Kupa Cadısı

By MelikaTrn

200K 20.7K 1.9K

1 milyon dileği gerçekleştirmesi adına, henüz çok küçükken duyguları elinden alınmış, sevinci, hüznü, korkuyu... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 44
Bölüm 45
Bölüm 46
Bölüm 47
Bölüm 48
Bölüm 49
Bölüm 50
Bölüm 51
Bölüm 52
Bölüm 53
Bölüm 54
Bölüm 55
Bölüm 56
Bölüm 57
Bölüm 58
Bölüm 59
Bölüm 60
Bölüm 61
Bölüm 62
Bölüm 63
Bölüm 64
Bölüm 65

Bölüm 35

3.5K 362 24
By MelikaTrn


"Cidden mi?" dediğinde kafamı salladım ve makyaj malzemelerini Polen'e doğru ittim.

"Şirkete nasıl geleceğine karışamam Polen, ama görevdeyken göreve uygun olmak gerekiyor."

"Tamam, bir şey demedim zaten." Kendimde pek makyaj yapmadığım için yarısını Farya'dan ödünç aldığımız malzemelere şöyle bir baktım.

"Ee kızlar tam olarak neye süsleniyorsunuz böyle?" arkamızdan bize yaklaşan Farya'ya döndüm.

"Bir partiye." deyip göz kırptım. 

"Sizin yaşlarınızdayken ben de çok partilerdim ama artık pek benlik değil." dediğinde anlamış şekilde kafamı salladım.

"Ona ne şüphe?" deyip kıkırdadığımda neyden bahsettiğimi anladı ve yüzü kızardı. Utanan Farya hızla yanımızdan uzaklaşırken yaptığım şakaya çoktan pişman olmuştum. Sarhoş olup utanılacak şeyler yapan ilk insan o değildi ya? bunu söylerken kötü bir niyetim de yoktu. Alt tarafı zil zurna sarhoş olacak kadar içmiş ve kendisinden yaşça çok küçük bir iş adamıyla flörtleşmişti, eminim dünyada bundan çok daha büyük kötülükler de vardı.

"Şu planı bir baştan anlatsana Eva?" dediğinde düşüncelerimden sıyrılıp Polen'e döndüm.

"Korkmaz'ların partisine gidiyoruz ve Batu hakkında bilgi topluyoruz." dedim sessizce. Polen anlamaz bir ifadeyle yüzüme bakmayı sürdürdü.

"İyi de neden?" dedi kaşlarını çatarak. Gayet mantıklı bir soru sormuştu tam da şuanda fakat Farya'nın ofisindeyken ne kadar anlatabilirdim sebebini?

"Sebebini yolda anlatacağım." dedim ve geçiştirdim. Polen'e iyice çeki düzen verdikten sonra kıyafet seçme işine koyulduk, Farya ise odanın diğer tarafında utanmasını aşmış olacak ki sonunda yanımıza gelme kararı almıştı. Ellerindeki bir kaç poşeti önümüze bıraktı ve geri çekildi.

"Bizim sekreter kendi zevkine göre almış ama beğenirsiniz umarım." diye yüzünde büyük bir gülümsemeyle konuştuğunda, bu elbiselerin 'Hadi parti günü yaşananları unutalım!' adlı hediyeler olduklarına yemin dahi edebilirdim. 

"Çok güzeller.." dediğinde Polen'e baktım. Geldiğinden beri Alin gibi, paranın içine düşüp, binlerce liralık alışverişler yapmamıştı anlaşılan. Bunun sebebi Polen'in alışverişi sevmemesi miydi? pek sanmıyordum.

"Bence bu sarı olan sana aşırı yakışır!" Farya, Polen'e elindeki elbiseyi uzattığında, Polen heyecanla elbiseyi eline alıp kendi etrafında bir tur attı. Sevinci gözlerinden okunuyordu, bu sevinç Alin'in binlerce lirayla alamayacağı türdendi. Çok geçmeden ben de kırmızı bir elbisede karar kıldım ve hızlı şekilde kendime çeki düzen verdim.

Hazır olduğumuzda önce Polen'e bir ayna tuttum, bu anı ve kendini özellikle görmesini istiyordum. Buraya geldiğinden çok daha farklı gözüküyordu. Üstündeki elbise, saçları ve makyajı gerçekten Polen'i tamamlamış gibiydiler. Polen de böyle düşünüyor olacak ki ellerini ağzına götürüp aynadaki yansımasına hayran hayran bakmaya koyulmuştu.

"Hadi artık geç kalmayalım Polenciğim" derken Farya'ya teşekkür anlamında bir gülüş gönderdim. Buradaki işimiz bitmişti.

"Kızlar bekleyin! sizi benim şoförüm bıraksın." dedi Farya suratındaki gülümsemeyle. Önce reddedecek gibi oldum fakat tekrar saate baktığımda bir taksi çağırmak için gerçekten geç kaldığımızı fark ettim. Mahcup şekilde kabul ettiğimde Farya telefonunu açtı ve bir dakika içinde bir kaç mesaj yazarak şoförünü çağırdı. Bir kaç dakika içinde Farya'nın telefonuna gelen mesaj ile sonunda kafasını kaldırdı ve gülümsedi.

"Kapının önündeki gri araba." dedi suratındaki tebessüm ile. Kafamızı salladık ve teşekkür ederek odadan hızla çıktık. Koşar adımlarla gri arabayı bulduğumuzda şoför arabadan inerek kapılarımızı açtı. Araba koltuklarına yayıldığımızda Polen'in heyecanını yüzünden okuyabiliyordum. 

"Çok heyecanlıyım.." dedi küçük bir kıkırdama ile. Kafamı sallayıp camdan dışarıyı izlemeye başladım. Pek uzun olmayan bir yol vardı önümüzde. Bakalım davetsiz girmeyi nasıl başaracaktık..


Bir kaç dakikalık yolumuz kalmışken telefonumun titreşimiyle irkildim. Ekranda bir Akın'dan, bir de Karaca'dan mesaj duruyordu. Bu noktada içimin kıpır kıpır olması gerekirdi ama şuan ki heyecanım ve gerginliğim bunu bastırır cinstendi. Parmaklarım merakla önce Karaca'nın mesajına gittiler.

'Şirketten çıkmışsın, neredesin?' 

Mesajı okuduğumda büyük bir dinginlikle arkama yaslandım. 

'İşim var.' 

Diye kısa bir mesaj yazıp Akın'ın mesajına geçtim. Karaca'ya sinirliydim, bu yüzden gündelik bir konuşma yapmak istemiyordum. En azından şimdilik uzatmanın manası yoktu..

'Elçin şimdi kapıdan içeri girdi sizi karşılamak için kapıda bekliyorum.

Akın'ın bu mesajına cevap yazacakken gözlerim tekrar yukarıdan gelen mesaja kaydı.

'Eva nerdesin?'

Karaca niye bununla bir anda ilgilenmişti, yeni 'sevgilisiyle' keyifli vakit geçirmek varken benimle sıkıcı bir dedektifçilik daha mı eğlenceli gelmişti gözüne?

'Farya'nın arabasıyla mı gittiniz?'

İkinci mesaj geldiğinde gözlerimi kaydırmadan edemedim. 

'Polen seninle mi?' 

Karaca'yla tanıştığımızdan beri benimle bu kadar cümle kurmamıştı gerçekten. Şimdi bir anda dilinin bağı çözülmüş olacak ki birazdan ne giydiğimi ve hangi ayakkabıyla kombinlediğimi bile sorabilirdi. 

'Korkmaz'larla işimiz var Karaca. Yardıma ihtiyacım olursa arayacağım.' yazdım yine sert bir dille.

Karaca şu zamanlardaki sinirli tavırlarımı anlamlandıramıyor olmalıydı. Aşkım yüzünden onu karşıma alamayacağımı mı düşünüyordu, aşkın nefrete dönmesinin ince bir çizgi olduğunun da mı farkında değildi? tabi bu normal aşklar için geçerliydi, benim durumumdaysa.. Karaca'ya nasıl olmam gerektiği tam bir muammaydı.

Şoför ani bir fren yaptığında alışkanlıkla ellerim çantama gitti. Şoförün buz gibi suratıyla karşılaştığımda ancak hatırladım, Farya'nın arabasında olduğumuzu. Gülümseyerek kafamı eğdim ve yavaşça kapıdan dışarı çıktım. Polen de dışarı çıktığında, araba hızla yanımızdan uzaklaştı. Geldiğimiz ıssız sokak, binalarla doluydu fakat gecenin karanlığıyla birlikte tek bir insan evladı yoktu. Binaların dairelerinin çoğu da boşmuş gibi gözüküyordu. Bu sokak hayalet bir köyü andırıyordu.

"Garip bir adamdı ya." dedi Polen. Anlamaz gözlerle ona baktım. "Farya hanımın şoförü yani." diye ekledi. Kafamı salladım ve binanın kapısına yöneldim. Şahsen yolu izlemekten başka bir şey yapmamıştım buraya gelene kadar, şimdi bir plan yoktu elimde.

"Sen kiminle mesajlaşıyordun?" 

"Akın'la." dedim geçiştirmek istercesine. Akın ismini tanıyamadığında bir kaç saniye düşündü. Sonra aniden hatırlamışçasına gözlerini büyüttü.

"Ha o yakışıklı çocuk!" dediğinde kafamı salladım ve kapıya doğru yürümeye devam ettim.

"Ha Polen!" dedim heyecanla duraksarken. Kapıdan girmeden artık söylemem gerekiyordu; "Batu Korkmaz aslında ölü." dediğimde Polen ellerini ağzına götürdü ve iyice açtığı gözlerini gözlerime dikti.

"Nasıl ölü, bu binanın içinde mi ölü?! şimdi mi ölü?" Polen sesini alçak tutmak için savaş verirken tam ona açıklamak için ağzımı açacaktım ki arkamızdan gelen o sesle irkildik.

"Eva hanım?" bu sesin sahibini maalesef biliyor, tanıyordum. "Sizi hangi rüzgar attı buraya?" Kafamı çevirdiğimde gördüğüm yüz sahte Batu Korkmaz'a aitti.

"Biz.. şey.. Batu bey.." derken Polen gözlerini anlamaz şekilde etrafta gezdirdi ve yine bir adım öne çıkarak sahte Batu'ya baktı. 

"Gece eğlencesine çıktık ama gel gör ki taksi bizi dolandırmış!" Bir kez daha Polen'in uyum yeteneğine hayran olurken ben de ona ayak uydurdum.

"Bizi getirdi bu ıssız köhne yere bıraktı gitti! bu gece eğlenemeyeceğiz anlayacağınız. Sizin ne işiniz var burada?" Polen de, ben de sahte Batu'ya karşı mahzun mahzun bakışlar atarken saçlarını kaşıdı.

"Şanslısınız hanımlar.." dediğinde rolüne kendini fazla kaptıran Polen hemen atladı.

"Ne şansı ya! o kadar hazırlandık ortada gidebileceğimiz bir parti bile yok." böyle söylediğinde sahte Batu bir kahkaha attı.

"Bu taraftan gelin lütfen." dedi gülümseyerek. Polen bana dönüp küçük bir göz kırptıktan sonra yürümeye başladı. Ben de peşlerine takıldım. Polen'in ileri ki zamanlarda da böyle yararlı olup olamayacağını düşündüm. En azından Magiya olayını, Akın'ın değil de Polen'in bilmesini tercih ederdim sanırım. Şimdi onun hakkında bir kanıya varmak için fazlasıyla erkendi. Tek bildiğim Karaca etkeniyle Polen'in gördüklerini gerçekten kimseye anlatmayacağıydı, bir de bana verdiği sebepsiz güven vardı elimde. 

Sahte Batu eski ve büyük bir binanın kapısını açtığında, içerideki ses kulaklarımıza doldu. Tıpkı bir önceki parti gibi, ıssız mekan müzik sesleriyle doldurulmuştu. Kapıdan içeri girdiğimizde kenarda bekleyen Akın'ı gördüm ve ona bizden uzaklaşması için kaş göz yaptım. Akın yavaşça bizden uzaklaşırken içeriye kısaca göz gezdirme fırsatı bulmuştum. Koridorların ve duvarların işlemeleriyle bir kliniği andıran, 3-4 katlı bu binanın yapısı oldukça yaşlı görünüyordu. Sahte Batu'ya eğilerek konuştum.

"Böyle ıssız mekanları seviyorsunuz herhalde?" Sahte Batu gözlerini kısarak gülümsedi ve yüzüme baktı.

"Liminal space." dediğinde anlamaz gözlerle ona baktım. Anlamadığımı anlayınca kafasını salladı ve kulağıma eğildi. "Bu tür mekanlara liminal space denir." dediğinde sebepsizce ürperdim. Kulağıma daha fazla yaklaştı ve açıklamaya devam etti. "Normalde dolu olması gereken, park, okul ve hastane gibi yerlerin boş olmasının verdiği ürperti." dedi ve sakince yüzümden biraz uzaklaşarak devam etti. "Beynin durup 'Burada normalde insanlar olması gerekir, yanlış bir şeyler var!' diyor ve bu da seni korkutuyor.. ben de bu tür mekanları insanlarla doldurmayı seviyorum." Bu noktada yüzüme yaklaştı. "Gündelik kaygımı azaltıyor." diye cümlesini bitirdiğinde bir adım gerileyerek gülümsedim.

"Bozsoy Holding'in partisini de sen düzenledin o zaman?" dediğimde kafasını salladı.

"Farya hanım rica edince kıramadım."  

"Farya hanımla da baya yakınsınız?" dedim gülümseyerek, bu sefer garip bir ifadeyle suratıma baktı. "Yani.. size koca şirketin yıl dönümü organizesini emanet ediyorsa, tarzınıza güveniyordur demek istiyorum." diye eklediğimde gülümseyerek kafasını salladı. Onu sorularımla sıkmak istemiyordum. Gece yeni başlıyordu ve benim henüz öğrenmem gereken çok şey vardı.

"Eh kapının önünde dikilip kaldık hanımlar lütfen gelin." Bize yolu gösterirken Polen'e bir bakış attım, adeta bir radar gibi etrafı inceliyordu. Parti alanına geldiğimizde orta alanda dans eden insanları ve masalarda içki içen çiftleri görmek zor değildi. Bir kenarda kendi kendine dans eden Elçin'in etrafında ise bir kaç erkek bekliyordu. Erkeklerden gri tshirtlü olanı Elçin'in kulağına eğilmiş bir şeyler fısıldıyordu diğerleri de kendi hallerinde dans ediyorlardı. Bu noktada Elçin'in bizi görmemesinin iyi olacağını biliyordum yoksa partiye davet edilen tek kişinin kendisi olmadığını düşünecek ve kıyameti koparacaktı!

Sahte Batu yanımızdan uzaklaşırken Polen kulağıma eğildi.

"Aşk olsun Eva ya! böyle şaka mı olur? adam cidden öldü sandım!" Gözümü Elçin'den ayırmadan Polen'e eğildim.

"Öldü zaten." dedim büyük bir sakinlikle. Polen anlamaz şekilde kafasını salladı.

"Ne demek öldü Eva, adam az önce bizi kapıdan içeri buyur etti!?"

"O gerçek Batu değil." dediğimde Polen gözlerini büyüttü. "Biliyorum çünkü gerçek Batu Korkmaz gözlerim önünde öldürüldü." dedim sakince. Baskın müzik sesine güvenerek oldukça rahatça konuşuyordum. Polen büyüttüğü gözlerinin yanında elleriyle ağzını kapattı.

"Kim yaptı!?" diye sorduğunda Polen'den uzaklaşarak Elçin'e doğru bir kaç adım attım. Her sorunun cevabı yoktu maalesef.

Elçin etrafındaki erkeklerle konuşmaya devam ederken gözüm duvara yaslanmış şekilde onları izleyen Akın'a kaydı. Akın'ın beni farketmesi için bir kaç adım attığım sırada Polen de beni takip ediyordu. Sonunda göz göze geldiğimizde sakince Elçin'in yanından sıyrılıp dans eder şekilde yanıma geldi. Kulağıma doğru eğildiği esnada Polen'i gördüğünde duraksadı.

"Sorun yok.. bizimle." dedim sakince. Onaylar biçimde kafasını salladı ve tekrardan kulağıma eğildi.

"Sen gelmeden kısa bir soruşturma yapma fırsatı buldum. Eva bu adamı neden takip ediyorsun bilmiyorum ama herif harbiden manyakmış." dedi ve etrafı kolaçan ettikten sonra tekrar eğildi. Ben is kaşlarımı çatıp cümlesini bitirmesini bekledim. "Burası neredeyse yüz yıllık bir hastane, hem de deliler hastanesi! dönemin ağır sorunlu hastaları hep burada terapi görmüşler. Bir gün hastanede bir kaç doktorun tutuklanmasıyla birlikte kapıya mühür vurulmuş bir süre sonra bir kaç kez el değiştirmiş ama kimse elinde fazla tutamamış hastaneyi. Neyse burada parti yapmak için sağlam bir bütçe ayırmış anladığım kadarıyla, bunu da anca manyağın biri yapar!" Akın cümlesini bitirdiğinde ellerimle alnımı sıvazladım. Sahte Batu'nun söylediğine göre 'liminal space' denen bu mekanları doldurmak onun hoşuna gidiyordu ama tıpkı Akın'ın söylediği gibi bu manyaklıktan başka bir şey değildi.

"Tamam Akın." dedim kafamı sallarken. Elçin onun yokluğunu farketmeden yanımızdan uzaklaşırken biz de etrafı seyretmeye koyulduk. 

"Batu.. yani Batu olmayan Batu.. şey işte.. nerede göremiyorum?!" Polen kafası karışmış şekilde etrafa bakarken ondan uzaklaşıp hızla etrafa bakmaya başladım. Gerçekten nereye kaybolmuştu şimdi bu adam? Hızla telefonumu çıkardığım esnada Karaca'dan gelmiş 2 cevapsız arama dikkatimi çekti. Bu Karaca'nın beni ilk araması olmalıydı, şimdi ne yapmalıydım? 

Şu hissi bilirsiniz; konuşmak için can atarken konuşmak istememek hissini. Bilmez misiniz? sanırım kimse nefret etmeyi deliler gibi istediği bir insana benim kadar bağlı değil bu dünyada. 

Baş parmağım 'geri ara' tuşunun üzerine daireler çizerken derin bir nefes verdim. Endişeleniyor muydu benim için, yoksa sadece merak mı gideriyordu? 

"Eva.."

"Bir dakika." dedim Polen'i sustururcasına, düşünmem bitmemişti henüz. Artan müzik sesinden rahatsız olmuşçasına kapıya yöneldiğim esnada Polen de peşimden geldi.

"Eva" dediğinde derin bir nefes vererek telefonumun ekranına sessizce bakmaya devam ettim. Karaca'yı geri arayıp bu partide olduğumu söylemeli miydim, en azından kısa bir açıklama yapılmalı mıydı?

"Eva!"

"EFENDİM POLEN!" diye kafamı sertçe kaldırdığımda, henüz kapıdan biraz önce girmiş Karaca ve Alin'i görmem bir oldu, üstelik az önce gözlerimle fırıl fırıl aradığım sahte Batu da yanlarındaydı. Şok olmuşçasına onlara baktığım esnada Karaca'yla göz göze gelmeyi başarmıştım. Nasıl bulmuştu burayı?

Müzik sesi konuşmalarını bastırdığı için yanlarına yaklaşmam gerekiyordu fakat ne Polen'in Alin'i, ne de benim Karaca'yı duymaya halimiz vardı. Neden buradalardı?

Alin, Karaca'nın koluna girmiş şekilde, sahte Batu da peşlerindeyken yürümeye başladılar, yanımızdan geçerlerken kısa süreliğine konuşmaları net şekilde duyulmuştu.

"Karaca bey.. sizi ve sevgilinizi beklemiyordum ama gerçekten güzel bir.." devamı ise yanımızdan uzaklaştıklarında müzik sesine karışıp gitmişti. Yanımdan geçen Karaca, simsiyah gözlerini bana dikmesine rağmen tek bir kelime bile etmeden öylece yürümeye devam etmişti. Onların salona geçmesiyle beraber Polen kulağıma eğildi.

"Alin beni yine tanımamazlıktan geldi işte." dediğinde kafası istemsizce öne düştü.

"Görmezden gelinen tek kişi değilsin." dedim teselli verircesine. Ağır adımlarla salona doğru tekrar yürümeye başladık fakat ikimizin de üzerinde aynı enerji yoktu sanırım. Salona girdiğimizde tıpkı bir önceki partide olduğu gibi bir anda müzik değişikliğine gidilmişti, hareketli müzik kapatıldı yerine duygusal bir şeyler açıldı. Bu, biraz sonra Karaca'yı dans pistinde görebilirim demek miydi, bu sefer bir öncekinden farklı olarak bensiz.

"Gören de gerçekten sevgililer sanacak." dediğinde kaşlarımı çatmış şekilde Polen'e döndüm. Sinirli ifademden susması gerektiğini anlamalıydı, fakat gözlerini Karaca'lardan ayırmıyordu, bu yüzden suratımdaki mesaj ulaşması gereken yere ulaşmıyordu. "Hayır yani baksana nasıl bakıyorlar.." Kaşlarım daha çok çatılırken Polen sırıtarak bana döndü. "O değil de şu Elçin denen kız şimdi bu dansı izlesin!" Sonunda gözlerime baktığında sinirli ifademle karşılaştı ve sessizleşti. Polen'den gözlerimi çektiğimde bir masanın yanına yanaştım ve bu sefer gözlerimi Karaca'ya çevirebildim.

Alin denen kızla şakalaşıyor gibi bir halleri vardı. Karaca'nın toplamda ne kadar gülümsediğini gördün derseniz sanırım bu kadar değildi. Gerçekten böyle mi olacaktı yani, Alin bu kadar eğlenceli bir kız mıydı?

Alin pistin ortasına doğru Karaca'yı çekiştirmeye başladığında gözlerim doldu. Polen'in beni izlediğini fark ettiğimde ise bir şey anlamamış olmasını umarak yukarı baktım. Amacım göz yaşlarını geldikleri yere gömmekti çünkü burada silecek olursam Polen benimle ilgili sıkı bir bilgi edinmiş olacaktı.

"Siz eşsiz geldiniz değil mi?" bu sesi duyduğumda korkarak kulağıma eğilmiş şekilde bekleyen sahte Batu'ya baktım. Başka bir şeyle ilgilenmek bu yaşları kuruturdu sanırım.

"Nasıl yani?" dedim şaşkınlıkla. Güldü.

"Doğru.. siz davetsiz gelmiştiniz." dedi sesini duyurmak için biraz bağırırken. "Bu davet yalnız çiftler içindi." dediğinde gülümsemeye devam etti. "Dilerseniz dans edelim? tabi arkadaşınız için de problem olmayacaksa." Dediğinde ellerim kendiliğinden kalkarak onaylamaz şekilde sallandılar. Batu'yla bir dans bana hiç bir şey kazandırmazdı.

"Ne problemi? hayır hayır lütfen gidin!" diyen Polen ben henüz düşüncelerim arasında yüzerken beni sahte Batu'ya doğru itti. Batu ise hızlı davranarak kolumdan yakaladı ve beni pistin ortasına doğru sürükledi. Her şey süper hızlı gelişirken bir anda kendimi dans eder pozisyonda bulmuştum. İşte bu beklenmedikti.

"Güzel dans ediyorsun." dedi kulağıma eğilirken. "Nerede öğrendin?" diye de ekledi sanki yarama basmak istermiş gibi. Karaca'dan öğrendiğimi mi söyleyecektim şimdi, Karaca sevgilisiyle kol kola kenardayken?

"Sağol.." dedim sessizce ve yüzümü olabildiğince sahte Batu'dan uzak tuttum. Bunu yaparken etrafı inceliyor, ağır adımlarla da ona ayak uyduruyordum. 

"Romantik dans müziği açıldığında neden bir tık kısılır biliyor musun?" dedi bana daha çok yaklaşırken. 

"Neden?" derken aynı zamanda kafamı biraz daha aşağıya gömüyordum.

"Sevgililerin birbirlerini duymaya her zaman ihtiyaçları olduğu için." 

"Bilmiyordum." dedim sessizce ve etrafta göz gezdirmeye başladım. Dans pistinde bir ileri bir geri giderken gözlerimi Karaca'da sabitledim, görmeliydim. Bana nasıl baktığını, şimdi gülümsemediğini, konuşmadığını ve şakalaşmadığını görmeliydim, gördüm de.

Alin Karaca'yı bir kaç kez kolundan çekmeye çalıştı ama kımıldatamadı bile. Ardından gözleriyle Karaca'nın baktığı yeri takip etti, gözleri sonunda gözlerimle buluştuğunda savaş çanları çoktan çalmaya başlamıştı. 

Alin önce Karaca'nın koluna girdi. Karaca tepki vermiyordu. Sinirlenmeye başladığını açık saçık seçebildiğim bu anlarda bir kaç adım geriledi. Gözlerini Karaca'dan bir an olsun ayırmıyordu, panik bir halde tekrar Karaca'nın dibine girdi ve ona sarıldı. Karaca sanki bir puta dönmüş gibiydi, tek bir tepki bile yoktu gözlerinde. Alin en sonunda sinirle Karaca'nın dizlerine yerleşmeye çalıştı, bu hareketi sadece benim sinirlerimi dokunmuştu fakat Karaca açısından nafileydi, hala istediği dikkati çekememişti. Sinirle dolup taşan Alin saçlarıyla oynadı önce, elindeki bir tutamı ağzına götürdü, garip bir şekilde çiğnemeye başladı. Ne yapıyordu bu kız?

"Karaca beyle yakınsın sanırım?" dediğini duyduğumda gözlerimi Karaca'dan hızla çekerek sahte Batu'ya döndüm. "Ama o senle yakın durmuyor." dedi sırıtırken. 

"Ne alakası var?" dedim anlamadığımı belli edercesine. Kıkırdadı ve suratıma baktı.

"Lütfen Eva hanım, bırakın yardımcı olayım." dedi ve eğilerek yanağıma küçük bir öpücük bıraktı. Yavaşça kısılarak sonlanan şarkı ve kopan alkışlar arasında Karaca'nın hızla salondan çıkarak, merdivenlerden üst katlara doğru koşmaya başladığını gördüm. Hemen ardından ise Alin koşarak salondan çıktı.

Sahte batu gülümseyerek suratıma bakarken gözlerimi şok olmuş biçimde açtım.

"Bu neydi şimdi?" dedim sinirle. Gülümseyerek bana doğru eğildi. Henüz yeni bir müzik açılmadığı için şuan bana doğru eğilmesinin pek bir anlamı da yoktu.

"Bir hediye." dediğinde kaşlarımı çattım. 

"Ne hediyesi, neden bahsediyorsun?" 

"Senin anlayabileceğin bir hediye değil." dedi ve benden bir iki adım uzaklaştı. Ellerini sallayarak arkasını döndü. Tam arkasını döndüğü sırada, Elçin'in yanında dans eden gri üstlü o çocuk koşarak yakasına yapıştı ve kulağına bir şeyler fısıldadı. Nefes nefese kalan çocuğa şaşkınca bakan sahte Batu, hızla salondan çıktığında, kovalamaca şimdi başlıyordu sanırım.

Karaca'yı düşünmek için zaman yoktu, o da böyle olsun istiyordu sanıyorun. Gözlerim Polen'i bulduğunda koşarak yanına gittim.

"Batu.. sahte Batu, çıktı kapıdan, arabaya bindi!" 

"Gördüm Polen, Akın nerede?" Heyecanlı gözlerle etrafına bakan Polen, korkar bir ifadeyle gözlerime döndü.

"Yok!" Emin olmak adına ben de etrafı dikkatlice inceledim.

"Nerede bu çocuk?!" dediğimde Polen etrafta hızlı adımlarla dolaşarak bir kere daha bakındı.

"Gitmiş!" 

"Ne yapacağız şimdi?!" dedim heyecanı. Kafasını bilmiyorum anlamında salladı.

"Arabamız yok!" diye durumu özetlediğinde kara kara düşünmeye başladım. Şimdi küslüğün kırgınlığın sırası değildi anlaşılan. Akın yoksa Karaca vardı!

"Sen Akın'ı aramaya devam et, ben Karaca'yı bulacağım!" dediğimde Polen hızlı adımlarla benden uzaklaştı. Bu hızlı koşuşturmaca beni biraz önceki vaziyetten sonra Karaca'yla omuz omuza getirecekse, kim bilir bir gün Elçin'le 'güçlerimi bile birleştirirdim'. 

Koşar adımlarla merdivenleri çıktığım esnada Alin'in bir hırsla dış kapıdan çıktığına şahit oldum. Belli ki Karaca'dan beklediği ilgiyi tam olarak bulamamıştı, fakat bunu beklemiş olması daha da şaşırtıcıydı.

Hızla ikinci kata çıktığımda, koridorda yanan bir lamba olup olmadığını kontrol ettim. Giriş katta bir parti olmasına rağmen diğer katlar oldukça sessizdi, bu da bu binadaki ses yalıtımının seviyesini tıpkı ilk parti evinde olduğu gibi gözler önüne seriyordu. Vakit kaybetmeden üçüncü katı da kontrol ettim burada da kayda değer bir şey yoktu. En son 4. kata geldiğimde koridorun en sonunda yanan zayıf bir ışık gördüm. 

Ya sonunda Karaca'yı bulmuştum ya da partiden uzaklaşmak isteyen bir çifti basmak üzereydim. 

Zayıf ışığın yandığı odaya yaklaşırken kulağıma dolan sesleri anlamlandırmaya çalıştım. Böcek sesi miydi, hayır.. hayvan, hayır hayır.. sanki biri durmadan bir kalemi kağıdın üzerinde ileri geri sürüyor gibiydi? 

Bu bilinmeyen ses karşısında adımlarımı yavaşlatsam mı, hızlandırsam mı bilemez bir şekilde yürümeye devam ederken, önüne geldiğim kapıya baktım. Kafamı yavaşça içeri çevirdiğimde ise mavi bir masadan başka hiç bir şeyin olmadığı bu odada, masaya eğilmiş, kağıda hızlıca bir şeyler yazan, aynı zamanda da nefes nefese kalmış Karaca'yı gördüm.

"Karaca?" Ona seslenmeme rağmen bana dönüp bakmadığında tedirginlikle içeri girdim. "Karaca?" diye yinelediğimde tekrar karşılık vermemesi üzerine koluna hafifçe dokunmak istedim. Bu dokunuşla birlikte sanki 100.000 voltluk bir elektrik vücuduma yayılmıştı. Gözlerim karardı ve bacaklarım kaskatı kesildi. Bilincim kendini yavaşça kapatırken neler olduğunu anlamlandıramıyordum.

Ölüm böyle bir şey miydi?


"Ne demiştin en son Karaca?" bu sesi duyduğumda gözlerimdeki karaltı bir duman gibi dağıldı. Şimdi karşımda gördüğüm manzara ise gerçekten anlamlandırabileceğimin çok ötesindeydi.

Mavi bir masanın iki yanında, bir kadın, bir de genç bir çocuk oturuyordu. Çocuğu tanımakta başta zorlansam da, bu beyaz ve soluk teni, simsiyah saçları ve belirgin yüz hatlarını nerede görsem tanırdım. İyi de şuan tam olarak ne oluyordu?

Karaca'nın küçük hali tam karşımda dikiliyor olmalıydı, bu da bu zamanı en az 1960'lı yıllar yapardı! 

Onun da bir çocukluğu olduğunu düşünemeyeceğim kadar düz bir duvar olmayı başarmıştı gözümde, peki şimdi karşımda duran küçük çocuğa nasıl bakmalıydım? Hayata 50 yaşında başladığına yemin edebileceğim Karaca'nın da masum bir çocukluğu mu vardı?

Hissiz bir ifadeyle karşısındaki kadına bakarken nefes verdiğini gördüm. 

"Düşüncelerim." dedi yorgun bir sesle ve kafasını çevirip tedirginlikle kapıya ve kapının yanında ki büyük saate baktı. Bu yorgun ses hiç de 15-16 yaşlarındaki bir bedene uymuyordu. Bu gördüklerim gerçek olabilir miydi, yoksa sadece hayal mi görüyordum?

"Bu cümleyi biraz daha açar mısın?" diyen kadına baktığında hissiz ifadesini koruyarak kaşlarını çattı.

"Düşündüğüm her şey canımı yakıyor." dedi kendini konuşmak için zorlar bir biçimde. Kadın ayağa kalkıp Karaca'ya daha yakın bir konuma geldiğinde eğilerek Karaca'nın gözlerine baktı.

"Çok fazla düşündüğünü mü söylemeye çalışıyorsun?" diye Karaca'ya, kendini açıklaması için yol göstermek istedi. Karaca tekrar kapının yanındaki büyük saate baktı ve kafasını sessizce salladı. 

"Pekala.. bu ne zamandır böyle Karaca?" dediğinde ise Karaca gözlerini kapattı ve adeta düşüncelerini susturmaya çalışırken konuştu.

"Bir şeyleri hatırlamaya başladığımdan beri." dedi sessizce ve gözlerini bir kez daha saate çevirdi. 

"Bu tam olarak ne demek oluyor, biraz açabilir misin?" dedi kadın büyük bir dinginlikle. Karaca bıkkınlıkla nefes verdi. 

"Unutamıyorum." diye kısa bir cevapla geçiştirdiğinde kadın şaşkınlıkla kafasını kaldırdı.

"Neyi?" dedi Karaca'nın hissiz tuttuğu yüzüne bakarken.

"Hiçbir şeyi." kadın gülümsedi ve Karaca'ya yaklaştı.

"Geçen sefer sana verdiğim küçük asker oyuncağını ne yaptın?" dedi gülümserken. Az önce Karaca'nın anlattıklarını ciddiye almadığı ve konuyu değiştirdiği belli oluyordu.

"Kırdım." dedi Karaca, ciddi bir ses tonuyla. 

"Yanlışlıkla mı?" diye sorduğunda, kadının suratında şaşkın bir ifade hakimdi.

"Hayır." 

"Neden?" 

"Çok fazla düşündüm." dediğinde kadın şok olmuşçasına Karaca'ya baktı.

"Çok fazla düşündüğün için onu kırdın mı?" dedi şaşkın ifadesini korurken. Karaca yüzündeki hissiz ifadeyi bozmadan kafasını salladı. Kadın bunun üzerine bir kaç saniye düşüncelere dalmanın ardından, elinde tuttuğu kağıtlardan birini kararsız bir şekilde Karaca'ya uzattı.

"Bir şey hakkında çok fazla düşündüğünde onu yazmayı denemek ister misin? belki bu kafanı rahatlatır." dedi davetkar bir ses tonuyla. Sanki bir oyun kurmuş, o oyuna Karaca'yı da dahil etmeye çalışıyordu. Karaca bir kadına, bir kağıda, bir de saate baktı. Karaca'nın çok fazla saate baktığını fark eden kadın gülümsedi.

"Sanırım saatin bitmesini iple çekiyorsun.. sen burada bekle, ben babanla konuşup geleceğim." Baba kelimesini duyduğunda Karaca yerinde huzursuzca kımıldandı. 

Kadın gitmeden önce gülümsedi. Ellerini Karaca'nın saçlarına koyarak okşadı. Okşarken saçlarının aradan çekilmesiyle adeta bir perdenin çekilmesi gibi, alnında bekleyen büyük ve derin yara gün yüzüne çıkmıştı. Yaranın üzerinde akmış kan lekeleri henüz yeni kurumuş olacaktı ki hala kıpkırmızıydılar. Kadının aniden kaşları çatıldı.

"Bu ne Karaca?" Karaca'nın suratındaki hissiz ifade bir anda korkar bir ifadeye döndüğünde, sonunda yaptığı büyük adam rolleri bir kenara kalkmış ve kendi yaşındaki bir çocuk gibi görünebilmişti. "Bunu sana kim.." derken tedirginlikle Karaca'nın en başından beri gözünü ayıramadığı kapıya baktı. Bütün yapboz parçalarını kafasında yerleştirmiş gibiydi. Kadının elleri titrerken derin bir nefes almasının ardından kendini toparladı ve hızlı adımlarla kapıya gitti. 

"Aslan bey!" diye bağırdığında bahsettiği kişi meşhur Aslan Bozsoy olmalıydı!

Karaca, Aslan ismini duyduğunda aniden kalkarak kapıdan uzaklaştı ve hızlı adımlarla odanın en ücra köşesine gitti. Eğer Karaca'yı yüzünden tanıyamamış olsaydım şimdi elleriyle boğazını tutuyor ve yakasını çekiştirip duruyor olmasından anlardım o olduğunu. 

"Bitti mi doktor hanım? çok teşekkür ederiz gerçekten.. başka ülkeden kalkıp geldiniz bizim için. Karaca'nın raporlarını bana bir mektupla gönderebilirsiniz." Konuşan adamı başta görseydim sanırım Karaca sanabilirdim. Tıpkı onun gibi simsiyah saçlara ve beyaz tene sahip olan bu adam, odaya doğru hızlı adımlarla geliyordu. Kadın kapıya yaklaşan adama geçiş sunmadan kapı aralığına geçti.

"Bitmek üzere.. siz şimdi alt kattaki bekleme alanına inin, orada size bir kahve ikram etsinler, ben hemen geliyorum." dedi gülümseyerek. Aslan Bozsoy kapı aralığından Karaca'ya doğru bir bakış atarak gülümsedi ve merdivenlere doğru yöneldi. Gittiğinden emin olana kadar kapı aralığından onu izleyen kadın kapıyı aniden kapatarak koşar adımlarla Karaca'nın yanına geldi ve ellerini sıkıca tuttu.

"Karaca sakın korkma.. bak bizi burda kimse duyamaz. Bunu sana baban mı yaptı?!" 

Küçük Karaca'nın gözleri kızarmışken kapı tarafına tedirgin bir ifadeyle bakmaya devam ediyordu. Ellerini Kadından kurtardığı ilk anda tekrar boğazını tutarak nefes alışlarını güçlendirmeye çalıştı. Kadın Karaca'nın ellerini boğazından çektiğindeyse kaşlarını daha fazla çattı. Ani bir kalkışın ardından tekrar kapıya koşan kadın, koridorda gördüğü doktorlara doğru bağırdı.

"GÜVENLİĞİ ÇAĞIRIN!"

Tam bu anda ise aynı elektriklenmeyi vücudumda tekrar hissettim. Hayır.. hayır hayır hayır.. burada kesilmemeli..

Hayatımda ilk defa yaşadığım bu olayın anlamı neydi şimdi?





Continue Reading

You'll Also Like

69.7K 5.7K 69
"Valla, sende bizim öküzlüğümüzü sollayacak bir yapı görüyorum. En son sendeki pala bıyıkları rahmetli dedemde görmüştüm," "Aa! Ne güzel işte, arad...
60.9K 6.6K 40
Hepimiz Pamuk Prenses masalını okuduk, peki ya üvey annesinin?
62.5K 4.1K 35
|Hera'nın Kızı'nın ikinci kitabıdır.| Onun gözleri denizlerden daha mavi. Onun saçları güneşten daha sarı. Onun teni incilerden daha parlak. O, Apoll...
245K 4.3K 30
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı.Bir an kalbim duracak gibi oldu. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi ve odamın kapısını açt...