Bölüm 56

915 115 28
                                    


"Yüksek ihtimal senin, şimdi burada öğrendiğinden daha fazla." dedi gözlerini hafifçe kırpıştırırken. Şaşırmış gözükmüyordu. Sanki dört bir yanının hainlerle kaplı olduğunu en başından beri biliyormuş gibi.

"Ya.." dedim ve kafamı sakince salladım. Yorgundum. "Peki onların sana ne kadar yakın olduğunu, bunu da biliyor musun?" diye ekledim sözlerimi. Her şeye rağmen tepkisizdi. Kafasını hafifçe sallamakla yetindi. "Anıl'ı bildiğini söylemiştin değil mi?" 

"Evet." dedi yorgunca kafasını düşürürken. Girmemek için direndiğim araba kapısını biraz daha araladı. "Anıl hain olamayacak kadar iyi bir çocuktu ama ne var ki haindi işte, içinde bulunduğu durumu idrak edemiyordu." dedi ve kolumdan tutup arabaya girmem için biraz daha ittirdi. Geri adım atmadım ve karşısında dikelmeye devam ettim.

"Peki Anıl'dan başka kim-"

"Önce dinlen ve duş al Eva, sonra her şeyi konuşuruz. Bithap düşmüşsün." Göz ucuyla is olmuş üstüme bakındı. Biraz utandım şimdi bu halimden fakat yine de taviz vermedim.

"Ben iyiyim." dedim büyük bir eminlikle. Sadece omuzlarıma daha sert bastırdı. Bu gücüne karşın ne kadar ayakta kalmak istesem de, yaşadığım onca şokun ardından titreyen dizlerim beni daha fazla taşıyamadılar. Onun hala sargılı olan omzunu gördüğümde daha fazla direnmeden araba koltuğuna bıraktım kendimi. Kapının önünde eğildi o an. Dışarıda kalan bacaklarımı, elleriyle toplayıp arabanın içine yerleştirdi. 

Gözlerimde ilk başta bir ateş parlasa da, anında dağıldı. Topladığı bacaklarımdan ellerini çekmekte direniyor gibiydi. Hem avuçlarını orada tutuyor, hem de daha fazlasını yapmaktan alıkoyuyordu kendini. İçindeki o küçük çekişme, kaçamadı bakışlarımdan. Ve sonunda, koyu gözlerini, gözlerime çevirdi. Bir özlem parladı bakışlarında sonra aniden söndü, tıpkı benim gözlerimdeki ateş gibi.

Kaybolup gittiği günler de, dağılan görüntüsünü pek tabii toplamıştı fakat zihni, zihni de, tıpkı görüntüsü gibi tertipli ve düzgün müydü?

"Eğer Magiya'ya gitmek istersen-" diye girmek istedi lafa.

"Cevaplar istiyorum." diyerek kestim sözünü. Ellerini bir hızla çekti bacaklarımdan, sanki kaynayan bir sudan çekiyormuşçasına. "Ben cevapları ararken, sence mekan önemli mi?" diye ekledim. Cevapsız kalarak kalktı yanımdan. Hızla arabanın önünden dolanarak şoför koltuğuna geçti. Anahtarı çevirirken, direksiyonu sıkı sıkı kavradı.

"Değil." dedi suratıma bakmadan. "Ama belki duşunu evinde almak istersin." dediğinde, anlamaz bir şekilde kaşlarımı çattım. 

"Şimdi duşun sırası mı?" dedim sinirli bir şekilde. Gözlerime bakmaktan kaçınmaya devam etti. Bu esnada beni tamamen görmezden gelerek arabayı çalıştırdı. Gecenin karanlığında ilerlemeye başladık.

"Sen.." dedi emin olamadan. Sonra söyleyeceği şeyden hızla vazgeçti. "Kendi evime sürüyorum. Misafir odalarının kendilerine ait banyoları var. Duşunu alır, biraz uyursun." Bu sözler üzerine kaşlarımı daha da çattım.

"Kime diyorum! duşun sırası mı Karaca?!" 

"Eva." dedi sessizce. Bu sebepsiz gerginliği üzerindeyken, onu anlayamıyordum.

"Ne!?" dedim sinirimi daha fazla bastıramadan. Dudaklarının ufak bir şekilde yukarı kıvrıldığını gördüğümde, sinirim kendini katladı. Küçük bir kıkırdamayı bastırmaya çalıştı içinde. Diresiyonu sıkı sıkıya kavrayan ellerinin arkasına saklamaya çalıştı dudaklarını. Yine de gördüm. Beyaz suratına, kıvrılan solgun dudaklarını görmemek içten değildi. Güldüğü zaman hafifçe kırışıyordu gözlerinin kenarları. Kaşları çatık olsa bile içinden gülmek geldiğinde, gözleri kısılıyordu hemen. Bu yüzden dudaklarını saklasa bile gördüm o kısa gülüşü. "Tam olarak neye gülüyorsun şimdi?" dedim kaşlarımı çatarak, sert ve asi bir şekilde. Tek elini havaya kaldırırken gözlerini yoldan ayırmıyordu. Dudaklarından kopup gitmeyi bekleyen o kıkırdamayı zorla bastırdı.

Kupa CadısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin