Kupa Cadısı

By MelikaTrn

200K 20.7K 1.9K

1 milyon dileği gerçekleştirmesi adına, henüz çok küçükken duyguları elinden alınmış, sevinci, hüznü, korkuyu... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 44
Bölüm 45
Bölüm 46
Bölüm 47
Bölüm 48
Bölüm 49
Bölüm 50
Bölüm 51
Bölüm 52
Bölüm 53
Bölüm 54
Bölüm 55
Bölüm 56
Bölüm 57
Bölüm 58
Bölüm 59
Bölüm 60
Bölüm 61
Bölüm 62
Bölüm 63
Bölüm 64
Bölüm 65

Bölüm 18

3.8K 399 23
By MelikaTrn


97 gün kala..

Merdivenlerin tamamını geride bıraktığımda, girmem için hafifçe açık bırakılmış kapısına yöneldim. Adımlarımı hızlandırdım, nefesimi dizginledim, tıpkı onun bana yaptığı gibi 'nefes al, nefes ver.' dedim kendi kendime.

Sonunda girdim o siyah kapının eşiğinden. Kapısı gibi siyah oda karşıladı beni tekrardan. Koyu duvarlar, koyu mobilyalar, koyu gözler, koyu saçlar.

Siyah masasında otururken, tekerlekli, deri sandalyesinde iyice geriye yaslandı. Kapıdan girdiği anda, kırmızılar içinde olan ve bu odaya ait olmayan bana dikti gözlerini. Oldukça normal gelse de aslında pek az yapıyordu bunu, nadiren dikiyordu gözlerini üzerime.

"Halletmem gereken işler var, ne söyleyeceksen hızlı söyle." dedi sert bir ses tonuyla, sanki sesinin başka bir tonu yokmuşçasına, az önce beni sakinleştirirken kullandığı o tonu hiç tanımıyormuşçasına.

Önce bir kaç saniye bekledim. Ne söylemeliydim, bilemedim. Sözler içimde doğru sırayı bulamıyorlardı sanki.

"Yüzüğü çıkart." 

Sözümü henüz tamamlamadan büyük bir kahkaha patlattı ve yüzüme baktı. Gömleğinin kollarını her zamanki gibi sıyırırken siyah masasına geçti. Adeta bu siyahlarla bezenmiş odada, baştan aşağı siyah kıyafetleriyle kayboluyordu fakat bembeyaz olan teni, bu siyahların içinde daha da parladığı için onu gözden kaybetmek imkansız bir hal alıyordu.

"Tabii çıkartırım." dediğinde, şaşkınlıkla suratına baktım. Yüzüne bakmak hala ufak çaplı kalp krizleri yaşamama sebep oluyordu, ama bütün bunların bir an önce bitecek olmasına tutundurdum aklımı. "Sen babamın katilini bulduktan hemen sonra." diye cümlesini bitirdi. 

"Karaca, bu yüzük olduğu sürece-"

"Sana güveneceğim." diyerek kesti sözümü. "O yüzük olmadan beni öldürmek isteyip istemediğini nereden bilebilirim?" kaşlarından tekini kaldırıp sorgularcasına kafasını salladı. Bu esnada benim kaşlarım ise çatılmıştı.

"Bir cadı olmamdan elbette?" dedim sabırsız bir şekilde. Kafasını olumsuz anlamda salladı.

"Eva, o yüzüğü takmadan önce, hani hastaneye geldiğin o gün.." diye başladı sözlerine. Merakla dinledim. "Ben Batu'yu değil de, Batu beni öldürecek olsaydı, merminin önüne atlar mıydın?" diye sordu bir anda. Anlamaz bir ifade ile salladım kafamı.

"O ne demek.. neden atlayayım?" diye sordum, ondan çok kendimeydi sanki bu soru. 

"Heh.. işte tam olarak bundan bahsediyorum!" dedi gülümserken. Öğretmenimsi bir edaydı gözlerindeki. "Senin gözünde yaşamın, yaşamımdan daha önemli.. ki olması gereken de bu." kaşlarım tekrardan çatılırken ellerimi saçlarıma attım. "Ama bu aynı zamanda, bir gün ölümle karşılaşırsan, ölmemek için beni öldürebileceğin anlamına geliyor, senin için canına kıymayacak insan, her zaman senin canına kıyabilir." Kurduğu o komplike denklemi yavaş yavaş açıkladığında, gözlerimi kocaman açtım. 

Bu denklem, yalnızca ölüm tehdidi ile sık sık karşılaşan insanların kurabileceği türdendi. Deneyimli olduğum söylenemezdi elbet, fakat normal insanlar yanlarındaki insanları seçerken çok daha basit testlere tabi tutarlardı karşısındakileri. Bu denklem, yüzüğü asla çıkarmayacağı gerçeğini yüzüme vururken, onun ve elbette babasının illegal işlerle uğraşan kimseler olduğuna dair olan düşüncelerimi kesinleştirmişti. Ne de olsa karun kadar zengin bir kimsenin tüm mal varlığı alın teri olamazdı, bu dünya böyle işlemiyordu.

Sadece 97 günümüz kalmıştı ve benim elimde bir kaç şüpheli isim dışında tek bir argüman bile yoktu. Hiçliğin ortasından bir katil çıkaracaktım ortaya. Batu ve Anıl, bu şüpheli isimlerden ikisinin de ölü olduğunu düşünürsek, bir arpa boyu yol almamıştım.

"Demem o ki, beraber iş yaptığımız süre boyunca o yüzük senin parmağında kalıyor." bu defa yumuşak kullandığı sesiyle düşüncelerimi böldüğünde, kafamı iki yana sallayarak kendime geldim. "Merak etme, seni uzun süre kendime aşık etmeyi planlamıyorum.. 100 günün çok kısa bir süre olduğundan bahsetmiştin.. öyle düşün." 

'Aşık' kelimesini kullandığında tekrar afalladım, bu sözle aynı cümlede geçeceğim kimin aklına gelirdi? 999.974 müşterinin değil.

"İşini ne kadar çabuk bitirirsen birbirimizden o kadar çabuk kurtuluruz." dedi ciddi bir ses tonuyla. Bu sözleri aslında makuldü ama şimdi duymak isteyeceğim son şeylerdi. Bu muydu cidden binlerce müşterinin yüzünde okuduğum kalp kırıklığı. Sanırım hayal kırıklığı deniyordu şimdi hissettiklerime. Birbirimizden kurtulacaktık elbette katil bulunduğunda hala yan yana kalmamıza sebep olacak bir şey yoktu. Ama bunu duymak beni olmaması gereken bir şekilde kırmıştı. Şuan bu hissettiklerimin sebebi yüzüktü, biliyordum. Katil ortaya çıktığı anda rahatlayacaktı kalbim.

"Eğer yapamam, birine aşıkken aklımı işime veremem diyorsan, yüzüğü şimdi parmağından çıkartır, üstüne sana teslim ederim.. zaten ona ihtiyacım yok. Ama şirkete girmeni ve bana yaklaşmanı da yasaklarım, bundan böyle bana asla ulaşamazsın, dolayısıyla babama ve katiline de." dediğinde buz kestim. 

Yüzüğü takmasının asıl amacı bana güvenmek değildi, beni kabul edemeyeceğim bir işin içine sokmaktı. Bu kadar kolay bir denklem miydim onun gözünde? Bu sorunun bir cevabı yoktu.

Gözlerine şaşkınlıkla bakarken derin bir iç çektim. Elimdeki kırmızı yüzüğe baktım ve gözlerimi tekrar Karaca'nınkilerle buluşturdum. Sanki isyan etmemi, 'Olmaz öyle şey!' diye bağırmamı bekliyordu. Beni caydırmak istiyordu. Sihir kullanamayacak bir cadıya ihtiyacı yoktu ama benim buna ihtiyacım vardı. Duygularımla veya duygusuz. Kalbim işlevini yitirse bile aklım vardı, keskin görüşlerim, herkesten çok gören bakışlara sahiptim. Sihir yoktu ama Kupa Cadısı vardı, er ya da geç, 30 yıldır bulamadığı katili bulmak için bana ihtiyacı olduğunu anlayacaktı, buna emindim!

Bütün bu umutsuz, vahim vakada, içimi sebepsizce dolduran o umutla yanıyordum şimdi. Caydırıldıkça hırslanıyordum.

Aşk mıydı bana böyle hissettiren bilmiyordum ama yapmam gereken şeyi gayet iyi biliyordum. Bir katili bulmalıydım ve ondan bir intikam almalıydım. Karaca'ya karşı hissettiğim şeyler şöyle dursun, duygularımın gelişiyle kendi adıma da büyük bir korku duymaya başlamıştım. Ölmek de korkutucuydu artık. Aşktan kaçmak adına Magiya'nın gazabını yeğleyemezdim.

Uzun süren sessizliğimle birlikte yüzüne zafer edalarıyla beliren gülümsemesini takındı ve masasından yavaşça kalkarak ayakta bekleyen benim yanıma kadar geldi. Elimi dokunduğunda, vücudumdaki bütün kan akışını hissettim. Gülümseyerek parmağımdaki yüzüğü tuttu ve çekmeye başladı. Yüzük yavaşça parmağımdan akıp giderken içimde büyük bir fırtına kopuyordu.

"Bekle!" diye bağırdım, yüzündeki gülümsemesi bir anda kayboldu. Yüzüme garip bir merakla baktı. Henüz parmağımın yarısına gelen yüzüğü geri ittirerek bir adım geri çekildiğinde ve elimi bıraktığında, sonunda söze girmek için gerekli cesareti bulmuştum. "97 gün, anlaşmamız bittiğinde bu yüzüğü hemen çıkartacaksın." dedim tekrar bir anlaşma sunarcasına. Oysa öyle bir oyun oynamıştı ki artık anlaşmayı sunan tamamen oydu. Kafasını tamam dercesine salladığında, derin bir nefes verdim. Az önce tıpkı dilediğim gibi duygularımın tekrar yok olmasına ne kadar yakındım. "Bu süreçte bana her türlü desteği sağlayacaksın, anladın mı!" dedim sinirli, biraz da bağırır bir ses tonuyla. Önce biraz şaşırmışçasına baktı suratıma. Tekrar kafasını salladı ve gözlerime baktı. 

"Peki sen bunu başarabilecek misin?" dedi alay edercesine bana iki adım yaklaşarak. Aramızda pek bir mesafe kalmadığında, kalbim şüphesiz onun duyabileceği kadar hızlı ve sesli atıyordu. Gözlerimi kaçırırken bunu bile isteye hala beni vazgeçirmek için yaptığını adım gibi biliyordum. Şuan kafayı yediğimi içten içe biliyordu. Kafamı 'evet!' der gibi salladığımda, 'Emin misin?' dercesine bir adım daha geldi. Şimdi birbirimize değiyorduk. Parfümünün sert baharatı burnumu sızlatırken içim içime sığmıyordu. Nefesimi tutarken başımın dönmesine rağmen kafamı bir kere daha salladım. 

"Nefesini.. tutma." dedi tekrardan, kelimeleri arasına koyduğu o ufak mesafe nefesimi daha da keserken, nasıl devam edecektim almaya. "Emin misin diye sordum?" dedi tek elini belime yerleştirirken. Bugün burada ölmezsem, hiçbir yerde ölmezdim. En zoruna hazırlıyordu beni. "Hiç dikkatin dağılmıyor mu?" diye yineledi sorusunu. Kaşlarımı çattım. 

"Dağılmıyor!" dedim bağırır şekilde. "Ne zannediyorsun bilmiyorum ama, yeni yetme bir aşk bana 150 yıllık aklımı kaybettiremez!" diyerek geri çekildim ve belimdeki elinden kurtuldum. Bu yakınlaşma, bir an önce bitmesi gereken, saniyelerde saatlerin geçtiği o yakınlaşmalardandı. Sınırımı koyduğum her an, ufak bir gülümseme ile karşılaşıyordum. Nasıl hem sinirli görünüp, hem de bu şekilde gülebilirdi bana. 

Hiç bir şey olmamış gibi bir anda çekilerek masasına geri döndü. "Güzel.. o zaman hemen şirkettekileri sorgulamaya başla." dedi sakin ve ciddi bir ses tonuyla. Az önce o yakınlaşma ile bütün vücudumun baştan aşağıya karıncalanmasına sebep olmamış gibi. Şimdi ise gerçekten bir sinir hissediyordum, kapıya yönelmeden önce sinirle gözlerine baktım ve parmağımı ona göstererek, eskisinden çok daha cesur bir şekilde söze girdim.

"Bu yüzüğün parmağımda olması istediğin zaman bana yaklaşabileceğin anlamına gelmez!" bağırır şekilde konuştuğumda yüzünde şaşkın ve alaycı bir ifade oluştu. Bu yükselişi o beklemiyordu, dahası ben de beklemiyordum. "Kurallarımıza bunu da ekle." diye de ekledim kendimin bile beklemediği bir ses tonuyla. 

"Eklerim." dedi, çatık kaşlarıyla, biraz bozgun bir ifadeyle.

Karaca, sanki duygulardan oluşan bir gökkuşağıydı benim için. Bütün hisleri bir kaç dakikada tattırıyordu bana, hızlandırılmış bir his eğitimi alıyor gibiydim. Belki de beni bir anda ortasına bıraktığı bu duygularla dolu hayata alışmamda en büyük yardımcım yine kendisi olacaktı. 

Odadan çıktığımda, tek bir damla yaş yanağımda gezinmeye başladı, ne üzgündüm, ne pişmandım, sadece onun demesiyle çok fazla heyecanlanmıştım bütün bu olanlara, o yaş o yüzden süzülüyordu şimdi. Anlaşmamızın maddeleri giderek kabarıyordu ve hepsi birer yük olup sırtıma biniyordu. Duygularım varken güçlü durmak o kadar da kolay değildi sahiden. Ama deniyordum. 

Merdivenlerde geçen uzun yolculuğumun ardından kendi katıma geldiğimde sakince yanaklarımı sildim. Son adımımı atarken, tek hedefim ofisimde bıraktığım çantamı alıp buradan çıkmaktı. Ama gözlerim Farya'yla buluştuğunda, bunu yapmak için henüz fazla erken olduğunu anladım.

"Eva! çabuk hazırlan, Batu beyle sonunda iletişime geçebildik. Korkmaz Holdingle olan toplantımızı yenileyeceğiz, bak bu sefer çok önemli anlaşma yapılmazsa biteriz gerçekten!" dediğinde şok içinde Farya'ya baktım. Ya Farya hayal görüyordu, ya ben.

Batu Bey dediği adam henüz dün ölmüştü, hemde gözlerim önünde.

"Anlayamadım?" dediğimde, Farya gülümseyerek gözlerime baktı.

"Batu Bey yoldalarmış.. birazdan burada olurlarmış. Hemen hazırlan." dedi büyük bir sevinçle. Anlaşmadan olmamamın mutluluğuydu gözlerindeki, ben ise tekrar şok içinde onun gözlerine baktım. İmkansızdı bu.. "Sen toplantı odasına geç, ben geri kalan işlemleri hallederim. Karaca Beye de şimdi haber vereceğim. Aman Eva, ne diyorsa tamam diyin, bu anlaşma çok önemli!" dedi tekrar üstüne basarak. Kafamı yavaşça salladım. Farya koşar adımlarla arkasına döndü ve uzaklaştı.

Adeta transa girmiş şekilde toplantı odasına doğru yürürken, aklımdan düşünceler geçmeyi durdurmuş gibiydi. Biraz sonra ölü biriyle toplantı yapacak, bir zombiyle el mi sıkışacaktım? 

150 küsür yaşındaki bir cadı için bile korkutucu olan bir ihtimaldi. 

Hızlı adımlarla lobiyi aştım ve koridorun ortasında kalan toplantı odasına ulaştım. Toplantı odasının rahat koltuklarına geçtiğimde, soğuk soğuk terlemeye başlamıştım. Kafamı adeta masaya gömerken ne yapacağımı düşündüm. 

Birazdan bu kapıdan kim girecekti? İçimdeki merağı dizginlemek sandığımdan çok daha zordu.

Duygularım yokken bile meraklı olan yapım, şimdi duygularımla beraber adeta volkanik bir hal almıştı. Kaç dakika o pozisyonda masada oturduğumu bilmeden bekledim. 

Kapı tıklandığında, sessizce ayağa kalktım ve kapıdan içeri giren takım elbiseli adama sessizce baktım. Karşımda gördüğüm güler yüzlü bu beyefendi, o zombi olmalıydı şimdi. Diğer yandan, zombi diye bir şey yoktu, o halde burada dönen çok daha farklı bir oyun vardı. Alkışlar ile, yedek oyuncu sahneye çıkıyordu.

"Beklettiysem üzgünüm.. olabildiğince hızlı gelmeye çalıştım." dediğinde, kendime gelerek kafamı yavaşça salladım. Yerime tekrar otururken olan biteni hızla analiz etmeye çalışıyordum. Zombi gibi açıkta gözüken bir beyin parçası yoktu, hayalete de benzetememiştim kendisini, evet, işin içinde ya başarılı bir cerrah, ya gizlenmiş bir ikiz vardı.

"Siz.." dediğimde, gözlerini açarak yüzüme baktı.

"Bana neden ulaşamadığınızı merak ediyorsunuzdur, nasıl açıklasam.. bir takım aile meseleleri yüzünden sadece bir günlüğüne şirketle ilgilenemedim, tekrardan çok üzgünüm. Diğer yandan Bozsoy'larla olan anlaşmalarımıza sıcak bakıyoruz, endişeye mahal yok." dedi ve kendisi için ayrılmış yere oturdu. Bir şeyler çok yanlıştı, eğer Batu denen o pislik gözlerimin önünde öldürülmüş olmasaydı bile bunu söylerdim. Çünkü bu adam Batu olamayacak kadar kibardı. 

"Ben Batu.. Batu Korkmaz." dedi büyük bir kibarlıkla bana elini uzatırken. Mayın tarlasındaki mayına basması uzun sürmemişti. Bingo. Biz çoktan tanışmıştık Batu Korkmaz.

Kapıdan giren Karaca'ya yüzümü çevirmeden elimi Batu olduğunu iddia eden ve görüntüsü Batu'dan farksız olan adama uzattım.

"Eva.." dedim yüzümde ki sahte gülümsemeyi büyütürken. Karaca baş köşede kendi yerine geçerken yüzünde anlamaz bir ifade ile ikinci kez tanıştığım Batu'ya bakıyordu. 

Belli ki Karaca'nın bulunduğu işler, gerçekten de normal testlere tabi tutulmaktan alıkoyuyordu insanı. Ölümün her gün yaşandığı bir toplulukta, ölenlerin yerine geçecek yedek oyuncular bile tutulurken, sorgulayabilir miydim duyduğu derin güvensizliği?



Continue Reading

You'll Also Like

60.9K 6.6K 40
Hepimiz Pamuk Prenses masalını okuduk, peki ya üvey annesinin?
200K 34K 63
2021'de yazılan notlara 1871 yılından gelen cevaplar. İki tarih arasında köprü olan bir günlük. İki insanın kendini buluşu ve en güzel sevgi satırlar...
13.5K 571 3
Jenny Hale, ailesinin yeniden taşınmak istemesiyle kendisini Kantoga Kasabası'nda bulmuştu. Bu kasabaya taşınana kadar Kurt Adamlar ile ilgili efsane...
69.7K 5.7K 69
"Valla, sende bizim öküzlüğümüzü sollayacak bir yapı görüyorum. En son sendeki pala bıyıkları rahmetli dedemde görmüştüm," "Aa! Ne güzel işte, arad...