılımla kaldığımda direkt yatağın üzerine çıktım.

"Haydi, anlatın şu konuyu. Günü bitirene kadar beş müşteriye boş bardak götürdüm."

Yaren dudaklarının arasında gülerken bileğimdeki lastikle saçlarımı topluyordum. Gözlerim Gazel'in üzerinde durduğunda yüzü durgun gözüküyordu.

"Biriniz başlasın hadi."

Ikiside kararsız bir şekilde Gazel'e bakarlarken konuyu asıl anlatması gerekn kişinin o olduğunu anlamıştım ve bu, eski defterlerin de açılmış olma ihtimalini güçlendirmişti.

"Dün gece," diyerek cümleye başlarken gergin bir şekilde parmaklarıyla oynuyordu fakat bakışlarını yüzümde tutabiliyordu. "Yıldırım'ı bekledim, geç olduğu için yani. Geldiğinden emin olmak istedim."

"Anladık Gazel." Yaren şakayla karışık bir bıkkınlıkla araya girerken Gazel'in ifadesi değişmemişti.

"Geldiğinde Seyit'i konağa bırakarak döndü, bende aşağıya inmiştim." Çekingen bir hali vardı üstünde. Buna rağmen dudaklarından, "Özlemiştim." Kelimesi çıkabilmişti. Bu normaldi, aralarında daha her şey yeni filizlenmeye başlıyorken, içinde karşı koyamadığı o hislerle onu görmek istemesi en doğal şeydi.

"Geldi, konuşuyorduk sadece. Sonra bir şey oldu, yaklaştı git gide bana ama düşündüğünüz gibi bir şeyden dolayı değil gerçekten. Sadece saçımda gördüğü bir şeyi almak için uzanmış."

"Ay Gazel bir de öpüşmek için yaklaşsaymış kız, sanki geri çekilirdin sende. Gelmiş bir de bize açıklama yapmaya çalışıyorsun." Leyla Abla Gazel'le uğraştığında az da olsa onu gülümsetmeyi başarabilmişti.

"Eee sonra ne oldu?"

Hâlâ konunun bizi ilgilendiren kısmına gelmedigimizin farkındaydım.

"Annem izliyormuş balkondan, ortalığı ayağa kaldırdı. Babam da, annemin o tavrından sonra iyice sinirlendi. Baya yükseldiler, konuşmamıza bile fırsat vermediler."

"Yıldırım bir konuştu, daha susturabilen çıkmadı zaten."

Leyla Ablanın keyifle konuşmasından sonra heyecanla Gazel'e döndü bakışlarım. Yüzü hafiften kızarmış gibiydi, onun dudaklarını aralamayacağı sırada tekrar Leyla Abla'ya döndüm.

"Neler dedi ya, söylesenize."

"Numan Abi, sen benum kizuma nasi yan gözle bakarsın ula diye bir çıkıştı. Yıldırım da, ne yan gözü Numan Abi baya böyle dümdüz bakıyorum kızına diye karşılık verince içeriden tüfeğini almaya giden adamı karısı durdu."

Yaren'le ikimiz büyük bir kahkaha atarken, "Ay keşke orada olabilseydim." Diye konuşan yanımdaki kadın oldu.

"Erken evlendin hayatım ya."

"Eee sonra?"

"Sonra Nurten Abla buna demediğini bırakmadı tabi, o tavrından sonra baya dalga geçiyor falan sandılar."

"Yıldırım ortamı yumuşatmak için konuşmuştur öyle, yoksa bilir nerede ne konuşması gerektiğini." Verdiğim cevapla birlikte Gazel olumlu anlamda başını sallamıştı.

"Sonra Numan Abi bunun elinden zorla evin anahtarını alıp evinden de atınca mahalleli iyice toplandı tabi."

Gazel'in hâlâ gergin bir halde olduğunu gördüğümde hiç düşünmeden kucağında birleştirdiği ellerini kavrayarak avucumun arasına aldım. Bakışları ellerinden yüzüme kaydığında sıcak bir gülümsemeyle ona baktım.

"Sonra Nurten Teyze şey dedi."

Bakışlarım Gazel'in üzerinden Leyla Ablaya döndüğünde avucumun içindeki tutuşu hafifledi.

"Ne dedi?"

"Biz onların sözünü çoktan vermişiz dedi. Yusuf oğlumla olacak onlar."

Duyduğum kelimeler bende bir etki yaratmadi desem yalan olurdu ama düşündüğünüz gibi bir şey değildi. Biliyordum, Gazel'in durumunu ve Yusuf'un babasının yaptığı anlaşmayı bilmesem belki şu an daha farklı hisler içinde olabilirdim ama biliyordum.

Bir cevap vermediğimde Gazel'in avucumun içindeki ellerinin hareket ederek yavaşça kaydığını anladığımda, harekete geçerek tekrardan kavramıştım ellerini. Yüz ifadesinden bunu yapmamı beklemediğini anlasam da tebessümle karşılık verdim ona.

"Mihri, bu çok öncede kalmış bir konu. Gerçekten, bunun böyle herkes içinde orataya çıkması hiç ama hiç istemediğim bir şeydi lütfen-"

"Gazel," sözünü böldüğümde sonunda bir nefes alabilmişti. Elinin üzerini yavaşça okşarken talaşlı mavi gözlerine baktım. "Ben sadece konuyu dinlemek istedim, bana kendini anlatmana gerek yok. Seni çok uzun zaman önce dinledim ve anladım. Gözlerindeki o ifadeyi sil lütfen."

Gazel'in yüzündeki ifade sözlerimle birlikte yavaşça rahatlamaya dönerken içinde az da olsa bir şeyler kaldığını biliyordum.

"Sonra ne oldu?"

"Sonrası Yıldırım'ın ciddili patlamasıyla son buldu, ne olacak."

Heyecanla, "Nasıl yani?" Diye sorduğumda, "Şöyle ki," diyerek keyifle sırtını yasladığı yerden oynattı ve devam etti. "Yusuf oğlunla falan olamaz onlar, sen o işi unut teyze. Diye bağırdı resmen."

Gazel'in ifadesine baktığımda keyifle gülüyordu.

"Nurten Teyze çıldırdı tabi, Numan Abi içeriye tüfeğini almaya giderken durdurmadı. O sırada da Gazel zar zor yollamış bunu."

"Annem kolumu çekiştiriyor eve geç kız diye, ben de Yıldırım'ı itiyorum sırtından git artık diye. Çok komik geldi şu an gözüme."

Gazel böyle söyleyince hepimizi alan gülme, bir kaç dakika sürdü ve evin sessizliğini bozdu. Halledilmeyecek bir konu gibi durmuyordu. Bu işi çözecektik, öyle ya da böyle bunu yapacaktık. Peki ona bunu daha önceden bildiğimi söylememe gerek var mıydı? O an bu an mıydı emin değildim.

"Numan Abi, o Yusuf'la bana çok karşı çıkmamış gibiydi."

Gazel derin bir nefes verdiğinde, "Konu annem zaten." Diyerek konuşmaya devam etti. "Annem, benim Yusuf'a karşı bir şey hissetmediğime inanmıyor. Kafasında hâlâ o zamanki kızım."

Yüzündeki hayal kırıklığı ifadesine bakarken burukça gülümsedim.

"Fadime Sultan da baya tepki gösterdi." Leyla Abla arkasına yaslı bir şekilde konuşurken dikkatimi ona verdim. "Mahir Baba anlaşma yaptıklarını söylese de banaannem geri durmadı. Numan Amca da işin üzerinden çok sular aktığını söyledi ama Nurten Teyze işte."

"Annemin ne yapmaya çalıştığını hiç anlamıyorum."

Gazek sitemle ve ne yapacağını bilemez şekilde otururken Yaren, "Abim ne zaman gelecek?" Diye konuyu dağıtmaya çalıştı.

"Işten çıktıktan sonra aradı, geç gelirim dedi. Konuyu çaktırmamak için işi bahane etti sanırım. Büyük ihtimalle Yıldırım'la beraberdir."

"Ara gelsinler hep birlikte konuşalım."

Arada kalmış bir şekilde Gazel'e baktım. Neyi ima ettiğimi anlamış bir ifadeye büründüğünde, "Yıldırım'la aramız nasıl olacak bu saatten sonra bilmiyorum. Her şey çok karışık." Diyerek eteğindeki taşları döktü.

"Konuşmaya bir yerden başlamanız gerek. Annen duracak gibi değil." Yanıtlayan kişi Leyla Abla olmuştu.

Gazel'in mavi gözleri beni bulurken onay verir anlamında başını sallamıştı. Telefonumu elime alarak ekranı kaydırdığımda Yaren yanımdan kalkmış ve ayaklanmıştı.

"Benden bu kadar, kocamın yanına gitmem lazım."

"Bu da iyice kocamcı oldu."

Leyla Ablayla birbirimizi onaylarken Yaren ikimize de dilini çıkarmıştı. Ardından sarılarak evden çıkmış ve üçümüzün kalmasına neden olmuştu. Yusuf'un isminin üzerine tıklayarak telefonu kulağıma götürdüm ve bakışlarımı beyaz nevresim takımında gezdirirken açmasını bekledim. Bir kaç çalıştan sonra sesini duyduğumda dikkatimi ona verdim.

"Efendim yavrum."

"Neredesin?"

Sorduğum soruyla birlikte aramızda geçen bir kaç saniyelik sessizlikten sonra tekrar sesi duyuldu.

"Işteyim, dedim ya geç geleceğim."

"Yusuf, o yanındaki arkadaşımı da al neredeyseniz bize gelin. Birlikte konuşalım şu konuyu."

"Hangi konuyu konuşalım birlikte biz anlamadım?"

Sabrımın sınırına gelmişim gibi nefes alırken yanımdaki iki kadının gülme seslerini duyuyordum.

"Gerçekten seni mahvedeceğim biliyorsun değil mi?"

"Birazdan oradayız bebeğim."

Dudaklarımın iyiden iyiye kurumasıyla ayaklanarak mutfağa geçtim. Soğuk suyu buzdolabından çıkararak bardağa koyduğumda kızların yediği şeylerin tabaklarının tezgahın üzerinde duruyor olduklarını gördüm. Suyu içtikten sonra zaman da geçsin diyerek mutfağı girmişken üstün körü toplayarak içeriye geçtim. Leyla Abla ve Gazel ise odanın iyice boğduğundan söz ederek birlikte oturma odasına geçmişlerdi. Üzerimi değişerek salaş beyaz tişörtümü giyindikten sonra altıma da rahat ettiğim pijamalarımdan buz mavisi olanı giyinmiştim. Saçlarımı avucuma alarak döndürdükten sonra başımın üzerinde tokayla tutturdum ve banyoya geçerek yüzüme su çarptım. Akan rımelimle birlikte göz çevremi de güzelce yıkadığımdan emin olduktan sonra aynafa son kez kendime bakıp kurulanarak içeriye geçtim.

"Acıktık sanki ya."

Koltukta Leyla Ablanın yanına otururken elimdeki telefonu rastgele kenara bırakarak balkondan esen rüzgarla pijamamı yukarı çekiştirdim ve çıplak bacaklarımın ferahlamasını sağladım.

"Bir şeyler hazırlayayım mı? Ne istiyor canın?"

Bir süre düşünür gibi olduğunda Gazel'in gözlerinin arada bir bizim üzerimizden telefonunun ekranına kaydığını gördüm.

"Ay Mihri lahmacun."

"Sipariş vereyim hemen, kapanmamıştır daha bir yer."

Internet üzerinden bir kaç yere bakınırken aramıza düşen zil sesiyle Leyla Abla bekletmeden telefonu açtı.

"Efendim hayatım."

Bir süre karşı tarafı dinledikten sonra tekrardan sesi duyuldu.

"Ay bende az önce Mihri'ye onu diyordum," derken bakışlarımın ekrandan ona doğru kalkmasına neden oldu. "Lahmacun istiyorum aynen." Telefonumu kenara koyarak siparişini asıl kişiye verdiğini anladım. "Kızlar, siz farklı bir şey istiyor musunuz?"

"Yok abla, lahmacun iyidir."

Siparişi verdikten sonra telefonu kapayarak tekrardan bize doğru döndü.

"Nasıl geçti Erzurum? Hiç anlatmadın Mihri?"

Buruk bir gülümseme dudaklarıma oturduğunda yaşadığım her anı zihnimde tazeliğini koruyordu. Bacaklarımı kanepenin üzerinde toplayarak bağdaş yaptım ve sırtımı arkamdaki yastığa yaslayarak karşımdaki ikiliye baktım. Tüm dikkatlerini üzerime vermiş, konuşmamı beklerlerken dudaklarımı araladım.

"Başta her şey çok güzel gelmişti, bu sefer ki gidişim sanki diğerlerine kıyasla daha farklı gibiydi. En azından ben öyle sanmıştım."

"Ne oldu?"

Gazel'in mavi gözlerinde beliren o merakın arkasında dahası vardı. Endişe.

"Gittik. Yağız Seyit'i aldı hemen yanına tabi uyudular, daha gözü beni görmedi." Imalı konuşmam Leyla Abla'nın tebessüm etmesine neden olmuştu. "İlk gün gezdik işte, Yıldırım çocuklarlaydı. Yusuf'la baş başa kaldık. Güzeldi yani. Akşamında kardeşime sıkıca sarılıp uyuma hayalim vardı, o mahkemeden önce ona sıkıca sarılıp almam gereken gücü onun annem kokan kollarında alacaktım." Bir şeylerin ters gittiğini anladıklarında yüzlerindeki ifadenin değiştiğini gördüm.

"Gece dayandı kapımıza, velayeti bende diyerek ortalığı ayağa kaldırdı. Aldı gitti kardeşimi, hiçbir şey yapamadım. Baktım öyle arkasından."

"Şimdi mi gelmiş aklına velayetinin kendisinde olduğu? Kendisi evde bile durmuyor, çocuğu komşuya bırakıyor. Şimdi mi dank etmiş kafasına?" Diyerek sinirini gizlemeden konuştu Leyla Abla.

"Sana neden bunu yapıyor anlamış değilim."

Bakışlarım Gazel'e kaydığında yüzümdeki buruk gülümseme büyüdü.

"Ben bunu yıllardır sordum kendime, düşündüm. Bir cevabı yok Gazel. Bazı babaların elleri kızlarının saçlarını okşamak yerine ağrıdan sabaha kadar baş ağrısı çekecek kadar asılırlar o tutamlara. Bunu kabullendim."

Diyecek bir şeyleri olmadığından mıydı ya da ne diyeceklerini mi seçemiyorlardı bilmiyordum. Yine de bir şey söylemediler, gözlerinde gördüğüm şey bana kötü hissettirmiyordu. Sadece konuşunca bunu kabullenmiş olmanın verdiği ağırlığı nasıl kaldırabilmişim diye düşündürttü o kadar.

Düşüncelerimi bir sis misali dağıtan şey kapının kilidine giren anahtarın sesiydi. Belki de o kadar derin değildi kafamın içi, bir anahtar sesiyle yok oluyorsa düşüncelerim, belki de gerçekten derin değildi.

Leyla Abla elini dizimin üzerine koyarak gülümsedi. Ne demek istediğini anlamıştım. O an içerisinde içeriye ilk giren Fırat Abi olmuştu. Oturduğum yerden kalkarak sarıldım ve kaçtığım yere, eşinin yanına oturmasına izin verdim.

"Nasılsın Mihri? Bir sıkıntı yoktur inşallah."

"Yok abi, iyiyim. Sen nasılsın?"

Gülümseyerek, "Valla nasıl olalım, baba oluyoruz işte." Diyerek yanındaki kadına baktı. Aynı şekilde gülümseyerek sevdiği adamın gözlerine bakarken Leyla Ablanın dudaklarıyla değil de gözleriyle güldüğünü görebiliyordum.

Arkamı döndüğümda hemen karşımda gördüğüm kişi arkadaşımdı. Yıldırım'ın her zamanki ifadesinden daha farklı bir ifadeye büründüğünü görebiliyordum. Omzuna dokunarak bakışlarının arkamdan üzerime düşmesini sağladım. Bira kokuyordu, az da olsa ayık bir kafada olmadığı belliydi. Yüzünde yorgun bir ifadeye rağmen tebessüm ederek yanımdan geçti ve koltuğa oturmak yerine yere çöktü. Onları orada bırakarak mutfağa girdiğimde neredeyse içtiği suyu beni görmesiyle püskürtecek olan adamla karşı karşıyaydım.

Yuttuğu suyla bu defa da öksürmeye başlayan adama yaklaşarak siyah tişörtü üzerinden sırtını okşadım. Bir süre sonra öksürükleri boğazını temizlemeye bıraktı yerini. İfadesine bakmak için yüzümü eğdiğimde, "Az kalsın ben boğmadan boğuluyordun." Diye konuştum. "Korktum bir an."

Yüzünde söylediklerime inanamaz bie ifade belirse de haksız olduğunu biliyordu. Kahvelerinin beyazı hafif kızarmış bir şekilde yüzüme bakarken ifademi bozmadım.

"Bu kadar çok düşünme beni sen ya, vicdanım sızladı şu an."

"Niye sakladın benden?"

"Gece geldiğimde uyuyordun zaten, sabah da aklın hâlâ Yağız'daydı. Akşam eve gelince konuşacaktım."

Kaşlarım hafif kavislenerek yüzünü okumaya çalıştım.

"Valla konuşacaktım ya."

Ifademi toplayarak tezgahın üzerine bıraktığı malzemeleri çıkardım ve içeriye götürmek için bardakları ayarlamaya başladım. "Ne olacak şimdi?" Diye bir yandan da sorumu sorarken tezgaha yasladığı kalçasını ayırarak yüzünü döndü ve dik bir şekilde duran buz mavisi çay tepsisini alarak bardakları, ardından da iki tabağa koyduğum lahmacunlari yerleştirdi.

"Iceridekilerle konuşursak cevabı daha erken buluruz gibi." Tepsi neredeyse hazır olduğunda içecekleri de alarak Yusuf'un peşinden içerir geçmiştim. Sessiz olan ortam içeriye girdiğimiz bir kaç saniyeden sonra Yusuf'un Yıldırım'a "Su masayı yanaştır lan." Demesiyle bozulmuştu.

Yıldırım ters ters Yusuf'a baktıktan sonra bir şey söylemeyerek masayı koltuğa doğru yanaştırdı. Yusuf elindeki tepsiyi masanın üzerine bıraktıktan sonra parlaklarının arasında tuttuğu siyah poşeti de Yıldırım'ın kucağına verdi.

"O ne?" Merakıma yenik düşerek dudaklarımı aralarken içecekleri bardaklara döküyordum. İşimi bitirerek colanın kapağını kapatırken Yıldırım'ın poşetin içinden çıkardığı bira şişelerine baktım.

Çıkardıkça ardı arkası kesilmeyen şişeleri masanın kenarına bıraktı ve poşetin içindeki açacakla birini açarak sırtını koltuğa yaslayıp bacaklarını uzattı. Bira şişesini kafasına diktikten sonra ise gözleri beni buldu.

"Baya oldu içmeyeli."

Gözlerim anlık Gazel'e döndüğünde bakışlarının arkadaşımın üzerinden kendi içeceğine kaydığını ve bardağı kavrayarak büyük bir yudumu boğazından aşağıya yolladığını gördüm.

"Al canım sen şunu." Fırat abi içini salatayla doldurduğu lahmacunu açtığı ayranla eşine uzatırken Leyla Abla memnuniyetle gülümsedi ve yemeğine gömüldü. Yusuf yerde Yıldırım'ın uzattığı bacaklarının hemen yan tarfında otururken, bende solunda kalmıştım.

O da yemek yemek yerine bir bira almış ve açacakla açtıktan sonra içmeye başlamıştı.

"Niye kiğmse konuşmuyoğ?"

Leyla Ablanın ağzı dolu bir şekilde sorduğu soru ortama herkesin beklediği şey buymuş gibi düşmüştü.

"Emine Teyze bize neden bu kadar karşı?"

Sorduğum açık soruyla devamını getiren ben olduğumda Gazel'in az da olsa gerildiğini görebiliyordum. Mavileri bardağından üzerime düşerken sadece bana değil, yanımdaki Yusuf'a da bakıyor olduğunu gördüm.

"Aslında bunun cevabını ben de bilmiyorum, çok gereksiz bir konuydu. Sizi böylesine rahatsız ederek açıldığı için ayrı üzgünüm."

"Senin üzgünüm diyeceğin bir durum değil bu Gazel." Diyerek konuşan kişi Yusuf olmuştu. "Annenin sorununun seninle değil de daha çok bizimle olduğu çok açık. Sen sadece bir bahanesi oldun o kadar."

"Katılıyorum." Derken arkadaşım da dahil bütün gözlerin üzerimde olduğunu görebiliyordum. "Mahallelinin tutumu zaten belli. Konuyu geç ben seni biliyorum zaten, üzerine düşüneceğim bir şey değil. Annenle konuşmayı denedin mi?"

Gazel burukça gülümsedi.

"Denedim ama inanmıyor. İnanmayacağı hiçbir neden de yok ortada, kaç yaşına geldik çocuk muyuz sanki?!"

Gazel yavaştan sitem eder gibi hislerini dökülmeden açıkça ifade ederken Yıldırım'ın derin bir nefes vererek elindeki boş bira şişesini kenara koyarak diğerini açtığını gördüm. Yusuf'un da tam benim baktığım yöne dikkatini verdiğini gördüğümde karışmadı, sadece hareketlerini izledi.

"Ee, şimdi ne olacak?"

"Bence en geç yarın gibi herkesin en açık şekilde karşısına çıkıp konuşmak en iyisi."

Cevabım odada bulunan herkesin yüz ifadesinden anladığım kadarıyla onaylanmıştı. Tek kişi hariç. Onu okuyamıyordum. Kimisi yemeğine kimisi de içeceğini içmeye devam ederken, "Arkadaşım." Diyerek konuşmam Yıldırım'ın bakışlarının üzerimde toplanmasına neden oldu. "Yarın sende orada olacak mısın?"

Yıldırım'ın ifadesi değişmedi. Birasını yudumlamaya devam ederken, "Orası şu an kaldığım yer." Diyerek sakin bir tonda cevap verdi. Bakışlarımız aldığımız karşılıklı cevaplar olsa dahi birbirine tutunma devam etti ve bir kaç saniyenin sonunda gözlerini indiren Yıldırım oldu.

"Istediğin kadar kalabileceğini söyledim zaten, Yusuf'un eve uğradığı yok artık."

Fırat abinin imalı bir şekilde kardeşine gönderme yapması Yusuf'un dudaklarında kendini beğenmiş bir gülümseme oturmasına neden oldu.

"Ben evimi buldum abi."

Kurduğu cümleyle birlikte bakışlarım yüzünde kalkarken ağzıma tıktığım lahmacunla birlikte gülümsemesi büyüdü.

"Kusacağım şimdi."

Yıldırım hemen yanda söylenirken ona verdiğim tek tepki gözlerimi devirmek oldu.

Herkes birer birer lahmacunları götürürken burada olmasına rağmen burada olmayan tek kişi Yıldırım'dı. Üzerine gitmek istemediğimden geri dursam da bu gece onu yalnız yakalamak istiyordum.

"Yağız'la konuşabildin mi?"

Yusuf kollarından destek alarak arkaya doğru yaslanırken, "Evet." Diyerek cevapladım onu. "Geçmiş Nesibe Teyze'ye."

"Dava bu hafta sonuydu değil mi?"

Gazel'i başımla onaylarken, "Varsayalım ki," diyerek söze giren Leyla Abla olmuştu. "Davayı kazandın, nerede yaşamaya devam edeceğine karar verdin mi?"

Sorusuyla birlikte gözlerimin odağı ister istemez yanımdaki adam olmuştu. Onun da diğerleri gibi cevabı beklediğini biliyordum. Yine de dudaklarımdan çıkan cümle, "Kardeşimle karar vereceğiz buna." Olmuştu.

"O velede bıraktıysan siz bir daha Erzurum'a ayak basmazsınız gibi. Seyit'e fena düşük, gerçek bir abi gibi görüyor."

Yıldırım'in söylediği her bir cümleye katılıyordum. Bazen Seyit'in yanında beni bile görmeyen bir kardeşe sahip olduğumu unutuyordum.

"O zaman buradayız, zaten burada kalmak istiyorum. Her şeyden önce belirli bir düzen oturttuğumu düşünüyorum burada. Oradan oraya sürüklenmek istemiyorum, kardeşimi de sürüklemek istemiyorum."

"Çok haklısın, hiç yorulmaya gerek yok."

"Yarın kesin kursa da uğramam gerekiyor, daha bir kaç derse katıldım ama davanın neler getireceğini bilmiyorum. İşten de bir hafta izin almam lazım."

"Çocuklarla konuşursun vardiya işini," diyerek araya girdi Yusuf. "Bir hafta idare edilir, sonra temelli döneceksin zaten."

Yüzündeki ifadeye karşı tebessüm ederek baktığımda göz kırptı.

"Bende size taşınırım, kalmadım bu hamsinin yatağına."

Yusuf ayağıyla arkadaşımın bacaklarına hamle yaparken sırtını bana doğru vermişti.

"Yat lan yattığın yerde, dellendirme beni."

Yıldırım sinsi bir şekilde gülerken Yusuf omzunun üzerinden bana baktı. Ardından hareket ederek elindeki bira şişesiyle sırtını benim gibi arkadaki koltuğa verip kolunu omzuma atarak göğsüne yaslanmamı sağladı. Ondan aldığım ağır bira kokusuyla kendi kokusu tamamen yok olmuştu.

"Deniz kokmuyorsun."

Elindeki bira şişesini aramıza tuttu.

"Bundandır."

"Tadı nasıl ki bunun?"

Hiç düşünmeden bira şişesini dudaklarıma doğru yaslarken, "Dene istersen." Diyerek konuştu.

O saniyeler içinde Yıldırım'ın bir şişe daha bira açarak yanımızdan geçip balkona ilerlediğini gördüm.

Yusuf uzattığı bira şişesini tekrardan dudaklarına yaslayarak gözlerimin içine bakarken büyük yudumlar aldı ve adem elmasının gözümün önünde hareket edişini izlememe neden oldu. Zifiri yeşil şişeyi elinde tutmaya devam edip islak dudaklarıyla gözlerime bakmaya devam ederken, dikkatimi şu an onlara vermesem çok daha iyi olurdu. Her ne kadar Leyla Abla ve Fırat Abi kendi hallerinde yakılıyor ve Gazel de bir kaç dakika önce arkadaşımın yanına gitmiş ols da.

Kahverengi gözleri üzerinde verdiğim savaş pembe dilini dudakları arasından çıkarıp, etli dudaklarının üzerindeki ıslaklığı sıyırırken son buldu. Yusuf ne yaptığının oldukça farkında olacak ki, yaklaştı ve ondan gelen kokuyu daha net solumama neden oldu. Buna bir son vermek isteyerek bakışlarımı önüme çevirirken, kulağımın arkasına bırakılan sıcak nefes bakışlarımın tek bir noktada sabit kalmasına neden oldu.

"Dudaklarımdan dudaklarının arasına akıtabilirdim bu birayı."

"Rahat dur."

Yusuf'un gülme sesini duyduğumda uzaklaşmıştı. Yine de omzuma sardığı eliyle bedenimi kendine daha fazla yaklaştırarak saçlarımın arasına sıkı bir öpücük bıraktı. Başımı kaldırarak yüzüne baktığımda, "Icmek istiyorum." Diyerek elindeki şişeyi gösterdim.

"Emin misin?"

Başımı olumlu anlamda salladığımda şişeyi bana doğru uzattı. Bekletmeden şişeyi alarak dudaklarıma yasladığımda aldığım kötü kokuya rağmen derin bir nefes alıp sıvıyı ağzımın içine yolladım. Ağzımın içinde bıraktığı acı tadla birlikte yüzümü ekşitirken Yusuf'un yanımda attığı kahkaha sesini duyuyordum.

Ağzımın içinde bıraktığı tatla birlikte nasıl yutkunduğumu düşünürken elimdeki şişeyi yanımdaki adama uzattım.

"Siz bunu nasıl içiyorsunuz ya?"

"Mihri tadı nasıl?"

Durmadan yutkunmaya devam ederken ağzımdaki iğrenç tat gitmiyordu. "Bok gibi."

Yusuf yaklaşarak çenemi kavradı ve yanağıma sulu bir öpücük bıraktı. Fırat abinin de kardeşi gibi bıyık altından güldüğünü gördüğümde ayaklanarak ağzımdaki tadı gidermek için mutfağa girdim. Suyun hiçbir işe yaramayacağını düşündüğümde nutella kavazonunu açıp tatlı kaşığıyla birlikte bir kaç kaşığı dudaklarımın arasında emmiştim. İste bu az da olsa iyi gelmişti. Ardından daha fazla orada durmayarak odaya geri döndüğümde Yusuf'un yüzündeki alaylı ifade gitmiyordu. Hemen yanına oturduğumda ondan gelen koku gittikçe yoğun bir hal almaya başlamıştı.

"Sen bugün hamamda bir keselen de öyle gel."

"O kadar kötü mü ya?"

Kendi üzerini koklarken elindeki birayı kenara bırakmıştı.

"Buraya gelmeden önce Yaren aradı."

Fırat abi konuşmaya başlarken bakışlarım karşımdaki adamdan ona doğru döndü.

"Şu dava işi bir çözülsün de bizde yemek yiyelim diyor."

"Güzel olur."

Leyla Ablanın eşini onaylamasıyla birlikte, "Aynen." diyerek destek verdim. "Hep birlikte oluruz hem."

"Bir öyle konuşuyorsun bir böyle!"

Duyduğumuz sesle birlikte bakışlarımız balkona doğru döndüğünde oradan çıkan beden, yüzünü bize göstermeden lavaboya doğru ilerlemişti. Yusuf tam ayaklanarak arkadaşımın yanına gideceği sırada koluna dokundum.

Hiçbir şey söylemeden dokunduğum kolundan destek alarak ayaklandım ve balkona girdim. Yıldırım elindeki sigarayı masanın üzerindeki tablada söndürdükten sonra dudaklarının içine doldurduğu dumanı dışarıya bıraktı. Duman yavaşça yoğunlaşıp tamamen yok olduğunda artık arkadaşımın önünde oturuyordum. Gözleri bana değmeden arkasındaki beyaz sandalyeye yaslanmış dışarıyı seyrediyordu.

"Zihnindeki kalabalığı görebiliyorum."

Söylediğim şey dudaklarının yanında küçük bir gülümseme oluşturdu.

"Hep gördün."

Ve bundan bir an bile rahatsız olmadı. O Yıldırım'dı. Dostumdu.

"Ne düşündüğünü tam olarak bilemem ama, onu senin söylemen lazım."

"Bu defa fazla kalabalık Mihri, ben bile seçemiyorum hangi ses nereden geliyor." Gözlerini kısarak karanlık geceye bakarken devam etti. "Kırmızı ışıkta geçen sesler var, yeşil de duran. Sarı da gazı kökleyen."

"Basitleştir Yıldırım." Açık kahverengi gözleri yavaşça bana doğru döndü. "Tek bir sesten başla, hepsini bir anda dinleyip anlayamaz ve hak verip işin içinden çıkamazsın."

"Ona karşı hissettiğim şeyi bilmiyorum." Dudaklarından bir çırpıda çıkan kelimeler sanki zihninin en kalabalık yerinden kurtarılmış ve önüme sunulmuştu. "Böyle bir ihtimalin olmayacağını bile bile annesinin kurduğu cümleye bütün hücrelerim alarma geçmiş gibi sinirlenmiştim. Hiç böyle olmamıştı, biliyorsun." Gözleri onu anlamam için çırpınıyordu. Onu anlıyordum.

"Bunu bildiğin halde tereddütün neye?" Sorduğum soruyla birlikte bakışlarındaki ifade değişti. "Biliyorsun, diğerleri gibi olmadığını biliyorsun. Bir şeylerin farklı olduğunu biliyorsun, belki gördüğünü bile kabullendin. O zaman sıradaki ne?"

Bakışları kül tablasınıa çevrildiğinde masanın üzerindeki boş bira şişesini parmaklarının altında döndürmeye başladı. Cevap vermeyeceğini anladığımda kollarımı masaya doğru yaslayarak dikkatle ona baktım.

"Biliyor musun Yıldırım? Bende çok korkmuştum."

Bakışları bir ok gibi yüzüme saplanırken gülümsedim.

"Ve biliyorum, senin de içindeki korku kendin için değil. Seni tanıyorum. Sen bu hayatta başkaları için korktuğun şeylere kendin için bir kere bile titremedin."

Kaşları hafifçe çatıldı. Alnına doğru kavisli bir çizgi oluştu. Bir şey söylemeden karşımda oturmaya devam ederken onun için aralanmaya her zaman hazır olan dudaklarım duyduğumuz başka bir sesle geri kapandı.

"Mihri?"

"Efendim Abla."

Leyla Ablanın yeşil gözlerini seçebiliyordum. Balkon kapısının ardından, "Gazel," diyerek konuşmaya başladı. "Biraz halsiz hissediyor da gitsek iyi olacak gibi."

"Tamam abla."

Leyla Abla araladığı perdeyi tekrardan eski haline getirdi ve içeriye geçti. Tam arkadaşıma dönüp konuşacağım sırada, "Sonra devam edelim." Diyerek kelimelerimi duraksattı. Ardından beklemeden oturduğu sandalyeden kalkarken içeriye girmeye bir kaç adım kala, "Yıldırım," diyerek seslendim. Bu onu durdurmaya yetmişti. Omzunun üzerinden bakışlarını yüzüme çevirdi. "O da korkuyor, hissettiğin o duygularda yalnız değilsin arkadaşım. Hiçbirinde hem de."

Yıldırım'ın yüzündeki ifadeyi seçememiştim. Daha doğrusu buna izin vermeden bakışlarını çevirmiş ve içeriye geçmişti. Tül perde kapının girişine doğru rüzgarla birlikte salınırken peşinden bende ayaklanmıştım.

İceriye geçerek Yusuf'la birlikte diğerlerini geçirirken Gazel'i görememiştim bile. Çoktan aşağıya inmişti. Diğerleriyle sarılarak onları yolladıktan sonra dağınık oturma odasına geri dönmüştüm. O dağınık görüntüyle birlikte mutfaktan aldığım çöp poşetiyle etrafı toplarken bana yanaşmaya çalışan Yusuf'u ise banyoya postalamıştım.

O banyodayken neredeyse etrafı toparlama işini bitirmiştim. Tezgahın üzerinde kalan bir kaç tabağı da sudan geçirdikten sonra kenardaki bezin üzerine bırakırken mutfaktan da çıkmıştım.

Tıka basa doyduğumu anladığımda kendimi önceden topladığım kuru kıyafet sepetiyle odaya attım. Komidinin üzerinden uzanan şarj taktığım telefonumla yatağın kenarına oturdum ve önümdeki tekneden aldığım kıyafetleri teker teker katlamaya başladım.

Ütülenecekleri ayırırken bir hayli biriktiklerini görüp dudaklarımın arasından sesli bir nefes verdim. Tam o sırada boynumda hissettiğim ıslaklıkla birlikte irkildim ve başımı yana doğru yatırırken burnuma dolan kokuyla rahatladım.

Yusuf ıslak saçlarını boynuma sürtmeye devam ederken, soğuk damlaların tenimin üzerinden kayarak göğüs arama ve göğüslerimin üzerine yol yaptığını hissediyordum.

"Kurutma makinesi diye bir alet var, biliyor muydun?"

Boynuma doğru gülümserken dudakları tenime değmişti.

"Sevmediğimi söylediğimi hatırlıyordum."

Alnına koyduğum elimle birlikte başını yasladığı yerden ayırmaya çalışırken, "Havluyla kurulasaydın bari." Diye söylendim.

Geri durmamaya ant içmiş gibi bu defa da çenesini omzuma yaslayarak kollarını beyaz tişörtümun üzerinden belime sardı. Bacaklarını aralayıp beni tamamen kendi arasına alırken eşyaları katlamaya devam ediyordum.

"Havlu göremedim dolapta." Sonrasında katladığım bir havluyu alarak gözlerimin önüne getirdi. "Sen kurulasana saçlarımı."

Elimdeki son kıyafeti de katlayarak diğerlerinin yanına koyduktan sonra oturduğum yerde hareketlendim. Yusuf belimdeki kollarını çözerek ona doğru dönmemi sağladığında geri doğru gitti ve yatakta oturmam için bana alan açtı. Açtığı alanla birlikte yatakta bağdaş kurmuş bir şekilde bana doğru bakarken, çıplak teninin üzerinden siyah şortunun bel kısmına doğru akan damlaları yok saymaya çalışarak ona doğru hareketlendim ve dizlerimin üzerinde durarak havluyu ellerime aldım.

Alnına düşen siyah beyaz saç tutamlarıyla birlikte kahverengi bakışlarını yüzüme kaldırdı. Gözlerimi daha fazla üzerinde tutmayarak dikkatimi yapacağım işe vermeye çalışırken, saçlarının ıslaklığını yavaşça havluya hapsediyordum.

"Birayı içtiğindeki o yüzünün aldığı şekli asla unutmayacağım."

Benimle eğleniyordu.

"O şeyi hiçkimsenin baskısı altında kalmadan kendi hür iradenizle-"

"Evet Mihri!"

Saçları üzerinde gezdirdğim havluyla birlikte hareketlerim duraksadı ve Yusuf'a baktım.

"Ciddiyim, bok gibi kokuyor zaten."

Dişleri gözükecek şekilde gülümserken kollarını kalçamın üzerinden bedenime sardı.

"Ne gibi kokuyor, bir daha söylesene."

"Bak gerçekten, başka bir kelimeyle bunu anlatmak isterdim ama bok gibi kokuyor işte."

"Ben de bok gibi kokuyordum o zaman?"

Elimdeki havluyu kenara bırakırken alnına düşen saç tutamlarını parmaklarımın ucuyla geriye doğru yatırdım.

"Sen boka girip çıkmış gibi kokuyordun." Kaşları havalanırken, "Hatta dur," diyerek devam ettim. "Bokla banyo yapmış gibiydin desek daha doğru olur."

Yüzüne bakarak sırıtırken Yusuf anlamadığım bir hızda dizleri üzerine kalktı ve kalçamdan kavrayarak bedenimi geriye doğru yatırdı. Başımın altında hissettiğim yastıkla birlikte Yusuf ellerini bedenimde gezdirirken büyük kahkahalar atmaya başlamıştım çünkü şu an yaptığı tek şey beni gıdıklamaktı.

"Bokla banyo yapmış gibi ha?"

Kahkahalarımın arasından kurduğu cümlelere odaklanamıyordum. Elleri koltuk altımda ve midemin yakınlarında hareket ederken sesimin desibelini de ayarlayamıyordum.

"Yusuf, dur!"

Durmak yerine hareketlerini daha da hızlandırırken ellerimi hareket ettirerek ellerini kavramaya çalıştım. Bacaklarımı yatağa vururken onu üzerimden devirmek oldukça zordu.

"Bayılacağım dur!"

Yusuf'un hareketleri bir kaç saniye sonra yavaşlarken neredeyse durmuştu. Dudaklarımdaki gülümseme silinmez bir halde üzerimdeki adama bakarken kollarını başımın iki yanına yaslayarak yaklaştı ve boynunun burnumun hizasına düşmesine neden oldu.

"Bak bakayım hâlâ bok gibi mi kokuyor?"

Başımın yanında hissettiğim nefesiyle birlikte boynuna yasladığım burnumla birlikte kokusunu içime çektim. Tenine yapışmış deniz kokusu yerini koruyordu, kaybolmamıştı.

"Eskisi gibi, deniz gibi, ilk zaman ki gibi."

Orada nefeslenirken Yusuf eğildiği yerden kalkarak kahverengi bakışlarını yüzüme taşıdı. Üzerime ağırlığını vermeden tek kolu üzerinde durmaya devam ederken, diğer kolu yüzüme doğru hareket ederek gözümün önündeki saçı kulağımın arkasına sıkıştırdı.

Benimkini kulağımın arkasına sıkıştırsa da onun alnına düşen nemli saçları yerini koruyordu. Göğüs kasları duruşundan dolayı kasılmış gibiydi. Yusuf kahverengi gözleriyle yüzümü o kadar dikkatli inceliyordu ki, bir kaç saniye sonra gözleri kapalı bir şekilde resmimi çizebilirmiş gibiydi.

"Fazla dikkatli bakı-"

"Amına koyayım çok güzelsin."

Kurduğu cümleyle birlikte sesim yarıda kesilirken beni duymuyor gibiydi.

"Nasıl bana ait, nasıl benim olabilirsin ki?"

Sorduğu soruya verilen hiçbir cevaba inanmayacak olsa da bunu sormuştu.

"Ama sana aitim, seninim."

Yusuf duyduğu cümleyle birlikte yüzünde beliren ifadeyi silmedi. Buna hiçbir zaman ne olursa olsun inanmayacak gibiydi. Karşısına kim çıkarsa çıksın, o kişiyi buna inandırabilirdi ama kendisini inandırmak çok zordu sanki.

Bir süre sonra yüzümdeki eli kayarak yanağıma ulaştı. Baş parmağı elmacık kemiğimin üzerini okşarken, kalbimkn ritmini anlık olarak değiştiren şey yüzünü yavaşça yüzüme yaklaştırıyor olmasıydı. Gittikçe yaklaştı. Göğsüm nefes almalarım sonucu aramızda inip kalkarken dudaklarımızin arasında saniyelik mesafede durdu. Gözleri dudaklarımda gezindi. O an bütün vücudum dudaklarımdan ibaretti sanki. Yusuf'un dudaklarının arasından sızan son sert nefesi dudaklarımın arasında hissettiğimde, bir sonrası dudaklarımın arasına yerleşen dudaklarıydı.

(Burdan sonrası +18 yavrumlar rahatsız olanlar bir sonraki uyarıya kadar kaydırabilir :)

Gözlerim yavaşça kısılırken dudakları hareketlendi ve yavaşça üst dudağımı kavrayarak öptü. Bunu o kadar yavaş yapmıştı ki, saniyeler seneye yatırılmıştı. Kollarımı içgüdüsel şekilde boynuna doladığımda ensesindeki ıslaklık parmak uçlarıma bulaştı.

Yusuf üst dudağımı bırakmadan dilini de devreye soktuğunda, artık o et parçasını hem yalıyor hem de yavaşça öpüyordu. Hareketleriyle birlikte alt dudağını kavramış olsam da, üst dudağımdaki aheste hareketleri vücudumda uyarılar veriyordu.

Bunlar devam ederken Yusuf'un bedeninin yavaşça bedenime temas etmesiyle, hissettiğim kadarıyla bir kolu artık beyaz tişörtüm üzerinden belime doğru hareket ediyordu. Diğeri ise boynuma yakın bir yerde tutuşunu sabitlemiş, dudaklarıyla bana eziyet etmeye devam ediyordu.

Dudakları arasında emdiği et parçasındaki hareketleri duraksadığında gözlerimi araladım. Yusuf kahverengi gözleriyle o et parçasını bakmaya devam ederken bir anda yaklaştı ve dişlerini ona geçirerek çekiştirdi. Başta hissettiğim acı sonradan kendini bambaşka bir hisse bırakırken, bunda tişörtümun altında hissettiğim ve belimi sıkıca kavrayan elinin de etkisi vardı.

Bakışları beni bulduğunda dudaklarından alıp verdiği nefesi yüzümde hissedebiliyordum. Ondan vücuduma yayılan o çekimi hissediyordum.

Birbirime sanki bu durumdayken bakmak eziyetlerin en büyüğüymüş gibi ona doğru başımı kaldırdığım sırada beni yarı yolda karşılayarak az öncekine kıyasla daha da hırçın başlayan bir öpüşme başlatmıştık. Bunu ikimizde istemiştik. Buna her hücremizin ihtiyacı varmış gibi büyük bir istekle başlamıştık.

Az önce o yavaş öpücüklerle birbirimize eziyet eden kişiler biz değilmişiz gibi birbirimize kapılmıştık. Yusuf'un dilini tam dilimin üzerinde hissettiğimde ondan gelen inleme boynundaki elimle birlikte dudaklarını dudaklarıma daha da yaslamama nedem oldu. Bu hareketim Yusuf'un hoşuna gitmiş gibi dudaklarımın üzerinde saniyelik bir gülme sesini duymuştum.

Öpüşmemizin gittikçe derinlik kazanmasıyla birlikte Yusuf'un belimin sınırlarında duran büyük eli yavaşça yukarıya tırmanmaya başladı. Parmakları sütyenimin köşelerine ulaştığında hiç düşünmeden oraları da geçti ve avucu sol göğsümü sütyenimin üzerinden rahatça kavradı. Bu hareketiyle birlikte ensesindeki kısa saçları avucumun içine yeniden toplayarak hareketlensem de elime hiçbir şey geçmemişti. Tek hissettiğim şey zevkti.

Alt tarafım kasılmaya başlarken Yusuf'un önünün de baskısını hissedebiliyordum. Yusuf'un eli sütyeni kenara sıyırarak göğsümü tamamen dışarıya çıkardığında bekletmeden ucunu iki parmağı arasına alarak sıktı. Bu hareketi dudaklarımı dudaklarından ayırarak oflayarak inlememe neden oldu.

Yusuf'un dudakları bu sefer de kafamı geriye yatırmamla boynuma gömüldü. Ulaştığı her yere dudaklarını değdirmeden geçmiyordu. Sanki buna ant içmiş gibiydi. Çenemden aşağıya doğru inerken tişörtümün yakasını tutup aşağıya doğru çekiştirdi ve göğüs çatalıma sıcak nefesini bıraktı.

Diğer eliyle göğsümü bir hamur gibi avucunun içinde yoğurmaya devam ederken, bakışlarımı aşağıya doğru indirebilmiş ve hareketlerini izliyordum. Göğüs çatalımın üzerine bıraktığı öpücük karnımın kasılmasına neden olduğunda bunu fark etmiş gibiydi.

Başımın yanındaki eli yerini korurken göğsümün üzerinde hissettiğim boşlukla eli hareketlendi. Başını kaldırmış bir şekilde gözlerime bakarken benim yaptığım tek şey elinin hareketini izlemekti. Pijamamın bel kısmını da geçerek ilerlemeye devam ederken gözlerimi kaldırıp elin sahibine baktım.

Yusuf'un az önce göğsümü kavrayan eli kadınlığımı kaplayıp avucuyla sıkıca kavradığında başımı yastığa geri yatırarak dudaklarımın arasından bir inlemenin daha çıkmasına neden oldu.

"Buranın tadını öyle ozledim ki."

Yusuf'un eli ince pijamamın üzerinden hareket ederek kadınlığımı okşarken, "Yusuf." Diyerek inledim.

"Bebeğim."

Okşamasının yavaşlılığı aklımı daha da yitirmeme neden olurken bacaklarımı kırarak birleştirdim ve kolunun orada sabit kalmasını sağladım. Yusuf, eliyle orayı okşamaya devam ederken, vücudu tekrar bir örtü gibi üzerime serilmişti. Yüzü yüzümün hizasına geldiğinde, gözleri gözlerime tutunuyordu. Son hareketinden sonra kolunu oradan çekeceği sırada elimi hareket ettirerek onu durdurdum.

"Lütfen, devam et."

"Böyle gidersek boşalacaksın yavrum."

Yusuf istemeyerek de olsa elini oradan çektiğinde hissettiğim boşluk hissiyle birlikte kaşlarımı çattım.

"Yusuf." Bakışları yüzümde gezinirken, "İstiyorum." Diyerek konuştum. Bir kaç saniyelik de olsa gözleri gözlerimde asılı kaldı. Ne görüyordu bilmiyordum, sadece bunu gerçekten istediğimi biliyordum. Bir dürtü ya da anlık gelen bir şey değildi. Bunu yaşayacaksam onunla olsun istiyordum. Erken miydi? Kafamda böyle bir soru işaretine yer vermek şu an gereksiz bir şeydi.

Yusuf'un kahveleri yüzümde dikkatle gezindi. Vajinamın üzerindeki eli oradan ayrıldı ve beyaz tişörtümun üzerinden sürtünerek boynuma kadar çıktı.

"Neyi istiyorsun Mihri?"

Sanki anladığı şeyi teyit etmek için benden duymaya ihtiyaç duyuyordu.

"Ben seni istiyorum."

Yusuf'un yüzünde gördüğüm ifade bir anlık duraksamadan ibaretti. Boynumun üzerine bıraktığı dokunuşların varlığını çok fazla odaklanınca fark ediyordum. Yavaşça yutkunduğunu gördüm.

"Mihri sen bundan emin misin?"

Yanımda duran elim Yusuf'un boynumdaki elinin üzerine kapandı.

"Kafam yerinde, sabahına pişman olacağım bir şey değil bu. Olmayacak da. İstiyorum."

Kurduğum cümlenin sonunda bile Yusuf'un yüzündeki ifade değişmedi.

"Ben istiyorum diye istemek zorunda değilsin." Baş parmağı boynimdaki nabzın üzerinde yerini korudu. "Ben sana böyle yaklaşıyorum diye, biz bunu şu an yaşamak zorunda değiliz."

Dudaklarından çıkan cümlelerden sonra yattığım yerde kalkarak kalçamın üzerine oturdum. O süre içinde Yusuf üzerimden kalkmış bir şekilde karşımda duruyordu. Tam karşısına geçerek az önceki gibi dizlerimin üzerinde durdum.

Karşılıklı birbirimize bakarken, "Neden söylediklerimi hiç duymuyormuş gibi konuşuyorsun?" Diyerek kaçınmadan sordum. Sorumla birlikte kahveleri gözlerimde asılı kalmıştı.

Dizlerimiz birbirine değecek şekilde ona yaklaştığımda hareketsiz bir şekilde durmaya devam etti. Kolumu aramızda uzatarak avucumu sakallı yanağının üzerine yasladım. "Bana dokunduğunda bir avuç nefes için çırpınsam bile bana dokunmaya devam etmeni istiyorum. Nefes almak zorlaşsa bile yaşadığımı hissediyorum."

Gözlerinden bir parıltı geçti. Etli dudakları ayrıldı ve arasından küçük bir nefes verdi.

"Ben bu çekime yenik düşüyorum Yusuf," elmacık kemiğinin üzerindeki yara izini okşadım ve gülümseyerek gözlerinin içine baktım. "Ben seninle yaşayacağımız her şeye yenik düşüyorum."

Saniyeler içinde gerçekleşti. Dudaklarının hızlı bir şekilde benimkilerin üzerine kapanması ve sıkı bir öpücük bıraktıktan sonra dilini dudaklarımın arasından ağzımın içine yolladı. O an hareketlerine ayak uydurmaktan başka bir şey yapamıyordum. Belimden kavrayarak bedenimi hareketlendirdi ve beni kucağına oturttu. Hareketleri o kadar seriydi ki, benim anlayıp algılamama bile izin vermiyordu.

Dudaklarima asılarak yaptığı her darbede belim kıvrılıyordu. Ellerim çıplak omuzlarına tutunduğunda elimin altındaki tenini okşayıp, arada sıkıyordum. Buna ise dudaklarımın arasına bıraktığı iniltiyle karşılık veriyordu.

"Bu gece Mihri," derken sesi boğuktu. Dudakları dudaklarımın üzerinde hareket ediyordu. "Bu gece durmayacağım."

Kurduğu cümleyle birlikte kucağında kayarak kasıklarının üzerine oturduğumda artık bedenine yapışmış durumdaydım. Ondan bir tık yüksekte olmak yüzünü görme açısından avantaj sağlıyordu. Yüzüne baktığımda dudakları kızarmıştı. Gözlerindeki ifade yoğundu. Nefes alış verişleri hızlıydı.

"Bunu başlatan benim Kaptan," gülümseyerek konuşmam onun da dudaklarında bir tebessüm bıraktı. "Unutma, o dümene geçmene izin veren benim."

Sırtımdaki eli beyaz tişörtü sıyırarak tenime ulaştı. Alttan gözlerimin içine bakarak elini aheste bir şekilde hareket ettirip sütyenimin kilipsine geldiği anda durdu. Gözleri gözlerimle olan temasını kesmeden, "Ne yapacağız?" Diye bir soru yöneltti. Cevabını beklemediği açıktı. "Ben bu gece bizi batırmaya niyetliyim." Cümleyi kurmasıyla eş zamanlı olarak tek hareketle kilipsi açtı ve göğüslerimin üzerindeki varlığı hafifledi.

Kalbimin sesi şu an şehirlerce öteden duyulurdu. Duyuluyor olması lazımdı. O nasıl bu kadar sakin kalabiliyordu?

Eli tişörtümun içinden çıkarak omuzlarıma çıktı. İki taraftan tuttuğu sütyen askılıkları indirirken parmakları yavaşça hareket etmeye devam ediyordu. Bunun yanında bana alttan kısık gözlerle bakıyor olması, sol yanıma bir balyozla büyük darbeler indiriyordu ve öldürmüyordu.

"Çıkar."

Etli dudakları hareket ettiğinde dirseklerime kadar indirdiği askılıkları algılamam bir kaç saniyemi almıştı. Kollarımı hareket ettirerek tişörtü de yukarıya doğru çekiştirdiğimde, "Onu değil." Diyerek tişörtü eteklerinden tuttu.

Hareketlerime devam ederek askılıkları kollarımdan çıkardığımda elimdeki beyaz sütyeni aldı ve kenara bıraktı. İki eli de hareket ederek kaburgalarımın üzerinde durduğunda onu izledim. Bakışlarını sonunda gözlerimden ayırmıştı. Bu, bir savaştan cıkmış gibi hissettirse de sonrasında gelen darbe daha çok istila gibiydi.

Tişörtümün üzerinden ağzının içinde ezdiği göğüs ucumla ellerimi tekrar omuzlarına atarak destek almaya çalıştım. Başım arkaya doğru düşerek omzundaki bir elimi ensesine sardım ve ağzını mümkünmüş gibi göğsüme daha da yasladım.

Yusuf'un elleri sırtıma cıkmış bir şekilde bedenimi sabit tutmaya çalışırken, ağzının tişörtümde bıraktığı ıslaklığı hissedebiliyordum.

Ensesinin üzerinde gezinen elim yaptığı her hamlenin sonunda kısa saçlarını sıkıca kavramama neden oluyordu. Yusuf, ağzının bütün islaklığıyla geriye çekildiğinde ıslaklığın üzerinde bir esinti hissettim. O esintiyi kabullenmeme izin vermeden göğüs ucumun dürtülmesiyle dudaklarımı yaladım.

"Bu kadar güzel gözükeceğini tahmin etmemiştim, siktir!"

Kulaklarıma ulaşan sesi boğuk geliyordu. Anlaşılabilirdi ama yine de boğuktu.

"Bu kuru kalmış." Diyerek başımı doğrultmama ve ifadesine bakmama neden oldu. Sanki tek odağım dudaklarıymış gibi bakışlarım direkt olarak oraya kaymıştı. Dudaklarının arasından sızan ıslaklık çenesinde sakalları arasına yerleşmişti. Yusuf kafasını hafif geriye atarak yüzüme bakmaya devam ettiğinde tam diğer göğsüme hamle yapacağı sırada çenesini elimde sıkıca kavrayarak aklımdaki tek şeyi yaptım.

Dilim çenesi ve kenarlarındaki ıslaklığı yalayarak oralardaki işini bitirdi ve sonrasında yerini dudaklarım aldı. Çenesinden kavradığım adamın dudaklarına bekletmeden sıkı ve ıslak bir öpücük bırakıp geri çekildiğimde çenesinin üzerindeki tutuşumu hafifletmedim.

Başını arkaya doğru yaslayıp dudaklarımı boynu üzerinde gezdirdim. Tam nabzının üzerine bıraktığım sıkı öpücükle birlikte, üzeri kuru olan göğsümü avucunun içine alarak kavradığını hissettim. Bununla birlikte dudaklarımın arasına kıstırdığım eti emerken ve dil darbeleri vururken, vajinamın hemen altındaki kabarıklık aldığı zevki kanıtlar derecede kendini hissettiriyordu.

Yusuf'un parmağı göğüs ucumu ezerken, boynuna doğru ağzımdan kaçan inlememi durduramadım. İnlememin hemen ardından bedenimin havalanıp yatağa doğru yatırılmıştım. Yusuf üzerimde bacakları iki yana açılmış şekilde vücudunu sergileyerek dik bir konumda dururken parmakları pijamamın sınırlarında geeziniyordu. Lastik kısmı parmaklarının arasına geçirerek aşağıya doğru çekiştirdiğinde diğer elini de kullanarak ona ayak uydurmam için hareketlerimi izledi.

Gözlerime beklentiyle bakarken pijamamı tamamen çıkarabilmesi için kalçamı kaldırdığımda gözlerime bakarak eğilmeye başladı. Parmakları iki kenardan pijamayı dizlerime kadar indirirken Yusuf'un sıcak nefesini iç çamaşırımın bir tık üzerinde hissederek göbeğim içeriye gömüldü. Yusuf bunu fark etmişti ve üzerime gelmekten bir an olsun geri durmuyordu.

Dizlerimden aşağıya sarkan pijamayı ayaklarımla iteleyerek kenara bıraktım. Beyaz tişörtümün açıkta bıraktığı göbeğimin üzerinde gezinen dudakları Yusuf'un çıplak bacaklarımı kavrayan ellerinden daha sıcak değildi.

Tenime dokununca yanan ve beni yakan elleri vardı.

Dudakları sürtünerek göbeğimin aşağısına doğru ilerlerken, başımı kaldırmış bir şekilde hareketlerini seyretmeye çalışıyordum. Zihnim bulanıyordu. Dudaklarım her bir hareketiyle kuruyarak yutkunmama neden olduğunda bile bedenimin yanmasının önüne geçemiyordum.

Ayak topuklarımın yatağa yaslanmasıyla birlikte aralık duran bacaklarımın arasındaki çıplak sırtı öyle muazzam görünüyordu ki, bu görüntünün hicbir şekilde zihnimden silinmemesi için gözlerimi bir an olsun ondan ayırmadım.

Saniyeler sonra kadınlığımın üzerine sıkıca bastırdığı dudaklarıyla tepemin zonkladığını hissettim. Ic çamaşır olmasına rağmen bu kadar net hissettiğim dudakları acaba o çamaşır olmasa ne kadar daha büyük bir zevk yaşatabilirdi bana?

Yusuf kadınlığımın üzerine sıkıca bastırdığı öpücükten sonra minik dokunuşlar bırakarak bana eziyet etmeye devam ediyordu. Hızla alıp verdiğim nefes kadınlığımın dudaklarını dişleri arasına sıkıştırmasıyla büyük bir inlemeye dönüştü.

Çekiştirerek dişleri arasındaki kısmı serbest bıraktığını hissettiğimde tam o kısımda büyük bir yangının harlanmasına neden olmuştu. Hissettiğim sızı yavaşça zevk acısına dönüştü.

"Kaptan."

Dudaklarımdan çıkan tek kelimeyle Yusuf'un bacağımdaki elinin tutuşu sıklaştı.

"Sen böyle mırıldandığında çok daha fazlasını yapmak istiyorum Mihri."

Bacaklarımın arasında bedenini kaldırarak tutuşuyla birlikte ayaklarımı yatağa tamamen yasladı. Dizlerim kırılırken gözlerini gözlerimden ayırmadığı gibi ona karşılık vermeye dev etmiştim. Yusuf'un nefes alırken şişip inen göğsü bütün algılarımın tek bir noktaya toplanmasına neden oluyordu.

Yusuf gözlerini üzerimden ayırıp başını yavaşça eğdiğinde diz kapağımın üzerine dudaklarını bastırdı. Ardından tekrardan yüzüme baktığında, "Dudaklarımın teninde yanmadığı tek bir yer kalmasın istiyorum." Diyerek konuştu. Bunları söylerken yaklaşarak üzerimdeki tişörtü yukarıya doğru sıyırmaya başladı. Çekiştirerek boğazıma kadar getirdiği tişörtü başımı kaldıramamla geçirdi ve sıyırarak odanın bir köşesine bıraktı.

Ellerim kollarını sardığı sırada bakışları yüzümden çıplak vücuduma doğru indi. O an bir utanma hissetmedim desem yalan olurdu. Hatta utanç çok açık bir şekilde kendini göstererek bana zihnimden savaş açıyordu. Buna rağmen onun karşısında cesur durmak istiyordum. Bizi götürdüğüm bu noktad artık yaşanacak ne varsa bunu yaşayalım istiyordum.

Bu istek yattığım yerden kalkarak karşımdaki adama doğru hareketlenmeme neden oldu. İleriye atılarak dudaklarının üzerine kapattığım dudaklarımla bu defa hızlı bir öpüşme başlatan taraf ben olmuştum. Yusuf başta buna hazırlıksız yakalansa da kolay toparlamıştı.

Ensemi avucu içinde sıkıca kavrarken kontrolü çoktan eline almıştı. Omuzlarına tutunan ellerim yavaşça göğsü üzerinde kayarken elimin altında hissettiğim göğüs ucunu düşünmeden sıktım. Yusuf öpüşmemizin arasında dudaklarından bir nefes verdi ve kısık bakışları ifademde gezindi.

"Ne bakıyorsun? Sadece sen sıkıp yalayabilirsin diye bir kural mı var?"

Elim göğsü üzerine yaslı bir şekilde onu okşamaya devam ederken dudaklarına bir gülümseme oturdu.

"Sen, beni mi yalayacaksın?"

"Bunu mu istiyorsun?" Gözlerindeki ifade geri durmamı bekliyormuş ve cevabımla birlikte buzguna uğramış bir ifadeydi. Parmaklarım tekrar göğüs ucuna yaklaştığında sadece üzerinde gezdirmem bile ağırca adem elmasının aşağı yukarı hareket etmesine neden oldu.

Yüzündeki ifadeye gülümseyerek tekrar dudaklarımı dudaklarına kapadığımda göğsünün üzerindeki elimi oradan ayırmadım ve hareket ettirmeye devam ettim. Yusuf ise o saniyeler içinde öpüşmemizi öyle hızlandırmıştı ki, dudaklarının arasından çıkan homurtular boğuk bir inleme olarak dışarıya çıkıyordu. Diliyle birlikte ağzımın içinde başlattığı savaş galibi olmayacak bir oyunu oynamamıza neden oluyordu.

Göğüs ucunu serbest bırakarak elim göğsünün üzerinden baklavalarını da okşayarak ilerledi. Varla yok arasındaki dokunuşlarım kasıklarına doğru ilerledi. Tam şortunu kenara sıyıracağım sırada bileğimi tuttu ve bedenimi geriye doğru düşürerek tekrardan yatakla buluşmamı sağladı.

Bir kaç saniyelik bir bakışmadan sonra hareketlendi ve başımın yan tarafında bulunan yastığı alarak yatak başlığıyla başımın arasına koydu. Diğer eline aldığı yastığı ise boynumdan kavradığı ve havalandırdığı başımın altına koyarak başımı üzerine yasladı.

"Böyle daha iyi."

Gülümseyerek Yüzündeki ifadeye bakarken, "Bitiyorum şu hallerine." Diye konuştum. Kahveleri gülüşüme takılı kaldıktan bir kaç saniye sonra gözlerime baktı.

"Biten sen mi, ben mi?"

Verdiği cevapla birlikte üzerime doğru yaslandı. Ağırlığını vermeden tenlerimiz birbirine tutundu. Göğüslerim aramızda ezilirken utanç neredeyse yarıya inmişti ve zihnimin bir kenarına sığınmış beni izliyordu. Yusuf'un kasıklarımın üzerine kapanan kasıkları dudaklarımın arasından küçük bir nefes vermeme neden oldu.

Yaklaşarak dudağımın üzerine küçük bir öpücük bıraktıktan sonra boynuma doğru yöneldi. Boynuma bıraktığı sıcak nefesi tenime kazınırken, ellerinin dokunuşlarını belimin sınırlarında hissettim. Ellerim boynuna tutunurken dudakları kulağıma yaklaştı. Kulak mememi yumuşak dudakları arasına alarak emdiğinde alt dudağımı dişlerimin arasına kıstırdım.

"Yavaş seviyorsun değil mi benim güzel çiçeğim?"

Sorduğu sorunun yanında kullandığı ses tonu o kadar tuhaf hissettirmişti ki bir cevap verememiştim. Üzerimde hareket ederken bakma ihtiyacı duymayarak kendimi yaşadığım zevke bıraktım.

Yusuf, ıslak kulak mememin üzerine de küçük bir öpücük bıraktıktan sonra kalçasını hareket ettirdi ve kendini yavaşça bana sürttü. Çok net bir şekilde hissettiğim erkekliğiyle gözlerimi araladım. Az önce şortunu çıkartmış ve boxerla kalmış olduğunu anladığımda tekrardan hareket etti ve bu defa kadınlığımın erkekliği altında ezilmesine neden oldu.

"Benim için mi yanıyorsun?"

"Çok konuşuyorsun."

Kurduğum cümleyle birlikte güldüğünü işittim.

"Bundan hoşlandığını sanıyordum."

"Kullandığın o ses tonu, farklı hissettiriyor."

Başı yavaşça boynumun arasından çıkarken, kendini bir kez daha bana yasladı ve geri gitmeden öylece alt tarafının ağırlığını vererek üzerimde kaldı. Onu tamamen tepemin üzerinde hissetmek çok kısa bir an için dudaklarımdan bir inilti çıkmasına neden olacaktı ki, bunu yüzüme bakarken yapmak, daha tuhaf hissettirdiğinden sesimi bastırdım.

"Nasıl farklı?"

Aynı şekilde sorduğu soruyla birlikte gözlerime bakarken eli iç çamaşırımın sınırlarını zorluyordu. Oyalanıyordu ve hamleyi geciktiriyordu. Bu sinir bozucu gelse de bir yandan buna devam etmesini istemek de aptallık gibi geliyordu.

"Daha mı azıyorsun yoksa?"

Sorduğu soruyla birlikte bir cevap vermedem gözlerine bakarken, bunu bir onay olarak kabul etti ve gülümsedi. Yanaklarında ki gamzeler belli olacak şekilde karşımda gülümserken, o rahat ifadesine karşı eli hareketlenerek iç çamaşırımdan içeriye girdi. Yüzündeki gülümseme yavaşça silinirken hareketlerinin devamını getiriyor, bir yandan da o hareketlerin bende bırakacağı tepkileri yakalamak için gözlerini üzerimden ayırmıyordu.

Parmakları tepeme ulaştığında aralanan dudaklarımı birbirine bastırdığımda kahverengi gözlerinin odağı gözlerimden aşağıya kaydı.

"Sen inlemeni o güzel dudaklarından bırakana kadar sana eziyet mi etmeliyim?"

Sorusuyla birlikte bir cevap vermeden parmaklarıyla birlikte tepemi okşamaya başladı. Omuzlarının üzerindeki ellerim tutunduğu yeri sıkıca kavradı.

Yusuf gözlerime bakarak hareketlerini hızlandırırken bedenim tepki vermeye devam etti ve bacağım kalçasına doğru kapanarak aletini daha fazla hissetmeme neden oldu. Eli ve tepem arasında kalan erkekliği baskısını hissettiriyordu ve ben parmaklarını değil, onu istiyordum.

Parmaklarının hareketi kesildiğinde birbirine yasladığım dudaklarımı ayırmam belki de o an verdiğim en saçma karardı. Kadınlığımı avucu arasına alarak sıkıştırdığında başımı yastıkta geriye doğru yasladım.

"Mmm, çok güzel."

Açık kalan boynuma sıkı bir öpücük bıraktıktan sonra geri çekildi. Avucu yavaşça bana dokunmaya devam ederken, "Anlaşalım Mimoza Çiçeği," diyerek konuştu. Algılarımı zar zor yerine oturtmaya çalışırken devam etti. "Inlemelerini tutmayacaksın?"

Bir soru niteliğinde kullandığı sesi bakışlarımın ona doğru dönmesine neden oldu. Onu bu gece bilmem kaçıncı kez cevapsız bıraktığımda elini kadınlığımın üzerinden çekti. Parmakları bir kıskaç gibi iç çamaşırımın lastiğine tutundu ve aşağıya çekiştirdi.

"Islanmışsın, benim güzel çiçeğim."

Islaklığımı hissedebilmiştim.

Ic çamaşırını bacaklarımdan sıyırarak kenara bıraktı ve bakışları kadınlığımın üzerinde gezindi. Ardından vücudumu süzerek gözlerime çıktığında hissettiğim istekle ayak parmaklarımı çarşafa bastırdım.

"Sadece bu görüntünle bile defalarca gelebilirim."

"Yusuf," diyerek konuştuğumda dikkatle bana baktı. "Hâlâ zamanı gelmedi mi?"

Parmakları boxerının lastiklerini tutarak aşağıya çekiştirdi. Gözlerimin önünde neredeyse göbek deliğine kadar büyümüş organıyla karşımda çırılçıplak kalmıştı. Dudaklarım aralanmış bir şekilde damarları belirgin olan penisine bakarken bunun içime nasıl sığacağı konusunda bir tereddüt etmedim değildi. Yani o, kocamandı.

"Biraz daha o yüz ifadesinde kalırsan seni gerçekten yiyeceğim."

Bakışlarım sonunda yüzüne çıkabildiğinde karşımda gerçekten bir heykel gibi duruyordu. Uzanıp, alt çekmecenin içinden varlığından bir haber olduğum kondomu alıp taktı. İşini bitirip bacaklarımı okşayarak üzerime doğru bir çarşaf gibi serildiğinde, girişimdeki baskıyı hissedebiliyordum. Gergince yutkunarak kolumu boynuna doladım.

"Başta biraz canın yanacak ama geçecek." Parmakları yavaşça gözlerimin önüne düşen saçları geriye yatırdı. "Zamanla o acı, zevke dönüşecek."

Bende öyle olmasını umuyordum.

Girişimdeki baskı gittikçe kendini belli eder dereceye geldiğinde boynundaki tutuşum sıklaştı. Yusuf boynuna sardığım ellerimi kavrayarak sırtına doğru bıraktığında tekrar gözlerime döndü. "Hissettiğin acıyı bana bırak. Benim tenime kazı, bunu yaparken de hiç korkma. Anlaştık mı?"

Başımı usulca aşağı yukarı hareket ettirirken, bir iki saniye daha yüzüme baktı ve ardından dudaklarıma yaklaştı. Yavaşça üst dudağımın arasına yerleşen dudağını öperken her şeyi unutmuş gibiydim.

Girişimde hissetiğim baskı artık içerilerimi zorladı. Acı yavaş yavaş kendini belli ederken az da olsa bir kısmı girmişti. Hissettiğim acıyla gözlerimi kısarak dudaklarına daha da asıldım. Yusuf'un elinin belimden bacağıma doğru hareket ederek kavradığını ve beline doğru sardığını anladığımda ona ayak uydurdum ve kalçasının üzerine bacağımı bıraktım.

"Yavaş olursa canın daha çok yanacak."

Dudaklarımın üzerine doğru konuşurken haklı olduğunu az çok biliyordum. Kendimi bunun için hazırlarken buradan hiçbir şekilde dönmek istemediğimi de biliyordum. Sadece biraz acıydı ve bitecekti.

"Hazırım, hadi gir içime."

"Sadece anlık olacak."

"Yusuf," elim beline tutundu. "Doldur beni."

Kurduğum cümlenin sonunda eli kalçamın yanağını kavradı ve kendini içime itti. Hissettiğim acı bir kesik gibiydi. Dudaklarımdan çıkan çığlık kendimi tutmuş olmama rağmen yine de güçlüydü.

Acı hissedilir şekildeydi. Başımı arkaya yaslayarak kendimi sıkarken, "Bunun önüne geçemezdim." Diyerek sesini duyamama neden oldu.

Kendimi az da olsa toparlayarak yüzüne baktım. Bunun geçeceğini biliyordum. Bu kadardı, bu yaşayacağım bir şeydi. Gerekli olandı. Onu da endişelendirmeye gerek yoktu.

"Iyiyim, devam edelim."

"Emin misin?"

"Ne yapacaksın? Onu öylece çıkarıp çektiğim acı da yanıma mı kalacak. Yok ya?"

Gülümsediğini gördüğümde endişem az da olsa gitmişti.

"Yavaşça içinde hareket edeceğim, kendini kasmamaya çalış bebeğim. Acıyı hissedeceksin az da olsa ama geçecek, inan bana."

"İnanıyorum."

Yusuf yaklaşarak tekrar bir öpüşme başlattığında kalçaları ileri geri hareket etti ve aletini daha derinlerimde hissetmeme neden oldu. Dudaklarımın arasına bıraktığı sıcak nefesiyle karışık inlemeleri beni daha da delirtiyordu.

Acı kendini hatırlatmayacak kadar geride kalmıştı zihnimde. Bedenimde hissetmem gerekn bir şey de olsa onu yok saymayı seçmiştim. Icimdeki doluluk hissi o kadar harika hissettiriyordu ki, kendini içime her itişinde onunla buluşmak için yanıyordum.

"Biraz daha derine!"

Yusuf inlememle birlikte kendini daha derine ittirdi ve derin bir şekilde inlememe neden oldu.

"Orası! Ah Yusuf, orası!"

Kalçalarını kasarak bir kez daha kendini ittiğinde, her inlemem diğerinden biraz daha büyük oluyordu.

"Sıkıca sarmışsın, beni öldürecek misin?!"

Ne söylediğini duymuyordum. Bacaklarım kalçalarının üzerinde çaprazlama bir şekilde kenetlenmişti. Üzerimde hareket eden adamın sırtına sakladığım tırnaklarımı hiç hesaba bile katamıyordum. Zihnim o kadar bulanıktı ki, algılayamıyordum.

Elim bedenlerimizin arasından midemin bir tık altına yerleştiğinde, "Buramda," diyerek Yusuf'un gözlerine baktım. "hissediyorum. İçimdesin. Çok güzel."

"Güzel olan sensin amına koyayım! Kafayı yiyeceğim!"

Yusuf yatakta havalanan iki kalçamı da kavrayarak içimde gel git yapmaya devam ediyordu. Başım, arkaya koyduğu yastıktan dolayı korunuyor durumdaydı. Yine de bu umursadığım bir şey değildi.

Nasıl oluyordu da ilk kez yaşadığım bu şey bana bu kadar güzel hissettiriyordu?

Bu öyle bir doluluk hissiydi ki, tamamen ondan ibaretim sanki. Ondan. Yusuf'tan.

Eğilere yanağımın üzerine dudaklarını bastırdı. Serice alıp verdiği nefesleri yüzümde hissedebiliyordum.

"Benimsin, sadece benim!"

Tırnaklarımı sırtına bir kez daha sürterken, "Hep öyleydim, sadece senin." Diyerek konuştum.

Dudaklarıma yanaşarak ıslak bir şekilde öptü ve geri çekildi. Dudaklarında kalan ıslaklığı hareket ederek baş parmağımla sildiğimde beni izledi.

"Bu ses çok güzel geliyor kulağa."

"Hangi ses?"

İçimdeki vuruşları az da olsa yavaşlarken ona yaklaştım ve dilime de kullanarak az önce onun gibi ıslak bir ses çıkana kadar onu öptüm. Ardından ayrılıp yüzündeki ifadeye bakarken, "Bu ses." Diye yanıtladım. "Tepemi zonklatıyor."

Yusuf duyduğu cümleden sonra içime sert bir vuruş yaptığında yüzüne bakarak inledim ve bu, kaçtığım en saçma şeydi diye düşündüm.

"Ona yapmak istediğim çok şey var."

Yusuf, cümlesinden sonra içimde gelgitlerinin ritmini hızlandırırken, bir şeyleri artık tutamayacağımı anladım. Kollarımı boynuna dolayarak bedenini neredeyse bedenime yapıştırdığımda kalçalarının hareketi içimi delip geçmek ister gibi hareket etmeye devam etti.

"Yusuf!"

"Bebeğim."

Omzumun üzerine kapanan dudakları küçük bir öpücük bıraktı oraya. Ardından dudaklarını oraya yaslayarak gelgitlerini hızlandırırken, "Dayanamıyorum, geleceğim!" Diyerek konuşabilmiştim.

"Birlikte!"

Bunun bir zamanı var mıydı bilmiyordum. Aleti içimde öyle bir yer edinmişti ki, deli gibi zonklamama ve isteğin bir kök olup vücuduma yayılmasına neden oluyordu.

Kalçasının üzerine sardığım bacaklarım artık ağrıdan sarkacak duruma geldiklerinde kendimi bir kaç dakikalığına da olsa tutmaya çalıştım. Bedenim zevkle birlikte onun altında hareket etmeye devam ederken en son içime yaptığı vuruşla daha fazla dayanamamıştım.

Boşalmamla birlikte bir kaç saniye sonra içimde Yusuf'tan gelen sıcaklığı hissetmiştim. Az da olsa bir rahatlama hissettiğimde Yusuf'un bedeni tam üzerimde olmasa da hafif yana doğru çökmüştü.

(Devam edebilirsiniz yavrumlar:)

Parmaklarının dokunuşu çıplak kollarımın üzerinde gezinirken, burnu boynuma tüy kadar hafif dokunuşlar bıraktı.

Boynuma yakın bir yerde derin bir nefesi ciğerlerine gönderirken, gözlerim sırtına bıraktığım izlerde gezindiği saniyelerde sesi kulaklarıma doldu.

"Bir yapboz parçasıydın sanki." Burnunun ucu boynumu dürttü. "Aldım seni, kendimden bir parça yaptım. Ayarlarımı bozdum, kendimi senin saat dilimine kurdum." Bakışlarının yüzüme çevrildiğini hissettiğimde gözlerimi sırtından ayırarak yan yatmış yüzüne baktım. Yanaştı, dudakları alnıma sıkı bir öpücük bırakırken, büyük avucu yanağımın üzerinde durdu.

"Senin ayalarına kurulan bir saat gibiyim, unutma Mimoza Çiçeği. Sen geceysen ben gündüz olamam artık. Sen neysen, ben ona büründüm. Unutma."

Unuttu Mimoza Çiçeği. Kadın geceydi, adam eskicinin elinde bir saat.

....

Bur bölümün daha sonuna geldik. Verdiğim tarihten geç geldiğim için üzgünüm size en güzelini sunmak istedim.

Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur.

Hepinize güzel bir hafta diliyorum öptüm.

Bir sonraki bölüm tarihi 2 Ağustos.

Sizi çok sevmekteyim.

Continue Reading

You'll Also Like

2.5K 269 7
@sporcularinmagazini: Bir iddiaya göre ikili törenden önce gülüşüp konuştukları soyleniliyor. Taraflar sessizliğini koruyor... "Hasiktir..." dedim el...
23.3K 1.8K 10
"bu karı menim olacağh" "Sugarygranpa malesef ben sana bakmam" "Seni 5.ci Kumam yapacam" "NEYYY" "he ya" "Amacacim git işine Allah'ını seversen, Ben...
6.8K 584 20
Baş hekimin Ağızdan çıkan kelimeler hayatımı mahvetmeye yeticek derecedeydi "Nera durandan alınan kan örneği ile kıraç ilkaydan alınan kan örneği %9...
4.7M 281K 83
Her şey; aslında bütün aile fertlerinin yapmak isteyip de yapamadığı, ailenin küçük oğlu Murat ve eşi Nalan'ın isyanıyla aile apartmanını terkedip, o...