UR SERİSİ ~ İNCİ.. (Karamel...

Oleh iNCiiL

14.8K 2K 2.1K

Gözlerindeki alışık olduğum soğukluğa inat konuşmaya çalıştım.. Sesin hiç titremedi bile, bakışlarına hüzün... Lebih Banyak

2. Bölüm: ¶ AŞK KOKUSU•••
3.Bölüm: ¶BIÇAKLAR ÇEKİLDİ••
4.Bölüm: ¶KELEBEK ETKİSİ•••
5.Bölüm: ¶BAL KÖPÜĞÜ••
6.Bölüm: ¶AKINTIYA KAPIL••
7.Bölüm: ¶NEFES NEFESE••
8.Bölüm: ¶ANI YAŞA••
9. Bölüm: ¶KIRILAN KALP••
10. Bölüm: ¶DOĞDUĞUM GÜN••
11. Bölüm: ¶HUZUR KOLLARINDA••
12. Bölüm: ¶KOKUN TENİMDE••
13. Bölüm: ¶ÇARPIK UMUTLAR••
14.Bölüm: ¶YÜREĞİMDESİN••
15.Bölüm: ¶ÇARPIK UMUTLAR••
16 Bölüm: ¶TARÇIN KOKUSU••
17.Bölüm: ¶ALEV ALEV ••
18.Bölüm: ¶KIRILAN KALP••
19. Bölüm: ¶YENİDEN••
20.Bölüm: ¶BİZ OLMAK••
21. Bölüm: ¶HASRETLE••
22.BÖLÜM: ¶SAVAŞ & AİLESİ••
23.Bölüm: ¶ GÜNÜMÜZ••
24. Bölüm: ¶AİLE YEMEĞİ••
25. Bölüm: ¶ SAVAŞ IN İNCİSİ••
26. Bölüm: ¶ BİRİ VAR••
27. BÖLÜM: BUNUN BİR BEDELİ VAR
28. Bölüm: ¶VEDALAR & BAŞLANGIÇLAR•••
29. Bölüm: ¶ SENDEN KALAN •••
30. Bölüm: ¶ MİNEL •••
31. Bölüm: ¶ ÇİMEN GÖZ •••
32. Bölüm: ¶İLK AŞKIM •••
33. Bölüm: ¶ DİLEKLERİMİZ ARTIK GÖKYÜZÜNDE •••
34. Bölüm: ¶ SÜRPRİZ •••
35. Bölüm: ¶ PARS •••
36. Bölüm: ¶ SONUN BAŞLANGICI •••
37. Bölüm: ¶ YOK OLUŞ •••
38. Bölüm: ¶ İTİRAF •••
39. Bölüm: ¶NİŞAN GÜNÜ•••
40. Bölüm: ¶ ZAMAN TÜNELİ•••
41. Bölüm: ¶ İSTANBUL •••
42. Bölüm: ¶ IŞIK DEMETİ •••
43. Bölüm: ¶ URAL •••
44. Bölüm: ¶ BALAYI- KLİNİK •••
45. Bölüm: ¶ İnci 45. Bölüm Giriş Sahnesi •••
45. Bölüm: ¶ KAN KOKUSU/ YARI FİNAL •••

1. Bölüm: ¶ BAŞLANGIÇ •••

2.8K 177 308
Oleh iNCiiL

NOT: Serinin 1. Kitabı.

Diğer iki kitaba sayfamdan ulaşabilirsiniz. Genel hatlarıyla bilgi verecek olursam bu bir Aşk üçgeni serisi ve İNCİ bu aşkı yaşayan karakterlerden birisi...

Konular aynı zaman çizgisinde ilerlediği için üçünü birlikte okuyabilirsiniz.

Fazla uzatmaya gerek yok:) Keyifli okumalar diliyorum

----------------------------------------------------------------------------------------

Yeni Başlangıçlara Daima Umutla•••

------

Burasını oldum olası sevemedim.
Zaten çok soğuktu, çokta karanlık...

Sahi mezarına en son ne zaman gelmiştim? Sanırım Eylül doğduğunda, buda ikinci kez gelişim. Şimdi, şimdi ölümünle yüzleşme zamanı, ne garip yıllarca senin adınla ölümü yan yana dahi getiremedim. Şimdi ise matlaşmış mezar taşına dokunuyorum, elim toprağının üzerinde dolaşıyor.
Hemen başucundan göğe uzanan manolya ağacına bakıyorum. En çok manolyayı severdin, bana bıraktığın tek vasiyetinde buydu. "Senden önce ölürsem mezarımın başına manolya ağacı dik İnci. Yalnızlığımda seni beklerken kokunu içime çekerim." Demiştin. Sanki içten içe bir gün bunun yaşanacağını bilir gibi.

Cenazenden bu yana ne kadar büyümüş, dallarından üzerine gölgeler düşüyor.
Şimdi mutlu musun?
Ben geldim, senin İncin...

Yıllarca, gittiğim her yere kalbimde taşıdım seni. En kötü günlerimde bile hayaline sarılarak teselli buldum. Tüm soruların cevabını sende buldum, seninle olgunlaştım seninle büyüdüm, seninle çiçekler açtım...

Şimdi bunu söylemesi çok zor...

Ben evleniyorum sevgilim.
Kendim için değil, Eylül için...

Merak etme, soyadın ömrümün sonuna kadar adımın yanında olacak, parmağımdaki yüzüğünde öyle. Kalbim, kalbimse en başından beri sana ait, öylede kalacak. Özür dilerim sevgilim, bunca yıl seni yalnız bıraktım. Artık hasretlik bitti.

İlk karşılaştığımız günü hatırlıyor musun? Ben yağmurdan sırılsıklam olmuştum, utançtan doğru düzgün yüzüne bile bakamamıştım hani? Bu aşk mıydı? yoksa sadece ikimiz arasındaki tutku muydu şu an bile bunun cevabını kendime dahi veremiyorum.

İçten içe biliyordum, evet sihirli sözcükler dudaklarımdan hiç dökülmedi ama oldu işte. Hayat bizi elinde sonunda yaşanan onca olumsuzluğa rağmen bir araya getirmeyi başardı. Sende biliyordun, bütün o boş vermişliğin bundandı.

Evlendiğimiz gün demiştin ya, "Kendini mecbur hissetme İnci. Ben bu anın hayalini kendime yasaklayana kadar defalarca kez kurdum, sonra fark ettim ki yasaklar fayda etmiyor. Seni kalbimden söküp atmaya çalıştım, sanki bu mümkünmüşçesine! Yine olmadı, senin yokluğunda seninle yaşadım ben; aldığım her nefeste, soluduğum her tende sen vardın. Kendini kapatma, bize şans ver, bırak yaşayalım. Yaşa..."

Ben o gün, nefes almaya başladığımı hissetim, seninle...
Öldüğün gün ise aldığım her nefes düğüm olup kaldı. Bunca yıl kesilen soluğum buraya geldiğimde tekrardan açıldı. Ne ilginç, şifamı yine sende buldum.

Yokluğunda, bazıları beni takdir etti, pek çoğu ise kınadı. Hep aynı soruyu defalarca kez yılmadan, usanmadan sorup durdular. "Mezarına hala gitmedin mi?" yanına neden gelemediğimin cevabını kendime dahi verememişken onlara ne diyebilirim ki?

Uzunca bir süre acını yok saydığım düşündüler, daha sonrasında ise çok acı çektiğimi. Herkesin benimle ilgili bir fikri vardı aslında. O zamanlar sebebini bilmiyordum ama, şimdi düşününce anlıyorum.
Bunu adı utançmış, senin anılarına duyduğum utançtanmış hepsi.

Kendime şu an bile itiraf edemediğim bazı gerçekler var. Bunca yıl senden sakladığım sırlarım. Evet, sen hayattayken gün yüzüne çıkmadılar belki ama şimdi, bir kurt gibi günden güne içimi kemiren günahlarımdan kurtulmak istiyorum. Mümkün değil biliyorum, bunları sana anlatırsam belki, belki kendi kurduğum mahkemeden aklanırım.

Sana her şeyi anlatacağım. En başından, zira kontrolü nerede kaybettiği mi bilmiyorum. Bütün yaptıklarım mantığıma sığmıyor.

Neden diyorum...
Neden...

Cevabı koca bir boşluk, çocukluk mu yoksa tamamıyla aptallık mı ya da aşk? Bilemiyorum.
Bildiğim tek bir şey var oda şu an olsa aynı hataları tekrarlamayacağım.

Şimdi ise, bunca mantıksızlığın içinde, aldığım tek mantıklı kararın hayatımı seninle birleştirmek olduğunu görüyorum.

Özür dilerim sevgilim, bunun farkına varmam, yokluğunla sınanmamı gerekti...

----

21 YIL ÖNCESİ...
Mevsimlerden Sonbahar...

Bütün eve yayılan heyecanla yeni güne gözlerimi açtım. Bugün yeni hayatımın ilk günü, yüreğime çöken ağırlıkla yatağımı son kez topladım. Defalarca okuduğum kitaplarımın olduğu kitaplığımın önündeki sandalyeye oturup, uçakta okuyabileceğim güzel bir aşk romanı aradı gözlerim. Parmaklarım kararsızlıkla hepsi üzerinde dolaştı durdu.

"Belki de bu kez aşkı bulan kişi ben olurum."

İçten içe imkânsız olduğunu bildiğim bu fikir kalbimi hızlandırmış olsa da yanıma kitap alma fikrinden vazgeçip, hazırlanmak üzere kıyafet dolabıma yöneldim. Boş askılar bana bakarken, dün geceden giymek üzere ayırdığım en rahat kot pantolonumla, taş rengi sweatshirt'ü giydim.

Aslında spor giyinmek pek huyum değildir, bugün oldukça yorucu bir gün olacak, önce trenle Ankara'ya gidip oradan uçakla okuluma gideceğim, ne kadar rahat o kadar iyi.

Odadan çıktığımda hayatımın dikeni! (Ablam)Her zamanki gibi bet suratıyla beni inceledi. "Ya salak mısın? Bu halin ne? Doğru düzgün giyinsene bir sürü güzel kıyafetin var.

Hadi onları giymiyorsun benim sana verdiklerimi giy." Sanda günaydın abla! Demek istesem de sessizliğimin onun daha da çıldırttığını biliyordum. Çocukluğumuzdan beri en keyif aldığım aktiviteyi yaptım, sadece onu izledim. Ukala bakışlarımın eşliğinde saçımı savurdum.

Bu benim için bir nevi "Halimden gayet memnunum." deme biçimiydi.

"Şu hareketlere bak ya! Bari o saçma salak çantayı takma." Çocukluğumdan beni yanımdan ayırmadığım köpekli pelüş çantamın tek ayağından tutup çekiştirmeye başladı.

"Bıraksana be, manyak kadın uğurum o benim!" dedim. Ablamın cırtlak sesi evi inletti, "Kes sesini geri zekâlı! seni üniversite hayatın boyunca dalga geçilmekten kurtarıyorum. Biraz kıymet bil." İkimizin sesi evde yankılanırken, dakika sonra tartışmamız kavgaya dönüştü. Biraz sonra annem gelecek ve kavga ettiğimiz için bizi bir güzel azarlayacak. Günüm zehir olacak ve tek sorumsusu ablam.

Ve beklenen son, odamın kapısında annem belirdi, "Zümrüt! İnci! Bırakın kavgayı. " evet sinirliydi ama düşündüğüm kadar da sinirli değildi. Sadece gözlerine bakmak ya çekiniyorum. Birbirine dolaşan saçlarımı gösterip. "Hadi git saçını düzelt, sonra kahvaltı yapıp çıkalım geç kalacaksın." dedi.

Haklıydı, trenin hareket saatine çok az kalmıştı ve ben berbat görünüyorum, normalde çok fazla süslenmem yani en azından ablam kadar kokoş değilim. Ne yazık ki nefes kesen güzelliğe sahip bir ablanız varsa her zaman özenli ve güzel olmak zorundasın.

Öğrenim hayatım boyunca onun gölgesi altında yaşadım. Normal ablalar kardeşlerine dersleri konusunda yardım ederken, benim ablamdan aldığım tek öğüt; havalı kız nasıl olur ve muhteşem flört taktikleri nelerdir oldu. Bunun için ona teşekkür etmeli miyim bilmiyorum, ciddi sayılacak tek ilişkimin hüsranla bittiğini düşünürsek erkekler konusunda ondan öğrenecek çok şeyim var.

Ablamın iğneleyici bakışları altında banyoya girdim. Merhaba tülerip, elektriklenen kıvırcık saçlarım, üzgünüm sizi ablamın gazabından koruyamadım. Buklelerimi ıslatarak yatıştırmaya çalıştım, ardından sürdüğüm köpükle eskisi kadar olmasa da idare edebilecek bir görüntüye kavuşturdum.

Tabi bütün bu süre boyunca vicdan azabım banyonun kapısında beni izlemekle meşguldü. Gözlerini kısıp beni inceledi, lanet olsun işte eleştirileri geliyor. Gönder bakalım bu kız seninle baş edebilir. "Bari makyaj yap, belli mi olur uçakta bir yakışıklıyla tanışırsın."

Ah yapma! Bütün gece erkekler hakkında anlattıklarından midem bulandı tekrardan başa dönmek istemiyorum. Ablam, düşüncelerimi hissetmiş olacak ki ela gözlerini devirerek, "Şurada sana ciddi bir şey anlatıyorum. Aptal gibi karşına ilk çıkana abayı yakma. Birazcık süründür. Şans eseri karşılaşma numaralarına kanma, her söylediklerine inanma ve-"

Bağırarak, "Offff tamam abla. Anladım salak değilim." Dedim. Cümlesini tamamlamasına müsaade etmiş olsam nasıl öpüşüleceğini anlatacağından o kadar eminim ki.

Ablamın hayal dünyası çok geniş. Hatta tamamen hayal aleminde yaşıyor olabilir. En büyük aşkıyla okul koridorlarında şans eseri çarpışacağını düşünüyor ya da filmlerdeki gibi dolu dizgin sevileceğini ha unutmadan şunu da ekleyim.

Hayali aşkı var, okuduğu kitapların birinde yeşil gözlü, uzun boylu, çok sevecen bir o kadar da duygusal yakışıklıya gönlünü kaptırmış durumda. O kadar çok seviyor ki kitabı bana okutmadı, kıskanç kadın gerçekten ablam ruh hastası.

Ablamın dünyası, aşk üzerine kuruluyken benim dünyam mantık üzerine kurulu. Yine de yeşil gözlü yakışıklıya benzer biriyle tanışsam fena olmaz. Belkide ablam haklıdır, en büyük aşkımla tanışacağım gün bugün olmasın.

"Makyaj malzemelerimi valize koydum çok zor kapandı zaten, bir daha çıkartamam." Dedim. Bu şey demekti. "Tamam hadi bana makyaj yap."

"Lanet olsun! Neyse ki kardeşimsin, gel hadi ilk üniversite makyajını ben yapayım." İsteğimin yerine ulaşması ne güzel.

Hiç gocunmadan özenle beni süslemeye başladı. Nede olsa ablam, aramızda sadece üç yaş var ama her şeyimle o ilgilenirdi. Birkaç damla yaş gözümden aktı, hüzünle boynuna sarıldım.
"Ağlama hadi. Koca kız oldun yakında 18 olacaksın büyü biraz. Hem aramızda kalsın üniversiteyi bende başka şehirde okumak isterdim."

Yanağımdan öpüp büyük bir özenle makyajımı yaptı. Hayran hayran eserini izledi.

"Gittikçe daha da güzelleşiyorsun."

"Yalancı. Her zaman sen daha güzeldin."

"Evet ve daha yaşlı, hadi inci annemi daha
fazla bekletmeyelim."

Dördümüzüm kahvaltımızı sessizlik içinde yaptık. Annem ve babam gittiğim için oldukça üzgünlerdi, yine de üniversiteyi kazanmamın haklı gururuyla bir yandan da mutlulardı.

Babam, mezun olduktan sonra bir süre kendi çalıştığı inşaat şirketinde çalışıp tecrübe edinmemi, daha sonrasında ise benim için mimarlık ofisi açmak istiyordu. Büyük kızı kendi hayallerinin aksine edebiyatçı olunca, tüm hayallerini benim üzerime inşa etmişti.
İnşaat mühendisi babanın mimar kızı...

"Bak bunu Aysel teyzen senin için yapmış çantana koy, yolda yersin."

Annemin konuşmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım. Aysel teyzenin adını duymam irkilmeme sebep olurken annem fark etmesin diye yüzümdeki durgunluğu gülüşlerimle süslemeye çalıştım. Aysel teyze, Annemin en yakın arkadaşıydı, annem çalıştığı için ablamla bana yıllarca o baktı.

"Sarp ne yapıyormuş? kıyamam yavrum kazanamadığı için çok üzülmüş, Aysel söyledi."

"Abisinin yanında hâlâ."

Sarp! kaybettiğim çocukluğum, Aysel teyzeye olan çekincemde bu sebeptendi. Her ne kadar bizim sevgili olduğumuzu bilmiyor olsa da oğlunun sarsılmaz dengesini yerle bir eden ben olmuştum. Kıyıda köşede beni defalarca kez sıkıştırıp,

" İnci bu çocuğun huyu değişti, kesin bi kız var hayatında anlarım ben. Tanıyorsan konuş kızla çocuğumu üzmesin." diye farkında olmadan sözlerini sorunun kaynağına ulaştırmıştı.

Son senemizde radikal bir karar alarak sevgili olmuştuk, tabi arkadaşken çok güzel anlaşıyorduk ama sevgililik ikimiz içinde zulümle sonuçlanınca ayrılmaya karar verdik. Ayrıldık ayrılalı bir kez bile aramadı, ortak arkadaşlarımızdan İstanbul'daki abisinin yanına gittiğini duymuştum sadece. Yeniden daldığım düşünce denizinin en derinlerinde kaybolurken, sessizlik içinde kahvaltımızı tamamladık. Dakikalar sonra koca bir valiz ve kol çantamla evden çıktık.

"Neyse ki eşyalarının çoğunu kayıtta götürmüşüz, yoksa perişan olurdun. Oraya sana okunmuş pirinç koydum onları da yut." Bu annemin çocukluğumuzdan beri kendini rahatlatma yöntemiydi. İçi rahat etsin diye karşı çıkmayıp pirinçleri yuttum.

"Kendine dikkat et tamam mı? Kötü insanlardan uzak dur. Derslerinle ilgilen."
Annemin telkinlerine diyecek bir şey bulamadım. Titreyen çenemi sıkıca bastırıp göz yaşlarımı içime akıttım. Ağlayarak onları daha da üzmek istemiyordum.

Tren hareket ettikten sonra göz yaşlarımı göz pınarlarımda daha fazla tutamadım. Yaşlar yanaklarımdan hızla süzülürken memleketime son kez baktığımı bilmeden başımı çevirdim.

Güle güle evim.
Güle güle Eskişehir.

Yaklaşık bir buçuk saat süren tren yolculuğunu ağlayarak tamamladıktan sonra servisle havalimanına gittim. Korktuğumu belli etmemek adına omuzlarımı daha da dikleştirirken yalnızlığımı iliklerime kadar hissettim. Valizimi teslim edip bekleme alanında uçağımı beklerken Aysel teyzeye minnet duyarak benim için hazırladığı kekten koca bir ısırık aldım.

Yanıma oturan; ilginç giyimli, kirli sakallı, sürekli titreyen, konuşurken elleriyle bana temasta bulunmaya çalışan adamdan korkarak biraz yana kaydım, kendimi çekmem fayda etmezken adam biraz daha yaklaştı.

Panikle kalkıp kapılara doğru yürürken bir yandan da takip ediyor mu diye arkamı kontrol ettim. Önümdeki kişiyi fark etmemiş olacağım ki çarpmanın etkisiyle çocuğun elindeki kahve üzerine döküldü.

Neredeyse düşecekken kendimi zar zor ayakta tuttum. Öfkeli bakışlarımı yüzüne kilitlediğimden olacak çocuğun sözü yarım kaldı."Önüne baksa..."

"Ben mi suçluyum? Asıl sen o güneş gözlüğünü çıkartta önünü gör biraz."
Evet aslında çarpan bendim, yanlışlıkla çarpmıştım ama yine de daha dikkatli olabilirdim.

"Ne kadar yakışıklı olduğumu görmek istiyorsan söylemen yeterli." Elleri saçımda gezinirken donup kaldım. " Böyle oyunlara gerek yok küçüğüm."

Tüm kaslarım gerilmişti. İçimdeki öfke yumağını durduramazken bir çığ olup gittikçe büyüdü. En nihayetinde yüzüne attığım tokat havalimanının içinde yankılanırken çocuğun eli bu kez kendi yüzüne gitti.

"Sapık! Seni men ederim."
Gerilme sırası ondaydı.
"Ben, beni tanıdığını düşünmüştüm. Bilerek yaptın sandım."

"Manyak mısın sen? kimsin de seni tanıyım. Aptal herif. Beni taciz ediyor diye herkesi başıma toplamasını bilirdim de dua et uçağa yetişmem lazım."
Uçağa binmek için açılan kapıya yöneldim. Arkamdan söylediklerini dinlemeden hızlıca gözden kayboldum.
"Hey yanlış anladın... açıklayabilirim."

Çok değil, bundan birkaç ay önceki ben olsam Orada durup, onunla saatlerce tartışabilirdim, tabi eski ben Üzgünüm, açıklamaların umurumda değil

Koltuğuma oturduğumda titreyen ellerimi birbirine sıkı sıkıya kilitleyip titrememi durdurmaya çalıştım. Yaşadıklarımdan olsa gerek kalbim ağzımda atıyordu. Adamın bakışları gözümün önüne gelince gözlerimi sıkı sıkıya kapattım. Korkunçtu, çok korkutucuydu.

Uçağın hareket etmesiyle kapadığım gözlerimi aralayıp gökyüzüne baktım. Gökyüzünün dinginliği sakinleşmemi sağlarken, merakla başımı küçücük cama yasladım. Bir saat boyunca gözümü hiç kırpmadan gökyüzünü izledim. Gözüme güzel gelen her şeyi hosteslerden gizlice videoya alırken, arka koltuğumda avazı çıktığınca ağlayan bebek bile mutluluğuma gölge düşüremedi.

Havalimanına inişimizden bir süre sonra kapılar açıldı, kalabalığı takip edip valizimi almaya gittim. Banttan valizler birbiri ardına çıkarken içimdeki sesin beni yanıltıyor olması için dua ettim. "kesin karıştı, başka yere gitti." Valizimin bantta görünmesiyle içim biraz olsun rahatladı. Şanssızdım, ama o kadarda şanssız değildim. Servise zar zor kendimle valizimi sığdırırken aklımdaki tek soru yurdumu nasıl bulacağımdı.

Şehir merkezinde kapılarını açan servisten insanlar yığınlar halinde indi. Hızlıca gidecekleri yere yönelen kalabalığın arasında başımın dönmesini durdurmak için valizime yaslandım. Gözlerimi kapatıp açtığım kısacık sürede herkes gitmişti. Tepemdeki kavurucu sıcağın altında etrafımı incelemeye başladım.

Uzunca bir sokaktı. Yol boyu açık olan kafelerde gençler oturmuş sohbet ediyordu. Hemen karşımdaki kafeden soğuk bir şeyler almayı düşünsem de gözlerini dikmiş bana gülen kızın bakışlarından rahatsız olup bu fikrinden hızla vazgeçtim.

Gülüşlerine arkadaşlarını da dahil etmek istemiş olacak ki beni işaret etmesiyle masadaki tüm bakışlar bana çevrildi. Gözlerimi kısıp öfkeli bakışlarımı üzerinden çekmedim. Bu kez rahatsız olma sırası ondaydı, utançla kafasını çevirdi.

Gideceğim yöne karar vermek için bi süre sokağı izledim, tabi kızın bana neden güldüğünü ancak anlatabildim. Eylül ayı olmasına rağmen hava son derece sıcaktı, sokakta deli gibi kalın giyinen tek kişi bendim. Birkaç kez yolu sormak için harekete geçsem de tüm denemelerim başarısızlıkla sonuçlandı.

Üzerinde beklediğim kaldırım iyice kalabalıklaşmıştı, sürü halinde üzerime üzerime gelen insan yığınına birde sıcak eklenince en nihayetinde dayanamayıp gelen ilk boş taksiyi durdurdum. Neyse ki yurdum çok uzakta değilmiş kısa sürede yurduma ulaşmanın mutluluğuyla müdiriyet katına çıktım.

Soğuk duran bayan memur, evraklarımı yüzüme dahi bakmadan mühürleyip dosyama yerleştirdikten sonra, oda katımı ve oda numaramı tebessüm dahi etmeden bir solukta söyledi. "5. kat, 507 numaralı oda."

5 katlı yurdun 5. Katındaydı odam ne "büyük şans tamda bana yakışır. "
Merdivenlerin başına geldiğimde asansör olmadığı için içimde binlerce küfür hayat bulurken bakışlarımı yukarıya kaldırdım.

Yanımda getirdiğim valize ek önceden getirdiğim beş koca valiz zihnimde beliriverdi. Daha taşımaya dahi başlamadan ağırlıkları altında ezilmiştim resmen. Kollarımı sıvayıp bir cesaret dönen merdiveni çıkmaya başladım.

Canla başla kan ter içinde odama ulaşmaya çalışırken dönen merdivenden sırasıyla yaşıtım iniyordu, kimisi belli ki okula gidiyordu kimisi eğlenmeye, bir anlığına aşağı hızla inen kızlardan birisi ile göz göze geldim mas mavi gözleri ateş saçıyordu telefonundan alel acele birisini arayıp bağırıp çağırmıştı... Hışımla yanımdan geçerken neredeyse merdivenden yuvarlanacaktım, öfkeyle bağırdım.

"! Hey yy. yavaş biraz düşecektim.!", Kız beni hiç duymadı bile hızla yoluna devam etti.

Söylenmeye devam ederken farkında olmadan beşinci kata ulaştım, içimi anlamlandıramadığım duygular kapladı, yeni odamda yeni insanlarla yep yeni bir hayata başlayacaktım. Öyle kötü bi hayatım yoktu ama yine de çok güzel bir üniversite hayatı istiyordum...

Derin bir nefes alıp koridorda yürümeye başladım kahkaha sesleri, ağlama sesleri, kavga sesleri, kırılıp dökülen eşya sesleri yükseliyordu odalardan, tüm bu gürültü içinde odamı buldum 507 numaralı oda.

ilginç bir şekilde odadan hiç ses çıkmıyordu, " Sanırım kimse yok. " diye düşündüm, kapıyı araladığımda aklıma kazınan ilk manzara tartışmasız zifiri karanlık oldu ve terle karışık anlam veremediğim ağır bir koku. Kusmamak için çareyi burnumu kapamakta buldum.

Yavaş yavaş odaya göz gezdirdim tam karşımda simsiyah yerlere kadar uzanan perdeler vardı, hızla gidip perdeyi sıyırıp camı açtım. Mis gibi havayı içime çektim
" Dünya varmış."

Kafamı camdan uzatıp dışarı baktım pırıl pırıl bir gök yüzü bana merhaba dedi. "İşte huzur! " oda, yurdun yan tarafını görüyor olmalıydı, çimenlerin bittiği yerde duvar, duvarın üzerinden demirler uzanıyordu, duvarın hemen yanında ana yol vardı sırasıyla dolmuşlar otobüsler geçiyordu,

" iyi bari, en azından ulaşıma yakınmış. "

Kafamı çevirip odayı incelemeye devam ettim. Dört tane bazalı yatak, her yatağın yanında bulunan minicik masalar ve birbirine yan yana dizilmiş dört adet dolap vardı. Giriş kapısının yanında bulunan minik banyoya baktım, " En azından oda kadar kötü kokmuyor." tekrardan en aşağıya indim.

Müdüriyetin olduğu koridorun bir altında hizmetli katı varmış, oradan daha önceden getirmiş olduğum valizleri alıp yine zar zor odama çıkardım, bu işlem en azından bir saatimi aldı. Ardından yavaş yavaş dolabıma yerleşmeye başladım, çok zor oldu ama sığmayı başardım, nevresimlerimi de serip rahatça oturuyordum ki kapı açıldı.

Gelen kişi, tanıştığım ilk oda arkadaşımdı, uzun boylu güzelce bir kızdı, omuzları üzerine dökülen saman sarısı saçları, açık kahve rengi gözleri, dekoltesi ta göbeğine kadar inen mini, puantiyeli kırmızı elbisesiyle çok güzel görünüyordu.

Beni gördüğünde oda şaşırdı hafif bir tebessümle, "Merhaba ben inci bugün yerleştim. " dedim. Kız saçını bir sağa bir sola savurdu ne bir yüz ifadesi ne bir mimik göstermeden
" Tuğba. " Dedi ve üzerini değişip yatağına girdi, sıcak olmayan bu ilk karşılaşmamız uzun süre boyunca birbirimize ısınamayacağımızın habercisiydi.

İlerleyen saatlerde diğer oda arkadaşlarımla tanıştım ikisi de dünya tatlısı kızlardı, Elif benim gibi ilk senesine başlamıştı kendisi mühendislik fakültesinde inşaat mühendisliğini kazanmış oldukça zeki ve bir o kadar sevecen bi kızdı hemencecik ısındım. Kübra ise Diş hekimliği 2. Sınıftı, Elif kadar sıcak kanlı olmasa da zamanla onunla da birbirimizi sevdik.

İlk günümü yurt odamda böylelikle bitirdim, yastığa başımı koyduğunda içimde çocuksu bir mutluluk ve evimden ayrı olmanın hüznü vardı, ailemi şimdiden özlemiştim.

----

İlk senenin verdiği heyecandan olsa gerek sabahın erken saatlerinde Elif'le uyandık.
Elif ne kadar kıvırcık hali güzel dese de belime kadar gelen Kıvırcık siyah saçlarımı uzun çabalar sonunda düzleştirmeyi başardım. İlk gün için oldukça güzel olmak istiyordum.

Hafif makyajım yapıp, kırmızı rujumu sürdükten sonra, dolabımın kapağını açtığımda elim istemsizce favori kıyafetlerime gitmiş olsa da ablamın ilk gün giymem için ısrarla aldırdığı su yeşili elbiseyi askısından sıyırıverdim.

Dizlerimin hemen üzerinde biten elbisenin, boynundaki askısına sağlam olması adına bir düğüm daha atarken sırt dekoltemi görmek için uzun süre uğraştım.
Zümrüt'ün takmamı söylediği küpe ve içinde ikimizin fotoğrafı olan kolyem boynumdaki yerini aldı.

Aslında bu kolyeyi takmayı hiç sevmezdim ama ilginç bir şekilde ona her zamankinden daha çok ihtiyacım varmış gibi hissediyordum. Krem rengi converse'i giydikten sonra kendimi son kez incelemek adına aynanın karşına geçtim. Gördüğüm bu genç hanım oldukça hoş görünüyordu.
Elif'le birlikte odadan ayrılıp yeni hayatımızın ilk gününe adım attık.

Neyse ki yurt, kampüsün hemen içindeydi yurttan çıktığımızda uzun ağaçlı bi yoldan geçtik. İlk olarak Elif'in fakültesine ulaştık,

"iyi şanslar Elif."

"Sana da İnci, dersimiz bittiğinde birbirimize haber verelim birlikte döneriz yurda."

"Tamam, görüşmek üzere."
İyi dileklerle ayrıldık, ancak yurda birlikte hiç dönemedik ...

Ağaçlı yolun az ilerisinde yol ikiye ayrıldı, ben sağa dönüp bir süre daha yürüdüm. Sonunda fakültemi bulmuştum, yem yeşilin içinde belli belirsiz görülen binayı, durakta otobüsten inen öğrenci kalabalığı fakülteye doğru yönelmemiş olsa, yüksek ihtimal ağaçların arasından göremezdim.

Dört farklı bina vardı her birimde farklı branşların ana dersleri veriliyormuş çok sonraları keşfettim bunu. Kaydımı yaptığım ana binaya gittim, açıkçası şu an kime sordum sınıfımı nasıl buldum tam anımsayamıyorum, sanırım öğrenci işlerine gidip sormuştum.

Tariflerinden anladığım kadarıyla ilk ders duraklara yakın olan binadaydı, bütün yolu geri dönüp emin adımlarla binaya ulaştım.

Binanın için zeminden tavana kadar mermerle kaplıydı, yüzüme vuran soğukla irkilirken titreyen çenemi zorlukla durdurdum.

Bi süre katlardaki amfiler arasında dolaştıktan sonra nihayet sınıfımı buldum, tabi geçen bunca zamanda ders çoktan başlamıştı, girmeye cesaret edemedim koridordaki banklara oturup büyük bir sabırla dersin bitmesini bekledim.

İkinci dersin başlamasıyla amfideki yerimi aldım. Arkadaki yerler çoğunlukla dolmuştu, mecburen önden üçüncü sıraya oturmak zorunda kaldım. Kafamı çevirip sınıfı şöyle bi süzme gereği hissettim.

Hemen arka sıramda saçları çenesinin hemen altında biten, düz saçlı bi kız oturuyordu az sonra leoparlı gömleğiyle arkadaşı gelmişti yanına, üzücü " Belki arkadaş olabilirdik." diye geçirdim aklımdan, amfinin en yukarılarına gözlüğünün altında kocaman gülümsemesiyle bana bakan bir çift gözle göz göze geldim, şaşırmıştım insan hiç tanımadığına bu kadar gülümser mi diye. "Deli mi ne?" Diye geçirdim içimden...

İyisiyle kötüsüyle ilk ders deneyimini atlattıktan sonra ne yapacağım nereye gideceğim diye düşünürken imdadıma araştırma görevlisi yetişti. Sonradan öğrendim, adı Âdem miş.
"Evet arkadaşlar sınıfça vakit geçirelim diyorum, herkes kafeterya geçsin" dedi.
Tabi ki kafeteryanın nerede olduğunu bilmediğim için kalabalığı takip ettim.

Bu yol geldiğimden tamamiyle farklı bir yoldu. Sağlı sollu göğe kadar yükselen ağaçların arasındaki minik taş patikadan geçip kafeteryaya ulaştık. Kantinin iç kısmında kalan kış bahçesine uzunca bir masa hazırlatmıştı Âdem hoca.

Herkes birbiriyle daha ilk dersten kaynaşmıştı, o kadar samimilerdi ki ne zaman bu kadar yakınlık kurmuşlardı anlayamadım. Bu düşüncelerimin arasında yanıma bi kız oturdu...

"Merhaba, ben Rüya. " dedi
Tebessümle uzattığı eli sıkıp
"İnci, tanıştığında memnun oldum. " dedim.

İşte dört yılımı paylaşacağımı düşündüğüm, potansiyel en yakın arkadaşımla bu şekilde tanıştım. Rüya, sınıfta daha ilk günden popülerleşmeye başlamış oldukça güzel, bir o kadar tatlı dilliydi.

Yanında çok fazla arkadaşı vardı hatta birisi (Meryem)ile o kadar samimiydi ki birbirlerine kardeş bilekliği bile almışlar, hevesle gösterdikleri bilekliklerine tebessümle karşılık verebildim sadece.

Sessizliğimi bozmadan, genel konuşmalara dahil olmaya çalışsam da hiç benlik olmayan bu ortamdan kaçmak istedim. Köşe çaprazımda oturan adının Berkay olduğunu öğrendiğim çocuğun salak saçma esprilerine gülücükleriyle karşılık veren kız ordusu midemi bulandırdı.

Rahatsızlığı mı Rüya da fark etmiş olacak ki kulağıma, " Bunlar derste de böyleydi." dedi. Sessiz tebessümüm altında kaçırdığım dersi sorma gereği hissettim.

"Sahi ilk ders nasıldı ben geç kaldım, sonrada giremedim."
"Nasıl olsun, tanışmayla geçti. Kaçırdığın bir şey yok yani merak etme."

İkimiz arasında beliren sessizliğe inat herkes oldukça keyifliydi. Şakalar espriler sırasına havada uçuşurken boşalan kahve bardaklarımız toplanıp yerine yenileri servis ediliyordu. Masanın sonunda sınıfta gördüğüm iki kız büyük bir mutlulukla kendilerine yönelen soruları cevaplıyordu.

Müge, etine dolgun, orta boylarda bembeyaz teni ve platin sarısı saçlarıyla tüm sınıfın ilgi odağı halindeydi. Hemen yanındaki küt saçlı kızın adı ise Simgeymiş. Müge kadar dikkat çekmese de oda oldukça güzeldi. Düz saçlar arasında parlayan iri ela gözleri masanın sonunda olmama rağmen bana bile ulaşmıştı.

"Mügeye şimdiden üç kişi teklif etmiş."
Anlamaz gözlerle Rüyaya baktım.
"Anlasana herkes çıkma teklif etmiş işte, ama o Tunçtan hoşlanıyor. Bak işte şuradaki çocuk."

Bakışlarıyla işaret ettiği yöne baktım, oldukça uzun boylu ve neredeyse sınıftaki en yakışıklı çocuktu. Oda Mügeden etkilenmiş olacak ki bütün odağı ona dönüktü. Kendisiyle konuşmak için can atan kızılar dahi gözü görmüyordu.

"Bu kadar kısa sürede nasıl gözlemledin acaba. Bana da öğretmelisin."

"Ah herkese hayrım dokunur da bi tek kendime gelince anlamam. Aşktan yana çok şanssızım "
Asılan suratının üzerine gülüşlerime engel olamadım. Çok güzel bir kızdı nasıl şanssız olabilirdik?

Sınıfça geçirdiğimiz öğle arasından sonra kalan dersleri almak üzere amfiye gittik. Bu kez arka sıralara Rüya ve arkadaşlarının hemen yanından dersi dinledim. Daha doğrusu dinlemeye çalıştım, o kadar çok konuşuyorlardı ki hocayı bile zor duyuyordum.

Rüya utançla gözümün içine bakıp arkadaşları adına özür diledi. Neyse ki dersi tartışmadan bitirmeyi başardım.

Zaten Meryem'e hiç ısınmadım, kendisi benim duygularımın farkında olmamış olacak ki ders sonrası kafeteryada da bizim yanımızdan ayrılmadı. İkisinin sohbetini huzursuzluk içinde dinledim, hemen sonra Meryem'in diğer bölümlerden arkadaşları geldi.

İçlerinden adı Murat olan bize göre oldukça büyük duran ve son derece rahatsız edici kelimeliyle ortamı geren bu çocuk, sürekli Rüya ile diyaloğa girmeye çalışıyordu. Murat'ın yanımızdan ayrıldığı bi kaç dakikalık sürede Meryem onu öve öve bitiremedi. Hatta ileri gidip Rüyadan hoşlandığını bile söyledi.

"Rüya, neden karşı çıkıyorsun ki baksana çocuk çok iyi, sadece biraz yaşı büyük. Ne sanki bak sana da çok değer veriyor."

"Olmaz Meryem ısrar etme."
Murat, Rüya tarafından gelen bütün terslemelere aldırmadan monoloğuna tek başına devam ediyordu. Masanızın üzeri onun aldığı yiyecek ve içeceklerle dolup dolup taşarken sanki herkes bizi izliyor gibiydi. Daha doğrusu Rüya ve Murat'ı.

Murat'ın yanımızdan tekrardan ayrılmasıyla Meryem tüm övgülerine kaldığı yerden devam etti, Rüya'nın bakışları yavaş yavaş sertleşirken en sonunda hışımda masadan kalkıp koşar adım çıkışa yürüdü.

Çantamı alıp hızlıca peşinden masadan kalktım. O kadar hızlıydı ki neredeyse gözden kaybolmuştu, adımlarımı daha büyüterek yetişmeye çalıştım. Kafeteryanın girişinden akın akın gelen insanları itekleyerek zar zor çıkışa ulaştım.

Son bir adım...
Bir adım sonra dışarıdaydım.

Derken tam kantinin çıkışındaki görkemli kapıdan adımımı atarken, gözlerime bir çift çimen göz değdi...

Olduğum yerde durdum, sanki tüm sesler bir anda yok olmuştu.

Duyduğum tek ses, bahar sesiydi...



BÖLÜM SONU..

††††††

Merhaba! Küçük Dünyama Hoş Geldiniz.
Size tanınmaya değer Gencecik bir kızın öyküsünü anlatacağım.
Evet ilk bir iki bölüm giriş kısmı olduğu için sıradan gelebilir fakat ilerleyen bölümlerde konunun oturmasıyla kitabın daha keyifli hale geleceğini söyleyebilirim..

O zaman Diğer Bölümlerde Görüşmek Üzere.

SEVGİYLE KALIN..

İNSTAGRAM ADRESİ: incil01

††††††


Zihnimizde görüntülerin canlanması adına bölüm sonlarında bölüme ait görseller paylaşacağım.

Duraklardan fakülte girişine kadar takip edilen taş yol.

Kafeteryanın bahçeye açılan geniş kapısı..

İNCİ.

İnci 1. Bölüm yolculuk kombini.

İnci 1. Bölüm okulun ilk günü kombini.



























Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

332K 29.1K 27
Seha Bey bir ayağını öne atıp ona dengesini vererek şöyle bir durdu. Leyla'yı kısacık üstün körü süzdü. Rahatsız eden bir bakış değildi ama olmasa da...
476K 27.8K 37
Arkadaşının kardeşine 5 yıldır aşık olan Evren Alp Tekin ve duygularından emin olamayan Alara Arslan. Bakalım neler olucak... "İyi geceler Evren." ...
102K 6.9K 6
Hiç kapanmamak üzere açılan yaralar, kanamaz. İz bırakır. Ve o iz sonsuza dek geçmez, Yanı başında kalır.
106K 5.7K 20
❝ Konserdeki Sevgilim: Mine, üç ay. Konserdeki Sevgilim: Sadece üç ay çıkıyormuş gibi davranacağız. Konserdeki Sevgilim: O kadar. Siz: Üç ayın sonun...