İBRAHİM

By begulaybar

164K 24.7K 7.4K

Nefsim; bu kadar takma herkes yapıyor " diyor. İnancım; Sen o İbrahim değilsin bu ateş seni yakar.... More

Aylardan Son güze doğru.
Durmadı Dursun, durduğu yerde.
İki Sepet Elmaya Adandı Bir Ömür
Onlar Allah'ın Kulu, Ben Şeytanın Ta Kendisi.
Alınacak Bir Gönül Var
Bu Ateş Seni Yakar
Alın Yazısı, Dualar da saklı
Yediği Bal ZannettiğiZehir.
Bahar kokusu sinmiş yanık bağrıma.
Kimi dertten çekmiş kimi gönülden
Herkes Dermanını Arıyor.
Kader Zararına takas Eder Gibi
Gözüm Yumsam Yine Sen. Açsam Yine Sen
Marazlı Koyunu Kimse Gütmüyor
Bahar Yaz Ayları Gelsin Tez Elden
Gece Seni Eker Gün Seni Biçer
Günü Görmeden Güneşe Kördü.
Kış Dediğin Bende Hiç Bitmedi
Ahlat Ağacı
Başı kıvılcım, Sonu Yangın
Mevsim Hep Zemheri
Cinganın Kızı.
İçim Sığmıyor Hiç Bir Yere
Ruhu Çıktı Canından
Ateş var duman yok
Yalnız Değilsin
Ben Yanmazdım Bu kadar
Geldi..
Yüreğindeki İs
Habil Mi Kabil Mi.
Etme Kardeşim!
Köy Yıkıldı
Dışı acı İçi Şıra
Dünya Gözü
Yine Sabah Doğuyor
Pencereden Sızan Gün Işığı
Mevsimsiz Ayazın Pusulası Bahar.
Kanlı Sinem Şenlikte
Hangi Dilde Bu İnsanoğlu
Kahırlı Vuslat
Mihran'ın Acı Suyu
Susuyor İnsan
Sabahçı Kahvesi.
Eskidendir Yenilenmemek
Kara'nın Yeri
Seneler Sonrası Beş Gün
Batan Diken, Benim Şifamdır
Bu Can Senin
Hakkı Kötektir
Derin Mesele
Ateş olur Yakarım
Şükür De Kara İbo
Bahar Dalı
Bastığın Toprağa Kurban Olayım
Kız Ben Seni Sevmişem

Sevda Dedikleri Çivili Yelek

2.9K 484 175
By begulaybar

Karanlık sokakta dalgın adımlarla, ayağındaki çizmeler boyunca kar yığınlarını aralayarak, yüzüne vuran keskin ayazın eşliğinde, yokuş aşağı iniyordu İbrahim. Elleri cebindeydi. Sanki büyük bir günaha batmış gibi başını öne eğmişti. Sırtı kamburlaşmıştı. Hava feci derecede soğuk olmasına rağmen içinde dev bir yangın vardı. İçindeki bütün organları cayır cayır yanıyor, sanki ağzını açıp püskürse içinden kocaman bir ateş topu çıkacak ve bütün köyün içini o ateşle yakacak kadar efkarlıydı.

Başını kaldırıp zifiri karanlığa baktığında saat gece yarısını çoktan geçmişti. Zaten bu saatte bir kendi bir de köyün içinde başı boş gezen köpekler vardı. Ay bile kendisine küsmüş yahut sinirlenmiş olmalı ki gri bulutların arasına saklanmış, önünü görmesine yardımcı olmuyordu. Herkes de kendisine küsmek için yer arıyordu canım. Mihran kızı küstürmüştü. Hem de bile isteye. Çakmak çakmak bakan ela gözleri öyle kırgın bakmıştı ki bu yaşına kadar iflah olmayan İbrahim, o bakıştan sonra hiç olmazdı. Varsın olmasındı. O güzelin gözlerindeki hayat ışığının sönmesine sebep olacaksa bildiği gibi yaşasındı İbrahim. Bir o kadar emindi kendinden.

Mihran'ın annesinin dediklerini duyduktan sonra saatlerce düşünmüştü. Olmayacak duaya âmin diyerek çıktığı bu yolda, önceliği kendi değildi. Sevmek de bu değil miydi zaten. İnsan dediğin hangi kişi seviyorum derken sevdiğinin gözünde elem ve keder görmek isterdi. Zira annesi ve babasına bu denli düşkün olduğu ortadayken, karşına geçip zaten ne diyebilirdi.

"Anan beni istemiyor. Onları hatta şu hakkımda konuşan köylüyü, soyunu sopunu hiçe say eşim ol" diyebilir miydi?

Velev ki dedi. Ona, tadını bilmediği, yaşamadığı, hiç içinde var olmadığı huzurlu bir yuvayı verebilir miydi? Veremezdi. Allah için ne kendine ne de yaşayacaklarına dair güveni yoktu.

Zaten o da karşısına geçip "Aman İbo! Anam da babam da kimmiş. Ben sana koşa koşa gelirim mi diyecekti. " Çok yeniydi. Çok tazeydi. İşte bu yüzden onun adına, yol yakınken döneyim dedi.

Ama beni kötü bellesin düşüncesiyle. Zerre kendini mecbur hissetmesin düşüncesiyle. Dilini ısırarak söyleyeceklerini söyledi ve arkasına bakmadan o avludan çıkarak yokuş aşağı indi.

Boynu bükük küflü evine doğru adımlarken ise bunun en iyisi olduğunu düşünürken geniş omuzlarına bir yükü daha omuzladı.

........

Asude adında, uzaktan akrabası vardı Mihran'ın. Aynı zamanda komşularıydı. Mutfak pencereleri birbirine bakardı. Mihran on yaşlarında başlamıştı, onun eteğinde dolanmaya. Onu örnek almaya ve ne yaparsa yapsın onun yaptıklarının aynısını yapmaya. Asu ablam aşağı Asu ablam yukarı der, ilk fırsatta yanında biter, yanından ayrılmazdı.

Asude dediği dünya güzeli bir fidandı. Köyün içinde adı dolandı mı maşallah denilmeden adının sonuna nokta konulmazdı. Lacivertimsi dalgalı saçları ince beline kadar iner, her gün bir önceki günden farklı, kendi elleriyle yaptığı çeşitli motiflerle iğne oyalı yemenilerini üstüne gelişigüzel örterdi. Gür kirpikleri, gece bakışları, beyaz teniyle baktıkça bakası gelirdi insanın.

Ondan öğrenmişti sevmek ne demekti. Sevdalı diye kimlere denirdi. Onu izlerken, onun yanında büyürken. Öyle böyle değildi dillere destan Asude'nin sevdası. Şahit olmuştu işte. Ortaokuldayken öğretmeni Fatih, ta Trabzon'dan gelmişti de Asude 'ye vurulmuştu. Asude de öğretmenine. Allah'ın işi ya tertemiz sevmişlerdi birbirlerini. Bir bakış, bir gülüş ve küçük sarılmalarla. Her birine şahit olmuştu Mihran. Zira en yakın gözetmenleri ve postacıları olduğundan.

Evin arka kısmında güdük ama etrafına saçaklı iğde çalısı vardı. Asude ve Fatih'in yuvasıydı ora. Her akşam ezanında orada buluşurlardı. Asude gelemese de Fatih o çalının içinde kendi elleriyle yaptığı o küçük yuvada beklerdi.

Velhasıl seven ve sevilen bu ikili ailelerin kurbanı ola yazmışlardı. Trabzon ta dünyanın ucu dediler. Nasıl veririm. Nasıl yollarım gurbete diyerek karşı geldi Asude'nin ailesi. Fatih'in ailesi de karşı çıkmıştı. Kültürümüz farklı, gelenek göreneklerimiz farklı. Baş ucunda onlarca akraba kızı dururken, bilmediğimiz memleketten şu yoklukta gelin getirmek ne demek.

Başlarda olmadı. Asude o yaz tatilinde yandı tutuştu, eridi. Bu anlarının birinci tanığıydı Mihran. İşte şimdi anımsıyordu Asude ablasının o hallerini ne demek istediğini.

" Ablacığım bu sevda dediğin şey hiç güzel değilmiş. Baksana seni eritti tüketti" demişti. Yaşı on dördünde ancak vardı. Asude o sıra ağlıyordu. Mihran böyle söyleyince tebessüm etmişti.

" Değil be kuzum. Sakın beni örnek alıp da yanılma. Dertlerin en güzeli bu hastalık. Dermanı içinde. Yarası derin, melhemi üstünde." demişti.

Mihran hiçbir şey anlamamıştı. Ama akıllı kızdı. Çözmeye çalışırken, aklına geleni sormuştu.

" Hiçbir şey anlamadım vallahi. Bazen merak ediyorum. Allah onlarca insan yaratmış. Yani işte bizim köyde mesela. Hadi yüzlerce diyelim. İnsanlar nasıl olurda o kadar kişi içinde birini seçip işte bu olsun diyebiliyor. Olmayınca da illaki o olacak diye diretiyor. Desene abla. Onlarca görücün var. Şu köyün içinde kaç tane Ahmet Mehmet seni ister de sen nasıl Fatih Hocama tutuldun. Nedir onu farklı kılan. Yahut onlardan farkını nasıl anlayabildin?" diye sormuştu.

Asude onun böylesi olgunlukla sorduğu soruyu kendince tartarken biraz düşünmüştü. Sonra da bu kardeşi gibi sevdiği kız anlasın ve anlaşılsın diye açıklamaya çalışmıştı.

" Kuzum bu öyle bir anlık ki. Ben Fatih'i ilk sizin evinizde görmüştüm. Sende hatırlıyorsundur. Hani baban senin öğretmenlerini iftara davet etmişti ya. Benim de haberim yoktu da yoğurt mayası almaya gelmiştim size. İşte Fatih o sıra dışarıdaki lavabonuzdan abdest alıyordu. Yanında kimse yoktu. Balkona çıkmadıydım daha. Basamaklarda kalakalmıştım. O ayağındaki çoraplarını çıkarmasını, ayakkabısının içine yerleştirmesini. Gömleğinin kollarını sıvazlamasını izlerken. Bilirsin beni. Onca erkeğe üç beş saniyeden sonra bakmam. Utanırım. Ama Allah'ım onun kalbiyle benim kalbimi denkleştirecek ya.

O görmüyordu beni. Abdestini bitirince ancak bende basamakları çıkıp yanına kadar yaklaşmıştım. Şimdi şu ayaklarıma sorsam neden gittiniz yanına diye. Sanki görünmez bir ip tarafından çekildik derler. Aldığım soluklardan mı yoksa pıt pıt yanına yaklaşırken terlik sesimden mi nedir sen sanmıştı beni. " Mihran bir havlu rica edebilir miyim kızım" demişti.

Benden çıt çıkmıyor. Hangi kelimelerim ettiği ricanın karşılığında cevap olabilir diye tutulup kalmışken ayaklarım titriyor, göğüs kafesim inip kalkıyordu. Bir anlık yahu. O bir anlık sanki kırk yıllık tanıdığım ama koskoca dağın başında bana bakıyor da erişemiyor gibiydim. Benden ses gelmeyince o ıslak yüzünü yavaş yavaş çevirmişti ya. Kaçsam kaçmamam için ayaklarım yere yapışmıştı. Konuşsam dilim yanlış dile gelirim korkusuyla adeta kilitlenmişti. Göz göze gelince sanki yıllardır tanıdığım gibiydi. Sanki ruhlarımız dünyaya yollanmadan önce sonsuz birliktelik yaşamış da dünyada yeniden kavuşmuş gibiydik.

İşte o bakıştan sonra iflah olmadım. Ona sorsan öğretmen diliyle ne meziyetlerle bunu dile getiriyor. Şimdi hepsini diyemem sana. Ama beni ilk gördüğünde ne hissettiğini şöyle dile getirmişti. "Sen şu gurbet ellerde sanki seni aramak için yollara düştüğüm, sonra da aradığımı bulduğumsun. Kilometrelerce yol geldim. Ne geldiğim yerde ne de okuduğum okullarda senin gibi birine denk gelmedim. Bir bakışınla, o küçük tebessümünle bunu o gün anladım. Yakuttan seni gördüğümde, meğer gördüklerimin çakıl taşından olduğunu." Böyle şeyler söylerdi.

Bak Mihran'ım. Günü gelince sen de yaşayacaksın. Bunu anlatması güç. Allah o kişiyi öyle bir gönlüne yerleştirecek ki. İster milyon kişi sana tarif etsin. Onda ki göz kimse de olmayacak sanki. Başlarda o harelere bakamayacaksın. İçine düşmekten korkacaksın. Utanacaksın. Bakarken titreyeceksin. Sonra yavaş yavaş içinde kaybolacaksın. Ben bu derin harelerin neresindeyim diye kendini arayacaksın. İnşallah da bulacaksın. Sadece gözlerde değil. Sanki kimsenin kaşına benzemeyecek kaşları. Sanki kimse onun gibi gülmeyecek. Kimsenin elini tutmak için can çekişmeyeceksin. Dokunmak isteyeceksin. Bunun ayıp ve günah olduğunu bildiğinden vücuduna ağrılar girecek karşısında kasılıp kalacaksın. Kokusunu ezber edeceksin. Hem de ilk anda. O öyle bir koku olacak ki aklına geliverecek. En uygunsuz zamanlarda..."

.....

Mihran bunları hatırladıkça yatağın içinde ağlıyor muydu? Hem de ne ağlamak. İçli içli ama sessiz. Ne olmuştu şimdi. Burnundaki hissettiği kokuyu ezbere mi etmişti. Hani o tütün karışık odunsu ve kolonyalı kokuyu. Ne yani bulmuş muydu Mihran. İbrahim miydi? O muydu sahiden.

Bu gerçeklikle gözlerini yorganın altında sımsıkı kapatmıştı da koca adam sanki elaların içinde sızıvermiş. Orada canlanmıştı. Mihran, Fatih Hocasının Asude Ablasına dediği gibi yıllarca aradığını bulmuş gibiyken birden kaybedivermişti.

Tam tutacakken. Tam da biz ruhlar aleminde birlikte miydik acaba diyecekken. Sonra da yüzünü ezber etmeye çalışırken ilk takıldığı gülümsemesine hitaben "onlarca sigara içmene rağmen, hangi hacı dayı getirdi şu bembeyaz dişlerine misvakı" diye soracakken.

Hatta gördüğüm üzere çok nadir gülümsüyorsun. Zira o hüzünlü gülümsemen öyle güzel ki. Bitecek diye mi korkuyorsun? Yoksa ben gülünce bu avanak kız ağzımın içinden girecek de kalbimin içine küt diye düşecek diye mi?

Korkma be! Düşeceğimden çekinseydim yanında oturuyor olmazdım. Ha bir de Allah aşkına bir deyiver. Hangi yemeği yedin de böyle dev gibi oldun? Söyle de Hamza'ya da aynısını yapayım. Ben gelişmiyorum diye her gün zerdali dalına asılıp sallandırır kendini. Sahi sen hangi yemeyi seversin İbrahim?

Bakışların peki! Dur onlara da bir çift sözüm olsun. Sanki zindan zinciri gibi. Elalarımı yakaladığın an zincirleyecekmişsin gibi bakıyorsun.

Ya kokuna ne demeli. Hani ilk baharda yenice yeşeren çayır çimene, filizlenen genç ağaçlara yağmurlar düşer de bir koku yayılır ya? İşte sen o yayılan kokuya bulanmış gibisin.

İbrahim de dilimde pek uzun be! Herkes adını desin ben İbo diyeyim olmaz mı? Hani aramız da özel olsun mabadında. Olur mu olmaz mı?

Olmaz dedin be adam. Oysa sen o avluya çağırırken beni olur sandıydım. Ondandı böyle hafife alıp ilk kez birinin davetine icabet etmem. Ne bileyim daha önce gördüğüm o gözlerinde, Asude Ablamın dediği gibi kilitlenip kalınca olur sandıydım.

............

Sabaha kadar içlendi durdu Mihran. Hangi hallere gireceğini şaşırınca yatağın içinde döndü durdu. Kâh ağladı kâh bunda da var bir hayır dedi. Ama keşke hayır olsaydı diye de dillendirdi durdu.

Annesi kış günü sabah erkenden uyandırınca da o şiş gözleriyle güne başladı.

Kaderinin çizgisi şu birkaç aydır şekilleniyor olmalı ki günleri bir önceki güne hiç benzemiyordu. Dün gece İbrahim ile yaşadıklarının etkisinden çıkamazken şimdi de annesi bu akşam gelecek olan görücülerden bahsediyordu. Allah için hep bahsedilirdi bu görücülerden de şimdiye kadar annesi hiç bunlar kadar üstünde durmamıştı.

Mihran gelen görücüleri evlerinde en iyi şekilde ağırlar, hizmetini eder sonra da konu açılınca babasının sorusu üzerine, evliliği şimdilik istemediğini dile getirirdi. Normalde usul gereği damat adayı gelmezdi. Şayet kızın gönlü olursa ikinci kez geldiklerinde gelirdi.

Fakat şimdi annesi ısrarla hem akrabası olan Kazım Amcanın hem de oğullarının geleceğini söylüyordu. Vardır bir bildiği diyerek diğer türlüsü aklına gelmeyince "Tamam anne gelsinler" diyerek işe koyuldu. O kadar emindi ki kendisi kabul etmeyince ailesinin de onay vermeyeceğinden. O yüzden üstünde fazla durmadı.

Aklında dün gece yaşadıklarıyla dolu, elinde evin bütün işleri vardı. Vakit ikindin olmuştu. Dalgındı. Durgundu. Şu gelecek olan misafirleri bir atlatsaydı sonra bu konuyu enine boyuna düşünecekti.

Derken, tam evin önü kalmıştı ki ikindiden başlamıştı evin içi dolmaya. İşin garibi eve gelenler anne tarafından iki teyzesi ve dayısıydı. Normalde geldiğinde kimse olmazdı. Kendileri ağırlar kendileri yolcu ederdi.

Teyzeleriyle kapı ağzında sarılırken dayısı elini uzatıp öptürdü. Sonra da " Elinde süpürge millet karşılanmaz" diye öğüt vermeye kalktı. Mihran oldum olası çekinirdi dayısından. Saygı ve korku harmanlanırdı onun yanında. Tek çift laf edemez karşısında ancak bir şey söylerse anında yapmaya kalkışırdı. Yaptı da. Dayısı içeri adım attığında elindeki çalı süpürgesini yerine koydu.

Dayısı babasının yanına girerken teyzeleri de "hadi gerisini biz halledelim sen hazırlan" diyerek, yorgun ve paspal halini dile getirerek, zorla banyoya yolladılar. Hazırlanması yarım saatlik işti. Onda sıkıntı yoktu da sıcak bir banyodan sonra şöyle bir saat kestirse kafası yerine gelecekti.

O banyoya girerken ailesi de hakkında konuştular. Dolmuşçular gibisi yoktu. Mihran o sülaleden iyisini mi bulacaktı. Dayısı teyzeleri bunu dile getirirken annesi sessizce kardeşlerinin fikirlerini dinledi. Babası kızım ne isterse o dedi. İşte o zaman söze girdi. Böyle giderse Mihran, hiçbirine he demeyecekti. Vakti gelmişti. Azıcık ana baba olarak ağırlıklarını koymaları gerekiyordu. Elbette yol göstereceklerdi. Şimdiye kadar ne dediysek yaptık. Bırakalım şimdi de söz hakkı biz de olsun. Sen de Cemil. Bir baba olarak kendi fikrini beyan et artık dedi.

........

Akşam ezanından sonra dolmuşun içine doluşup gelmişti Kazım ve ailesi. Kardan ötürü yokuş yukarı çıkmayınca araç, aşağı inmişler. Ellerinde lokum bisküvi ve şeker dolu paketlerle yokuşu çıkmışlardı.

Mihran küçük teyzesi ile odanın içindeydi. İçinde hiçbir kıpırtı yoktu. Teyzesi en son Recep'i ne zaman gördüğünü soruyordu. Hatırlamaya çalıştı. Geçenlerde açtığı kursun önünde kavga çıkmıştı da orada görmüştü sanki. Aslında son günlerde çok rast gelmişlerdi de hiç dikkat edip bakmamıştı.

Misafirler içeri davet edilip yerlerini aldıklarında teyzesi tekrar üstündekilere baktı. Eliyle düzenlemeye başladı. Zaten üzerindeki elbiseyi de zorla giydirmişti. Kadife ince kumaştan lacivert elbisesi üstüne tam oturmuştu. Teyzesinin dediğine göre ince beliyle kuğu gibi olmuştu. Genelde arkadan ördüğü uzun saçlarını bilhassa çözdürmüş, kıvırlaşan dalgaları sırtını kapatmasına izin vermişti. Üstüne de tatlı bir pembe olan ipek tülbenti oyaları üste gelecek şekilde bağlamıştı.

Bir içim su olmuştu Mihran. Sürmeli ela gözleri, dolgun pembe yanakları ve hafif kızarmış dolgun dudaklarıyla afet olmuştu. Teyzesi şöyle bir bakmıştı da değil dolmuşçular kaymakam aşındırsa kapınızı yeridir demişti.

Mihran ise bitse de uyusak derdiyle ayakta zor duruyordu. Teyzesi önde o arkada odaya hoş geldiniz demek için girerken, en naif haliyle sırasıyla ellerini öperek karşılamıştı.

Hepsinin ağzında maşallah kelimeleri sırasıyla dökülürken sıra Recep'e gelmişti. Mihran çekinmeden bakmıştı yüzüne. Bu kadar sarımıydı bu çocuk derken içinden, Recep ise aklına bambaşka şeylerle meşgul ediyordu. Böylesi bir güzeli kollarının arasında geçirmemek için kendini zor tutuyor içindeki o heyecanı gözleriyle ve yandan gülüşüyle dışarı taşırıyordu.

Teyzesi ondan daha heyecanlıydı. Mutfağa geçer geçmez " maşallah oğlan da boylu poslu" derken Mihran kıkırdadı.

Teyzem oğlan olsa olsa yem torbası kadar ancak. Sen boy pos görmemişsin diye içinden geçirdi. Sonra kaşlı gözlü dedi ona da kıkırdadı. Hangi kaş yahu. İki üç sarı tel dağınık bir şekilde ha varız ha yokuz diyordu. Sen kaş görmemişsin dememek için kendini yine zor tuttu.

En çok da gözleri dedi Mihran. Rengi olmayan sarıya çalan, o tuhaf gözlerde karanlık bie zindan aradı. O zindanın içine kendini çekecek bir zincir. Ama bulamadı.

Çaylar dağıtıldı. Mihran kapı ağzında minderin üstünde yerini aldı. Dolmuşçu Kazım aldığı gelinlerin, kapısına geldikten sonra sürdükleri sefadan başladı, Recep'in evini yapmak için geçenlerde aldığı arsaya kadar lafı sürdürdü.

Dayısı nerede bu arsa diye sordu. " Şu Çirkef Dursun'un evinin önünde. O illete bulaşılmaz da işte köyün en değerli arazisi. Dere dibi. Yol geçitti, mevkisi pek iyi. İşte Recep'in evini de oraya yapacağız. Üç katlı dikelim diyorum"

........

Evet efendim biz geldik. Geç geldik güç geldik ama geldik. Şimdi başlasam sebeplerime bitmez tükenmez. Kısacası inanın elimde olsa bütün her şeyi kenara bırakıp yazayım derim. Ama ellerim dolu. Öyle dolu ki ahtapot misali her şeye yetişmeye çalışıyorum.

Velhasıl olabildiğince buradayım. Ayrıca sizlerden de ricam lütfen İbo'yu boynu bükük bırakmayın. Bol yıldız ve yorum yapın ki yalnız kalmasın. Gereken desteği görsün.

Bilhassa nokta da olsa yorum rica ediyorum.

Diye ricada bulunduktan sonra bir sonraki bölümde kavuşmak umuduyla. Selametle kalın hoş çakalın.

instagram. Begül Aybar Ünal.

Continue Reading

You'll Also Like

92.9K 623 46
Aynı coğrafyada yaşanmış üç gerçek aşktan ikincisi.Üçlemenin ikinci kitabı.Yaşadığınızı hissettiren insanı kazanmak için neleri göze alabilirsiniz? G...
1M 56K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
254K 20.8K 52
"Sevmeler emek ister, sen benim emeğimsin." 🌿 Eski dönem köy kurgusudur.
27.6K 2.4K 43
"Benim için bulutların arkası gökyüzüne emanet ettiğim birisinin mutlu olduğu yerdir. Gökyüzü ise.. Gökyüzü ise hep umutlarımın kırıldığı yer oldu. Ç...