Bölüm 20

3.7K 417 30
                                    

Son 97 gün..

Farya gideli henüz bir kaç dakika oluyordu ama ben çoktan sormadığım yüzlerce soru için pişmanlık yaşamaya başlamıştım. Keşke bu zorlu görevde bana her an cevap verebilecek bir yardımcım olsaydı. Karaca zaten Pandora'nın kutusu gibiydi, üstüne etrafındaki insanların da Kaplan Bozsoy hakkında bildiği bilgiler oldukça kısıtlıydı.. şimdi ne yapacaktım ki?

Kafası allak bullak olmuş şekilde yürümeye devam ederken yanımdan kafasını telefonuna gömmüş şekilde geçen bir kadın gördüm, sonra da aynı şekilde yürüyen bir adam, sonra bir kadın daha... aniden gözlerim parladı. Sanırım benim.. telefonum olsaydı her şey daha kolay olurdu!

Sözlükont zamanında telefonların adeta kendi torunları gibi olduğunu, küçük bilgi kutularına benzediklerini ama asla kendisi kadar bilgin olamayacaklarından bahsetmişti..

Elimdeki küçük çantanın içine baktım.. bu zamana kadar değerinin ne olduğunu bilmediğim bir sürü kağıt para bana bakıyordu. Şimdi ise bu kağıt paralar benim için, yani gerçek hayatın içine girmiş biri için oldukça büyük bir önem arz ediyordu. Bu paralarla bir telefon alırdım almasına ama.. nerede satılıyordu ki bu telefonlar, herkes nereden alıyordu bu küçük bilgi kutularını? 

Bu durumda en iyisi bunu Karaca'ya sormaktı, bu kadar basit bir soruyu soran 22 yaşındaki bir kadını tımarhaneye kapatmaya çalışmayacak tek insan oydu.

Merdivenleri çıktım ve doğruca asansöre bindim. Parmağım 52. kata gittiğinde içimde anlam dahi veremediğim bir heyecan oluştu. Bu hislere henüz yeni alışıyordum ama şüphesiz en hızlı alışacağım duygu heyecan olacaktı, kısa zaman içinde bu baskın duyguyu kaç kere yaşadığımı saymamıştım bile. 

Asansörün kapısı yavaşça açıldığında heyecanla bomboş olan kata girdim. Biraz sonra Karaca'yı görecek olma ihtimali, kalbimin patlayacak gibi atmasına sebep oluyordu. Nefret ediyordum, bu histen nefret edememekten. Karaca'nın odasına tıklatmadan girdiğimde ufak bir hayal kırıklığı yaşadım. Karaca odada değildi. Bu noktada odayı terketmem ve onu aramam gerekirdi ama kendimi tutamadım. Odanın ortasına doğru yürürken raflardan tek tek eşyalara dokunuyor neyin ne olduğunu inceliyordum. Önce bir kaç kitap aldım elime.. sonra bir kupa.

Aşk galiba tam olarak böyle bir şeydi, sadece insana değil, kıyafetlerine, kokusuna, ve hatta her gün kahve içtiği kupasına bile ilgi duymaktı, merak etmekti. 

97 gün kalmıştı ya önümüzde, bu cinayet çözülmez ise bana ne olacağını bilmiyordum. Yok eğer çözülürse yüzük parmağımdan çıkacaktı ve Karaca ile yollarımız ayrılacaktı. İşte bu noktada iki seçenek de beni tedirgin ediyordu.

Elimdeki kupayı da yerine bırakırken yaşlı gözlerle etrafa bakmaya devam ettim. İstemiyordum bir şeyler hissetmek hiç değilse istememek istiyordum. Her şey o kadar karman çorman olmuştu ki.. bu hisler insan bedenimin asıl ihtiyaç duyduğu şeylerdi ama duygusuz ve şuursuz geçen 150 küsür yılın ardından ben bir insan mıydım, peki karşımda.. gençliğini ikinci kez yaşayan ve görüldüğü üzere pek masum olmayan Karaca bir insan sayılır mıydı, ikimiz de canavar mıydık? çünkü normal birer insan olmadığımız oldukça kesindi.

Bu düşünceler içinde masaya yaklaştığımda siyahlar içindeki odada adeta parıldayan mavi hediye pakedini görmem bir oldu. Paket simlerle ve yıldızlarla süslenmişti, bir de küçük kurdelesi vardı üzerinde. Bunun özel bir eşya olduğunu biliyordum ama üzerindeki nota gitti ellerim..

Her şeyi gördüm Karaca. Ne kadar teşekkür etsem az gelir, senin sayende iyiyim. En yakın zamanda görüşmek dileğiyle...

-Elçin

Kupa CadısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin