DELİ VE ASİ

By ahan5354

490K 24.2K 16.5K

Bazı aşklar ansızın çıkar Belki mutsuzken Belki ağlarken... Fakat mutlaka sizi kurtaracak gerçek aşkı tattıra... More

Açıklama.....yeniden tekrar...
Mustafa Hamza & Meryemce...
Deli doktor...
Asi Azrail ağa...
Adamım...
Acı...
Çawreşamın...
Deli rüzgar...
Ben seni gizli sevdim...
Onun kalbinde sen varken
Biri var haram bana...
Kavuşmak imkansız...
Sensin benim alınyazım...
Gül güzeli...
Asi deli...
Gönlümün ağası...
Canın olayım...
Ömrüme ömür olan adam....
Seni özledim deli kadın...
Yer yüzünde kanatsız melek...
Bir eşi olmalı insanın...
Oğlan bizim kız bizim...
Hanım ağa...
Mustafa'm albatros kuşu
Masum ağa, güçlü hanımağa
Küçük asilerim...
Ağalar ağası azrail ağa...
Kış güneşim...
Neredesin dilemin, delalamın...
Beni bırakma...
Sen bana aitsin karım...
Sana aşık, sana meftun...
Ne mükemmel şey seni sevmek...
Eşim değil kocam...
Azrail ağanın karısı...
Asi Siyah Jaguar'ım
Gönlümün ilk kıblesi...
Fırtına ağa...
Kocasının, Hamza ağanın ruhu....
Ruhum kadın...
Beni ihtiyar eyledin...
Mahşerin dört atlısı...
Özel bölüm... Dev ve mina...
Bayan ateş...
Özel bölüm... Lilyum prenses
Baba bırakma beni...
Azrail ağanın azrail karısı...
Düğün dernek...
Elimi bırakma...
Hoş geldiniz aslan parçalarım...
Gitti canımın cananı...
Sessiz gül güzelim...
Fırtına gibi esen Azrail ağa...
Özel bölüm... Kabul olan dua...
Kabul olmuş duam...
Gizli hazinem
Sizin ağanız benim kocam...
Bu can sana mecbur...
Senden daha güzel...
İyi ki kalbimde...
Sen benim kızımsın (fragman)
Sen benim kızımsın...
Kızım iyi ki...
Bir dünya insan.. (fragman)
Bir dünya insan, bir insan dünyam...
Özel bölüm ''baba ne olur'' & fragman...
Huzurlu ilk kahramanım...
Özel bölüm. ''Çünkü babam benim ilk aşkım"
Sen ateş ben azrail (fragman...)
Sen ateş ben azrail...
O hüzünlü bir kız çocuğu...
Kuyunun ışığı ( fragman)
Kuyunun ışığı....
Ağa düğünü (Fragmanı)
Güneş olmadan...
Ben onun beklediği Mustafa'sıyım...
Ağa düğünü...
Sen bizim kocaman çınar ağacımızsın ...
Sensiz hep eksikmişim...
Aslanın karısı da aslandır fragman
Aslanın karısı da aslandır...
Karım bir aslan...
...Nadide çiçeğim fragman...
Tırnağın taşa değse...
En değeli hazine fragman...
En değerli hazinem...
HAYAT BİR ADIMLA BAŞLAR...
Ben sizi seviyorum....
Bir tek sen ve ben....

Benim nadide çiçeğimsin...

4.9K 251 411
By ahan5354

 Hu hu hu Ben geldim... :):):):):)

Sizi bekletmeden  yeni bölümle baş başa bırakıyorum... sizi seviyorum... Şimdiden hayırlı bayramlar....

MERYEMCE...

Karaca'yı gebertmemek için hışımla ayağa kalktığımda kocamla göz göze geldik. Bana başıyla gitmem için izin verince zaman kaybetmeden merdivenlerden mutfak avlusuna indim. Mutfağa girdiğimde genç çalışanlar iş yaparken büyük olan kadın köşede arkası kapıya dönük kahvesini içiyordu. Bir adım içeriye atmıştım ki kahvesini keyifle içen kadın;

"Bana bakın kimse Nazgül hanımımın sözünü ikiletmesin.  Hanım ağanın ne kadar kibirli bir kadın olduğunu gördünüz. Bütün ağa karılarının yanında hanımımı nasıl küçük düşürdü.  Derya yosması oturmamış kimse yemek yedirmedi.  "

Çalışan kızlar başlarını sallamak için arkasını dönmüşlerdi ki beni fark ettiler. Kadın kahve fincanını ters çevirip; 'Neyiniz var kız sizin' dedikten sonra oda arkasını döndü. Beni görünce hemen ayağa kalkıp;

"Hannnhannhanım ağam şeyy mmm yani"

"Az önce ne güzel konuşuyordun. Kekelemiyordun. Hadi  devam et"

"Siz beni yanlış anladınız hanım ağam yani"

"Ben gözümle gördüğüm aynı zamanda kulağımla duyduğumu hiç bir zaman yanlış anlamam. Sabahtan beri sizi takip ediyorum. Şu dakikadan sonra  ufacık hatanızda şuan bu mutfakta olanları bu mutfağa gömerim. "

Kadınlar bana korku dolu gözlerle bakarken bir anda hepsinin yüzüne bir rahatlama gelince arkamı döndüm. Nazgül hanım ağır adımlarla önüme geldi.  Elini beline koyarak;

"Benim hizmetlilerim benim konağımda özgürdürler.  Burası benim konağım ve sen benim konağıma karışamazsın.  Ben susuyorum kocandan korktuğum için susuyorum. Beni bir daha bütün ağaların önünde küçük düşürürsen yapacaklarımdan kork Meryemce hanım"

 Nazgül hanım konuşurken bir adım tezgaha geri adımlayarak büyük kasap bıçağını alıp bir anda duvara dayayarak bıçağı boğazına yasladım.  Mutfaktan yükselen çığlık sesleriyle;

"Kim korkuyor Nazgül veya kimin korkması lazım.  Senin dilin çok uzun ve ben seve seve bu dilini keserim. Hadsiz köpek. Benim sana yaptıklarım çok ufak şeyler. Sana öyle şeyler yaparım ki aklın almaz.  Ana kız siz ilk gördüğüm andan beri benim sabrımı sınıyorsunuz. Ben gözümü bir kapatırım ne sen nede kızın bu konakta olursunuz. Şimdi sakin sakin düğününüzü atlatın yoksa hepinizin nefesini keserim.  Mustafa Hamza ağanızın asiliği, azrailliği başka benim deliliğim apayrı. Benim ateşimle sakın ama sakın yanmayın."

Elimdeki bıçağı geriye çektiğimde Nazgül önümde korkudan yığıldı. Annesinin yanına gelen Karaca'nın bir anda saçlarından tutup yüzünü yüzüme yaklaştırıp; "Sen hiç ama hiç söz dinlemiyorsun oysa ben sana anneni uyar demiştim. " dedikten sonra başını önüne doğru itip kapıya doğru bir adım atmıştım ki kocam ile göz göze geldik.  Kocamın gözlerinde gördüğüm gururla yanından geçip mutfağın arka kapısından dışarıya çıktım. Konağın önüne doğru yürüyerek  korumaların yanına gittim. Eren önde diğerleri yanıma geldiğinde  hiç birine bakmadan elimdeki bıçağı  Eren'e uzatıp; "Temizle şunu parmak izi istemiyorum. Bu şerefsizlere belli olmaz." dedikten sonra konağın ön kapısından içeriye girdim.  Kadınların yanına yürürken  Belen hanım ayağa kalktığında  elimle geriye oturttum.  Hanımların ortasına sandalye koyup sağıma Belen hanımı, soluma Bekir ağanın karısı Reyhan hanımı bıraktım. Behçet ağanın gelinleri çay ikram ederken elimle istemiyorum dedim.  Hanımlar kendi arasında konuşurken  gözlerim avlunun sağ tarafında büyük masanın başında oturan kocamdaydı. 

...............................................

MİNA...

Sabah gözlerimi açtığımda yanımda uyuyan Mihriban ablamın yanağını öpüp yataktan kalktım. Yavaş yavaş odadan çıkıp kendi odama gittim. Odamın içine girdiğimde banyoya yürüdüm. Tabureme çıkıp yüzümü yıkayıp odaya döndüm. Üzerime babaannemin dün verdiği biraz büyük yeleğimi giyip dışarıya çıktım. Yavaş yavaş merdivenleri  inip mutfağa gittim. Sultan anneannem sobanın fırınına  ekmek koyarken;

"Sultan anneanne günaydın"

"Günaydın nazlı gülüm"

"Ben çok acıktım bana süt verir misin"

"Veremem"

"Neden"

"Çünkü öpmedin beni"

Sultanımın yanağını öptüğümde mutfaktan çıkan Ayşegül ablamı gördüm. Hemen yanına gidip beline sarılıp karnını öpüp;

"Günaydın minik bebek, günaydın Ayşe ablam"

"Günaydın Dila'm"

"Nasılsın akşam biraz rahatsız dediler ben çok üzüldüm"

"İyiyim boncuk gözlüm, al sütünü iç"

Kenardaki sedire oturduğumda Ayşegül ablam sütümü elime verdi. Sütümü içerken onlar da iş yapıyordu. Sütüm bittiğinde yanıma gelen Songül ablam başımı öpüp bardağımı elimden aldı.  Ben biraz daha geriye gidip başımı yanımdaki yastığa koydum. Gülendam ablam üzerime ufak bir battaniye koyduğumda gözlerimi kapadım. .

.........................................

Gözlerimi açtığımda büyük salondaydım. Koltukta oturup etrafa baktığımda babaannem ve Ayşe babaannem yanında Sare babaannemle  sohbet ediyordu.  Üzerimdeki battaniyeyi ayaklarımın yanına iterek;

"Günaydın güzel babaannelerim"

Ayşe ve Sare babaannem bana gülerken babaannem kaşlarını çatarak;

"Bir daha dışarıda uyumayacaksın Mina"

"Peki babaanne"

"Hasta olursan ne olacak sonra. Bir daha sakın "

"Tamam babaanne, ben erken uyanmıştım. Süt içip yine uyumuşum"

Babaannem yanıma gelip kucağına alıp elini alnıma koyarak;

"Bak ateşin var"

"Ben hastamı olmuşum"

"Evet. "

"Ben abimlerin yanına  gidebilir miyim babaanne"

"Gidemezsin Mina hanım. "

"Neden ki ya "

"Onlar gezmeye gittiler kahvaltıdan sonra"

"Aaa siz kahvaltı ettiniz mi"

"Evet. Sabah bir kalktım ki Mina hanım hafif ateşlenmişsin. "

"Ben anlamadım ki. Ben çok acıktım ama"

"Söyleyeyim Sultan anneannen sana getirsin bir şeyler"

"Babaanne ben gitmek istiyorum"

"Tamam dur şu yeleğini giy"

Babaannem üzerime yeleğimi giydirip başımı öptüğünde Sare babaannem;

"Abla çok evhamlısın. Mina'nın azcık ateşi çıkmış o kadar"

"Sare karışma. Meryemcemin göz bebeğine bir şey olursa ne yaparım ben "

"Bir şey olmaz ki bana güzel babaannem"

"Yürü git yemeğini ye hemen yanıma gel"

"Püffffff tamam ya. Sare babaanne, Ayşe babaanne bak babaannemin içinden babam çıktı."

Sare babaannemle Ayşe babaannem gülerken babaannem elini sallayarak;  "Geliyor beş kardeş" dediğinde salondan koşarak çıktım. Kader yengem kucağında Ezel'le yanıma gelirken  durdum. Onlar yanıma geldiğinde başımı yengemin beline yaslayarak;

"Yenge nasılsın"

"Asıl sen nasılsın prensesim. Sabah hafif ateşin vardı. "

"İyiyim acıktım yemek yemeğe gidiyordum. "

"Tamam fazla durma hemen yanımıza gel. Aşağılar soğuk. Hem ablası  Ezel'i sevmeyecek misin"

"Seveceğim ki"

Kader yengem başımı sevip salona girdiğinde merdivenlerden aşağıya indim. Mutfağa girdiğimde tanımadığım bir kız vardı. O bana bakarken;

"Şey abla Sultan anneannem nerede biliyor musun? "

"Onların işleri varmış bende burada oturuyorum. "

"Neden burada oturuyorsun ki"

"Ne yapayım"

"Bilmem öyle dedim"

"Sultan anne sen dinlen dedi. "

"Hım anladım. Sen otur, ben de şuraya yanına oturabilir miyim"

"Tabi ki gel güzel kız"

Ablanın yanına oturup Sultan anneannemi beklerken karnım guruldamaya başladığında kız bana gülüp;

"Sen çok mu acıktın"

"Evet "

"Hım ne yapsak acaba sana "

"Sen kahvaltı ettin mi? Allah bize güzel güzel kahvaltılıklar vermiş beraber yiyelim mi"

"Bize kızmazlar mı"

"Yok asıl yemezsek çok kızarlar tatlım. Hadi beraber ikimize ufak kahvaltı hazırlayalım "

"Tamam sen bana göster hazırlayalım"

Abla ile beraber kendimize güzel kahvaltı hazırlamıştık. Ekmeği alıp masaya geldiğinde;

"Bak orada örtülü leğen var ya onun altında köy ekmeği var ondan yiyelim"

"Ama örtmüşler üstünü "

"O ılıktır şimdi, kurmasın diye örtüyormuş Sultan anneannem"

"Tamam dur getireyim"

Abla köy ekmeğiyle yanıma geldiğinde bana süt döküyordu ki;

"Dur dökme, dökme ben ıpılık çay içmek istiyorum. Sen  sıcak çayı dök o soğur ben yiyene kadar"

"Tamam dur hemen doldurayım bir bardak "

"Tamam güzel abla"

Abla çayı önüme bıraktığında beraber kahvaltı etmeye başladık. O ufak ufak ekmek yerken kaşlarımı çattım. Elimdeki köy ekmeğine bal sürüp ablanın önüne bırakıp;

"Bunu kocaman kocaman ye. Öyle ufak ufak yeme. Allah bize vermiş bizde kocaman yemeliyiz. Neden sadece ekmek yiyorsun ki"

"Şey"

"Sadece ekmek yeme, bak bal var. Peynir var. reçel var. Hepsinden ye aaaaa ben senin adını bilmiyorum"

"Benim adım Nur"

"Nur mu? ne güzel ismin var. Benim teyzem de bana bazen Nur'um diyordu"

"Öyle mi"

"Evet, hadi hepsinden yesene tatlım"

"Tamam"

Kız ekmeğine peynir sürmüştü ki önde Sultan anneannem arkasında babaannem mutfağa girdi. ben onlara gülerken Nur abla ayağa kalkıp başını eğdi. Ben ona bakarken  babaannem yanıma oturup;

"Nur otur kızım yemeğe devam et"

"Olur mu hanımım"

"Hanımım mı? kızım bana Mihriban ana diyebilirsin. Buradaki gençler hep bana ana der. Sultan abla der"

"Siz koskoca Azrail ağanın annesisiniz"

"Bak ne güzel dedin. Ben onun annesiyim. Konaktaki bütün kızlarında annesiyim. "

Nur abla başını kaldırıp  babaanneme gülerek baktığında Sultan anneannem;

"EE kız bütün ekmeğimu yedunuz mi?"

Nur abla bir anda titrediğinde;

"Sultan anneanne hep ben yedim. "

"E Mina o leğeni hemen eline alıyorsun ve kilere koyuyorsun"

Sedirden indiğimde Nur abla;

"Sen hanımağanın kızı mısın"

"Evet ben onun kızıyım"

"Annen ayrı sen ayrı nasıl böylesiniz"

"Bilmem, Allah annemi öyle yapmış, annemde beni böyle büyütmüş ondan olabilir mi babaanne"

"Olabilir güzel gözlüm."

Nur abla bana bakarken babaannem saçlarımı sevip yanağımı öptüğünde kucağına sindim hemen.

..........................................................

MUSTAFA HAMZA...

Sabah ki çay olayından sonra Meryemceyi alt avluda bırakıp yukarıya çıktım. Ağaların yanına yürürken hepsi gözüme bakıyordu. Sedirin başına geçip yerime oturmuştum ki dayım kulağıma yaklaşarak; "Şuan Meryemceye yapılan saygısızlığa istediğini yapmakta özgürsün kimse karışamaz ama bana sorarsan büyük toplantıya bir şey kalmadı." dediğinde hafif başımı salladım.  Ağızımı açıyordum ki Behçet ağa bütün ağaları çiftlik evinde öğlen yemeği için ağırlamak istediğini söylediğinde öğle namazından sonra çıkarız dedim.  Meryemceyi yanıma almak istediğim için hanımlarda gelecek dedim.
Namazdan sonra çıkmak için önce Eren'i sonra Hazar'ı Meryemcemi almaya odamıza gönderdim. Ağalarla ana avluya indikten kısa zaman sonra iyice abi kardeş moduna giren karım ve can dostuma baktım. Yanımıza yaklaştıklarında elimi karıma uzattığımda vakit kaybetmeden hemen parmaklarını parmaklarımın arasına soktu. Elini sıkıca tuttuğumda iyice güçlendiğimi hissettim.  Konaktan çıktığımızda ara ara göz ucuyla beni izlemesine bayılmıştım. Bir ara hanımların yanına gitmek istediğinde izin vermemiştim.
Çiftliğe girdiğimizde özgür bırakmıştım çünkü hayvanları gördüğünde gözleri parlamıştı. O hanımlarla yanımızdan uzaklaştığında göz ucuyla takip ediyordum.  Hanımlar ahıra girdiğinde bizde onları takip ettik.  Karaca'nın onu aklı sıra küçük düşürmek istemesi üzerine olayı bütün ağalarla olanları izlemeye başladık. Karaca inek yerine öküzün yanına gidince Meryemce önce sözleriyle sonra inek sağmasıyla Karaca'yı alt edince karımla gurur duydum.  İnek sağıp bana bakınca göz kırptım. İlk göz bebeğim karım, evladım olan gül güzelim. 
Ahırdan çıktığımızda ağlayan kadına  koyun ve kuzuya yapması gerekenleri söylemesiyle bildiklerine şaşırsam da  bir anda karımı  koyunla bir tutmama önce korktum sonra ise halime içimden güldüm. 
Çiftliğin geniş alanına geldiğimizde o hanımların yanına, ben ise ağaların yanına geçtim. Ona yer veren hanıma eliyle oturmasını söyleyerek yere toprağa oturdu. Hanımlar karıma garip bakarken bende yanına gidip oturmak istemiştim. Eren, Meryemcenin ahırdan çıkarken istediği alkolle yanımıza geldiğinde onunla kenara geçtiler. Eren eline alkolü dökerken bir şey konuştuklarının farkındaydım. Kısa zaman sonra geriye geldiklerinde karımın gözümdeki yaramaz kızı görmüştüm. Yerinde hafif hafif kıpırdanırken Karaca bir anda at yarışı yapalım demesi üzerine kabul etmişti.  Karaca seyise getir dediğinde adam hemen koşarak ahıra gitti. Biraz zaman sonra seyisin getirdiği atı gördüğümde kan beynime sıçradı. Beş sene önce Behçet ağa Ankara'dan getirtmişti.  Kaç seyis çiğneyerek öldürmüştü şu beş senede.  Karaca karımdan intikam almak istiyordu ama ben karımın bu ata binmesine karşıydım. Meryemcenin deliliği tutmuş Karaca'ya tamam dediğinde karşı çıktım.  Hazar'ı bile dinlemeden ata bindiğinde kalbim sıkıştı.  At bir anda dimdik şaha kalktığında sırt üstü sert düşecek sandığım için ayağa hafif kalkmıştım ki at dört nala geniş araziye koşmaya başladı.  Rüzgar yüzüne vurdukça arkasından şalı ve hırkası rüzgarla savruluyordu.  Herkesle birlikte karımı izlerken dayım kulağıma yaklaşarak sessizce;

"Bu resmen zır deli, adı katile çıkmış bir atın üzerinde dört nala gidiyor. Hiç korkusu da yok ağam"

"Dayı"

"Mustafa Hamza"

At bir anda tekrar şaha kalktığında elimi hafif kalbimin üzerine koyduğumda sol tarafımdaki Hazar bana yaklaşıp;

"Şunu geldiğinde döver misin"

"Sen dur ben ona yapacağımı biliyorum, sağ salim insin şu attan "

 Meryemce dört nala yanımıza geldiğinde, çocukça atın üzerinde benden  atı almamı istediğinde içimden deli gibi sevmek gelmişti.  Meryemce atın üzerinden atladığında  Behçet ağa seyise çoktan hazırlayın atı demişti.

...................................................

Akşam Behçet ağanın konağına döndüğümüzde  biz büyük salona geçtiğimizde Meryemce odamıza geçmişti.  Belli geçen süre zarfında bütün ağaların karıları avluya indiklerinde  Meryemce'nin hala inmemesine sinirlenmiştim.  Oturduğum berjerden kalkıp salondan çıktığımda ağır adımlarla odamızın olduğu kata çıkan merdivenleri adımlamaya başladım. Konaktaki geçtiğim yerdeki  anlık sessizlikle kaşlarımın çatık olduğunu fark etmiştim.  Üst avluya çıkmıştım ki kenarda arkası merdivene dönük olan Behçet ağanın küçük oğlunu fark etmiştim. Telefonla konuşuyordu.

"Tamam sevgilim gece herkes yattığında geleceğim. Şimdi konak çok dolu. Derya geç geliyor odaya. O odaya gelsin. Bir şey bahane edip geleceğim"

"..."

"Tamam şimdi" dedikten sonra arkasını dönüp beni görünce hemen telefonu kapadı. Yüzüme bakarak başını önüne eğdiğinde;

"Ağam"

"Sana geçen ay ne dedim lan ben it"

"Ağam"

"Bu akşam bu iş bitmiş olacak, duydun mu beni?. Sen karını  bunun için mi aldın.  O kızı bu kadar çabuk bırakacaktın neden o aslan gibi babasından kopardın.  Sana  düğününde ne dedim ben. Tek kanadı kırık kızı alıyorsun üzme demedim mi"

"Ağam ben"

"Ben sana yapacağımı biliyorum. Yıkıl karşımdan.  Sana yarına kadar mühlet "

"Tamam ağam söz "

"Benim her yerde gözüm kulağım var unutma

"Unutmam ağam"

Odama girdiğimde ufak salonu geçip yattığımız odaya girdiğimde su sesi geliyordu. Yatağa oturup cebimden telefonumu çıkardım. Rehbere girip istediğim adamın adını görünce hemen aradım. Biraz çaldıktan sonra;

"Buyur ağam"

"Zülfikar  nasılsın"

"İyiyim ağam sağlığına duacıyım. Buraya gelmişsin, bana da buyurun gelin ağam çayımı için"

"İçmiş varsay beni Zülfikar"

"Ağam kötü bir şey yok inşallah"

"Yarın akşam gelip kızını bu itten alacaksın "

"Ağam Deryam yani ona"

"Sahip çık kızına Zülfikar"

"Ağam ben onu sildim"

"Onun için mi bir anda Derya'm dedin.  Zülfikar kızının hiç ama hiç huzuru yok"

"Ağam benim Derya'm beni ezip geçmezdi. Akıllı kızımdı o benim. Abileri baba, ablaları ana olmuşlardı. O bizi hiçe sayıp çekti gitti. Ağam o benim evlatlarımın en akıllısı olduğu için abileri, ablaları biz okumadık o okusun dedikleri için okuttum onu. Ağam benim Derya'm eczacılık okudu. Son senesinde okulunu bitirmeden o adamla evlendi."

"Zülfikar eğer kızına sahip çıkmazsan ben kızını alıp gidiyorum buradan giderken. Bundan sonra ne sen nede diğer evlatların uzaktan bile olsanız göremezsiniz. Hepinizin ne kadar özlediğinizi biliyorum."

"Ağam bir şey mi var "

"Şerefsiz kızını bir senedir aldatıyormuş, geçen ay fark ettim"

"Ağam"

"Düşün taşın. Yarın düğünün olduğu otele gelirsin. Düğün sonuna kadar geldin geldin, gelmedin kızını alıp götürüyorum. Ben sahip çıkar bu şerefsizden boşatırım"

"Ağam"

Zülfikar'a cevap vermeden yüzüne kapadım.  Telefonumu cebime koymuştum ki banyo kapısı açıldı. Güzel karım üzerini giyinmiş başında siyah bonesiyle odaya girdi. Beni görünce ilkten korksa da nazlanarak yanıma geldi. Kollarımın arasına alıp kokusunu içime çektim. Gül kokusuyla sakinleşip, başını bağlayarak yanıma gelmesini söyleyerek odadan çıktım.  Ana avluya indiğimizde Hazar'a doğru yürüdüm.  Hazar'ın yanına oturduğumda  sohbet eden ağaları dinlemeye başladım. Behçet ağa ağızını açıp ;

"Ağam sizinle "

"Şimdi değil  Behçet ağa şimdi değil"

Herkes Behçet ağanın ne konuşacağını bildiği için başını sallıyorlardı.  Kahveler ikram edilirken koşarak yanıma gelen Behçet ağanın adamı Meryemcenin tek başına arka kapıdan çıktığını söylediğinde canım sıkılsa da biraz rahat bırakmak istediğim için Eren'i yanıma çağırıp yanına gönderdim.  Eren koşarak avludan çıkmıştı ki Savaş kahve fincanını masaya bıraktıktan sonra hin bir gülüşle;

"Sadece bir koruma mı?  Karını çok boş ve yalnız bırakıyorsun Azrail ağa"

"Benim karımdaki  yürek bir aslanın yüreğine eş değer.  Benim karımdaki o yürek olmasaydı, bir ordu adamın  içine tek başına girip  posta koyup burnu bile kanamadan çıkmazdı. Bir de   size hanımağanız olarak sahip çıkmazdı.  Onun için yanına gönderdiğim koruma da yürürken canı sıkılmasın, sohbet etsin diye. "

Savaş kıpkırmızı yanında oturan Ekrem'e ters ters baktığında yanımdaki bütün ağalar  gururla başlarını sallamaları çok hoşuma gitmişti.
Bir saat sonra Meryemce kucağında beyaz bir bohçayla avluya girdi. Karım hanımların yanına geçtiğinde bütün ağalar gibi bende karımı izledim. Beş yaşında kız çocuğu gibi elindeki bohçanın içindekileri severek hepsine baktıktan sonra yine aynı özenle geriye toplamıştı.  Eren'e arabaya gönderdikten sonra  yanındaki hanımlarla konuşmaya devam etti. 

Orta avluda kurulan akşam yemeği için çıkarken gözüm Behçet ağanın gelinine takıldı. Gelin haldır haldır çalışırken diğer gelinler Meryemcelerin yanında oturuyordu.  Masanın başına oturduğumuzda çaprazımda oturan Ağah ağa sessizce; "ağam" dediğinde elimi kaldırıp susturdum. Hanımlar üst avluya çıkmaya başladıklarında Meryemce yerine geçmeden yanıma gelip elini omzuma koyup sıktı. Sakinleşmeye başladığımda o güzel sesiyle afiyet olsun dedikten sonra yerine gitti.  Ben ağalara afiyet olsun dediğimde güzel karım hiç istifini bozmadan afiyet olsun demedi. Bir iki defa öksürsem de karım dudaklarını oynatmadı bile. Hazar nedenini sorduğunda benim fark ettiğimi onunda  fark ettiğini anladım. Karımı gururla izleyecekken aslan kükremesine eş sesi avluda yankılanınca sırtımı iyice sandalyeye yasladım.  Meryemce Karaca ve Nazgül hanıma dediklerini harfiyen yaptırırken çaprazımda oturan Hazar'ın gözlerinde abi gururunu gördüğümde hafif tebessüm ettim. 
Meryemce sonunda afiyet olsun dediğinde kadınlar sessizce yerken karım ağızına bir lokma koymadı. Yemeğin sonuna doğru Hazar'a doğru biraz eğilip;

"Geceye doğru Dila'nı al yemeğe  götür"

"Götüreceğim aklımda, sorunsuz bir akşam geçirelim de"

"Neden böyle bir şey diyorsun"

"Birazdan Poyraz sana bir şey diyecek sakin ol"

Bakışlarımı Poyraz'a çevirdiğimde  hanımlar diğer sedirlere geçtiler. Bizde çapraz sedirlere oturduğumuzda  Poyraz yanıma gelerek sessizce;

"Ağam Karaca ve Savaş ağaların sınırdan ötesindeki ortakları akşam buraya geleceklermiş seninle konuşmak için"

"Bana sordunuz mu? izin aldınız mı"

"Ağam"

"Poyraz bunların hepsini yazıyorum. Az kaldı, çok az kaldı"

Poyraz başını mahcupça sallayarak yanımdan ayrıldığında dayım bile sinirlenmişti.
Çay faslına geçildiğinde hanımların arasındaki sohbetin başını duymadım ama Karaca'nın karımın üzerine gittiğini fark ettiğimde herkes gibi bende dikkat kesildim.  Meryemce kız evlatlarla ilgili şeyler anlatırken aslında çok sinirlendiğini anlamıştım.  Karaca minik kızımla ilgili Meryemcenin damarına bastığında ayağa kalkıyordum ki Meryemce hiddetle yerinden kalktı. Başımla git dediğimde yanımızdan ayrıldığında Karaca'ya bağırmak için ağızımı açıyordum ki yanımda oturan Osman ağa;

"Ağam, minik kızınız gerçekten hepimizin gözünde sizin öz kızınız, ama nasıl desem"

"Açık konuş ağa"

"Ağam kötü bir şey demeyeceğim. Mina Dila sizin sanki öz kızınız gibi nasıl oluyor bu"

"Mina Dila bana Meryemce hanım aracılığıyla rabbim  tarafından emanet gönderildi.  Mina'nın  tek bir nefesine  her şeyi yakar  giderim.  Yeğenlerim nasıl paha biçilmezken şimdi söz konusu evlatlarım olduğunda değil Mardin, dünyayı yakarım.  Meryemce hanımın dediği gibi oğullarım gümüşse kızım, kızlarım mücevherim, altınım."

Bütün ağalar başını sallarken bir anda aşağıdan gelen çığlık sesleriyle hepimiz aşağıya koştuk. Mutfağa girdiğimizde tam da beklediğim sahneyle karşılaştım.  Meryemce, Nazgül hanımın boğazına bıçak dayamış kulağına bir şeyler söylüyordu.  Nazgül hanımı itip yanına giden Karaca'nın saçlarından tutup kendine yaklaştırıp ona da bir şeyler söyledikten sonra göz göze geldik. Bir şey demeden yanımdan elinde bıçakla mutfaktan çıktı.  Poyraz annesi ve kız kardeşinin yanına geçtiğinde arkamı döndüğümde dayımla göz göze geldik. Dayım biraz bana sokulup; "Yok, yok hanım ağam senden daha azrail buna emin oldum" dediğinde yüzüne baktığımda dayım tek kaşını kaldırıp; "Yok siz ikinizde aynısınız. Bana düzgün bak yoksa bacıma söylerim seni" dedi. Yanından geçip alt avludaki sedire oturduğumda karşıma Yusuf Ali ağa oturdu. Sağıma oturan Hazar'la sırtımı sedire yaslamıştım. Biraz zaman sonra konağın kapısından içeriye giren karımla  ne zaman tuttuğumu bile bilmediğim nefesimi bıraktım. Hanımların olduğu sedirin başına oturduğunda Behçet ağanın adamı içeriye girip Savaş'ın ve Karaca'nın misafirlerinin geldiğini söyledi. Herkes bana bakınca başımı tamam manasında salladım. Üç adam içeriye girdiğinde Savaş hemen önlerine gitti.  Adamlar Savaş'la yanıma gelmişlerdi ki bir anda konağın kapısı sertçe açıldı. Yirmiye yakın koruma içeriye girdiğinde hepimiz ayağa kalkıp silahlarımıza davrandık.  Kadınlar çığlık atarak kenara toplandıklarında arkama bakmadım bile. Konağa giren şakakları kırlaşmış adamla Savaş'ın yanındaki adamların sağlam titrediklerini fark ettim. Adam bana yaklaşırken  avluya giren adamlarına başıyla çıkmalarını söyledi. Adam  tam önüme gelerek elini uzatıp;

"Rahman Ali, sizde nam_ı bize kadar gelen Asi Azrail ağa  Mustafa Hamza Alibeyoğlu"

Rahman Ali beyin elini sıkmadan;

"Buraya neden geldiniz Rahman Ali bey"

Adam elini aşağıya indirirken;

"Benimle tanışmak istiyordun ağa"

Arkamı dönerek hanımlara odalarına çekilmelerini söyledim. Meryemce ile göz göze geldiğimizde, gözlerimle kal dedim. Meryemce hanımlar gibi yerinden bile kalkmadığı için iyice yerine yerleşti.  Arkamı tekrar dönerek Rahman Ali'ye elimle oturmasını söyledim. Karşıma Yusuf Ali ağanın yanına oturdu.  Hazar boynunu sağ ve sola yatırarak rahatlatırken  Savaş Rahman Ali'ye sigara uzatmıştı.  Rahman Ali eliyle hayır dedikten sonra;

"Sizi dinliyorum Mustafa Hamza ağa"

"Ben sizi dinliyorum asıl. Benim olduğum ortama baskın yapar gibi giriyorsunuz."

"Haklısınız, o zaman şöyle konuşalım.  Ben şu kenarda it gibi titreyen adamların sahibiyim.  Bu itler benden icazet almadan, size ortaklık teklif etmişler yetmemiş buraya kadar gelmişler. "

"Yani"

"Bunlar bizden izin almadan tuvalete gidemezler. "

Ağızımı açmıştım ki  dayım hafif öksürüp;

"Rahman Ali baban gibi aba altından sopa göstermeye gelmişsin ama yanlış adama gösteriyorsun. Mustafa Hamza ağamız zaten aramızdaki sulh anlaşmasını biliyor. Karaca, Savaş ve Ekrem her şeyden bir haber oldukları için  anlaşmayı da bilmiyorlar. Ağaları tane tane anlatacaktır onlara "

"Reşat Kahramanoğlu her zaman ki gibi aslan kesiliyorsunuz"

Dayım kaşlarını çatarak Yusuf ağaya başını çevirdiğinde Savaş ayağa kalkıp;

"Rahman Ali  bey neden geldiniz gerçekten"

"Nasıl bir itsiniz ona bakmaya geldim. Benim itlerim zaten it de siz de nasıl birisiniz ona bakalım dedim. Siz, üçünüzü çok uyardık ama hiç bir ders çıkarmıyorsunuz"

Bütün ağalar kıpkırmızı Rahman Ali'ye bakarken iyice sinirlenmiştim. Önümdeki bardağı ileriye iterek;

"Bir anda geliyorsun bütün ağalarımın huzurunu kaçırıyorsun. Sakin sakin konuşalım yoksa ben azrail olursam  hiç birimiz için iyi olmayacak.  Büyüklerimizin yaptığı sulhu  bana bozdurmayın"

"Mustafa Hamza ağa zaten Karaca hanım ve Ekrem ağa o anlaşmayı amcamın oğlunun kanını dökerek bozdu. Bu anlaşmayı siz mi bozuyorsunuz, ben mi sizi bozmak için zorluyorum"

" Beni hala tehdit ediyorsunuz Rahman Ali bey"

"Tehdit etmiyorum Mustafa Hamza ağa.  Şu üç it sizin ağalarınıza yaranmak için bizim işlerimizi bozdu.  Siz nasıl bu adamların başıysanız, bizimde sorumlu olduğumuz bir başımız var ve sizin ve bizim itlerimiz uyuyan devi uyandırdı. "

Ağızımı açıyordum ki arap ortakların biri kekeleyerek;

"Rüz,rüz,rüzgar geri mi döndü Rahman Ali bey"

"Ne oldu Gıyas, korktun mu"

"O, o yoktu. Siz yönetiyordunuz?  neden döndü? neden geldi"

Rahman Ali bey sert bakışlarla hepimize baktıktan sonra bana hitaben;

"Rüzgar kendini yedi buçuk sene evvel inzivaya çekmişti.  Karaca hanım  ve diğerleri yüzünden huzursuzlaşmıştı. Bir kaç defa hani sineğe parmağımızla fiske vururuz ya aynı o şekilde etrafından uzaklaştırmıştı fakat Karaca hanım ve diğeri yani Savaş Varlıoğlu anlamadı.  Karaca ve diğerindeki cesaret değil doğrudan salaklık.  En son uyarmamızda hanımağanız da oradaydı. "

Herkes masada tek başına bizi izleyen karıma baktığında Rahman Ali gür sesiyle  hafif öksürüp;

"Babam Rahman Ali, ölmeden bizim başımıza çok uzun uğraşlar ve ikna çabalarından sonra  zekasıyla, gücüyle Rüzgarı koydu.  Bizim aramızdaki sistem örümcek ağı gibi.  Rüzgar kimseye fark ettirmeden bir gece ensenizde olur kimsenin ruhu duymaz.  Yüzünü, sohbetini hatta gülmesini biz dostları görürüz.  Birinin infazını verirse sadece ateş gibi kıpkırmızı gözlerini o ölecek görür. Onun gizliliği bizim için çok ama çok önemlidir.  Onun görünen yüzü Samuel'dir.  Benim buraya gelmemin sebebi Mustafa Hamza beyi yakından görmek ve son kez sizi uyarmaktır. Bu işe giriyorsanız sonunu düşünün. Şu dakikadan sonra kimsenin hata yapma olasılığı bile yok. "

Ağızımı açmıştım ki Karaca yılışık bir ses tonuyla;

"Rüzgar dediğiniz hayalet neden görünmüyor"

"Karaca Yalçınkaya, papağanlar çok konuşur ama dikkat edin yükseğe uçamazlar veya kafeslere hapistir.  Kartallar ise  sessizdirler ve gökyüzüne dokunma yetenekleri vardır.  Onun suskunluğu  arkasından  kopacak olan  kıyametinin  habercisidir. Dua et o hayalet dediğin gerçekten yüzüne çıkmasın.  "

Rahman Ali kimseye bakmadan ayağa kalktığında bende kalktım. Elini bana uzatarak ;

"Sizin gibi korkusuz birini tanımaktan gurur duydum. "

Elimi Rahman Ali beye uzatarak tokalaştığımızda gözleri omzumdan arkama karıma bakarak; "Her aslana nasip olmaz. " dedikten sonra başıyla Meryemceye selam verip tekrar bana döndü.  kaşlarını çatarak;

"Kim dost, kim düşman öğrenmek istersen elindeki kemiği yere at demişler Azrail ağa"

"Ben kim dost kim düşman çoktan çözdüm"

Rahman Ali bey başını sallayarak konağa geldiğinin aksine sessizce çıkarken  Savaş da üç misafirini göndermişti ki  bir anda avluda yoğun bir uğultu oldu.  Dayım bir anda elini masaya sertçevurup;

"Behçet ağa kızının bizi soktuğu durumun farkında mısın? Hanginiz biliyorsunuz o Rüzgar'ı. Ben rahmetli Kaya'dan duydum.  Gözlerini kapatması yeter bir insanın ölmesi için demişti.  Sende biliyorsun ki  Melihşah'ın babası Halil ağa kan dökülmesin diye bu adamın babasıyla seneler evvel anlaşma yaptı.  Dost olabiliriz ama iş asla demişti. Şimdi arkadan iş çevirdiğiniz yetmemiş gibi bir de adamların kanını döküp  işlerini bozmuşlar"

"Reşat ağa benim yani"

"Kes sesini ağalık yapamıyorsan yerinden kalk ceketini koy o senden iyi yönetir aileni de aşiretini de. "

Dayım hiddetiyle iyice gürleyecekti ki elimi masaya vurup;

"Kesin sesinizi ben ölmedim hepinizin başındayım.  Ben bitti dedim mi? ben ne olacak diye düşünüyor muyum?  Şimdi herkes odalarına dağılsın.  Bu konu hakkında kimseye konuşma hakkı tanımıyorum. Bir işe girildiyse sonuna kadar gidilecek."

Bütün ağalar yerlerinden kalkarken  Hazar sertçe yanımdan kalktı. Ona baktığımda;

"Ben bacımı alıp gidiyorum."

"Nereye"

"Çok sinirlendim. Biraz daha bu konakta durursam seni çiğneyip geçeceğim.  Sinir iyice acıktırdı. Meryemce ile yemeğe gidiyorum."

"Tamam dikkat edin"

Hazar, Meryemce'ye başıyla hadi dediğinde  karım bana baktı. Başımı tamam manasında salladığımda Meryemce de yerinden kalktı. Beraber konaktan çıktıklarında  masada kalan Behçet ağaya dönerek;

"Ne oluyor sana Behçet ağa.  Karının ve kızının karıma yaptığı saygısızlığı geçtim, nerede senin otoriten, nerede senin hükmün ağalığın.  "

"Ağam ben"

"Sen ne lan it herif, küçük oğlun karısını pavyon karılarıyla aldatıyor. Büyük oğlun  senden habersiz hükümler verip infazlar yapıyor. Diğer iki oğlun poyrazın ağızına bakıyorlar. Sana büyük toplantıya kadar son şans, ya kendine gel aşireti yönet yada ben seni büyük bir zevkle parçalarım"

"Ağam"

 "Yıkıl karşımdan "

Behçet ağa yerinden yavaşça kalkıp merdivenlere giderken bende ayağa kalktım. Ağır adımlarla konaktan çıktım. Korumalar kendine çeki düzen verirken Melihşah'ın adamı Alpaslan önüme geldi. Ellerini önünde birleştirip;

"Ağam bütün adamların  Hazar ağam ve hanımağamızla gitti. Bir emrin varsa"

"Yok aşağıya yürüyeceğim. Siz işinize bakın"

"Olur mu ağam ben yanınızda durayım"

"Tamam arkamdan gel"

Ellerimi cebime koyup konağın önünden aşağıya doğru yürümeye başladım. Gecenin sessizliğiyle  sokağı adımlarken düşünüyordum. Tehditler artmıştı.  Savaşların içine soktukları ortaklık tam bir pislik çukuruna döndü. Kafamdaki düşüncelerle konağın arka kapısının önüne geldiğimde gördüğüm adamla arkama baktım. Alpaslan pür dikkat ona bakarken  tek kaşımı kaldırıp;

"Ne işin var konağın arkasında, ne arıyorsun Savaş'ın  sağlam kolu Eşref"

"Sigara içmeye gelmiştim Azrail ağam"

"Neden arkada içiyorsun, önde  içince kızıyorlar mı? "

"Şey ağam"

"Çekil git kafanı koparmayım"

Eşref yanımızdan uzaklaşırken  Alpaslan'ı başımla gönderdim.  Arka kapıdan içeriye girdiğimde cebimden telefonumu çıkardım. Bir iki tuşa basıp kulağıma koyduğumda ikinci çalmasına müsaade etmeden;

"Emret ağam"

"Boran, onun bir sıkıntısı var"

"Hemen öğreniyorum ağam"

"Tamam dikkat edin"

 Telefonu kapatıp merdivene bir adım atmıştım ki mutfaktan gelen seslerle oraya adımlarımı çevirdim. Mutfak kapısının önüne gelmiştim ki kulağıma gelen konuşmalarla kan beynime sıçradı. 

"Nazgül hanımın dediklerini unutmayın. Sabah kahvesiyle başlayacaksınız  hanımağaya  günü zehir etmeye. Bitki çaylarını çok içiyormuş. Temiz yüzlü kim var "

"Hediye ablanın kızı gelecek. Onun elinden alır, yer gibi"

"Tamam onunla yaparsınız"

Hızla mutfağa girdiğimde kadınların hepsi titremeye  başladı. Yaşça büyük olan hızla önüme gelip elime uzanıyordu ki sertçe elimin tersiyle yüzüne vurdum. Kadın yere düştüğünde bütün çalışanlar başlarını önüne eğdi. Kadın ağlayarak düştüğü yerden kalkarken;

"Ağam af et. Şeytana uyduk"

"Nazgül hanımın şeytan olduğunu bilmeniz güzel. Şimdi konağı hemen terk ediyorsunuz"

"Ağam yetimlerim, öksüzlerim var benim kulun kurbanın olayım"

"Kes sesini, konağı terk etmeniz için tam yarım saatiniz var "

Kimseye bakmadan mutfaktan çıktım. Konağın önüne tekrar çıkıp elimle Alpaslan'ı çağırdım. Hızla yanıma gelip ;

"Emret ağam"

"Mutfaktakiler konağı terk edecek gittiklerinden emin olacaksın ve Nazgül hanıma haber verilsin. Sabah sadece kendi ve gelinleri kahvaltıyı hazırlayacaklar. "

"Emredersiniz ağam"

Hızla geriye dönüp odama çıkmaya başladım. İyice sinirlenmiştim. Yalçınkaya aşiretinin çivisi konaktan çıkmış. Derin nefes alarak Meryemce ile ikimizin olan odaya girmiştim ki telefonum çalmaya başladı.  Ekranda gördüğüm Hazar ismiyle hemen açtım. 

"Meryemce iyi mi"

"İyi, sapasağlam mantılı çorbasını içti, üzerine ızgara et gömüyor. Sende gel diyecektim."

"Ben değil siz gelin yeter"

"Tamam be geliyoruz ama tatlı yedikten sonra "

"Tamam "

Telefonu kapatıp yatağın yanındaki konsolun üzerine bıraktım.  Banyoya girip elimi yüzümü yıkadığımda biraz olsun rahatlamış gibiydim. Odaya girdiğimde yatağın kenarında duran eşofmanlarımı giydim. Odanın ışığını söndürüp yatak yanındaki abajuru yaktım. Yatağın ortasına uzanıp elimin tersini alnıma dayayarak gözlerimi kapadım. Uzun denilebilecek  zaman sonra uyku beni içine çekerken  kapı kapanma sesi duydum.  Tebessüm ettiğimde odamızın kapısı açılıp kapandığında garip bir parfüm kokusu odaya girdi. Elimi alnımdan çekerek yatakta doğrulduğumda karşımda gördüğüm kişiyle kan beynime sıçradı.  Karaca çok cesur kırmızı gecelik takımıyla önümde duruyordu. Gözlerimi sinirle kapatıp açtıktan sonra yataktan kalktım. Bakışlarımı dolaba çevirip yüzüne bir daha bakmadan;

"Çabuk çık bu odadan"

"Neden Mustafa Hamza.  Ben seni seviyorum Asi ağam"

"Karaca sus ve çık şu odadan yoksa elimde kalacaksın"

"Seni genç kızlığımdan beri çok seviyorum hatta aşığım.  O aşifte Hazal hayatına girdiğinde çok ama çok üzüldüm. Sizi İstanbul'da  gördüğümde içim yanmıştı.   Beni hep sev diye dua ederken  bir gün duam kabul olmuştu sanki. Hazal öldüğünde ne kadar mutlu olmuştum. Sana tam kavuşacakken o geldi girdi hayatına. Senin her şeyine sahip en önemlisi kalbine sahip.  Ben senin için nelerden vazgeçtim oysa"

"Karaca çık şu odadan. Kendimi tutamayacağım bu sinirle, sana elimi bile sürmek istemiyorum."

 "Nerede çok sevdiğin karın? bak ben buradayım. "

Karaca bana doğru üç adım daha atarak;

"Bir kere, bir kere izin ver  teninde kaybolayım. Nefesin bedenimi yaksın."

Kullandığı cümle ile  midem bulanmaya başladığında  odada başka bir ses duyuldu. 

"Keşke azcık, azcık kadınlık gururun olsaydı."

Hızla kafamı kapıya çevirdiğimde Meryemce ağır adımlarla yanımıza gelip Karaca ile arama girdi.  Sırtı göğsüme değdiğinde elimi beline koydum.   Meryemce  bir anda Karaca'ya öyle bir  tokat atmıştı ki boynundan gelen sesi duymuştum. Karaca yere düştüğünde üzeri iyice açıldığı için yüzümü gül güzelimin ensesine kapadım. Elimi karnına doğru ilerlettiğimde Meryemce;

"Seni şurada öldürmemi istemiyorsan olmayan gururunla çık git bu odadan"

"Göreceksin bir gün arkanda sahip olduğun adam, benim yatağımdan çıkacak.  Sana yemin ediyorum yapacağım"

"Benim sahip olduğum arkamdaki adam  leş yiyecek kadar midesiz değil Karaca Yalçınkaya.  Zincire vurulmuş  öfkemle oynuyorsun bak ziyan olacaksın."

Birinci kapı sesinden sonra ikincisi de kulağıma geldiğinde başımı kaldırdım. Meryemce hiddetle  kolumun arasından çıktığında odanın kapısının yanında duran Hazar;

"O neydi kız? beş parmağının izi anında yüzünde  morardı. "

"Gebertecektim kahpeyi"

"Peki sen ne demek istedin en son kahpeye"

"Eşini aldatan insan, taze yemek varken leş yemeği tercih eden hayvan gibidir benim gözümde"

"Kızım sen var ya, neyse hadi size iyi geceler"

"Dur abi sen  gel ilk aşkınla yat, ben çıkıyorum. Ben biraz daha bu konakta durursam hiç ama hiç iyi şeyler olmayacak"

 Meryemce bir adım atıyordu ki bileğinden tuttum. Başımla Hazar'a çık dediğimde saniyesinde odadan çıktı.  Meryemceyi kendime çevirip sağ elimi yanağına koyup gözlerine baktığımda kanım çekildi sanki. Gözlerinde gördüğüm ateş beni bile yakarken;

"Sakin ol karım, kadınım. "

"Ne sakini be, ne sakini.  Ben kapıyı açmasam elini senin bedenine sürecekti.  Ben senin bedenine şehvetle, aşkla elini sürecek kadının elini omzundan kırarım.  Sana aşkla bakan kadının gözlerini dağlarım.  Birde karşıma geçmiş yatağıma alacağım diyor.  Seni her şekilde  af ederim ama  ihanete hiç ama hiç affım yok. Seni öldürürüm ama izin vermem"

"Karım, güzel sert kadınım.  Deli atmacam sakin ol. Allahtan kendini dolduruşa getiren kadınlardan değilsin. "

"Tamam, neyse ben gidiyorum"

"Nereye "

"Kocam gerçekten biraz daha durursam hiç ama hiç iyi şeyler olmayacak. İzin ver gideyim, şakam yok"

"Tamam gel beraber gidelim.  Böyle karışık curcuna olmuş bir şehir de tek başına gezmeni istemiyorum"

"Aaaa tamam sarılma bırak  gitmiyorum"

"Tamam hadi sen üzerini değiştir hemen yatalım"

Meryemce başını sallayarak banyoya girdiğinde hemen odadan çıktım.  Hızla Hazar'ın odasına daldım. Hazar ayakta kapıya doğrulttuğu silahı yatağa atarken kulağındaki telefona; "Tamam güzelim, Mustafa'nın bir sıkıntısı var galiba sen yat güzel karım. İyi geceler" dedikten sonra  telefonu da kapatıp yatağa attı. Önüme gelip;

"Ne oluyor lan"

"Ne mi oldu.  Meryemce bu sabah Karaca'yı parçalar"

"Ah keşke nerede o günler.  Sabah hanımağa olarak o hükmü vermiş olsa "

"Hazar şakanın sırası değil.  Ben onun gözlerinde gördüm onu. O Karaca'yı diri diri keser. Sabah ezandan sonra onu alıp kahveye götürsene, hatta size izin kahvaltı edin abi kardeş"

"Banane ağam. Biz yemek yerken o bakışları bende gördüm. Seni aradıktan sonra  Kerem aradı onu.  Bir şeyler dedi ama ne dedi anlamadım. Meryemcenin gözleri saniyelik alev aldı."

"Ne dedi acaba"

"Bilmiyorum ama masanın üzerindeki elini öyle bir yumruk yaptı ki saniyede bembeyaz oldu eli. Saatli bomba gibiydi zaten buraya gelirken"

Ağızımı açmıştım ki kapı çalınma sesi geldi. Hazar'la ikimiz kapıya giderken  Meryemce odadan çıktı. Kapıyı açtığımda Boran elinde üzerinde ufak sürahi ve üç bardak olan tepsiyle gelmişti. Meryemce elinden tepsiyi alıp teşekkür etti.   Kapıyı kapadığımda  Hazar'la ufak hole döndük. Meryemce suyunu içip holdeki diğer  koltuğa uzandığında   Hazar gür sesiyle;

"Ne yapıyorsun"

"Burada yatacağım Hazar ağa"

"Odanın suyu mu çıktı"

"Oda buram buram ağır Karaca kokuyor"

"Tamam siz geçin benim yatağıma yatın, ben orada yatarım"

"Hayır ben burada yatacağım"

"Ne halin varsa gör."

Hazar Meryemcenin orta sehpaya bıraktığı sürahiden bir bardak su doldurup içtikten sonra odasına geçti. Ağır adımlarla gül güzelimin yattığı koltuğun karşısındaki koltuğa oturdum. Kısa bir an onu izlediğimde  Meryemce yüzünü bana dönerek gözlerini kapadı.  Hazar'ın bardağına su doldurup karımı izleyerek suyu içtim. Yerimden yavaşça kalkıp odaların ana kapısını kilitledim. Holün ışığını söndürüp odama girdim. Odamın camını açıp yatağın ortasına uzandım. Meryemce'nin üzerine gitmek istemedim.  Sol tarafıma dönerek gözlerimi kapadım.  Uyku beni içine çekerken kollarımın arasına giren karımla tebessüm edip sıkıca beline sarılıp yüzümü boynuna gizledim. Gül kokusunu içime çekerek beni bekleyen uykuyu daha fazla bekletmedim.

.............................................................................

YAZARIN AĞIZINDAN...

Rahman Ali, Sahra ve Diablo Gaziantep'teki Rüzgar'ın evinin salonunda gecenin geç saatinde kahve eşliğinde sohbet ediyorlardı.  Rahman Ali konaktan döndüğünden beri Mustafa Hamza ağayı konuşurken Sahra ayağa kalkmıştı ki salonun sürgülü kapısı açıldı. Üç kişinin bakışları kapıya çevrildiğinde Rüzgar bütün sinir ve hiddetiyle salondaki koltuğa oturdu. Sahra, Rüzgar'ın yanına otururken, Diablo ve Rahman Ali karşısına oturduğunda içeriye giren Samuel;

"Rüzgar efendim, hoş geldiniz"

"Hoş buldum"

"Ne içersiniz"

"Limonlu soda "

"Emriniz olur efendim"

Samuel salondan çıktığında Diablo;

"Ne zaman geldin? İyi gördüm seni"

"İyiyim biraz yorgun gibiyim."

"Odana geç dinlen."

"Yok Rahman Ali'ye diyeceklerimi söyleyip gideceğim"

"Dinliyorum söyle Rüzgar."

"Karaca ile derinlemesine ilgilenmeyin. Kendi kuyusunu kazsın. Savaş itini Mustafa ağaya bırakın. Savaş'ın  karısı ve çocuklarına Savaş'ı unutturun.  Mustafa Hamza ağa ile fazla zıtlaşma Rahman Ali"

"Diablonun Kanada da olan sağlam adamlarının birinin yanında çalışıyor kadın. Adam da çok güzel ilgileniyor. Ufak kız ve minik delikanlı  babayı çoktan unuttu."

"Gerçek babalarından bir halt olmaz zaten.  Mustafa Hamza ağaya Gaziantep'teki düşmanlık besleyen minik ağacıkların mallarını mülklerini yok edin."

"Tamam başka"

Rüzgar ağızını açmıştı ki Samuel elinde limonlu soda bardağıyla salona girdi. Rüzgar'ın önündeki orta sehpaya bırakıp  salondan çıkıyordu ki  Rüzgar durmasını söyledi.  Samuel kenardaki koltuğa oturduğunda  Rüzgar şeytani hin bir gülüşle;

"Sahra'm ve  Samuel yarın düğün salonunda özgürler. Dillerini sahip çıkmasınlar"

Samuel gerinerek güldüğünde Diablo  tek kaşını kaldırıp;

"Sahra peçesini takacak"

"Tabi ki  dostum. Karın her zaman sana layık bir prenses"

Rahman Ali  sinirle mırıldanırken dirseğini Diablonun karnına geçirmişti. Rüzgar geldiğinden beri ilk defa güldüğünde yanındakilerde eşlik etmişti. Sodasını bitirdiğinde ayağa kalkan Rüzgar;

"Rahman Ali   bak tekrar diyorum, azrail ağayı fazla zorlama"

"Rüzgar o adam gerçek azrail sanki. Bakışları, duruşuyla ya ilk defa  senden başkasından korktum. "

"Benden neden korkuyorsun ki Rahman Ali"

"Sen sinirlendiğinde  kendinden haberin yok.  Diablo konuşsana oğlum"

"Ne konuşacağım. Bütün sinirini kendi üzerime çekemem. Rüzgar her zaman sakin "

"Hadi lan oradan, Rüzgar sen düğüne gelecek misin"

"Oteldeki özel odama geleceğim"

"Rüzgar Hazar ağa"

"Ne olmuş Hancıoğlu'na"

"Fena biri o da, daha doğrusu dört dost fena bağlılar. Mardin'deki adamın dediğine göre kuş uçurtmuyorlar. Mustafa Hamza ağanın ne adını nede ağalığını yere düşürmüyorlar. Mustafa  Hamza ağaya çok bağlılar.  Yalçınkaya konağına girdiğim ilk dakika çıkana kadar Hazar ağa bir gözüyle Asi ağayı, bir  gözüyle hanımağayı takip etti.  Bir ara hanımağaya baktığımda hulk gibi üzerime atlayacak sandım."

"Çünkü hanım ağaya ayrı bir düşkünlüğü var. Bu  bir kaç gün daha üzerine düşecektir"

"Neden "

"Çünkü hanımağa çevresindeki sıkıntılar yüzünden bebeğini kaybetti"

Salonda bir sessizlik olduğunda Diablo;

"Bebeğini kaybetti yani"

"Evet, onun için Hazar ağanın hanım ağayı gözleriyle bu kadar dikkatli kollaması ondandır.  Birde onların aralarındaki bağ, bizim aramızdaki bağ gibi çok kuvvetli. Sizde beni hepiniz kendi gözünüzden sakınmıyor musunuz? Başıma bir şey gelecek diye hem senelerdir siz neyse "

Rahman Ali masadan bir puro alıp;

"Hadi gel Diablo ile seni bırakalım arabana "

"Tamam"

Samuel, Diablo ve Rahman Ali salondan çıktığında yanında duran Sahra;

"Seni çok özlemiştim. Sarılmak istiyorum sana."

Rüzgar sıkıca yanındaki prensese sarıldığında salona giren Diablo kaşlarını çatarak;

"Ayıp oluyor ama"

"Yürü git işine diablo"

Diablo söylenerek salondan çıktığında Rüzgar da onu takip etmişti. Evin arka kapısına yürürken  arabasının arka kapısını açarak oturduğunda ön koltukta oturan Rahman Ali kahkaha atarak gülerken bu sefer diablo karnına dirseğini geçirmişti. Rüzgar öne uzanıp Diablonun yakmadığı purosunu alıp dudaklarının arasına sıkıştırdı. Elini uzatmıştı ki Diablo elindeki gümüş zippo çakmakla purosunu yaktığında Rahman Ali;

"Kaç sene sonra yaktın onu"

"On sene sonra. En son babanın cenazesinde içtim."

"Şimdi neden"

"Geri dönüşüme"

.................................................................

MUSTAFA HAMZA...

Sabah gözlerimi açtığımda karım kollarımın arasında değildi.  Hızla yataktan kalkıp banyonun kapısına geçtim. Kapıyı bir iki tıklatıp  Meryemceye seslendiğimde ses gelmeyince yavaşça kapıyı açtım. Bomboş banyoyla karşılaştığımda hızla odadan çıkıp minik hole baktım.  Zaman kaybetmeden Hazar'ın odasına hızla girdiğimde  silahını kapıya doğru doğrultmuş kaşları çatık;

"Az kaldı kendini bana öldürteceksin. Ne giriyorsun oğlum bodoslama odama"

"Meryemce yok"

"Banyodadır. Ezan okunuyor duyuyor musun"

"Ulan orada olsa buraya neden geleyim. "

"Mutfağa inmiştir"

"Hazar bir ayıl ben seni ayıltmadan. Ulan bizim konakta mıyız"

Hazar elindeki silahı yatağın üzerine atıp ağızını açmıştı ki  odaların ana kapısı açıldı. İkimizde minik hole girdiğimizde  Meryemce elindeki tepsiyi orta sehpaya bıraktı.  Bize dönerek;

"Günaydın "

"Neredesin sen"

"Mutfağa kahve yapmaya indim. Sen niye Hazar abimin odasındasın"

"Seni bulamayınca"

"Anladım, hadi gelin kahve içelim, namazımızı kılarız sonra"

Hazar balkon kapısını açarken koltuğa oturduğumda Meryemce hemen yere dizimin  dibine oturdu. Başını dizime yasladığında elimi başına koydum. Başını severken yanıma oturan Hazar;

"Ne oldu kız gece yediğin kadayıf midene mi oturdu"

"Yok, hani senin son havuç dilim baklavan fazla geldi galiba"

Meryemce ve Hazar'a gülerek bakarken  mutfak avlusundan gelen seslerle Hazar tekrar yerinden kalktı. O balkona geçerken  Meryemce başını hafif kaldırıp çenesini dizime koyup yüzüme baktığında yanağını sevdim. Ab-ı hayatım tebessümle yanağını elime yaslamıştı ki yanımıza oturan Hazar;

"Yavaş ağa  abisi var burada"

Meryemce gülerek başını dizime yaslayınca Hazar tebessümle;

"Kız sen mutfakta bir şey mi yaptın"

"Ben hiç bir şey yapmadım ki abi. Ben sabah mutfağa girdiğimde kimse yoktu. Bir an kendi konağımızda olsaydım kahvaltı hazırlığına girecektim."

"Nazgül hanım gelinlerini haşlıyor"

Meryemce elini bilmem der gibi yapınca elini tutup öptükten sonra;

"Ben gece çalışanları kovdum."

"Neden ağam"

"Azcık çalışsınlar da görelim Hazar ağa."

Meryemce bir anda başını bana çevirip;

"Onların hazırladığı kahvaltıyı size yedirmem"

Hazar'la ikimiz aynı anda; "Hiç bir şeye karışmayacaksın" dediğimizde kedi yavrusu gibi "ama " deyince Hazar kahkaha atarak;

"Ağam bunu sizin odada bağlayalım. Kahvaltı hazır olunca avluya getiririz"

Meryemce hızla yerden kalkıp küs gibi odamıza geçtiğinde Hazar'la aynı anda kahkaha attık.  Hazar odasına geçerken bende odama geçtiğimde Meryemce'm namaz kılıyordu.  Banyoya geçip  abdest alıp  odaya geriye döndüğümde  Meryemce seccadenin yanında parmaklarıyla tesbih çekerken hemen seccadesine geçtim. Namazımı kılıp selam verdiğimde sağ tarafımda oturan karıma baktığımda başını omzuma yasladı. Alnına dudaklarımı bastırdığımda;

"Sevgilim, seninle bir hayat geçirmek değil, sensiz bir  hayat geçirmemek  istiyorum kocam"

"Ab-ı hayatım, gönlümün huzuru yedi cihana  kafa tutacak gücüm var ama seninle  göz  göze gelince  dizlerim titriyor sevgilim"

Meryemceye sıkıca sarılıp başını  göğsüme yasladığımda odanın kapısı çalındı. Meryemce başını kaldırıyordu ki izin vermeden;

"Efendim"

"Şu hanımağaya kanma diyorum sana kaç sefer, müsait misiniz gelebilir miyim"

"Gel başımın belası gel"

Hazar içeriye girdiğinde sağ elini gözlerine kapatıp;

"Ne yapıyorsunuz oğlum siz, hem de Rabbimin huzurunda"

Meryemce gülerek yanımdan kalktığında Hazar açık parmak arasından bakarak;

"Neden kalktın ki"

"Ben çıkayım sıra sende"

"Yok canım ben karımı aldatamam"

"Ben kocamı aldatıyor muyum abi"

"Evet"

"Abim kurban olayım ne diyorsun, biri duyacak uğraş dur sonra"

"Aldatıyorsun tabi, dün senin yanına yattığın adam Azrail ağaydı. Bu yerde amele gibi bize bakan da Mustafa Hamza işte, Hamza ağanın ilk göz ağrısı"

Meryemce gülerken yerden kalktım. Karımın yanına geçip; "Hadi çıkalım " dediğimde peş peşe odadan çıktık. Kapının önünde duran Eren ile bir an şaşırsam da  Meryemce kaşlarını çatarak; "Tepsiyi al kapıyı kilitle Eren" dedi. Eren başını sallayarak yanımızdan geçip odaya girdiğinde bizde yan yana merdivenlere yürüdük. Ana avluya indiğimizde Yusuf ağa ile dayım kahve içiyorlardı. Onların yanına geçtiğimizde Meryemce dayım ile aramıza oturmuştu.  Dayım kaşları çatık;

"Ünal ağa acil Mardin'e gitti"

"Neden "

"Oğlu yüzünden. Dün gece konağa dönünce Bedirhan ağa konağın ortasında bir temiz dövmüş."

"Tamam Reşat ağa, Hazar bir haber alsana "

Hazar yanımızdan kalkıp konaktan çıktığında Poyraz'ın karısı yanımıza geldi. Bir şey ister misiniz dediğinde Meryemce başını hayır manasında sallarken  ;

"Üç tane sade kahve yap, hanımağanıza soğuk su"

.......................................

Kahveler geldiğinde neredeyse bütün ağalarda yanımızdaydı. Sohbet derinleşmeye başladığında konu iş dünyası olunca Meryemce bir anda  fikirlerini söylemeye başladığında bütün ağaların karıma hayranca bakışlarını fark ettiğimde gurur duymuştum. 
Saat ilerledikçe Savaş ve Ekrem avluya girdiğinde Meryemce yerinde kıpırdanmaya başladı.  Göz ucuyla ona baktığımda  sevgilim  sessizce; "Ben diğer sedire geçebilir miyim" dediğinde başımı sallamıştım.  Meryemce yanımdan kalkıp diğer sedire oturdu. Ağa hanımları kahvaltı masasına yardım ederken  Meryemce'nin ara ara kahvaltı masasına bakmasına içimden gülmek gelmişti. 

Uzun zaman sonra kurulan kahvaltı masasına oturduğumuzda afiyet olsun dediğimde herkes yavaş yavaş yerken Meryemce yine yemiyordu. Hafif öksürdüğümde Meryemce bana bakmıştı ki avluya giren Karaca'yla gözlerimi kocaman açtım. Yüzünün sol tarafı resmen mosmordu. Gözünün akına kan oturmuştu.  Nazgül hanım birden yerinden kalkıp kızının yanına gidip elini yanağına koyduktan sonra;

"Prensesim yüzüne ne oldu"

"Bir şey yok anne"

"Nasıl yok kızım. Kim yaptı çabuk söyle"

"Bir şey yok dedim anne"

Poyraz kız kardeşinin yanına gidip;

"Söyle sana kim vurdu. "

Meryemce arkasına yaslanarak tek kaşını kaldırıp;  "Yüzüne bakmamı ister misin Karaca? " dediğinde  Karaca başını hayır manasında salladı.  Meryemce yavaşça yerinden kalkarken  eline masadaki soğuk suyu aldı. Karaca'nın yanında  durup elindeki soğuk suyu uzatıp;

"İç. Soğuk su iyi gelecek içine"

Karaca elinde soğuk suyu alıp içtiğinde  Meryemce yanından geçip yanıma yaklaşıp;

"Ağam"

"Efendim Meryemce hanım"

"Ben bir iki saatlik buradaki görev aldığım hastaneye gidebilir miyim"

"Neden"

"Bir kaç meslektaşımla görüşmek istiyorum"

"Yanına adam alacaksın "

"Tabi ki uslu olacağım hatta Boran ve Meriç bana  eşyalarımı getirse düğünün olacağı otele"

"Geri gelmeyecek misin"

"İzin verirsen"

"Tamam "

Meryemce'nin daha fazla bu gergin ortamda olmasını istemediğim için izin vermiştim.  Meryemce avludan ayrılmıştı ki  gür sesimle;

"Behçet ağa"

"Buyur ağam"

"Hazar ağanın düğününde olanlardan sonra kararımı herkes buradayken açıklıyorum. Büyük ağalar toplantısından sonra Karaca ve Savaş ağa evlenecek. Karaca'nın Savaş ağadan çocuk düşürdüğünü herkes bildiğine göre bu ahlaksızlık daha fazla sürmeyecek. Ekrem ağa da peşinden Melihşah ağaya iftira atan kadınla en yakın zamanda evlenecek."

Ekrem ağa başını tamam manasında sallarken Savaş;

"Ben bu Karaca ile evlenmem"

"Neden Savaş ağa"

"Evlenmem"

"Ben hüküm verdim sende boyun eğeceksin. O ihtiyar baban bir işe yarasın. Savaş eğer istemezsen söyle seve seve ölüm emrinizi de veririm"

Avlu bir anda sessizleştiğinde;

"Anladığım kadarıyla herkes ilk hükmümden memnun. O zaman hayırlı olsun"

......................................................................

Düğünün yapılacağı otelin salonuna Hazar ile peş peşe girdiğimizde  bütün herkes ayağa kalkmıştı. Cebimden telefonumu çıkarıp Meryemceyi arıyordum ki bir anda elime giren parmaklarla soluma baktım. Meryemce güzel gülüşüyle Hazar ile aramızda duruyordu. Gözlerine bakarak;

"Ez aşiqe çave te me ( gözlerine aşığım)
 ez aşiqe bejna  te me( Endamına  aşığım)
 ez aşiqe soza  te me yâre tu zani! (sözüne aşığım yarim bilirsin)
 ez aşiqe soza te me  yara delali ! (sözüne aşığım yarim nazlısın)"

Meryemce şaşkınca yüzüme bakarken Hazar hafif yaklaşıp dediklerimi ona söylediğinde yüzünün aydınlanmasıyla biraz daha yaklaşıp;

"Oy  delal, tu nebi  ez nikarim (Oy güzel, sen olmazsan yapamam)
 Oy  delal, tu nebi  ez bê war im (Oy güzel, sen olmazsan yurtsuz kalırım)"

Hazar gülerek tekrar dediklerimi ona söyleyince Meryemce biraz daha bana yaklaşıp;

"Sana diyecek bir şey bulamadım. Herkes bize bakıyor ağam"

Meryemce ile büyük masaya yürürken Hazar arkamızdan geliyordu. Karımın oturması için sandalyesini çektiğimde Meryemce yavaşça yerine oturdu.  Yanına oturduğumda dayım tebessümle karıma bakarken Hazar hafif Meryemce'ye doğru eğilip;

"Kızım bu Karaca'nın yüzü sabah mosmordu"

"Artık kaç kat asfalt ay fondöten çektiyseler abi"

"Leyla'm ah Leyla'm  duru güzelliğine kurban olurum onun"

Meryemce ile Hazar'a gülerken düğünün müzikleri de başlamıştı.  Meryemce yanındaki Hazar'la sohbet ederken bende dayımların sorduklarına cevap veriyordum.  Biraz zaman geçmişti ki yemek dağıtılmaya başladığında Eren elindeki tabağı Meryemcenin önüne bıraktı. Meryemce şaşkınca başını ona çevirince;

"Eren bu "

"Bolonez soslu el yapımı makarna seversiniz diye özel mutfakta yaptırdık"

"Çok teşekkür ederim Eren"

"Görevim hanımefendi ne demek"

Eren yanımızdan ayrıldığında güzel karım makarnasına resmen aşkla bakarken Hazar ile birbirimize baktık. Meryemce ortamdan soyutlanmış  sindire sindire  makarnasını yerken kulağına sessizce;

"Bir gün bir tabak makarnayı kıskanacaksın deseler gülerdim"

Meryemce ağızını açmıştı ki Hazar önündeki tabağı aldığında gül güzelim bana biraz daha yaklaşıp; "Kumam da kıskandı galiba" dediğinde tebessüm etmiştim. 

....................................................

Yemekler yenmiş çay ikramı yapılırken  Savaş ve Karaca'nın ortakları olan üç arap salona girdiğinde sabır çekiyordum. Adamlar başlarıyla bize selam verip u şekilde hazırlanmış masanın kenarına oturdular.   Biraz zaman geçmişti ki Rahman Ali bey yanında peçeli kendi boylarında bir kadınla salona girdi. Bize doğru yürürlerken  Hazar birden; "O kadının göz rengi kendi göz rengi mi lan" dediğinde kadının gözlerine bakmıştım. Kehribar sarısı göz rengiyle etrafı izleyen kadın ağır ağır yürüyordu. Rahman Ali önüme gelince ayağa kalktım. Elimi uzattığımda Rahman Ali tebessümle elimi sıkınca;

"Hoş geldiniz Rahman Ali bey"

"Hoş buldum Azrail ağa, kız kardeşim Sahra "

Kadın elini uzatmadan başıyla selam verdiğinde Hazar ayağa kalkıp Rahman Ali'ye elini uzattığında Rahman Ali keyif alarak elini sıkmıştı. Sahra hanım elini Meryemceye uzattığında karım yavaşça yerinden kalkıp elini uzattı. Elleri birbirlerindeyken ;

"Prenses Sahra, siz de hanım ağa Meryemce Alibeyoğlu"

"Memnun oldum prenses"

Karım elini yavaşça geriye çekip oturduğunda Sahra hanım tam karşısına oturdu. Garsonlar Rahman Ali ve kız kardeşine servis açmıştı ki salon bir anda sustu.  Hepimiz neden susuldu diye baktığımızda  salon kapısından içeriye giren adamı gördük.  Bir eli cebinde bize doğru gelirken Rahman Ali sağ omzunun üzerinden arkasına bakmasıyla ayağa kalktı.  Yanımıza gelen adamla bana dönerek;

"Mustafa Hamza bey bu adam Samuel Rüzgar'ın görünen yüzü, Samuel bunlarda yeni ortaklarımız ağalar. Reşat ağayı tanırsın."

"Aslan Kaya'nın her şeyim dediği adam. "

"Evet, Yusuf Ali ağayı tanıyor musun"

"Demir ve Emir'in sırtımı dayadığım dediği  adam "

"Peki Hazar ağayı tanıyor musun"

"Yalnız kurt diye biliniyor ve Almanya avcunun içinde olan mert adam"

"Peki şuan burada yok  ama Ünal ağayı tanır mısın"

"Mardin'in en sakin bir o kadar zehir ağalarından "

"Savaş ağayı tanıyor musun"

Samuel etrafa biraz baktıktan sonra bakışlarını Savaş'a çevirip;

"Rahman Ali dostum etrafta neden delik yok"

"Nasıl yani"

"Dostum efendim Rüzgar ne der, eğer bir fare aslana kafa tutuyorsa  bilin ki deliği  yakınlardadır."

Masa bir anda sustuğunda  Sahra hanım;

"Samuel peki Hamza ağayı tanıyor musun"

"Hepsinin başı olan Mustafa Hamza Alibeyoğlu, namı büyük Azrail ağa. Seninle çok büyük işler yapacağız.  İki defa yaptığınız düğüne girmek istedim ama nasıl sağlam korunuyorsun.  Bana söylesene azrail ağa adamlarını özel mi seçiyorsun ve yetiştiriyorsun"

"Ben sağlam adamım ve işlerimi sağlama alırım. Sevdiklerim ve korumak zorunda olduğum insanlar var. Savaş ağanın bile yanımdayken canı benden sorulur. Buyurun oturalım. "

Samuel, Rahman Ali ve Sahra hanım yan yana oturduğunda yavaşça yerime oturdum. Sünnet çocuğuna takı takılırken müzik kısılmış herkes kendi arasında sohbet ederken karşımızdaki üçlü bütün ağaların dikkatini çekmişti. Farklı bir dille sohbet ederken dayım bana doğru eğilip;

"Hangi dil konuşuyor bunlar"

"Bilmiyorum Reşat ağa"

Dayım ve Yusuf ağa mırıldanırken Karaca birden; "Bunlar ne konuşuyor Savaş, hangi dil bu?" dediğinde Meryemce hafif gülerek;

"Burası Rüzgar dedikleri şahsınmış. Bir saat önce otoparktaki özel asansörüyle özel odasına çıkmış. Bir iki saat burada konakladıktan sonra çıkış yapacakmış. Şuan bizi izlediğini ve buradaki konuşmaları Rahman Ali beyle değerlendirip gidecekmiş. "

Herkes şaşkınca bakarken Sahra hanım;

"Farsça biliyorsunuz hanımağa"

"Evet biliyorum"

Sahra hanım başını sallayarak arkasına yaslandığında Meryemce elini bacağımın üzerine bıraktı. Elini sıkıca tuttuğumda Hazar ayağa kalktı.  Biz ona bakarken Hazar gözleriyle yer değiştirelim dedi.  Hazar'la yer değiştirdiğimizde ne yapmak istediğini anlamıştım.  Savaş'ın Meryemceye olan bakışlarını benimle kesmek istemişti.
Tatlı servisi başlamıştı ki Karaca, Sahra hanıma dönerek;

"Yüzünüzde neden peçe var Sahra hanım"

"Yüzümü herkesin içinde açmıyorum. Sadece kocam, sevdiklerim yüzümü görebilir. "

"Evli misiniz"

"Tabi ki evliyim.  Kocamı yakından tanıyacaksınız  çok yakın zamanda "

"Rüzgar mı kocanız"

Sahra hanım gülerek başını salladıktan sonra bir anda kaşlarını çatarak;

"Rüzgar değil,  işine çomak soktuğun adam yani Diablo kocam"

Herkes susarken Meryemce elini yine bacağıma koyduğunda başımı ona çevirdiğimde yüzümüz çok yakın dururken karım ağızını açmıştı ki  Karaca öksürürken ona baktık.  Karaca bakışlarını tekrar Sahra hanıma çevirip;

"Rüzgar dediğiniz zat neden kendine görünen bir yüz kullanıyor. Kendi niye çıkmıyor karşımıza"

Sahra ve Rahman Ali bakışlarını Samuel'e çevirdiklerinde Samuel cebinden bir puro çıkarıp yaktıktan sonra;

"Rüzgar'ın yüzünü görürsen inan nefesini sayarsın Yalçınkaya.  Sen çok eşeleniyorsun Karaca. Burada sadece muhatap olacağı tek adam var o da Mustafa Hamza ağa "

Derin nefes alıp;

"Rüzgar'ınız ben istersem karşıma çıkabilir. Ben istersem benimle konuşabilir.  Hakkımızda çok bilgiye sahipsiniz. Dersinize çok iyi çalışmışsınız ama  ben sizin bildiğiniz adamlardan değilim.  Damarıma basmayın, unutmayın ki  mayında sessizdir ta ki onunda üzerine basana kadar. Sessizliğime aldanıyorsunuz ben bir esersem  mevsim değişir. Sizin adamlarınız gibi iş yapacağız diye el ayak öpecek kadar değilim. Sonunda ölüm olsa da şu dakika bütün anlaşmaları fes ederim. "

Herkes dut yemiş bülbüle döndüğünde arkamda duran Boran'a kahve dedim. Boran garsonlara kahve söylerken şarkılar slow şarkılara dönmüştü. Herkes dans edenleri  seyrederken  çalan şarkıyla Meryemce ile göz göze geldik. Şarkıyı dinlerken son nakaratını birbirimize söylediğimizde içim acırken Meryemcenin gözleri dolmuştu.  

"Ben ölürsem sevdiceğim sağ olsun yâr, yâr
   Sağ olsun yâr yâr, sağ olsun"

Meryemcenin bacağımdaki elini sıkıca tuttuğumda dayım;

"Sizin ikiniz de delisiniz. İkiniz de ölürken diğeri  yaşasın istiyor ama kalanının mezardakinden  bir farkı kalmayacak bunu anlamıyorsunuz. Böyle büyük  gerçek aşk ancak beraber kapamalı  gözlerini aynı dayın ve halan gibi. Arkanızda sadece Hazar ağa kalsa yeter, değil mi Hazar ağa?"

"Bu ikisi  beraber ölürse  Reşat ağa ben hepinizi  öldürürüm. Sizinle mi uğraşacağım en büyük acıyla yanarken"

Rahman Ali ve Samuel bize bakarken Sahra hanımın gözleri dolmuştu. Savaş, Ekrem ağa ve Karaca salondan çıkarken tek kaşımı kaldırdım. Biraz zaman sonra üçü beraber geriye dönüp yerlerine oturmuştu. Kürtçe şarkılar çalarken Sahra hanım biraz masaya eğilip Meryemceye; "Kürtçe  de biliyor musunuz Hanım ağa" diye sorduğunda güzelim ağızını açmıştı ki Karaca gülerek; "Hanım ağamız o dilde biraz geri diye biliyorum hatta hiç bir şey bilmiyor" dedi. Meryemce tek kaşını kaldırıp;

"Kürtçe bilmiyorum ya da biliyorum da konuşmak istemiyorum prenses"

"Çok güzelsiniz bu arada hanım ağam"

"Öyle görmek istiyorsunuz aslında güzel değilim"

Karaca kahkaha atarak;

"Bence sizin yanınızda Meryemce hanım güzel değil."

Rahman Ali kaşlarını çatarak;

"Karaca hanım size bir kıssa anlatayım mı?"

"Tabi ki Rahman Ali bey"

"Bir gün Peygamber Efendimize Rastlayan Ebu Cehil, efendimizin yüzüne baktı baktı ve:"Ya Muhammed ne kadar çirkinsin. Senin kadar çirkin olan hiç kimseyi görmedim." Dedi. Peygamber efendimiz Ebû Cehil'in söylediklerine hiç şaşırmadan: "Haklısın!" buyurdu.Aradan çok geçmeden Peygamber Efendimize Hz. Ebu Bekir (r.a.) Rastladı. Peygamber Efendimizin olanca güzelliğini gören Hz. Ebû Bekir r.a.:"Ya Rasulallâh ne kadar güzelsiniz!" dedi. Peygamber Efendimiz O'na da:"Haklısın!" buyurdu. Bu iki cevaba da şahit olan eshâb-ı kiram, Peygamber efendimize:"Ya Rasulallâh, çirkin olduğunuzu söyleyen Ebû Cehil'e de, çok güzel olduğunuzu söyleyen Hz. Ebû Bekir'e de: 'Haklısın!' buyurdunuz. Sebebini izâh eder misiniz?" dediler. Bunun üzerine Peygamber efendimiz: "Ben bir ayna gibiyim.Bana bakan, bende kendisini görür. Böyle olunca, bana bakıp kendi çirkinliğini gören Ebû Cehil, çirkin olduğumu söyledi. Benim yüzümde kendi güzelliğini gören Ebû Bekir ise güzel olduğumu söyledi. Ben de her ikisine de: 'haklısın!' dedim." Buyurdu.' Akıllıysanız cevabınızı aldınız bence"

Samuel tek kaşını kaldırıp Karaca'ya bakarken bir anda salonun içinde bağırma duyuldu. Müzik kesilmişti. Hepimiz salonun ortasına baktığımızda  Behçet ağanın küçük oğlu karısına tokat attığında  hızla yerimden kalktım.  Meryemce peşimden ayağa kalkıyordu ki  gür sesimle; "Otur yerine " dediğimde yerine oturdu. Hızlı adımlarla yanlarına gidip sertçe tokadımı yüzüne indirdim. Yere düştüğünde yerden kaldırıp; "Öyle tokat atılmaz " dedikten sonrasını hatırlamıyorum. En son yere bıraktığımda gür sesimle;

"Bu kızı senden alıyorum. En yakın zamanda boşanacaksınız. Sende, sende ulan it seninle işim sonra "

Hızla arkamı dönmüştüm ki Derya'nın babası Zülfikar ve oğulları yanıma gelmişlerdi. Zülfikar  kızına sıkıca sarıldıktan sonra;

"Ağam ben kızımı alıyorum. En yakın zamanda bu aileden kurtulması için  elimden geleni yapacağım. "

"Ben arkanızdayım al kızını git, Boran "

Derya babasının kolları arasında salondan ayrıldığında  Behçet ağa  önüme geldiğinde;

"Sana büyük ağalar toplantısına kadar zaman tanıyorum.  Düğün bitmiştir"

Masaya yürürken Meryemce dikkatimi çekti. Elindeki telefonuna dikkatle bakıyordu. Yanına gidip elini tuttuğumda başını kaldırıp yüzüme baktığında;

"Hadi güzelim"

Meryemce başını sallayarak ayağa kalktığında;

"Bir şey mi oldu güzelim"

"Yok  sevgilim"

Hep birlikte bütün ağalar olarak otelden çıktığımızda bütün ağalar Rahman Ali ve Samuel'le el sıkıştığında bana döndüler. Rahman Ali elimi sıkarken;

"Seni tanıdığıma çok memnun oldum Asi ağa. Ağır karakterli  sağlam adamsın.  Seninle düşman bile olsak senin gibi mert, güçlü, kuvvetli bir adamla düşman olmak bana gurur verir. "

Başımı salladığımda Samuel elini uzattığında  elini sıktığımda Samuel şeytani bir gülüşle;

"Rüzgar'ın  bir sözü var. Bence size çok uyuyor Azrail ağa"

"Nedir"

"Soy soya çeker.  Aslı ne ise nesli o olur. Yani kurttan kurt doğar, aslandan aslan doğar.  İtten it.  Tanıştığımıza bir gün memnun oluruz belki. "

"Belki "

Rahman Ali, Sahra hanım ve Samuel yanımızdan ayrılıyordu ki Eren Meryemcenin arabasını önümüzde durdurdu.  Meryemce bir anda bana bakıp;

"Arabamı getirdin"

"Evet hadi geç direksiyona"

.........................................................

MERYEMCE...

Hızlı adımlarla arabamın yanına geçerken bütün herkesin beni izlediğinin farkındaydım. Kapımı açmadan ayağımdaki stilettolarımı çıkardım.  Koltuğa oturduğumda Mustafa yanıma oturduğunda Yusuf Ali ağa, dayım ve Hazar ağa arkaya oturmuştu. Eren yerdeki ayakkabılarımı eline aldığında kapımı kapamadan;

"Takip istemiyorum "

"O zaman serbestiz biz."

"Kaybolun  çünkü beni kimse yakalayamaz. Reşat ağanın ve Yusuf Ali ağanın adamlarına da söyle"

"Ne şüphe. Emredersiniz. Mardin de görüşürüz hanımefendi"

Arabanın kapısını sertçe kapatıp çalıştırıp gaza bastığımda olduğum yerde hızla dönerek  ana yola çıkıp saniye de sol şeritte geçtim. İbre yükseldikçe aklıma gelen mailler ve resimlerle kan beynime çıkıyordu.  Sinirim katlandıkça  gaza basıyordum.  Gaziantep ve Şanlıurfa arası bir saat kırksekiz saat olsa da ben tam kırkbeş dakikada dayımın konağının  önündeydim. Dayımla arabadan inmeden vedalaştığımda Mustafalar araçtan inmişlerdi. 
Kısa zaman sonra arabaya tekrar bindiklerinde konuşmadan yola çıktım. Ana yola çıktığımızda  Hazar abim;

"Ciğerciye gidiyoruz dimi hanım ağam"

"Evet Hazar ağam"

Otobana çıktığımda tekrar sol şeritte geçtim. Sınıra yakın yolda giderken  Hazar ağa ve Yusuf  Ali ağa sohbet ederken göz ucuyla sağ tarafımda gururla beni izleyen kocama baktım. Göz göze geldiğimizde gülmüştüm. 

Biraz daha gittikten sonra Resul dayının dükkanının önüne gelmiştik. Arabayı park ettiğimde hep birlikte arabadan indik. Bir adım atmıştım ki Mustafa bir anda ayağın yalın dediğinde ayaklarıma bakıp gülmüştüm. Arabanın arkasına yürüyerek  bagajı açıp özel bölümü açtım. Her zaman arabada duran spor ayakkabılarımı ve yanındaki yeni çorapları aldım.  Arabanın yanında giyindiğimde Hazar abimle Yusuf Ali ağa kenarda beklerken kocam başımda dikiliyordu. Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda sevgiyle aşkla derin bakıyordu. Uzattığı elini tutup ayağa kalktığımda el ele Hazar abimlerin yanına yürüdük.
Dükkana girdiğimizde saatin geç olmasına rağmen  boş masa yoktu.  Herkes birbirine bakarken ocak başındaki Resul dayı elini önündeki önlüğüne silerek yanımıza geldi. Mustafalarla tokalaştıktan sonra bana dönerek;

"Hanımefendi  hoş geldiniz"

"Hoş bulduk dayı, rabbim dükkanının bereketini arttırsın."

"Amin hanımefendi. Özel yerinize geçin, Ercan sürgülü kapıyı aç"

İlerdeki garson şaşkınca bize bakarken  Resul dayı sertçe;  "hadi oğlum" dediğinde garson dükkanın özel yerine koşarken Resul dayıya dönerek;

"Resul dayı kocamı tanıyorsun galiba"

"Mustafa Hamza ağayı, Hazar ağayı ve Yusuf Ali ağayı tanırım. Rabbim üçünün de eksikliğini vermesin aşiretlerine"

"Amin dayı amin"

"Hünkar bey ve Karaaslan bey yok mu"

"Yok onlar işlerinin başındalar"

"Tamam hanımefendi siz oturun ben hemen servis açtırıyorum"

"Tamam dayı sağol"

Resul dayı yanımızdan ayrıldığında elimi kocamın koluna koydum. Hemen bana dönerek;

"Hanım ağam"

"Ben lavaboya gideceğim"

"Tamam canım"

Mustafalar masaya geçerken hızla lavaboya girdim. Elimi yüzümü yıkarken  sakinleşmeye uğraşıyordum. Mert haddini çok aşmıştı.  Bundan sonrası artık bende değildi. Mustafa öldürse de artık kılımı kıpırdatmayacağım.  Biraz olsun kendime geldiğimde  lavabodan çıktım. Hızlı adımlarla  özel yere girdiğimde masaya ufak ufak mezeler koyuluyordu. Garsonlar başlarını eğdiğinde  yarım ağız gülmüştüm. Mustafa'mın yanına oturduğumda onlar üçü aşiretlerden sohbet ederlerken bakışlarımı büyük camdan zifiri karanlığa çevirmiştim ki yanımıza gelen Resul dayı Mustafaların ciğerlerini önlerine bırakırken ;

"Hanımefendi seninki biraz zaman alacak"

"Tamam dayı sorun değil. Müşterileri huzursuz etmeyin bu arada"

"Tamam hanımefendi"

Resul dayı yanımızdan ayrıldığında Yusuf Ali ağa;

"Ağam ne yapacaksınız. Behçet ağa iyice çocuklarının elinde oyuncak olmuş"

"Fark ettim Yusuf ağa. Büyük toplantıda tamamen Yalçınkaya aşiretini Reşat ağaya  bırakacağım, tabi o zamana kadar bana kendilerini öldürtmezlerse."

"Peki karısının yaptığı"

"Onun hesabını Reşat ağanın kıymetli karısının  konakta sözü geçerken en büyük ceza olacak"

Hazar abimle, Yusuf ağa başını sallarken bir taraftan karınlarını doyuruyorlardı.  Telefonuma peş peşe gelen maillerle sinirlenirken kapının yanındaki Resul dayının yeğenini elimle yanıma çağırdım. Delikanlı  hızla yanıma geldiğinde;

"Nurettin nasılsın"

"Beni hatırladınız"

"Tabi hatırlıyorum kanıdeli genç adam. Bu telefonumu ben kırmadan al ve arabamda şarja tak. Kapıları açık"

"Emriniz olur hanım efendi"

Nurettin telefonumla yanımızdan uzaklaştığında Resul dayı elinde büyük tabakla geldi. Önüme bıraktığında elime çatalımı almıştım ki özel bölümün dışarıya açılan kapısı açıldı. Resul dayının karısı Pembe teyze elinde tepsiyle içeriye girdi.  Tepsiyi masanın kenarına koyup dört kase yoğurdu  masaya bıraktıktan sonra;

"Meryemce hanımefendi hoş geldiniz"

"Hoş buldum pembe teyze, yoğurdu sen mi mayaladın"

"Evet manda yoğurdu hanımefendi"

"Eline sağlık "

Elime kaşık almıştım ki Pembe teyze;

"Artık evlisin hanımefendi şey yani"

"Merak etme değilim "

Pembe teyze ve Resul dayı yanımızdan ayrıldığında Hazar abim tek kaşını kaldırıp;

"Sen buraya baya geliyordun galiba hanımağam"

"Büyük Hünkar yani Kerem'in dedesinin en sadık dostuydu Resul dayı. "

"Anladım peki ne demek istedi kadın "

"Hamile kadın manda yoğurdunu yerse onbir ayda doğururmuş, onun için sordu"

"Vallahi mi kız"

"Tanıdıkları varmış"

"Vay be"

Ciğerimi yerken Hazar abim iki çatal benim tabağımdan, iki çatal kendi tabağından yiyordu. Biraz daha öyle yedikten sonra  Hazar abim garsonu yanına  çağırıp; "Resul dayıya sorsana el açması baklavası var mı" dediğinde garson hızla yanımızdan ayrıldı. Ben abime bakarken Yusuf ağa;

"Hanımağam müsaade varsa size bir şey sorabilir miyim"

"Tabi ki  Yusuf ağa"

"Düğünde de, burada da Hazar ağam sizin yemeklerinize ortak oluyor, rahatsız olmuyor musunuz"

"Tabi ki hayır neden rahatsız olayım. Kendisi beni rahmetli Dila'nın yerine koyduysa  rahatsız olursam olur mu?. Hazar ağa benim öz abim gibidir. Tabi  Bedirhan ağa, Baran ağa bunlar benim öz abimden daha abimdir. Geçen akşam dışarıda yemek yerken bende onun tabağından yedim.  Sizi rahatsız ettiyse bir şey diyemeceğim"

"Siz yani bende sizi öyle görüyorum.  Sizi kızım gibi, kız kardeşim gibi seviyorum ve değer veriyor saygı duyuyorum.  Hatta  kızınız Mina'nın bende ki sevgisi  çok farklı. Ağam ve size  Allah göstermesin bir şey olsa Mina'yı kimseye bırakmam. "

Mustafa ağızını açıyordu ki Hazar abim;

"Mina Dila benim kızım Yusuf Ali ağa hatta üzgünüm senin kızında bizim artık"

"İnan gurur duyuyorum kızımın sizde olmasından "

.............................................

Tatlımızı yedikten sonra ayağa kalktığımızda Resul dayının yanına yürürken  Mustafa elini cebine atıyordu ki;

"Ağam hatırlatayım ben ısmarlıyordum"

"Özür dilerim hanım ağam"

Kasanın önüne geçtiğimde Mustafalarda yanımdaydı.   Hazar ağa ısmarlama mevzusunu anlatırken Resul dayı ayağa  kalkıp;

"Hanımefendi"

"Hesap"

"İki yüz lira"

"Dayı borcum ne kadar"

"Hanım efendi görüyorum ki artık hanım ağamızda olmuşsun.  Benden olsun"

Başımı sallayarak "öyle olsun" dedikten sonra kocamlarla dükkandan çıktık. Ağır adımlarla araca bindiğimde şarjdaki telefonu elime almıştım ki ekranda gördüğüm yirmi beş maille derin nefes alıp içimdeki Mert'e olan sinirim tekrar su yüzüne çıkmıştı. Peş peşe derin nefesler alırken arabaya binen kocamlarla arabayı çalıştırdım.  Otobana çıktığımda  telefonumu araç kitine koyup Yasin'i aradım.  Uzun çalmadan sonra ;

"Hanım efendi"

"Melek "

"Hanım efendi Yasin şuan müsait değil. Ben yardımcı olabilir miyim"

"Sınırdaki Resul dayının hesabını ödesin "

"Hemen emir veriyorum bizimkilere hanımefendi"

"Yasin neden müsait değil"

"Hanım efendi Alexin yanındayız"

"Tamam Melek"

Telefonu kapatıp  biraz gitmiştim ki ayaklarım üşümeye başladığında sol şeritte geçtim.  Yoldaki araçların yanından geçerken  sakinleşeceğime iyice sinirleniyordum. 

......................................

MUSTAFA HAMZA...

Ciğerciden çıktığımızda Meryemce arabayı kullanıyordu ama inanılmaz çok sinirliydi.  Sol şeritte ibre yükseldikçe  parmak boğumları da beyazlıyordu. Yol saat geç olduğu için boştu. Meryemce gözleri boş yola bakarken  arkadan sol omzuma konulan elle arkama baktığımda  Yusuf Ali ağa biraz bana yaklaşıp sessizce;

"Ağam hanım ağamızı sakinleştirmeniz gerekiyor yoksa "

Başımı sallayarak önüme dönmüştüm ki Meryemcenin araç kitindeki telefonu çalmaya başladı. Meryemce telefona kısa bir an baktıktan sonra eline alıp açtı. Uzunca dinledikten sonra daha önce karımdan hiç duymadığım soğuk bir ses tonuyla;

"Bitti mi? şimdi aç kulağını beni dinle, benim ne senin gibi kardeşim nede karın gibi dostum, kız kardeşim yok.  Mustafa sana ne dediyse noktasına kadar haklı. Bundan sonra sizin dediğiniz gibi kocam ne derse o. Bu saatten sonra ne yaparsa ne derse boynum kıldan ince olacak. Mert'i öldürse ağızımı açıp  hiç bir şey demeyeceğim. Kardeş senin kardeşin Dağhan"

Meryemce telefonunu  tamamen kapatıp  benim ayak ucuma attığında eğilip yerden aldım. Ceketimin cebine koyduğumda göz ucuyla karıma baktım. Orta şeritte geçip sakince giderken sağ eliyle direksiyonu tutarken sol eliyle başındaki şalının düğümünü biraz gevşetmişti.  Biraz gitmişti ki Hazar gür sesiyle;

"Hanım ağam  sağa çek arabayı ben kullanayım. Gözlerin hiç iyi değil"

"İyiyim Hazar ağa  zaten az kaldı"

Meryemce tekrar sol şeritte geçtiğinde Mardin, Diyarbakır yol ayrımında arabayı Diyarbakır'a çevirdiğinde Yusuf Ali ağa; "Hanım ağam  siz yorulmasaydınız" dediğinde Meryemce başını önemli değil der gibi salladığında Kerem Hünkar'ın sesi kulağımda çınladı.

"O sinirliyken, düşünürken araba kullanmayı sever sakinleşmek için"

.............................................................

Yusuf Ali ağayı konağına bırakıp tekrar Mardin için  yola çıktığımızda Meryemce sakin gidiyordu. Sol eliyle direksiyonu tutarken sağ eli bacağındaydı.  Elimi elinin üzerine bırakıp sıktığımda Meryemce hafif bana dönerek  gülümsediğinde;

"İyi misin sevgilim"

"Daha iyiyim kocam"

"Uykun gelmedi mi artık? yer değiştirelim uyu"

"Yok araba kullanmak o kadar iyi geldi ki"

"Fark ettim karım"

Meryemce  biraz daha gitmişti ki Hazar biraz öne yaklaştığında elimin içindeki elini sıkıp;

"Sen neye sinirlendin karım"

"Bir, iki  haftaya belki de daha yakın eline bir dosya gelecek"

"Ne ile ilgili karım"

"Boşanma davası"

"Ne davası, ne davası"

"Boşanma davası. Ben seni boşuyormuşum"

Hazar ile aynı anda "Boşuyor musun" dediğimizde  Meryemce başını hayır manasında sallayarak;

"Dikkat edin boşuyorum demedim, boşuyormuşum"

"O nasıl oluyor yani"

"Yarım akıllı kardeşim özel avukatıyla sahte bir dilekçe hazırlayıp imzamı taklit etmiş"

Hazar elini bacağına sinirle vurup; "Orospu çocuğu " dediğinde hızla başımı arkaya çevirdiğimde Meryemce;

"Abi ayıp oluyor ama"

"Doğru sana ayıp oldu. Böyle açık açık senin yanında küfür etmemeliydim. "

Meryemce başını gülerek salladığında bacağımda yumruk olan elimi tutarak;

"İstediğini yapmakta özgürsün  sadece gözlerinde gördüğüm hariç. Nisa ve yeğenime paşalar gibi bakarım ama babasızlığı tattırma yeğenime"

"Ne yapayım o ite o zaman"

"Ben düğünümüzün sabahı imzamı noter tasdikli değiştirmiştim. Sahte olduğu zaten  ortaya çıktı.  Boşanma davası görünmeyecek fakat ben dosya konağa gelsin istedim. "

"Tamam karım tamam. Ben o zaman yapacağımı biliyorum"

"Tamam ağam"

"O ağızını "

Hazar birden bağırarak;

"Lan bende buradayım. Sende önüne bak Meryemce uyma şu adama"

"Olur abim uymam"

Meryemce bir anda sol şeritte geçip yarım saate Mardin'e girdi. Kısa zaman sonra sabah ezanı okunurken konağın önündeydik.   Arabadan inerken Eren yanımıza gelmişti. Konağın kapısını bizim için açarken  Hazar arkamızdan söyleniyordu. Avluya girdiğimizde volta atan Nisa ile Meryemce; "Ablacığım ne yapıyorsun bu saatte" dediğinde Nisa ağlayarak sancısı olduğunu söylemişti. Ona doğru iki adım atmıştık ki Nisa bir anda avazı çıktığı kadar çığlık attı.  Hazar birden; "Eren arabayı hazırlayın" diye bağırınca Nisa iyice ağlamaya başladığında Hazar bir anda kucağına aldı. Meryemce ile konaktan çıkıyorlardı ki Nisa birden; "Kimse Mert'e haber vermesin" dedi. Ben ona bakarken Meryemce, Hazar ile konaktan ayrıldığında annem koşarak yanıma gelip;

"Ben Nisa'mın çantasını alayım gidelim ağam"

"Tamam anam. Sen nasıl hatunsun anam. Rabbim sana iki kız, üç oğul verdi ama "

"Kucağıma giren her evladım benim için kıymetli. Ağam ne yalan söyleyeyim sen ve Meryemce bambaşka yerdesiniz"

Annem yanağımı sevip yanımdan ayrıldığında merdivenleri inen cennet meleğimle bütün derdim kederim silindi. Aklımdaki bütün düşünceler kayboldu.  Gözlerini ovuşturarak son basamağı da inip yalın ayaklarıyla bana gelirken o kadar özlemiştim ki haline kızamadım bile. Hızlı adımlarla önüne gidip kucağıma aldığımda yanağımı bastırarak öptüğünde;

"Nur'u aynım, huzur kokulu emanetim. Baban ne kadar özledi seni"

"Babacığım"

Mina sıkıca boynuma sarılırken içime sokmak isterken yanıma gelen annemle; "Anne Mina'ya bir hırka birde çorap alıp gelir misin" demiştim ki yanımıza gelen Leyla üzerine hırkasını giydikten sonra elindeki çorapları Mina'ya giydirip biraz büyük hırkasını üzerine atmıştı.  Annem önde Leyla arkasında konaktan çıktığımızda minibüs bizi bekliyordu.  Eren direksiyona geçtiğinde bende kucağımda Mina ile yerime oturdum. Annemle Leyla yan yana otururken Mina'mı kokluyordum. Eren yola çıktığında Leyla;

"Abi Mina uyuyor"

"Biliyorum Leyla"

"Konakta bıraksaydık, ben uyandığını sanmıştım"

"Bana onun yükü yok.  Günlerce kucağımda, sırtımda bedenini, ölünceye kadar sevgisini yüreğimde taşırım."

Annem dolu gözlerle  bizi izlerken, Leyla başını önüne eğmişti.

Hastanenin önüne geldiğimizde sürgülü kapıyı açan Eren elini Mina'yı almak için uzattığında başımla hayır dedim.  Peş peşe doğumhanenin önüne geçtiğimizde  Hazar'ım kenarda beklerken bizi fark edince yanımıza geldi.  Annemin elini öpüp;

"Mihriban annem Nisa'nın özel odası hazırlanıyor, Meryemce de doğuma girdi"

"Tamam Hazar'ım ben gidip odaya bakayım, çantasını götüreyim"

Annem yanımızdan ayrıldığında  Hazar, Leyla'yı bileğinden çekip alnını öptüğünde yüzümü kızımın saçlarına gömüp derince koklarken;

"Vicdansız kızımı yatağından kaldırıp buraya mı getirdin"

Başımı kaldırıp Hazar'a ters bakarak;

"Sana ne Hazar ağa sana ne. Kızım var öpüyorum, kokluyorum. 

"O benim. Meryemce ile anlaştık biz. Seni ortak kullanacaktık onu da bana verecekti"

"Yavaş gel Hazar ağa, yavaş. Az ötede oyna. Bu melek benim siz kendinize yapın"

Leyla yüzünü bir anda Hazar'ın göğsüne sakladığında Hazar gülerek;

"Al işte utandırdın karımı. Merinosum, minik serçem sen Mihriban annemin yanına git"

Leyla yüzüme bakmadan yanımızdan kaçarcasına gittiğinde Hazar arkasından gülüyordu. Bana dönerek elini uzattığında;

"Alma kalsın. Annesi gibi sakinleştiriyor beni"

"Mert olayı ne olacak"

"Şimdilik boşanma olayı üçümüzün arasında kalacak. "

"Neden "

"Herkes bir şaşırsın.  Mert bey azrail ağa ile tanışacak"

"Öldürecek misin"

"Hayır tabi ki"

"E o zaman"

"Ağızını kan dolduracağım, o imza atan parmaklarını kıracağım. Şu içerideki Nisa'yı kimsesiz bıraktı ya iki misli kıracağım kemiklerini"

Hazar başını salladığında  Mina bir anda sıçrayıp uyanarak yüzüme baktı. Sağ elini yanağıma koyarak gözlerime bakarken;

"Babam ne oldu"

"Baba sen iyisin dimi"

"İyiyim bebeğim. Ne oldu sana"

"Hiç sarıl bana sıkıca"

Mina'ya sıkıca sarıldığımda başını omzuma koymadan yanağımı öpüp yüzünü boynuma çevirip uykusuna devam etti. Hazar tebessümle;

"Size aşık oluyorum ağam ya"

"Çok isterdim biliyor musun Meryemce Mina'ya süt verirken nikahımda olsaydı. İleride Mina'yı böyle sarıp  sarmalamayacak olmak canımı acıtıyor. "

"Rabbim senin kalbini biliyor Mustafa'm. Zaten merak etme Mina'm sana  ileride daha düşkün olacak"

"Nereden anladın"

"Meryemceyi bir kere sordu mu sana"

"Hayır sormadı. Hemen kucağıma gelip uyumaya devam etti"

"Mina'nın her şeyi sen oldun farkında değilsin. Her geçen gün seni daha çok sahipleniyor. İleride sırdaşı, dosttu her şeyi anlattığı tek insan sen olacaksın. Şunu da aklından çıkarma çok ağır hanım bir kızın olacak"

Kucağımda uyuyan kızıma sıkıca sarılmıştım ki doğumhanenin kapısı açıldı. Başımızı o tarafa çevirdiğimizde Meryemce kucağında yeşil örtüye sarılı bebekle bize doğru gelirken Mina'yı kucağımda gördüğü için şaşkındı. Yanımıza geldiğinde Hazar örtüyü hafif açıp bebeğin yüzüne kısa bir an baktıktan sonra;

"Mustafa şuraya bak dayı oldum"

"Dayı mı?"

"Mert Ateş'e hiç bir zaman abi olmaya niyetlenmedim. Ben her zaman Nisa'nın, kimsesiz kızımın abisiydim, onun için dayı oldum ben"

Meryemce gülerek başını salladıktan sonra;

"Mustafa biliyorum sen Nisa'yı görmeden gitmeyeceksin. Benim odama geçin ben her şey hazır olunca sizi  çağırırım"

"Tamam Meryemce "

Meryemce yeni doğum bölümüne geçerken Hazar'la Meryemcenin odasına yürüdük. Odanın önüne geldiğimizde Hazar kapıyı açıp içeri girmem için yol verdi. Mina'yı yavaşça koltuğa yatırdığımda  Hazar'da Meryemcenin masasının önündeki koltuğa oturdu. Prensesimin üzerini örtüp Meryemcenin sandalyesin oturdum.  Ağızımı açmıştım ki odanın kapısı çalındı. Gel dediğimde Eren elinde iki kahveyle içeriye girdi. Kahveleri önümüze bırakıp odadan tekrar çıktığında  Mina bir anda 'baba' diyerek yerinden sıçrayarak uyandığında hemen yanına gittim. Kızıma sıkıca sarıldığımda;

"Beni neden bıraktın baba"

"Rahat uyu diye güzelim"

"Hım tamam"

Mina kucağımda tekrar Hazar'ın karşısına oturduğumda Mina başını çeneme yasladı. Mina'nın başına dudaklarımı bastırmıştım ki Hazar dikkatimi çekti. Mina'ya garip bakıyordu. Ağızımı açmıştım ki Hazar birden;

"Mina Dila'm neden öyle bakıyorsun"

"Bakarım"

"Mina Dila"

"Efendim amca"

"Sadece amca mı? kız Aşkım amcama ne oldu"

"Sana küsüm ben"

"Aha ne yaptım ben amcasının her şeyi"

"Hani bana bebek alacaktınız"

"Aldık bir tanem. Leyloşun vermedi mi?"

"Ben sizden öyle bebek istemedim ki"

"Nasıl bebek istedin. Barbie bebek mi istemiştin"

"Hayır ya, hani babam annemle konuşup ikna ediyor ya. İşte sende Leyloşumu konuşup ikna edecektin, Allah da sizi sevip Leyloşumun karnına bir gece meleklerini gönderip bebek koyacaktı. "

Biz şaşkınca Mina'nın dedikleriyle kızıma bakarken, odaya Leyla girdi.  Meryemcenin bizi çağırdığını söylediğinde  Hazar boş boş Leyla'ya bakıyordu. Her geçen saniye kaşları çatılırken  bir anda ayağa kalktı. Hazar'ın kalkışına Mina bir anda korkup çığlık atınca Hazar başını bize çevirdi. Hazar'ın önce gözleri sonra kendi gülmeye başladı. Derin bir kaç nefes aldıktan sonra Mina'ya gülerek;

"Mina sana söz Leyloşunu ikna edeceğim. Bu konuşma üçümüzün arasında kalsın ama olur mu? şu merinos duymasın"

"Tamam söz aşkım amcam"

Hazar bir kaç adımla Leyla'nın yanına gittiğinde kolunun altına alıp odadan çıktılar.  Kısa bir an kapanan kapıya baktıktan sonra kucağımdaki meleğimi annesinin masasına oturttum. Göz göze gelince prensesim gülerek  elini yanağıma koyduğunda;

"Mina'm, Rehniya Çawemin"

"O ne demek baba"

" Gözümün nuru demek. Şimdi seninle baba kız bir şey konuşmamız lazım"

"Tamam babacığım konuşalım"

"Bir daha benden başkasıyla az önce Hazar amcanla konuştuğun gibi konuşmuyorsun"

"Ayıp bir konuşmamı yaptım"

"Evet birazcık öyle oldu"

"Tamam babacığım konuşmam ama bende istedim ki Leyloşum da anne olsun. Hazar amcam baba olsun. Bak Başak teyzeme Allah yine bebek vermiş"

"Ah benim kendi küçük aklı büyük kızım. "

"Baba bir daha öyle konuşmam ben sen merak etme. Baba ben sana bir şey diye bilir miyim"

"Tabi ki prensesim"

"Ben her şeyi sana anlatmayı çok seviyorum.  Sende annem gibi kalp kulağıyla dinliyorsun "

"Nasıl dinliyoruz, nasıl dinliyoruz"

"Kalp kulağıyla"

"Babam o kalp kulağıyla değil can kulağıyla dinlemek denir"

"Can da kalp olmuyor mu"

"Oluyor prensesim"

"O zaman siz beni kalp kulağıyla dinliyorsunuz"

"Peki Mina'm kalp kulağıyla"

Mina alnını eğilip yanağıma yaslamıştı ki  odanın kapısı açıldı. Başımı o tarafa çevirdiğimde gözlerinin altı morarmış Meryemce bize doğru yaklaştı.  Biraz masaya yaslanarak;

"Namazı kaçırdık kocam"

"Fark ettim."

Mina başını kaldırıp;

"Annem"

"Efendim bebeğim"

"Nisa yengemin bebeğini görebilecek miyiz"

"Evet anneciğim. Hadi gidip görelim sonra siz babanla konağa gidin."

"Sen gelmeyecek misin ? ben seni çok özledim"

"Nisa yengenin yanında durmalıyım anneciğim"

"Tamam anneciğim, hadi kralım beni kucağına al da gidelim"

Ayağa kalkıp Mina'yı kucağıma aldığımda bana bakan karıma;

"Neyin var Meryemce"

"Hiç, size her geçen gün hayran oluyorum. Kızımızın bir dediğini iki etmiyorsun"

"O benim yemyeşil vadi de rengarenk çiçeklerle yetiştireceğim bebeğim"

"Ah adam ah."

Meryemce'nin beline sol kolumu sardığımda  sağ kolumla kucağımda tuttuğum kızım; "Ben şimdi anladım" dediğinde ikimizde Mina'ya baktık. Mina tatlı bir kıkırtıyla;

"Delfin dedi ki baba ve anne birbirinin gözlerine bakarsa çok mutlu aile çocuğu olurmuşuz. Ben daha çok şanslıyım. Benim amcalarımda yengemlerin gözlerine bakıyorlar. Ben daha mutlu aile çocuğum yani dimi baba"

Meryemce başını sol göğsüme gülerek yasladığında Mina'nın  yanağına minik buse kondurduktan sonra iki meleğimle odadan çıktık. Koridorda yan yana yürüyerek Nisa'nın kaldığı odanın önüne geldiğimizde önce Meryemce girdi. Kısa zaman sonra kapı aralandığında Mina ile odaya girdik.  Hazar kucağında beyaz battaniyesine sarılmış bebeği severken Nisa'ya göz aydınlığı verdim. Koltuğa oturduğumda Meryemce yanıma oturmuştu.  Hazar bana dönünce gözlerinin dolu olduğunu fark ettim.  Ayağa kalkıp  Hazar'ın kucağından minik beyi aldığımda Nisa titreyen sesiyle; "Mustafa abi " dediğinde herkes gibi bende ona baktım. Nisa  yerinde hafif doğrulup gözünden akan yasları silerek;

"Ben kendimi bildim bileli yetimhanede  kimsesizdim.  Ne anne bilirim nede baba. Erkek gibi kısacık saçlarla okula giderdik. Hep büyük güzel aile hayatı hayali kurarken önce Mert girdi hayatıma. Kimsesiz tarafımı onunla doldururken bir gün sen geldin  Mustafa Hamza abi. Benim sana olan sevgim, saygım çok büyük abi. Ne kız kardeşlerinden nede gelinlerinden ayırmadın beni. Her zaman bir gözünle kolladın fark ediyordum.  Mirza baba, babam Mihriban annem hepsi ayrı ayrı seviyor beni ama sen benim gözümde gerçek babam gibisin. Ben bir aydır diyorum ki iyi ki Mert'i sevdim sizi kazandım. "

Ben Nisa'ya kucağımdaki minik beyle bakarken annem başının üzerini öpmüştü ki Nisa ağlarken gülmeye çalışarak;

"Abi adını sen kulağına okur musun? Ezanını kulağına ne babası nede amcası Dağhan abi okusun istemiyorum. Kulağındaki ezan sesi senin sesin olsun ki senin gibi mert, adaletli, yürekli olsun.  Senin sesini duydukça seni örnek alsın."

Başımı sallayarak cama doğru yürürken Hazar da yanımda yürüdü.  Tam tekbir getiriyordum ki Nisa yaramaz kız çocuğu gibi güldükten sonra;

"Mustafa abim, Mert çok istedi babasının adını koymayı ama burada yok ki babasının adını koysun ama benim baba gördüğüm adam tam karşımda duruyor. Abim adını kulağına Mustafa Deniz Alp diye oku "

Meryemce'den öyle bir gülme sesi geldi ki başımı ona çevirdim. Gözündeki gururla başını sallarken başımı çevirip tekbir getirim.

..................................................

Minik DenizAlp beyi annesine teslim ederek odadan çıkarken kıymetlimi annesinin kucağından aldım. Mina alnını boynuma yasladığında Meryemce odanın önünde kızımın yanağını öpüp;

"Ağam bana kıyafet gönderir misin? Bu akşam  buradayız annemle"

"Tamam karım"

Hazar ile  Leyla yanımda hastanenin bahçeye çıkan kapısından çıkmıştık ki bir anda karşımıza Saruhan çıktı.  Kaşlarımı çatmıştım ki Saruhan belindeki silahı çektiğinde çevremizdekiler çığlık  atarak kaçışırken Mina 'baba' diyerek boynuma sıkıca sarıldı.  Hazar, Leyla'yı arkasına alarak bir adım atmıştı ki  elimi havaya kaldırıp; "Dur bakayım derdi ne" dedim. Saruhan elindeki silahla bir adım daha bana yaklaşınca kucağımdaki kızımı zorda olsa Hazar'ın kucağına bıraktığımda Saruhan havaya bir el ateş edince Mina'nın çığlığıyla birlikte ağlamaklı; "Babaaa" diyen sesini duyduğumda beynimde film kopmuştu. Kimse kızımı korkutamazdı. Bir anda Saruhan'ın elinden silahı alıp biraz yakınımda olan Boran'a attıktan sonra Saruhan'dan bütün herkesin hırsını almıştım.  Bütün sinirimi onun üzerinde attıktan sonra yanıma gelen adamlara acile götürmelerini söylemiştim.  Arkamı döndüğümde kucağında kızımızla duran Meryemce ile onlara doğru yürüdüm.  Yanlarında durduğumda ellerimi kızıma uzattığımda Mina ellerime bakıyordu. Bakışlarımı ellerime çevirdiğimde üzerleri ve içi Saruhan'ın kanıydı.  Bakışlarımı tekrar kızıma çevirdiğimde gözlerimin içine öyle bakıyordu ki  bir an korktum. Yine benden korkup kaçacak sanmıştım ki Mina önce güldü sonra kucağıma atladı resmen. Kızıma sıkıca sarıldığımda Mina da boynuma sıkıca sarıldı. Meryemce gülerek başını sallayarak arkasını dönüp hastaneye girdiğinde bizde arabaya yürüdük.  Minibüse bindiğimizde  Hazar'la Leyla karşıma oturduğunda kızımı bacağıma oturttum. Elimi kızımın yanağına koyduğumda  Mina yanağını elime yatırıp;

"Ben senden daha korkmam. Sen güpgüçlü babamsın. Aslan babamsın.  "

"Senin gözünün önünde dövdüm onu"

"O da beni silahıyla korkutmasaydı. "

"Evet kızım, kıymetlim.  Sen benim en nadide çiçeğimsin. "

"Sende benim ilk aşkım, ilk kahramanım babamsın"

........................................................

Şimdi size ileride yaşanacak güzel tatlı bir alıntı yazmak istiyorum. Yıllar sonra bu olaya  atıfta olacak biraz... bayram şekeri olsun şimdiden... :) :)

..................................

MİNA DİLA...

Üniversitenin bahçesinde otururken çatlak arkadaşım İrem elinde iki karton bardakla yanıma geldi. Banka oturup elindeki bardağın birini bana uzatırken;

"Şevvalleri gördün mü"

"Dışarıya çıkıyorlardı, neden ne oldu ki"

"Her zamanki gibi sigara içmeye gidiyorlardır"

"Bir şey olmuş belli ne oldu"

"Off mühendislik bölümüne gelen üç tane serseri  tiplerle takılıyorlarmış "

"EEE"

"E'si seni soruyorlarmış en başları olan çocuk. Hani mafya tipli olan var ya "

"EE"

"Ay Mina adamı şişirirsin heee. Kızım anlasana seni istiyor"

"Anlıyorum ve çocuğa çok acıyorum"

"Neden  ki "

"İrem  bende biliyorsun ki üç tane açık açık psikopat amca, ikisi gizli deli amca ayriyeten manyak özel harekat dayı. Uçuk üç tane abi. Gözü kara enişte ayy bende liste uzun galiba İrem fark ettin mi?"

"Ay Mina sen sadece babanı söylesen yeterdi"

"Ah babam, ne kadar özledim asimi ya"

İrem ile  gülerek ayağa kalkıp son dersimiz için kampüse geçtik. Bir saate yakın  bize eziyet eden Mimari tasarım  hocası en sonunda ders bitmiştir dediğinde hepimiz derin bir oh çektik. Hoca bize gülerek çıktığında İrem elinde çantasıyla;

"Eve mi gideceksin hemen"

"Evet çok yoruldum.  "

"Bize gidelim mi?  Annem senin sevdiğin fırında makarnadan yapmış, babam akşam seni eve bırakır"

"İrem annemi aramam lazım, biliyorsun uzakta olsam da "

"Ara o zaman hadi"

"Dur okuldan bir çıkalım ararım, bak Arda geliyor "

İrem arkasını döndüğünde çantamı toplamıştım. Onlar Arda ile önden sınıftan çıkarken  peşlerinden bende çıkmıştım. Okul bahçesinden çıkarken  yanımdan geçen Şevval  ve ekürilerinin arasındaki konuşmayı duymuştum.

"Şevval kapıdaki orta yaşlı adam sence duruyor mudur hala"

"Bilmiyorum ama şakaklarındaki beyazlar bile  adama ayrı bir yakışıklık katmış."

Başımı sallayarak  üniversitenin uzun yolunu yürürken bir taraftan İrem ve Arda'nın konuştukları konuyu dinliyordum. Büyük ana kapıdan çıkmıştım ki başımı sert bir şeye çarptım. Başımı ovalayarak kaldırırken bir kaç adım geriye gitmiştim ki  İrem'in dediği mühendislikteki çocuk iğrenç bir gülüşle;

"Merhaba Mina "

"Çekil önümden"

"Biraz vaktin varsa konuşalım"

"Vaktim bol ama sana  yok çekil önümden"

"Sana aşığım kızım, bir kahve içelim. "

Ağızımı açmıştım ki yanımıza gelen Şevvaller ile çocuğun arkadaşları da geldi. Karşımdaki çocuk biraz daha yaklaşarak;

"Seni uzun zamandır görüyorum ve beğeniyorum. Tek yaşıyorsun biliyorum. Tanışalım kaynaşalım"

"Tanışmayalım, kaynaşmayalım. Benden uzak dur sonra pişman olursun. Bundan bir ay evvel Şevval'e de dedim. Can sağlığınız için uzak durun benden"

Çocuk belindeki silahı  gösterince ;

"Onunla mı korkutacaksın beni"

"Kızım bak bir senedir seni istiyorum. Ya zorla ya da güzellikle "

Ağızımı açmıştım ki sağımda duran Şevval'in en yakın arkadaşı Sevgi; "Şevval bak o adam bu tarafa geliyor " dediğini duyduğumda herkes gibi bende o tarafa baktığımda  elimi bir anda alnıma vurmuştum. Her zaman ki gibi kaşları çatık başını sağa sola yatırdıktan sonra sert adımlarla bize yaklaşıyordu. Derin nefes alıp;

"İrem sela okunuyor duyuyor musun"

"Ne selası kız delirdin mi hadi gidelim hazır bunların dikkati dağılmış"

"Yok canım ben gelemeyeceğim, eve gideceğim galiba"

"Nasıl yani"

"Anlarsın. "

İlk aşkım yanımıza geldiğinde Şevval gülerek; "Buyurun beyfendi" dediğinde  babam Şevval'e bakmadan karşımdaki çocuğa;

"Hayırdır ne kesiyorsun kızın  önünü"

"Sana ne babalık"

"Babalık mı? neden kestin kızın önünü"

"Seviyorum bu kızı ve istiyorum oldu mu"

"O seni istiyor mu yada en önemlisi seninle konuşmak istiyor mu"

"Konuşmasa da konuşacak. Ben bir şey istedim mi alırım"

"Hım alırsın demek ki  anladım.  Kaç yaşındasın oğlum sen"

"Ne alakası var be çekil git. Elimde kalırsın"

Ağızımı açmıştım ki  babamın arkasından gelen adamla gözlerim kocaman açıldı. Hazar amcam yakasını düzeltip;

"Hayırdır, ne oluyor burada"

"Bende ona bakıyorum Hazar. Bu delikanlı şu nadide çiçek gibi duran güzel kızın önünü kesti."

"Ne istiyormuş peki "

"Kızı istiyormuş"

"Yürek yemiş sabah kahvaltıda o zaman"

"Ya da doktor bir saatlik ömrün kaldı dediyse "

"Vah vah yazık gençmiş delikanlı"

Hazar amcam çocuğun omzuna elini koyup;

"Kızım senin anan baban yok mu"

"Var hatta fazlası bile var. Bende amcalar, dayılar, abiler, enişteler sürüsüne bereket. Bende tam bu arkadaşa benden uzak durmasını söylüyordum"

Çocuk sert bir şekilde amcamın elini omzundan atıp silahını belinden çekti. Silahı amcama doğru doğrulttuğunda herkes çığlık attığında amcam gülmeye başladı. Babam yanıma gelip elini gel gibi yapınca koşarak bize gelen Boran abimle omzumdaki çantamı çıkarıp ona uzattım. Boran abim arabaya giderken  Şevval ;

"Mina sen, tabi ya sen onun için herkesten uzak duruyorsun. Yazık kızım annen, baban uzakta seni okutmak için. Yazık böyle büyük adamlarla mı takılıyorsun. Sen onun için ayrı evde tek başına  kalıyorsun dimi"

"Evet kendisi sevgilim olur. Şu karşımızdaki adam da aşkım. Benim hayatımda paha biçilmez hep yakışıklılarım var. Şevval bu adam babam benim babam. Karşımdaki adam da Aşkım amcam. Beni kendinle karıştırma. Aşkım amcam  sende osmanlıyı  çarpacaksan çarp da gidelim."

"Olur Dilam"

Hazar amcamın yüzü ölüm yüzüne dönünce babam kolunun altına alarak kulağıma;

"Nadide çiçeğim, hep böyle naif ama bir o kadar cesur ol kızım"

"Senin  kızınım, asi ağanın asi kızı"

..................................................................

ALLAHA EMANET OLUN...

Kelime ve yazım hatam varsa aff ola...

Sizi seven çatlak bir o kadar geç gelip sizi beklettiği için utanan yazar :(:(

Sizi çok seviyorum iyi ki benim güzel ailem oldunuz...



Continue Reading

You'll Also Like

32.6K 4K 15
Adam sır küpüydü, kadınsa sabır... Adamın sırrı kadının sabrına mağlup olmamalıydı. Fakat hayat bu ya; hep olmaması gereken olurdu... •Ben Nazenin, h...
50.7K 5K 24
Ailesini bir gece yarısı ani bir trafik kazasıyla kaybeden Can, yaşayan tek akrabasının onu kabul etmesiyle onunla yaşamaya başlar. Can on bir yaşınd...
316K 14.9K 43
Ruhu yara bere dolu bir adam Ali Asaf Demir. Hüznün vakti olan bir kadın Hazan Tekin. Ve bu da onların hikayesi. "Bir gün Hayal, bir gün hikayeni din...
220K 5.3K 30
"...ve hayatın kum saatini sen değil biriktirdiğin anılar tutar, o kadar!" Çakıl Şirin Gürbüz Alaz Çetinoğlu yazan: AK-HayalDunyasi -*-*-*- Çakıl, ya...