Bölüm 18

3.8K 399 23
                                    


97 gün kala..

Merdivenlerin tamamını geride bıraktığımda, girmem için hafifçe açık bırakılmış kapısına yöneldim. Adımlarımı hızlandırdım, nefesimi dizginledim, tıpkı onun bana yaptığı gibi 'nefes al, nefes ver.' dedim kendi kendime.

Sonunda girdim o siyah kapının eşiğinden. Kapısı gibi siyah oda karşıladı beni tekrardan. Koyu duvarlar, koyu mobilyalar, koyu gözler, koyu saçlar.

Siyah masasında otururken, tekerlekli, deri sandalyesinde iyice geriye yaslandı. Kapıdan girdiği anda, kırmızılar içinde olan ve bu odaya ait olmayan bana dikti gözlerini. Oldukça normal gelse de aslında pek az yapıyordu bunu, nadiren dikiyordu gözlerini üzerime.

"Halletmem gereken işler var, ne söyleyeceksen hızlı söyle." dedi sert bir ses tonuyla, sanki sesinin başka bir tonu yokmuşçasına, az önce beni sakinleştirirken kullandığı o tonu hiç tanımıyormuşçasına.

Önce bir kaç saniye bekledim. Ne söylemeliydim, bilemedim. Sözler içimde doğru sırayı bulamıyorlardı sanki.

"Yüzüğü çıkart." 

Sözümü henüz tamamlamadan büyük bir kahkaha patlattı ve yüzüme baktı. Gömleğinin kollarını her zamanki gibi sıyırırken siyah masasına geçti. Adeta bu siyahlarla bezenmiş odada, baştan aşağı siyah kıyafetleriyle kayboluyordu fakat bembeyaz olan teni, bu siyahların içinde daha da parladığı için onu gözden kaybetmek imkansız bir hal alıyordu.

"Tabii çıkartırım." dediğinde, şaşkınlıkla suratına baktım. Yüzüne bakmak hala ufak çaplı kalp krizleri yaşamama sebep oluyordu, ama bütün bunların bir an önce bitecek olmasına tutundurdum aklımı. "Sen babamın katilini bulduktan hemen sonra." diye cümlesini bitirdi. 

"Karaca, bu yüzük olduğu sürece-"

"Sana güveneceğim." diyerek kesti sözümü. "O yüzük olmadan beni öldürmek isteyip istemediğini nereden bilebilirim?" kaşlarından tekini kaldırıp sorgularcasına kafasını salladı. Bu esnada benim kaşlarım ise çatılmıştı.

"Bir cadı olmamdan elbette?" dedim sabırsız bir şekilde. Kafasını olumsuz anlamda salladı.

"Eva, o yüzüğü takmadan önce, hani hastaneye geldiğin o gün.." diye başladı sözlerine. Merakla dinledim. "Ben Batu'yu değil de, Batu beni öldürecek olsaydı, merminin önüne atlar mıydın?" diye sordu bir anda. Anlamaz bir ifade ile salladım kafamı.

"O ne demek.. neden atlayayım?" diye sordum, ondan çok kendimeydi sanki bu soru. 

"Heh.. işte tam olarak bundan bahsediyorum!" dedi gülümserken. Öğretmenimsi bir edaydı gözlerindeki. "Senin gözünde yaşamın, yaşamımdan daha önemli.. ki olması gereken de bu." kaşlarım tekrardan çatılırken ellerimi saçlarıma attım. "Ama bu aynı zamanda, bir gün ölümle karşılaşırsan, ölmemek için beni öldürebileceğin anlamına geliyor, senin için canına kıymayacak insan, her zaman senin canına kıyabilir." Kurduğu o komplike denklemi yavaş yavaş açıkladığında, gözlerimi kocaman açtım. 

Bu denklem, yalnızca ölüm tehdidi ile sık sık karşılaşan insanların kurabileceği türdendi. Deneyimli olduğum söylenemezdi elbet, fakat normal insanlar yanlarındaki insanları seçerken çok daha basit testlere tabi tutarlardı karşısındakileri. Bu denklem, yüzüğü asla çıkarmayacağı gerçeğini yüzüme vururken, onun ve elbette babasının illegal işlerle uğraşan kimseler olduğuna dair olan düşüncelerimi kesinleştirmişti. Ne de olsa karun kadar zengin bir kimsenin tüm mal varlığı alın teri olamazdı, bu dünya böyle işlemiyordu.

Sadece 97 günümüz kalmıştı ve benim elimde bir kaç şüpheli isim dışında tek bir argüman bile yoktu. Hiçliğin ortasından bir katil çıkaracaktım ortaya. Batu ve Anıl, bu şüpheli isimlerden ikisinin de ölü olduğunu düşünürsek, bir arpa boyu yol almamıştım.

Kupa CadısıWhere stories live. Discover now