Gecenin İzi

By 1merve_w

6M 327K 586K

Ben Zümra Akça... Bu dünyadaki bütün acıları tadan, ufacık kalbinde sarılacak bir yara bırakmayan kadınım. B... More

1 - Bölüm
2 - Bölüm
3 - Bölüm
4 - Bölüm
5 - Bölüm
6 - Bölüm
7 - Bölüm
8 - Bölüm
9 - Bölüm
10 - Bölüm
11 - Bölüm
12 - Bölüm
13 - Bölüm
14 - Bölüm
15 - Bölüm
16 - Bölüm
17 - Bölüm
18 - Bölüm
19 - Bölüm
20 - Bölüm
21 - Bölüm
22 - Bölüm
23 - Bölüm
24 - Bölüm
25 - Bölüm
26 - Bölüm
27 - Bölüm
28 - Bölüm
29 - Bölüm
30 - Bölüm
31 - Bölüm
32 - Bölüm
33 - Bölüm
34 - Bölüm
35 - Bölüm
36 - Bölüm
38 - Bölüm
39 - Bölüm
40. Bölüm
42 - Bölüm
43 - Bölüm
44. Bölüm - |Birinci Kitap Finali|
Ö.B. - FISILTI
45 - Bölüm
46 - Bölüm
47 - Bölüm
48 - Bölüm
49 - Bölüm
50 - Bölüm
51 - Bölüm
52. Bölüm
53 - Bölüm
54 - Bölüm
55 - Bölüm
56. Bölüm
57 - Bölüm

37 - Bölüm

87.5K 6.2K 11.4K
By 1merve_w

Selamünaleyküm Güzellerim.

Nasılsınız? Sınavlarınız umarım güzel geçmiştir.

Bol yorum ve oylarınızı bekliyorum.

İyi Okumalar Ay Işıkları 🌒

🌘🌒

- Bu bölüm Yazar anlatımı ile yazılmıştır.

Seslerin yoğun olduğu ortamda tüm duyguları teker teker yaşayan kişiler korku ve kararsızlığı daha yoğun bir şekilde yaşıyorlardı.

Adar, sabırla karşısındaki ihtiyarı dinliyordu. Sıkılmıştı, ama saygısını korumaya çabalıyordu. Aklında ise tek bir kişi vardı. Zümra.

Ona can yakıcı şeyler söylemek ile yetinmemişti yalnızca, onu bir dar ağacına asmış, nefessiz kalmasını sağlayan halatı da çiçekler işe süslemişti.

Sözleri bunun kadar acı ve hissizceydi.

Bunu söylemek istememişti ama Zümra, onu fazlasıyla zorlamıştı. Lakin o da biliyordu, ne olursa olsun böyle bir cümle kurmaması gerektiğini.

Kapının izinsiz ve hırslı açılması ile ihtiyarda önce Adar, o tarafa döndü. Karşısında duran, korkusu bedenini kaplamış, gözleri refleks ile dört dönen Berzan, abisinin yüzüne baktı. Ne söyleyeceğini biliyor, nasıl söyleyeceğini bilmiyordu.

Adar, fark etmiş olacak ki, "Ne oldu?" diye sordu. Bakışları birkaç saniye arkasında gözleri dolmuş Emin'e kaysa da, sonunda tekrardan Berzan'ın kaskat kesilmiş suratında sabitlenmişti.

"Abi..." diye mırıldandı Berzan. Adar'ın gözleri şüpheyle irileşti. O, bu cılız sesi, bu bakışı biliyordu. Tehlike vardı, hem de en sevdiklerinin yakınında.

"Uzatma!" diye bağırdı Adar, sakin olamazdı. Hele ki birine zarar gelme ihtimalini sezerken.

"Zümra ablam, Talha ile gitti. Yarım saat oldu ama hala ortada yoklar. En kötüsü arabadaki takip cihazının sinyali on dakika önce kesildi. En son Deliklitaş yakınlarında kalmış sinyal. Adamları yolladım ama polis ve ambulans orada olduğu için yaklaşamamışlar," dedi ama kafasını yerden bir kere dahi kaldırmamıştı.

Adar'ın, elindeki halatlar kopmuştu. Biri sevdiği kadının boynunda sallanmış, işi bitince de sahibinin kirli ellerine tekrardan kavuşmuştu.

O eller artık infaz eden halatları değil, sıcaklığını ruhunda hissettiren kadının ellerini istiyordu.

Bir hışımşla çıkmıştı evin içerisinden. Arabasına ne zaman bindiğinin kendi bile farkında değildi. Gaza yüklenen gücü tükenmeye hazır olan eserlerden biriydi. Nefes almak için camı indirip gözlerini irice açtı. Nefesini kontrol etmeye çalışıyorken bile aldığı nefesin içinde boğulacağını hissettiriyordu.

Tüm gücü bir anda bileklerinde toplanmışçasına direksiyona vurdu. Bir kere daha, bir kere daha ve bir kere daha. Ufak bir fısıltı döküldü iki dudağının arasından.

"Beni, nefessiz bırakma."

🌑🗝️

Okyanusun derin karanlığında kalmış iki kişi vardı. Biri nefes almaya çalışıyor, diğeri bedenini saran korkuyla ayakta durmaya çalışıyordu.

Adar, önünde duran patlamış arabaya sadece bakıyordu. Bakışlarında ifadesizlik, gözlerinde uçurumun ucunda intihar etmekten asla korkmayan bir gencin bakışları vardı. Oysa çok korkuyordu.

Nefes alamadı bir anda.

Boğazını kesmişlerdi ama kanı akmıyordu. Sevdiğini almışlardı ama ağlayamıyordu.

"Arabadan çıkmış," diye bağırdığı an Boran, gözler onu bulmuştu. "İçerideki piç yaşıyor, ama yaralı. Zümra, ya kaçtı ya da..." Sustu. Söyleyemedi, söyleyemezdi. Ya da yaralamadan önce öldürülmüş olabilir derse eğer, yanında ilk defa nefessiz kalmış, donuk bakışları ile korku salan kuzenini de diri diri gömmüş olurdu.

"Yaşıyor," diye mırıldandı Adar. "Herkes öldü. Annem, babam, abim, ablam. Ama Zümra ölemedi. O ölmemeli." Kendine bunu inandırmaya çalışan, her şeyini kaybetmiş bir adam. "Ölmüş olsaydı, yaşıyor olamazdım."

Arkasını döndü. "Bulacağım onu," diye bağırdığı an bütün adamlar kafalarını önüne eğdi. "Telefonu ver."

"Fare ile konuştum. Getirdiği yüzüğün sinyalini tek bir kişi görebilir. O da, Sahir. Ve bunu senin için yapacağını zannetmiyorum. Malum, birbirinizi sevmiyorsunuz," dedi Boran, çekingen bir ifadeyle. Karşısında duran adam öfkesini patlatmaya hazırlanan bir yanardağdan farksızdı.

"Ver telefonu!" diye tekrarladı.

Berzan, hızla telefonu uzatıp öfkeyle dört dönen abisine baktı. Sertçe yutkundu. Bunca şey yaşanmıştı lakin hiçbirinde bu kadar öfkelenmemişti. Hele ki, yıllardır konuşmadığı adamı arayıp yardım isteyecek kadar.

Adar, telefonu hoparlöre vererek arabanın kaputuna yaslandı. Telefonun çalış sesi ve bir türlü açılmaması onu çıldırtıyordu.

"Evet." Karşı tarafın tek bir cevabı ile bütün adamlar oradan uzaklaştı.

"Yardımına ihtiyacım var," dedi Adar, alnını sıkıntıyla sıvazlarken. Şu anda onunla konuşmak cehennem azabı gibi hissettiriyordu.

"Adar Kıratlı, Sahir'den yardım mı istiyor, yoksa ben mi yanlış işitiyorum? Aksi takdirde bunun olma ihtimali birbirimizi sevmemiz kadar imkansız."

"Karım," diye bir fısıltı döküldü dilinden. En son kalbinin kırık parçaları ezip geçtiği karısı. "Aksi takdirde, senin ve benim birbirimizden haz etmediğini herkes bilir. Ama bu, zamanında aynı çöp konteynırının içinde ısınmaya çalıştığımızı değiştirmez. Yardım et, Sahir."

Karşı tarafın gülüşü yankılandı. "Aşağıya in," dedi Sahir. O zaten çoktan biliyordu genç kızın nerede olduğunu. Yalnızca Adar'ın, onu yıllar sonra aramasını beklemişti. Arkadaşının onunla son kez de olsa konuşmasını istemişti. "Taşların arasında kalmış olması gerekiyor. Sinyalin gösterdiği yer orası. Tabii yüzük karını öldürmeye çalışan adam tarafından bir tarafa atılmadıysa."

Adar, telefonu kapatmadan aşağıya doğru inmeye yöneldi. Atladığı taşlıkların arasına baktı. Kimse girememişti bakış açısına.

"Burada kimse yok Sahir," dedi Adar, yürümeye devam ederek. "Emin misin sinyalin doğru gösterdiğini?"

Sahir, "Bunun imkanı var mı sence Adar? Beni tanımıyormuş gibi konuşma. Hiçbir sinyal yanlış gözükmez benim ağını savuran canavarımdan," dedi, bunu bir hakaret olarak algılamıştı.

Adar birkaç adım daha atarken küçük kayalıkların üzerine sürülmüş kan lekeleri ile göz göze geldi. Vücudu buz kadar soğuk, bakışları kan kusturacak kadar ürkütücüydü.

"Hayır!" Öfkeli sesi yankılandı kayalıkların arasında. Sahir, Adar'ın karşılaştığı manzarayı tahmin ettiği için suskun kaldı. "Yanlış yer olmalı. Bir daha kontrol et. Sen de hata yapabilirsin. Herkes hata yapar..." Kendisi de yapmıştı. Onunki hata denilebilecek kadar ufak bir konu değildi oysa ki.

Kalbine batan kanlı iğneler kalbinin acısını harlandırmış, kanlar içerisinde bırakmaya hazırlanıyordu.

Şu anda Zümra'nın yanında aldığı o kuyunun dibindeki nefesi özlüyordu. O kuyunun içerisinde ilk kez nefes alabilmişti, bu onun için son olmamalıydı.

"Adar," dedi Sahir, sesini inceltmeye çabalasa da, her halükarda sert çıkmıştı. "Herkes hata yapar ama benim işlerimde hata olmayacağını gayet iyi biliyorsun. Tek bir hata sonum olur. Biraz daha ilerle... Her şeye hazırlıklı olarak ilerle."

Adar, arkadaşının doğru söylediğini bilerek birkaç adım daha attı. Ayaklarının altında dolanan iğne uçları onu bataklığın dibine doğru çekip boğmaya hazırlanıyordu. Gözlerini tekrardan etrafta gezdirdi, lakin tek bir şey göz kapaklarının üzerine düşmüş taşların etkisini yaratmıştı.

Zümra'nın yüzüğü ve en son koluna taktığı beyaz fuları yerdeydi. Lâkin hâlâ beyaz değildi. Artık kırmızının daha da koyu haline dönüşen bir bez parçasıydı. Belki de, ona sevdiği kızdan kalan son şeydi.

Bugüne kadar kimse için içi sızlamayan adam Adar Kıratlı, sevdiği kadının kanını görmeye dayanamamıştı. Kanını görmeye dayanmayan adam, nasıl ölüsü ile karşılaşabilirdi ki?

"Sahir," dedi, yalvarır gibi çıkmıştı sesi. "Yüzüğü çıkartmışlar. Burada değil."

Sahir afallamıştı. Yıllarca sesini duyduğu adam değildi sanki telefonun diğer ucunda.

Sertçe yutkundu. Adar ise telefonu elinden attı. Yukarıya doğru çıkarken elinde kana bulanmış olan fuarı avucunun içine hapsetti.

Yukarıya doğru adımladı, her adımın arasındaki boşluğa düşüyordu umudu. "Ölmedi," diye tekrarladı kendini.

"Adar," diye arkasından yükselen ses Boran'a aitti. "Sakin olmalısın. Kafanı toparlamazsan her şey daha da çıkmaza sürüklenecek."

Adar arkasından ona kimse sesleniyormuş gibi davranarak adımlarını hızlandırdı. Her yere bakacaktı. Kimseye güvenmiyordu. Kimseye inanmıyordu.

Büyük bir ses yankılandı. Adımları durduran bu seferki ses, bir namlunun ucundan bedene saplanacak olan bir kurşunun sert çıkışından oluşan büyük bir eziyetin sesiydi.

Arkasına baktığı an belindeki silahı çıkarttı. Kaza dolayısı ile orada bulunan polislerde silah sesi ile hareketlenmişti ama hiçbiri onun kadar endişelenmiyor, telaş etmiyorlardı.

Koşmaya başladığında saçları rüzgarın etkisiyle dağıldı. Gözleri kısılan adamın nefes alış verişleri ölen bir adamın son kez aldığı nefesi tattırıyordu.

Yolun sonunda bulunan, silahın patladığı yere vardılar. Zihni artık adamı algılayamıyordu. Kusmak istiyordu. Yerde kanlar içinde yatan bedenin bu hale düşmesine sebep olan kendisinden iğreniyordu.

Saçlarının uçları alnına yapışmış, şakaklarından akan ter yanağından akıp kaskat kesilmiş suratını zedeliyordu.

Elindeki silah zemine bir bombanın atılışı kadar korkutucu bir ses ile düşerken, genç adam da dizlerinin üzerine düştü. Ruhu onu boğmaya başlamış, sonsuz bir kara deliğin içine mahkum etmeye yeltenmişti.

İşte bu manzara ona bunları hissettirmişti.

"ZÜMRA!" Büyük feryadı dilinden öyle bir kopmuştu ki, taşlar titremiş, denizin dalgaları şiddetlenmişti.

Dizlerinin önüne çöktü. Sevdiği kadının yaralı yüzünü sıcak avuç içine alarak, baş parmağı ile yanaklarını okşadı. Zümra'nın yüzü buzlanmış gibi soğukken Adar, parmağını durmadan onun yanağına sürtüyordu. "Üşüyor. Çok üşümüş, hasta olacak..." diye mırıldandığı anda gözlerinde akmayı bekleyen yaşlar amacına ulaşamadan, adamın soğuk bakışlarının ardına geri döndüler.

Aldığı nefes şu andan itibaren onu ferahlatmıyor, öldürmek için çabalıyordu. Aldığı nefes ona artık zehirdi.

Zihninde oluşan her bir anıyı bu taşlıkların üzerine kazıdı. Zümra'nın gözlerini kapatmadan önce aldığı ufak ve acı nefesler adamın bedenine işlenmişti. Şu saniye aynı acıyı kendisi yaşıyordu. Bir binanın içerisinde kapalı kalmış, orada hıçkıra hıçkıra ağlayan bir çocuk vardı. O çocuk, yıllar önce adamın ruhunda ölmüş çocuktu.

O çocuk tekrardan açtı yaşlı gözlerini. Bedeninden akmayan yaşları ruhunun çığlığını bastırmaya çabaladı. Beceremedi. Adamın büyük çığlığı yayıldı uzun taşlıkların arasına. Kuşlar ürkmüş, her şeyden bihaber insanlar ise uzaktan adamın feryadını izlemişti.

Saatlerce burada kadının ismini sayıklamak istiyordu. ölen bir insanın telefon ile aramak gibiydi. Bir cevap gelmeyeceğini bile bile bıkmadan, usanmadan ümidi ile devam ediyordu.

"Boran," dedi Adar, başlarında duran kuzenine çevirdi yıkılmak üzere olan binanın içerisinde terk edilmiş bir muhabbet kuşu gibi. Ümidi vardı ama yoktu da. Bina yıkılırsa o da, o binanın altında ezilecekti.

Nefesi onu boğacaktı.

"Söyle... Burada Zümra," derken bakışları tekrardan pencereden gökyüzüne bakan kuşun özgürlük ümidi gibi Zümra'ya baktı. Gözlerinin içi parıldadı.

Boran, tam gidecekken Adar, yaralı kızı kollarının arasına aldı. Kızın saçları rüzgarla birlikte uçuşurken, adam o kokuyu ölümle sonuçlanma ihtimali olsa bile içine çekmek istedi.

Ne kadın kokusunu saklayabilmişti, ne de adam bunu yapacak kadar temiz kalpliydi.

Kollarının arasında duran kızın bedeninden akan kan sadece yerlere değil, adamın üzerine de değiyor, yarası gibi onun canını da yakıyordu.

Yürüyordu. Ayaklarının altına dizilen keskin bıçakların üzerinden durmaksızın yürüyordu. Onu bu halde görmek önüne serilen köz parçalarının üzerinde yanmak kadar acıydı.

Kollarının arasında hareketsiz olan kadına bir kez daha baktı. Ağlamak isteyen ama ağlayınca tamamen kaybedeceğini düşünen adamın kalp atışları hızlanıyor, şakakları direnen zihnine karşı zonkluyordu. Kesik kesik aldığı nefislerine ardından burada oturup bağıra bağıra isyan etmek istiyordu.

"Özür dilerim... Özür dilerim küçük."

Küçük...

Bu kelime Zümra için bir hiç iken, Adar için tüm dünyaya bedeldi.

"Küçük bir kız çocuğu olma bu sefer tamam mı? Düştüğünde nasıl ayağa kalkabildiysen, şimdi de kalkacaksın. İnatçı küçük kızım."

Yanılıyordu. Kollarının arasında sakladığı ne o küçük kızdı, ne de sadece yere düşmüş, dizini kanatmıştı.

Boran, kuzenine delirmişçesine bakıyordu. Davranışlarla mı anlaşılırdı bu? Yoksa onları bu raddeye getiren insanların delice acımasızlığıyla mı?

Sağlık çalışmalarının yaralı kadını görmesi ile harekete geçmeleri bir oldu. Sedyeyi uzattılar Adar'ın önüne.

"Sert değil mi orası, rahat edemez orada. Kollarımda kalsın," derken genç kadının göz kapaklarına baktı. Orada açık olamayan gözlerini en derininden hissediyor, görebiliyordu.

"Beyefendi, hastayı lütfen bırakın. Zaman kaybediyoruz," dedi sağlık çalışanı, telaşla çıkan yüksek sesiyle.

Adar, Zümra'yı yavaşça bıraktı. Bileği bükülen kızın eli öylece sallandı. Adar, onun elini tutup bir kere daha bırakmamak istemedi. Elini tam uzatacakken yanından uzaklaştırdılar sevdiği kadını.

Gözlerinin önüne serildi bir anda ablasının cenaze arabası. Tabutuna dokunmalarına dâhi izin verilmemişti.

Araba siren sesleri ile gözden kayboldu. Adam ayakta durmuş, gözünün önünde hâlâ sevdiği kadın varmış gibi hayranlıkla bakıyordu.

Adam, kadının ona açmadığı gözlerine hastaydı.

Gökyüzüne bakarken kalbinin ritmi düzensizleşti. Her an ölecekmiş gibi hissediyor, boş sokağın ortasında başına gelebilecek tüm felaketleri düşünen bir çocuğun korkusuyla bakıyordu.

Bulutların kapladığı gökyüzüne gücenmişçesine baktı. "Her türlü bela ile sınasaydın da, onun akan kanını görmek ile sınamasaydın."

🌘🌒

Hastane koridorunun arasında yıkılan bedenler dört dönüyor, kafalarının içinde bin bir senaryo dönüyordu. Bu senaryoların sonu hiç değişmemişti.

Ölüm.

Ambulans siren sesi trafiğin sıkışmasına sebep oluyorken, hemşire elindeki birkaç malzeme ile Zümra'nın kurşun ile delinen bacağını incelemeye başladı. Damarlar ile ilgili bir sorun olabileceği için ilk müdahale olarak sadece kanın akışının yavaşlamasını sağladı.

Arka arabada ambulansın peşinden son gazla gelen arabada Berzan ve Adar vardı. Adar'ın nefes alış verişleri kesik kesikti. Berzan, bunu fark ettiğinde izinsizce camı indirdi. "Ablam güçlüdür abi, bir kurşuna mı yenilir?" dedi, ümit besleyen inancıyla.

Adar'ın sessizliği onu daha da korkutmuştu. Kendisi de korkuyordu. Ama bunu belli ederek daha da kötü bir hava yaymak istemiyordu.

"Hem daha kötü ne olabilirdi ki?" dedi Berzan, buruk bir tebessümü yüzüne yayarak.

İyi niyetini Adar'ın üzerinde kullanması zararına olmuştu. "Kes sesini." Adar'ın iki kelimelik emri ile arabanın içine daha kasvetli bir hava yayıldı. Şu anda kimsenin desteğini istemiyordu, yalnızca sevdiği kadının sapasağlam ayağa kalktığını görmek istiyordu.

İçindeki lanetin sesi yavaşça zihnine doluştu.

"Ölecek."

"Ölemez!" Bir anda bağıran Adar, avuç içini öyle bir sokmuştı ki, hilal şeklinde oluşan tırnak izleri çıkmıştı. Kafasını geriye doğru atarken kabaran damarları her an patlayacak bir boru gibi duruyor, kanı etrafa savurmaya hazırlanıyordu.

"İla-" Berzan, devam edemeden Adar, "Yoluna bak," diye emir verdi. Sesi sert ve hırıltılı çıkarken boğazına yapışan yanma hissi her an öleceğini hissetiriyordu.

Kendi duyabileceği şekilde fısıldadı. "Bir sevdaya yeltendim; yüreğimde sızıya, bedenimden ruhumu koparmama sebep oldu."

----

Ambulansın iki kapaklı kapısı hızla açıldı. Sedye ile içeriye doğru sürülen hareketsiz bedenin bileği, sedyenin dışında sallanıyordu.

Koşarak hastaya doğru yaklaşan doktor ilk önce kurşunun darbede ettiği bacağa baktı. Yüzünde büyük bir hayal kırıklığı, büyük bir acıma duygusu oluştu. "Ameliyathaneye alın," dedi.

Doktor tam gidecekken Adar, kolundan tuttu. "İyi olacak değil mi? Bacağında kurşun, zarar gelmez değil mi ona?" dedi, sesi ne titremişti ne de kısılmıştı.

O, kaybettiklerinin ardından ölmüş olan ruhunun cesedini yıllarca taşıyan bir bedendi.

"Bacak tehlike arz etmiyor diye düşünmeniz çok yanlış. Bacağın sinir sistemleri veya diz kapağının üzerinde ise kurşun, bacak kesme durumu ile karşılaşabiliriz. Nefes alabilmesi için bacağına veda etmek zorunda kalabilir."

Büyük bir şok bedenini ele geçirmişti. Duyduğu hiçbir kelimeye tabir etmek istemiyordu. Böyle bir şey ile karşı karşıya gelme durumda Zümra'yı düşünmek bile istemiyordu. Canı yanıyordu. En az içerideki kadın kadar.

"Dayanamaz... Başka bir çözüm bulunamaz mı? İmkansız mı, doktor?" diye diretti Adar. "Dayanamaz," diye fısıldadı tekrardan.

"Maalesef," dedi doktor, adından ameliyathanede bekleyen hastası için Adar'a sırt dönüp hızla uzaklaştı.

Adar'ın kafası yere düştü. Onu şu anda tek biri böyle görse Adar Kıratlı olduğuna inanamazdı. Bilirlerdi, onun kimse için dizlerinin üzerine düşüp, defalarca özür dilemeyeceğini.

Özür diliyordu. Yanında olmayan kadına. Kalbinin kırıklarının üzerine sertçe basıp, ezdikten sonra.

Ne kadın duyabilirdi şu saatten sonra, ne de adam bakabilirdi onun gözlerine çekinmeden.

Adam, bu hikayenin başında kaybetmişti.

Kadın, bu hikayenin arasında bulduğu aşkı kaybetmişti.

İkisi de kaybetmişti. Aynı acıların içinde kavrulan, iki farkı tabirlerlerle.

🌘🌒

"Zümra..." Bağıra bağıra gelen, gözleri ağlamaktan kızarmış olan kişi kardeşini kaybetmekten korkan Derin'den başkası değildi.

Arkasından gelen Boran ile Emin onun kadar kaybetmekten korkuyor gibi gözükmüyorlardı. Boran ilk önce Berzan'a, ardından da sırtı duvara yaslı, başı önüne düşmüş, dizlerini kırmış soğuk zeminde ölüden farksız oturan Adar'a.

Boran, Adar'ın yanına çöktü. "Kardeşim," dedi, yanında olduğunu, desteğini göstermeye hazır olduğunu ona hissettirmeye çabalayarak. Boran da biliyordu, Zümra ile Adar'ın aniden oluşan evliliğinin içinde karşılıklı hislerin beslendiğini.

Boran, Adar'a bu teklifi sadece formaliteden oluşan bir evlilik olarak alandırıp, olabileceğini söylemişti. Adar'ın, Zümra'ya karşı hiçbir şey hissetmediğini, yalnızca ağabeysinden sonra yalnız kalmaması için bu kadar fazla yakınlık kurduğunu düşünmüştü. Çünkü çiftlik evinde sadece bunun için vakit geçirdiğini dile getirmişti Adar. Ve Adar yalnızca Boran'a yalan söylemezdi.

Ve Boran şu anda anlamıştı. Adar, ona da yalan söylemişti.

Zümra'yı gerçekten sevdiğini şu anda anlamıştı.

Onların aşkı, kaderlerinin ortasındaki kara mühür olarak kalacaktı.

Ne izi geçer, ne de kıymeti.

"Benim yüzümden," dedi Adar, sabahtan beri ilk defa bunu birine karşı söylemişti. "Bizim yüzümden," dedi Boran, kendisi de bunu biliyordu. Zümra'ya hak etmediği kadar büyük bir mesafe koymuş, yetmiyormuş gibi sevmediğini ve kuzenini aldatmış bir kadınla aynı kefeye koymuştu.

Zümra için ilk kez sızlamıştı kalbi.

Adar, ayağa kalkınca Boran da onun gibi ayaklandı.

Derin, beklenmedik bir anda Adar'ın göğsünden sertçe ittirdi. Boran, müdahale etmek için yaklaşacakken, "Dokunma!" diye bağırdı. Ardından kızarmış bakışlarının altında yatan öfkeyi Adar'ın üzerine savurdu. "Ne dedin ona? Masada ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Ne söyledin de buraya düştü Zümra?"

İçeriden yatan kadının bedenini değil ama kalbini kanlar içinde bırakıp, yıkılmasına göz yummuştu.

"Çek elini," dedi Adar. Şu anda değil Derin'i dinlemek, tek bir kişi bile görmeye takati yoktu.

Derin, onu dinlemedi. "İnandı biliyor musun? Senin, onu mutlu edebileceğine hepimiz inandık. Sen gülümsemeyi, sarılışı, hatta iki tatlı sözü sevgi diye nitelendirdin. Sen sevgiden anlamazmışsın zaten. Bunu ablanı öldürdüğünü öğrendiğim ilk anda anlamalıydım!" dedi, öfkesini kusarak.

Son cümle.

Adar'ın bağırıp çağırmasını beklerken Adar gülümsedi. Öyle bir gülümseyişti ki bu, altında öfke, acı, hüzün, pişmanlık, hepsi yatıyordu.

Gülüyordu. Çünkü, o da aynı hançeri Zümra'nın yüklerini yeni bıraktığı yaralı sırtına saplamıştı.

Hiçbir şey söylemeden yanından geçip gitti. Derin ve diğerleri arkasından bakıyorlar, ne yapacağını kestirmeye çalışıyorlardı.

Bir odaya girdi. Odanın içerisinde bulunan camlı dolaba baktı. Yumruk yaptığı elini hiç düşünmeden dolabın kalın çehreli camına geçirdi.

Cam kırıkları Zümra'nın kalbi, akan kan gözyaşlarıydı.

"Geçmiyor..." diye mırıldandı. "Kırdığım kalbinin vicdan azabını, kendimi cezalandırdığım an geçmiyor. Her zaman geçerdi. Kafamı en son vurduğumda da geçmişti. Ama senin acın, hiçbir acı ile eş değer değil nefesim."

---

Korkusu zehir gibi vücuduna yayılıyor, ona kan kusturmaya hazırlanıyordu.

Panzehiri ise içerideydi.

Kapının açılışı ile Adar'ın ani bir refleks ile doktorun kolunu tutması bir oldu. "İyi değil mi?" dedi, titremişti sesi. Nefes alış verişleri daha da hızlanırken bir an yere yığılacağını hissetti.

"Değil." Doktorun verdiği cevap sertçe yutkunmasına sebep oldu. "Bacağındaki kurşun tehlikenin tam odağında. Ekstra olarak fazla kan kaybetmiş. Bu da onun için büyük bir tehlike. Kazada kafasını vurmamak için dirsekleri ile kendini korumuş. İlk müdahale sağlam yapılsa dahi kanı durduramamış."

Adar'ın karanlığın altında gölgelenen bakışları daha da sert bir kıvama dönüştü. "İlk müdahale yapmadık biz," derken Zümra'nın bacağına bağlanan siyah kalın kumaş aklına gelmişti.

"Yapılmış Adar Bey, yoksa bacak kesme durumu ile karşı karşıya bile gelebilirdik. Açıkcası hala bu tehlike var. Biz elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz," dedi doktor, daralmıştı. İçeride yatan kişiyi iyileştirme vazifesi verilmişti ve yanlış bir şey yapar veya yapması gereken bir şeyi unutursa onun için hiç iyi şeyler olmazdı.

Doktor yanından tam geçecekken Adar'ın avuç içindeki kapana takıldı. Doktor ürkek bakışlarını usulca kaldırdı. "Eğer biri adına çalışıyorsan, sen hariç bütün sevdiklerini gözünün önünde boğarım. Öldürürüm!" Adar'ın acımasızca sunduğu tehdit ile doktor sertçe yutkundu.

"Mesleğim kimsenin oyuncağı değildir Adar Bey. Bana güvenebilirsiniz," dedi doktor. Adar'ın ona direkt inanacağını düşünecek kadar iyi niyetliydi.

Oysa Zümra'nın kardeşim dediği kişinin en yakını onu bu hale getirmişti. O, bir kere daha kimseye güvenemeyeceğini anlamıştı.

"Eğer bir karar alınması gerekirse..." derken kafasını eğdi. Suskunluğu anlatmıştı her şeyi.

"Son ihtimal olmalı doktor. Karımın tek yaşama umudu o bacağın gidişi olacaksa, bu soruyu bana sor." Dilinden kolayca savrulan kelimeler kalbin batan birer iğneydi. Dilinin lal olmasını diledi.

İlk defa susmak istiyordu.

Doktor kafasını sallarken yanından geçip gitmişti. Derin'in, hıçkırık sesleri koridordaki sessizliği bozuyor, etrafa daha da yoğun bir sis yayıyordu.

"İyileşmeli... "

----

Koca altı saat birbirini kovaladı. Akrep ve yelkovanın çıkmayan sesi zihinlerde saniye saniye ritimle ilerliyordu.

Koridorda oluşan derin sessizliğe eşlik eden hıçkırık sesleri dört bir yandan yankılanıyordu. Ameliyathane kapısının önünde duran dört kişiden biri, içeride yatan kanlı bedenden farksızdı.

Onsuz her yer girdaptı.

Gözleri yavaşça ameliyathane kapısının üzerindeki yazıya tırmandı. Kapının açılmasını istemiyordu. İçeriden çıkacak beden nefes alıyor mu olacaktı, yoksa adamım tabiri ile toprak rengi gözlerinin derinliklerine gömülecek halde mi?

Kapı iki yana açılırken Adar hızla ayağa kalktı. Sarsılmış bedenini ayakta tutacak tek bir neden olmalıydı. O neden içerideki kadının tekrardan gözlerini araladığını duymak olmalıydı.

"İyi değil mi?" dedi, şüpheli çıkmıştı sesi. Kafası ile kendini onayladı. "Gözlerini ne zaman açacak?"

Doktorun sıkıntılı nefesinin sesi göğsünün arasındaki kemikleri birbirine bastırmış, darağacındaki ipin sallandırdığı beden kadar hissizleştirmişti.

"Gözlerini açar lakin..." Durdu. Bakışları karşısında duran adamın hissiz yüzünde oyalandı. "Ayağa kalkabilecek mi, orası muamma."

Duyduğu son cümle zihninin kusma isteğini kabarttı. Gözleri irice açıldı. Son cümleyi idrak etmeye çalışıyordu. Ayağa kalkabilecek mi?

"Ne diyorsun doktor?" diye bağırdığı an Boran, Adar'ın yanına doğru yaklaştı. Sinirle hata yapmasından korkuyordu. "Neden kalkamasın?"

Derin, kesik kesik nefeslerinin arasından, "N'oldu Zümra'ya?" diye mırıldandı. Ağlamaktan harabe olmuştu. Kanlanmış gözlerinden yaşlar akmayı bırakmıştı.

"Bacağı kesilebilir. Biz elimizden geleni yaptık lakin başka bir hastaneye nakil edilmek zorunda. İstanbul diye düşündük, oradaki bir meslektaşım ilgilenirse daha uygun olur. Eğer bu durum netleşirse, bunu o söyler."

Doktorun söylediği her kelime genç adamın kusma isteğini getiriyordu. Kan kusmak istiyordu.

"Yurt dışı da olur. Nerede iyi olacaksa oraya götürelim," dedi Adar, içeride yatan kadın gözlerini açtığında ona bacağını kestiler demek istemiyordu. Ona, özür dilerim beni affet demek istiyordu. Demeyeceğini bile bile istiyordu.

"İlk önce İstanbul'a nakil edelim. Oradan bir sonuç çıkmazsa dediğinizi yapabiliriz," dedi doktor, sıkıntılı çıkmıştı sesi. "Nakil işlemlerini başlatıyorum."

Adar, kafasını salladığı anda Doktor yanından geçip ilerlemeye başladı.

"Bacak olmaz..." diye mırıldandı Derin. Kafasını korkuyla iki yana salladı. "Zümra, buna dayanmaz. Ölseydim daha iyiydi der."

Adar sağır bir adam gibi davranmış, ne duymuş ne de bakmıştı. Zümra'nın ölmesine, hele ki bacağı yüzünden ölmesine izin vermezdi. Elinden geleni yapacak, sonrasında yapılması gerekeni.

Hemşirenin odadan çıkışı ile Adar, "Görebilir miyim?" dedi, minnet dolu bakışlarla. Sertçe yutkundu. Yanına yaklaşsa da ne söyleyecekti ki?

Hemşire kafasını sallarken, "Size giymeniz gerekenleri vereyim," dedi ve ilerlemeye başladı.

Adar, maskesini de takmış kapının önüne gelmişti. Kapı kolunu yavaşça indirdi. Sanki içeride bir bebek uyuyor da, ufak bir sesle uyanacaktı. Kapıyı örterken kafasını yerden kaldıramamıştı.

Sevdiği kadın, ona haram kılınmıştı.

Bakışları, sesi, gülüşü.

Eline dokunmak için yaklaşırken ona söylediği son cümle dilini de, temasını da düğümlenmişti.

Yavaşça yanına oturdu. Gözlerine hayran olduğu kadın, gözlerine bakamıyordu. "Ben, senin bana olan hayal kırıklığı altındaki bakışlarında gömülü kaldım. O an kendi kendime sordum: Sana böyle baktığında bile belindeki silahı çıkartıp onu üzdüğün için sıkmak istiyorken, sen nasıl bu kızı koruyacaksın?" Güldü. Gülüşü, genç kızın artık hayranlıkla bakabileceği derin kuyunun dibindeki parıltılı gülüş değildi.

"Bana tokat attığında büyük bir ses yankılandı avuç içinden... Canın yandı mı?" Genç kızın çizilmiş yaralı elini, ellerinin arasına alarak, avucuna ufak bir öpücük kondurdu.

"Yalan söyledim." Ufakca mırıldandı. O sözler kızın kalbinde yara olurken, adamın dilini köz parçalarıyla tutuşmuştu.

"Beni affetmeyeceksin öyle değil mi?" dedi, ağlamak istiyordu ama ağlayamıyordu. "İlk defa öyle baktın bana," dedi. Bu öyle şaşkın ve acıyla dökülmüştü ki dudaklarının ucundan, bir an yakıp kavurmak istedi kendini de, bunu söylemek zorunda bırakanları da.

"Sen, benim nefes aldığımı hissettirirken ben, senin bana bakarken aldığın nefesi haram kıldım. Haram kılınan senin içine çektiğin nefesinken, bana haram kılınan sen oldun."

Gülümsedi. Gözleri kısılmış, kirpikleri gözlerini örtmüştü. "Sen, senden uzak kalmak nedir bilmiyorsun. Bense, senin yakınında nefes alamayacağımı bilmiyordum."

"Sen, benim hem ışığım, hem nefesim oldun. Ben, senin o ay yüzünde oluşan gülümsemene dahi sebep olamadım. Akan gözyaşının, akan kanının sebebi oldum. Ve inan, bu çok canımı yakıyor sevgilim."

Asla kullanmadı bu kelimeyi. Ama Zümra, ona söylediği zaman bir karşılık beklediğini görmüştü. Gözlerine bakan kadının isteğini çevirirken, gözleri belki de açılmayacak olan kadının ellerini tutarken söylüyordu.

"Aç gözlerini, gerekirse öfkeyle baksın bana gözlerin. Ama yine de baksın."

Ne kadar acıydı ama; şu anda kadının ona öfkeyle baktığı anını bile delice izlemek istiyordu. Tekrardan canını yakacak o bakışlarla nefes almak istiyordu.

Nefeseni kendi kesen adam.

"Mutsuzum; ne pişman, ne düşman, ne de küs. Yalnızca mutsuzum. Ve bu benim lanetimmiş gibi, kopmuyor ruhumdan."

Kapı açıldığı anda ellerini geri çekti. Gözlerinden akmayan yaşlar buz parçaları halinde kuyu kadar derin harelere karıştı. Göz ucu ile içeriye giren doktora baktı.

"Şimdi mi nakil olacak?" dedi Adar, doktora bakma gereğinde bulunmadan. Gözleri tekrardan sevdiği kadının solmuş tenine değdi.

"Evet, ne kadar çabuk olursa o kadar iyidir hasta için," dedi Doktor, kenara geçerek içeriye görevlilerin girmesini bekledi.

İki kişi, Zümra'yı yanlarında getirdiği sedyeye taşıyarak, serumunu yenilediler. Adar, onlara bakacak durumda değildi. Bakışları pencerenin ardında kalmış, dışarıdaki yağmur damlalarının onun gözyaşları yerine camın üzerinde izini çıkarışını izliyordu.

Ağlayamıyordu. Sebebini ise kendine itiraf edemiyordu.

Omzuna değen sıcak el ile ifadesizce omzunun ardında duran kuzenine baktı. "Ağla," dedi Boran, ufak bir tebessüm belirdi yüzünde. "İçinde tuttuğun zaman daha kötü hissedeceksin."

"Ağlayamam. Ağlarsam, o da ölür. İlk ağlayışımda ablam, son ağlayışımda abim öldü. Şimdi de Zümra mı ölsün?"

Boran'ın yüzüne öyle bir baktı ki, Boran karşısında bakışlarını kaçırmak mecburiyetinde kaldı. Ne söyleyeceğini bilemiyordu.

Adar, derin bir nefes alarak elini sertçe yüzüne çarptı, kendine geldiğini hissederek boynunu bükmemek için çabalayan kırılgan bir siyah gülü andırarak, omuzlarını dikleştirdi.

Siyah gülün gölgesiydi adam. Dışındaki güzellik, gölgesindeki dikeni saklayacak kadar kuvvetliydi.

Arkasını dönerek çıkan sedyenin peşine düştü. Koridorun ortasında dikilirken çalışan erkek hemşirelerden biri göz ucu ile Adar'a baktı. Adar'la göz göze gelişi ile bakışlarını hızla kaçırdı. Bedenini kaplayan korku, nefes alış verişlerini ağırlaştırmıştı. Korkuyla çarpan kalbini, arkasında duran celladın parmakları arasında görebileceğinden korkuyordu.

Maalesef ki Adar'ın gölgeli tarafına şahit olmuş, o gölgeden her zaman korkmuştu.

"Dur."

Adar'ın yüksek sesi koridorun içerisinde büyük bir yankı yaparken, gözler tamamıyla ona dönmüştü.

Erkek hemşire yavaşça ona doğru döndü. "Efendim?" diye yanıtladı, kendini kasma sebebiyle sesi korku filmi ardından etkisini hâlâ yaşayan bir çocuğun korkusu gibi çıkmıştı.

"Uçakta uyanma ihtimali var mı?" diye sordu Derin. Adar, bir nevi onun için durdurmuştu hemşireyi.

"Yok. Ameliyat sonrasında uyanabilir. Diğer türlü ağır ve sızı ile kıvranabilir," dedi Hemşire. Yanında duran stajyer de onları dinliyordu. Derin, kafasını sallarken onlar ilerlemeye devam etti.

Derin bir anda Adar'a döndü fakat bakışları öfke kutusunun içindeki çöp parçalarından farksızdı. Çöp parçalarındaki nefreti suratına geçirmek istiyor ama bunu uygulayacak kadar kendine güvenmiyordu.

Cesaretliydi ama cesaretini Adar'ın üzerinde uygulayacak kadar aptal değildi.

Birlikte yürümeye başladıklarında Derin ağzının içinden küfürler mırıldanmaya başladı. Bu sefer Adar'a değil, bunu yapanlara küfür ediyordu.

"Ne dedin?" dedi Boran, sesine şaşkın bir tonlama ekleyerek. "Bu küfürler senin güzel dilinden dökülüyor olamaz baldız. Zümra, senin böyle pis pis konuşmandan haz etmezdi."

Tek maksadı Derin'i biraz daha rahatlatmaktı. Kardeşini kaybeden bir kızı anlayasa da, bunun ne kadar üzücü olduğunu az çok tahmin edebiliyordu.

"Zümra, senden de haz etmiyor Miran'ın ağabeysi. Seninle de mi konuşmayayım?" dedi, durgunca. Sesindeki yorgunluk, bedenindeki tüm kasların eriyip onu yere yığacağını düşünüyordu.

"Bu Zümra ile benim kişisel meselem. Seni alakadar ettiğini düşünmüyorum. Ve inan, ettiğin küfürler mi, yoksa Boran mı diye sorarsan eminim ki küfür etmeni isterdi," dedi Boran, gülümseyerek. "Çok seviyor beni."

Derin'in yüzünde ufak bir tebessüm oluştuğu anda Boran amacına ulaştığı için derince bir nefes almıştı. Onun gülüşü için uğraşırken fark etmişti, kendisinin de içtenlikle gülümseyebildiğini.

"Gülmek sana çok yakışıyor baldız. Sen hep gül, olur mu?" diye fısıldadı. Bir anlık gafletle söylediği her bir kelimeyi duymuştu genç kadın. Fakat sessiz kalmak onun tercihlerinden yana olmuştu. Şimdilik.

Hastane helikopteri çatıda hazır halde beklerken ilk önce stajyer içeriye adımını attı. Sedye sonunda helikopterin içerisinde hazır halde yerleştirilmişti.

Ve içeride hemşire ve stajyer dışında hiç kimse yoktu. Zümra asıl girdabın içerisinde kalmıştı. Çünkü içeride yalnızca onu isteyenlerin sahte hemşire adamları vardı.

"Çok zor oldu," dedi, içlerinden biri. "Koca altı saat bu anı bekledik. Patronu ara ve görevin tamamladığını söyle."

Karşısında duran bir diğer adam kafasını sallayarak telefonunu çıkarttı. Telefon çalarken göz ucu ile bir anda yatan hareketsiz bedene baktı. Yüzü maskelerle örtülmüştü. Ardından da suç ortağının derince aldığı nefeslerin içindeki huzurlu bakışlara.

"Patron," dedi adam karşı tarafın telefonu açtığını gördüğünde. "Helikopter uçuşa geçiyor. Plan başarılı."

"Benim ismimin geçtiği planda başarılı olmak mı?" Kahkahası telefonda açık halde bekleyen adamın duyacağı şekilde alaycı ve gürce çıkmıştı. "Sanmıyorum."

Adar Kıratlı; kaybettiği kişinin ardındaki süreçte oyuna gelmeyeceğini, oyunun içindeki yeni oyunu kuran kişiydi.

Elini uzattı ve, "Ver telefonunu aptal stajyer," dedi Adar, tehditkar sesini üzerinde hissetirerek.

Stajyer telefonunu uzatacak gibi görünmüyordu. Ta ki kapının hızla açılması ile. Elinde silah olan Boran deliler gibi gülmeye başladı. "Her zaman söylemişimdir, siz aptallığın patentini alması gerekenlerdensiniz. Aksi takdirde neden bize oyun oynayabileceğinizi düşünürsünüz ki?" dedi, onlarla ve patronlarıyla tamamen dalga geçiyordu.

Telefon Adar'ın eline geçmişti. "Ufaklık," dedi Adar, alaylı ifadesiyle. "Oyun mu istiyorsun sen, abisi?" Gülmeye başladı. Karşı taraftaki kişinin konuşmayacağına emindi. "Oyunu başlattın, oyunu bitirdim. Bir daha ki görüşmemizde seni de bitireceğimden şüphen olmasın."

Telefonu kapattı. Helikopterden inerken yanındaki pilot koltuğunda oturan Berzan da son kez pilot gibi davranarak, "Uçuş başarılı kule!" diye heyecanla bağırdı.

Bu hali gülünç bir durum olsa da yalnızca Berzan için olmuştu.

İnerken etrafına bakındı ve derin bir nefes aldı. Ardından ise ağabeyine baktı. İçeriden çıkan sedyede ise başka bir kadın hemşire vardı. Asansörde yer kalmadığı için başka bir içerideki hemşire ile çıkacaktı Zümra. Ama orada her şey değişmiş, hemşire onun yerine geçmişti. Zümra olduğunu düşünmelerini sağlamak için birkaç boru takmış ve yüzünü oksijen maskesi takmışlardı.

"Ayak kesme falan yok, değil mi?" dedi Boran, emin olmak istiyordu. Kimsenin böyle bir acının altında kalacak kadar güçlü değildi diye düşünse de yanılıyordu.

Hangi acının altında ezileceğimizi düşünürsek, o acı ile imtihan olurduk.

"Yok," dedi Adar, huzur dolmuştu nefesi de, sesi de. "Kurşun sıyırmış, birkaç zaman zorlanacak ama bu önemsiz. Daha kötüsü olmadı ya, başka hiçbir şeye şikayetim olamaz şu an."

"Peki, sen bunların hain olduğunu nereden anladın?" diye sordu Boran. Onlar da, oradaydı ama hiçbir şey fark etmemişlerdi.

Adar gülümsedi. "Ne zamandan beri durumu kritik olan hastalar ile stajyerler ilgileniyor? Helikopterde tüm risklere karşı bir doktor bulunmalıydı. Ama değil bir doktor, yalnızca bir hemşire gönderdiler. Sence de bu şüphe duymam için büyük bir neden değil mi?" Adar cevap vermesini beklemeden merdivenlere ve ardından asansöre yöneldi.

Boran kafasını sallarken içten içe üzülmüştü de. Ardından ufak bir fısıldama çıktı iki dudağının arasından. "Keşke," dedi. Devamını getirmeye yeltenememişti.

🌘🌒

Derin planı bildiği için Zümra'nın asıl bulunduğu odanın kapısında oturuyordu. Yüzünde ismi gibi derin bir gülümseme vardı. Heyecanlıydı. Sanki bir kardeşi doğmuş ve onu birazdan kucağına alacaktı.

Adar ve Boran koridorun başında durunca dikkatini tamamen onlara vermişti.

Adar, "Talha denen piç yaşıyor. Sen, Derin ile ilgilen. Ben de ölecek olan bir piçle," dedi. Sesindeki acımasız dalgaların ardında her an büyük bir tsunamiye dönüşecek kadar ağır ve dindirilemezdi.

Tıkanmıştı. Hem de çok. Öfkesi ile yakıp kavurmak istiyordu sevdiğine zarar vermek isteyeni. Sonrasında kendi verdiği zararı hatırlıyor ve kül olmuş ruhuna bir kere daha lanet ediyordu.

"Tamamdır." Boran hızla Derin'in yanına doğru ilerledi ve sandalyeye oturdu.

"E, baldız," dedi, ikisinin de keyfi yerindeydi. "Kutlama yapar mıyız? Sen seversin böyle saçma sapan şeyleri," diye hem teklifi sundu, hem de alttan alttan laf.

"Kuranıma severim," dedi Derin, aklına gelen rakı masası ile gözlerini bir anda yumdu. O anı tekrardan yaşamak, hatta o anda kitlenmek istiyordu.

"Bana sarılır mısın?" diye mırıldandı. Düşünmeyi bırakmış, yalnızca ona sıkı sıkı sarılacak bir kişiye ihtiyaç duyuyordu. Boran'a.

Boran, beklemediği bu istek ile sertçe yutkundu. Birkaç saniye boş boş baksa da, sonunda kolları ile sardı genç kızın bedenini. Derin, kafasını Boran'ın omzuna sıkıca kapatmış, kopmak istemiyorcasına sarılıyordu.

"Yanımda olduğun için teşekkür ederim Miran'ın ağabeyi," dedi Derin, ona ismi ile hitap edecek gibi görünmüyordu.

"Sen de, benim yanımda olursan ödeşiriz baldız, sıkıntı etme," dedi Boran. Oysa burada kalma sebebi Derin değildi. İlk defa Zümra içindi.

----

Adar, kapıyı açtığında gözü açık ama kafasını çevirecek durumda olmayan Talha, dudaklarının arasından ufak bir inilti bıraktı. Berzan da, Adar'ın arkasında duruyor, her şeye hazırlıklı olarak bekliyordu. Bakışları kapıyı en sonunda bulduğunda Adar'ın güler yüzü ile karşılaşması bir oldu.

Adar, ölmek üzere olan insanlara gülümsemeyi çok severdi.

"Geçmiş olsun," dedi Adar, kapıyı yüksek bir sesle örterek. "Ya da iyi falan değildi, tam bir piç olarak bilirdik mi demeliyim?"

Talha'nın aldığı kesik kesik nefesleri odanın içerisinde iğrenç bir ses kirliliği yapıyordu.

Adar, ona doğru birkaç adım atarken yüzüne alaycı bir gülümseme yaymayı unutmadı. "Aptal kukla," dedi Adar, tiksindirici bakışlarıyla beraber. Zümra, ona kukla dediğinde siniri bozulsa da, şu anda gözlerini açıp ona defalarca kukla demesini isterdi.

"Sen de, öylesin Adar Kıratlı." Talha'nın kazadan dolayı hırıltılı çıkan sesi ile Adar'ın çenesi gerildi. "Zümra, senin ne kadar şerefsiz olduğunu biliyor mu? Kız kardeşim sırf seni reddetti diye onu öldürdüğünü öğrenirse ne olur?"

Berzan şaşkın bakışlarını bir süre abisine çevirdi. Buna tabii ki de inanmıyordu.

Adar'ın sinirle hareket etmesini bekleyen Berzan, onun rahat tavrı ile ufak çaplı bir şok yaşadı. Adar, rahatlıkla koltuğa oturup, bacaklarını iki yana araladı ve ellerini önünde birleştirdi.

"Kardeşin?" dedi Adar, ona ciddi misin dercesine bakıyordu. "Ve ben öldürmüşüm, öyle mi?" Kaşlarını çatmış, bakışlarını kısmıştı.

"Öyle, bir de anlamamazlıktan geliyorsun," diye bağırdı Talha, saniyeler içinde boğazı yırtılacakmışcasına öksürmeye başladı. Berzan, su vermek için cam sürahiyi eline alması ile Adar'ın sivri bakışları ile sürahiyi bırakması bir oldu.

"Patron'unu ara," dedi Adar, düz bir ifadeyle.

Talha kafasını iki yana sallayarak, "Ben, kimseyi satmam," dedi, kendinden emin bir tavırla. Kafasını yağmur damlalarının izlerini bıraktığı cama çevirdi. "Öldür işte, neden bekliyorsun?"

Adar, karşısında duran çocuğun kandırıldığını bildiği için bir süre sessizce onu izledi. Talha ise öleceğine emin olduğu için kafasını dikleştirmişti. Aslında cesaretli bir çocuktu ama bu aptal olduğunu değiştirmiyordu.

"Tanımadığın bir insana inanacak kadar aptal mıydın gerçekten?" dedi Adar, kaşlarını merakla yukarıya doğru kıvırarak. Kafasını sıkıntı ile iki yana salladı.

"Telefonunu bana ver ve nasıl bir aptallık yaptığını izle," dedi Adar. Talha, vermemekte kararlı olunca Berzan zoru kullanmak zorunda kaldı. Telefonu Adar'a verirken, Talha'nın ağzını kapatmıştı.

Adar, son aramalara girerek Patron diye kaydedilen adamı aradı. Telefonu çalarken Talha olduğu yerde çırpınmaya başladı. Onu kandıran adama bile sadıktı. Canını yakıyor, boynundaki boyunluk zorluyordu.

"Yaşıyor musun?" Telefonun karşı tarafında duran kişinin şaşkın sesi Adar'ın alaylı gülümsemesine sebep olmuştu.

"Öldü," dedi Adar, karşısında çırpınan çocuğa bakarak. Bir insan şu an onun gözünde yalnızca bu kadar sadık olabilirdi bir adama. "Tebrik ederim bu arada. Nasıl bu çocuğu bana karşı kışkırtıp, üzerime saldın?"

Karşı tarafın otoriter konuşması ile Talha sadece bakakaldı. "Bazı insanlar ölmeyi hak eder Adar Kıratlı. O çocuk, kız kardeşini, senin öldürdüğünü zannediyordu. Ve inan bunu ona inandırmak ufak bir montaj videosu ile halloldu."

Talha'nın zihninde oluşan büyük çığlık kendisine aitti. Kardeşinin mezarının önünde çığlık attığı her an, kardeşinin katilinden teselli almış olması onun için büyük bir acıydı. Aylarca öldürmek için gün saydığı adam değildi kardeşinin katili, abi deyip satmadığı adamdı. Ve artık o da, pişmandı.

"Kız kardeşine ne yaptın?" dedi Adar, artık gülümsemiyordu. Konuştuğu kişi hiçbir suçu olmayan kişilerin canını yakıyor ve yakmaya devam edecek gibi gözüküyordu.

Zihninde tek bir soru vardı. Ya Zümra o adamın eline düşseydi?

"Öldürdüm. Zaten o da, ağabeyi gibi aptaldı. İkisi kavuşmuş oldu, sevinmeliyiz," deyip sıkı bir kahkaha attı patron denen adam.

Talha, çırpınmayı bırakmış yattığı yatakta iki büklüm olmuştu. Sertçe yutkunurken gözleri doldu. Kardeşini kanlar içinde kapısına bırakan Adar değil, itliğini yaptığı adamdı.

"Cihat," dedi Adar, karşı tarafın lakabını kaldırıp ismi ile hitap ederek. "Ben, seni polise vermedim. Ben kimseye, hele ki kardeşim dediğim adama ihanet etmedim. Etmem! Ama sen ne yaptın? Benim karımın canını yaktın, ölüm ile burun buruna getirdin. Ne oldu lan sana? Sen ne zaman bu kadar adi bir adam oldun Cihat!"

Bağırışı ile Berzan kapıya doğru dönüp, biri girecek mi diye bekledi. Fakat giren kimse olmamıştı.

"Ben buydum Adar, siz bunu görmek istemediniz. Sen, bana ihanet edip Pedro ile dost oldun. Güçlendin. Ben ise o zamanlarda ter kokan koğuşların içerisinde seni öldürmek için gün sayıyordum," dedi Cihat, sesindeki öfke bütün bedenini kontrol dışı bırakmış, aklı yerine duygularını devreye sokmuştu.

Adar'ın alaylı gülüşü onun kulaklarına sızdığı an telefonu yere fırlatmış ve aramanın sonlanmasını sağlamıştı. Adar da telefonunu cebine yerleştirirken yüzündeki gülümsemenin silinişi saniyeler almamıştı.

"E, Talha," dedi Adar, sıra ona gelmişti. "Şimdi de ölmek istiyor musun?"

Talha sessiz kalmayı tercih etmişti. Adar ayağa kalkarken belindeki silahı çıkarttı. Berzan, ne olacağını bilerek ceketinin cebinde bulundurduğu sessizleştiriciyi Adar'a uzattı.

"Zümra'nın kemiğine gelseydi o siktiğimin kurşunu, şu anda ayağı kesilmişti. Sen, karım kadar şanslı olamayacaksın," dedi ve sessizleştiriciyi namlunun önüne yerleştirdi.

Silahı Talha'nın diz kapağının üzerine yerleştirmiş, gülümsüyordu. "Kandırılmış olman, Zümra'yı vurmanda haklı olduğunu göstermiyor. Sana kaçır denildi, sen vurdun."

Talha, kafasını korkuyla iki yana salladı. Berzan, arkasındaki yastığı Talha'nın suratına bastırıp yatış pozisyonuna geçmesini sağladı. Boynundaki boyunluk kaymış, serum ise hala damarlarına ilaç enjekte ediyordu.

Adar'ın parmakları Zümra'nın yanağına dokunurken oluşan o kıvılcım ile tutuşmuştu. Tetiğe basması ile Berzan yastığı daha da bastırarak sesini dindirmeye çabalıyordu.

Adar, silahını beline yerleştirirken Berzan'a geri çekilmesi için komut verdi. Berzan'ın geri çekilmesi ile Talha'nın ağzını eli ile kapattı. Ona biraz daha yaklaştı ve "Seni lanet olası pislik diye mi sesleniyordu sana Cihat?" diye sordu, dalga geçerek. "Hatta kendini yabancı uyruklu biri olarak da gösterdi. Ve siz de onun konuşma stilini bile doğu bölgesine ait olduğunu anlayamadınız. Beyinlerini siktiğimin piçleri."

Adar, daha fazla burada durmadan odadan çıktı. Arkasından gelene Berzan'a göz ucu ile bakarak, "Hastanenin etrafında tek bir şüpheli görürsen çek kenara," diye uyardı. Zümra'nın bir kez daha tehlikede olmasını kaldıramazdı.

"Adar," diye bağıran Boran'ın sesi koridorda yankı yapmıştı. "Dışarıya gelmen gerekiyor biraz. Konuşacak meseleler var."

Adar, kafasını sallarken Berzan'a baktı. Yüzüne yayılan ciddi ifadesi ile, "Benim getirttiğim doktor veya hemşirelerden başka kimse girmeyecek içeriye. Tek bir yanlış, bir cana mâl olur."

Berzan kafasını sallayıp hızla odaya doğru ilerledi.

Adar da, kuzeninin arkasından bahçeye doğru ilerledi. Bahçeye çıkması ile yağmur damlalarının saçlarını ıslatmaya başlaması bir oldu. Kirpiğinin üzerine düşen damla birkaç saniye gözünü yummasına sebep olmuştu.

Islaklığı önemsemeyerek yürümeye devam ettiler, fazla ıslak olmayan ağacın altındaki banka oturdular.

Bir süre yalnızca birbirlerinin aldıkları derin nefesleri ve yağmur damlalarının zemine düşüşünü dinlediler. Hayır, bu seslerle zihinlerini temizlemeye çabaladılar. Başarması zordu, başaramadılar.

"Anlatamayacak mısın?" dedi Boran, sonunda sessizliği bozup kuzenine dönerek. "Başından beri, kahvaltı sofrasında neden 'isteğin oldu' dedi Zümra?" Bunu gerçekten merak ediyordu. Onu ilk defa bu kadar kararlı bakışlar altında seyretmişti.

"Öyle mi söyledi?" dedi Adar, soruya soru ile cevap vermeye karar vererek. "Söylesene Boran, senin istediğin ne?"

Cevabını bilen bazen yalnızca bunu kendine inandırmak için sorardı.

"İstediğim," dedi Boran, kendini bu konuda ilk kez kötü hissetmiş, konuşmak istememişti. Ama kendi başlattı ve devamını getirmesi gerekiyordu. "Doğrusu Zümra ile evlenmen baştan beri benim için yanlıştı. İstediğim aranızın bozulması değildi ama yine de Zümra, benli bu kadar kötü bellemiş kafasında. Haklı da. Kıza her seferinde ters yaptım."

"Bitti. Bana olan güveni bitti. Neden biliyor musun?" diye sordu Boran'a bakarak. Boran kafasını iki yana sallayarak bilmediğini belirtti. "Çünkü o sırada beni de yiyip bitiren bir şey vardı. Ben ne olduğunu anlayamadan yüzüme çarptı eli. İnan veya inanma, o an kendimde falan değildim. Söylediğim anı değil sadece söylediğim o boktan kelimeleri hatırlıyorum. Bunu ona söylesem inanamaz. Ben olsam, ben de inanmam. Deli misin ki sen derdim, o da aynısını söyler."

"Adar," dedi Boran, gülümseyerek ona doğru döndü. "Bitiyor. Serüvenimiz son bulmaya başladı. Tekrardan yalnız kalmaya mahkum ediliyoruz. Aynı sebeplerden."

Adar da gülümsedi. Kopan fırtına ikisinin içindeydi. İkisi ağlamak istiyor ama ağlayamıyordu. Ağaç onları dinliyor, acılarını hafifletmek istiyordu. Yağmur birikintisinin toplandığı yaprak yavaşça bükülerek Adar'ın yanağına damladı. Bir gözyaşı gibi süzülüp kayboldu ıslattığı yanağından.

Bu biraz da olsa iyi hissettirmişti.

İçinde asıl oluşan kasırgaları gizlemeye çabaladı. Zihni ona yanlış şeyler yaptırmaktan çekinmiyor, buna devam ediyordu. Zihnini kendi kontrol ediyor olması, zihninin ona yanlış şeyler yaptırmayacağı düşüncesiydi.

"İçeriye geçiyorum, sen de gel," diyerek ayağa kalktı Boran. Elini, Adar'ın omzuna yaslarken, "Bazen sadece susmak gerekir. Oluruna bırak. Nasıl ilerlerse ona göre davranacağız. Tabii sen böyle şeyleri pek umursamıyorsun."

Adar, sessiz kalmayı tercih etti. Şu anda içindeki kasırga onu daha da içine çekip boğmaya adım atmıştı. Ve bunu sadece Adar hissedebiliyordu.

Bedenine saldıran soğuk saçlarını dağıttı. Bakışları gözlemci bir asker gibi kısılırken, sertçe yutkundu. Yanına gitmek istiyordu. Fakat buna hazır olduğunu düşünmüyordu. Zümra'nın ona tokat attığı anda ki bakışları gözlerinin önüne bir film şeridi gibi serildi. Gözlerini yumdu ve o ana lanetler savurdu.

Gecenin içindeki parlak dolunay onun yüzünü aydınlatıyor, karanlıkta kalmasını engelliyordu.

Gök gürültüsü belki de bu gece Adar'ın yaptığı yanlışı haykırıyor, öfkesini kusuyordu.

Hastane koridoruna adımını attığı an nefesinin görünmez bir ruh tarafından tutulduğunu hissetti. Kulağına birleri fısıldıyor 'Gitme' Diyordu.

Adımları koridorun içerisinde büyük bir yankı yapmıyordu ama zihninde büyük bir acı yaşatıyordu.

Kapının öne yaklaştığı an sevdiği kadının hırıltılı çıkan sesi ile tutulmuş nefesi feraha kavuştu. Artık nefes aldığını hissediyordu.

"İyiyim Derin, merak etme."

Derin, "İyiymiş!" diye bağırdığı an içeride onların yanında bulunan Berzan gülmeye başladı. "Gülme Berzan!"

Zümra sanki onların yanında değilmiş, onları görmüyormuş gibi sessiz ve ifadesizdi. Koltukta oturan Boran, "Geçmiş olsun şimdiden," dedi, ama her zaman ki gibi mesafeliydi. Zümra artık bunu umursamıyordu, gayet normal bir davranışmış gibi karşılıyordu.

"Sen neden geldin?" dedi Zümra, sesi boşluğun içinde yankılanmışçasına itici ve mesafeliydi.

Boran, zaten bu soruyu alacağını bildiği için hazır cevabı ile, "Ne de olsa Kıratlı gelinisin, tabii ki geleceğim," dedi, bu sefer yüzüne ufak bir tebessüm yaymıştı. Bu bahanenin arkasına saklamak kolayına geliyordu.

Zümra, dudaklarını araladığı anda kapıda duran kişi ile göz göze geldi. İkisi de kendini boşlukta hissediyordu. İlk defa birbirlerine böyle bakıyorlardı belki de.

Biri pişman, diğeri düşman.

Bakışlarında pişmanlık sezememişti. Adar, pişmandı ama bunu göstermiyordu. Şu dakikadan sonra gösterse yine fark etmezdi kadın için.

Kadının dudakları iki yana kıvrıldı. Gözlerinin içindeki ışığı gördü adam. Çenesinde duran gamzeye kaydı bakışları. Orada yaşamak, ölmek hatta gömülmek isterdi.

Kadın ise artık onun derin kuyunun içinden çıkarmak için çabalamayı bırakmıştı. Adar'ın gözlerinden bir an olsun kaçırmadı bakışlarını. Adar, kadının bakışları ile nefes alabildiğini tekrardan hissetmişti.

"Artık Kıratlı değilim." Kadının gözlerine baktığı adamın yüzünde oynamayan mimiklere karşı devam etti. "Ve yanımda bir Kıratlı bile istemiyorum." dedi. Sesi zeminin içindeki soğukluğu bedenlere yayacak kadar mesafeli ve nefret doluydu.

Zümra, Adar'ın yüzünde oluşan gülümseme ile sertçe yutkundu. Bakışları artık adama mesafeliydi. Adar, onun için bitmişti. Adar'ın gülümseyişi kalbini avuç içine alan bir iskeletin paramparça edişini izliyormuş gibi hissettirdi.

Gözleri kısılmıştı adamın.

Kadının, onun gülüşünde en sevdiği detaydı bu.

Derin ilk önce Zümra'ya ardından da Boran'a baktı. Bir şeyler olduğunu anlamış ama ne olduğunu hala öğrenememişti.

"Peki, dinlen sen," diyerek ayağa kalktı Boran. Kapıda duran Adar'ı görünce yüzü düştü. İfadesi şu anda şaşkıncaydı.

Adar, tam içeriye girecekken, "Kapıyı kapatır mısın, Derin?" dedi Zümra, gözlerini bir an olsun çekmemişti adamın gözlerinden.

Derin, bu durumdan rahatsız olsa da, kapıyı yavaşça Adar'ın üzerine örttü. Kapının kapanışı ile gözlerini yumdu Adar. Az önce hissettiği nefesi tekrardan kaybolmuş, onu ölüme terk etmişti.

"Sinirli," dedi Boran, yalnızca. Başka bir şey söyleyemiyordu. Söylediği şey doğruydu ama bu sinirin geçeceği konusunda yanlıştı.

İçinde dehşet derecede büyük bir kırılma sesi yankılandı. Bunu yalnızca kendisi işitmişti. Sessiz koridor onu boğmaya başlamıştı.

Adar gülümsedi. "Ne demiş Cemal Süreyya?" dedi, hissiz gülüşü ile Boran'a bakarak.

Boran, konunun nasıl buraya geldiğini anlamamış olsada, "Ne demiş?" diye sordu.

"Uzaktan sevmediyseniz birini, hiç sevdim demeyin."

"Sevdin mi?" dedi Boran, yıllarca merak etmişti ve bunu ilk defa Adar'ı zorlamadan işitecekti.

"Haddimden fazla sevdim."


- Bölüm Sonu -

Hangimiz haddinden çok sevemedik ki?

Bölümde en beğendiğiniz yer neresiydi?

Ve sizce bundan sonra neler yaşanacak? Zümra'nın mesafesi ne kadar etkili olacak Adar'ın üzerinde?

Tik Tok - Instagram : 1merve_w

Continue Reading

You'll Also Like

NOKSAN | ✓ By Elçin

Mystery / Thriller

404K 15.1K 50
O, bir kraliçeydi; hayran kaldığım ancak asla ulaşamadığım. Güzeller güzeli, fakat acımasız olan, beni gidişiyle noksan bırakandı. ...
54.7K 3.7K 25
Güneşte yanabilir, ormanda kaybolabilir, gecenin karanlığına hapsolabilir, okyanusta boğulabilirdim ama ben bir çift kahverengi gözün toprağına gömül...
1.9M 96.7K 78
"Çocukken yanağıma kondurduğun öpücük sayesinde tüm acılarım geçmişti. Şimdi ben senin kalbinden öpsem geçer mi? Tüm acıların diner mi?" İlk görüşte...
123K 8.8K 36
Biz adımız gibi özgür bir timdik. Hür Timi. Kendi kurallarımızı koyardık. Bu askeriye işleyişine ters olduğu için de sürekli azar işitirdik. "Hangi...