VİSAL/TAMAMLANDI

By rmysaudade

147K 7.6K 2.4K

"Beni bu şehre sor, de ki; bu adam daha önce birisine böyle sevdalanmış mı? Sor. Bu adamın sol yanı benden ön... More

1. Bölüm
İlk.
2.Bölüm
3.Bölüm
4. Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.BÖLÜM
22.BÖLÜM
23.BÖLÜM
24.BÖLÜM
25.Bölüm
26.BÖLÜM
27.BÖLÜM
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
FINAL
Özel Bölüm

12.Bölüm

3.9K 220 143
By rmysaudade

Ay kız biz geldik ;))
Nasılsınız, ben sıcaktan bunalmış ve günlerdir migreniyle uğraşan biriyim...

Bölüme geçmeden önce, bölümden hemen sonra muhtemelen sekiz gibi bir soru cevap paylaşacağım Instagram hesabımızda, eğer aklınıza takılan bir yer veya konuşmak istediğiniz herhangi bir konu varsa bekliyor olacağım 💖

Instagram hesabımız /visalwattpad_

Son olarak oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen, keyifli okumalar!

......

🎵Sezen Aksu- Küçüğüm






Güçleniyordunuz. Bunu bir şekilde yapıyordunuz. Önemli olan ise, o güçlülük evresine nasıl geldiğiniz ve bu yolda kendinizden neler bıraktığınızdı.

Sadece kardeşimi kazanmak içindi. Birbirimizi kazanmak içindi. Öyleyse neler kaybettiğimin, ne kadar acı çektiğimin bir önemi yoktu. Önemli olan güçlü olmamdı, önüme ne çıkarsa çıksın güçlü olmam gerekiyordu.

Karşımdaydı ve benden canımı alıyordu. Bunu yaparken ise oldukça rahat ve hoşnut olan bir tavrı vardı, şaşırmamıştım. Kardeşimi alacaktı ve buna istesem de karşı çıkamazdım. Sadece ondan nasıl ayrılacağımı bilmiyordum. Onu, buna nasıl hazırlayacağımı bilmiyordum.

Dişlerimi sıkarak karışısında dururken, arkamda ki bedenin kızgın bir boğa gibi sert nefesler alıp verdiğini duyabiliyordum. Eli, elimi daha da kavrarken karşımda ki bakışlar ellerimize düştü. Elleri kumaş pantolonunun cebindeyken alayla sırıttı.

"Hâlâ ayakta durabilmek için birinin elinden tutması lazım öyle mi? Hiç büyümeyeceksin."

Sözleri canımı yakmıyordu. Gerçekten yakmıyordu. Sadece ondan daha da nefret etmeme yol açıyordu. Arkamda ki beden tam harekete geçecekken, elimle uyarı vererek onu durdurdum. Duraksadı. Hareket etmedi.

Sustum. İçimde ki nefretim bir yol oldu aramıza, karşımda ki varlık o yolu büyütmekte asla çekinmedi. Ben ise, bu saatten sonra alıp verdiği nefeslerini o yola gömmek için yaşayacaktım. Aynı onun gibi alayla sırıtırken cevap verdim. Bende en nefret ettiği şey buydu belki de, onu ciddiye almayışım ve umursamayışım. Buradan kardeşimi alarak gitse bile ona asıl istedigini vermeyecektim. Karşısında küçülmeyecektim.

"Sen mi tuttun elimden düşmemek için? Sedat abi bile bana senden daha çok babalık yapmış, senin beni tutmanla mı ayakta durabilmişim ben?"

Başını yana çevirerek daha büyük bir kahkaha attı. İğrenç sesi mahalleyi inletirken, boğuk havaya karıştı. Sedat abiyi oldu olası hiçbir zaman sevmemişti, onunla kıyaslanmak bu hayatta benden sonra en nefret ettiği şey bile olabilirdi.

Bakışlarım bir anlığına etrafa kaydığında, yakınımızda bulunan evlerin balkonlarında veya camlarında bizi izleyen, kulağıma ilişen bir kaç kelimeyle bizi ayıplayan insanları gördüm. İçim gerginlikle kasılırken, karşımda ki adam edecek kelime bulamadı, haklı olduğumu bilmek onu bazen böyle susturabiliyordu işte. İnanması zordu ama o da susabiliyordu.

Fadime sultan üzerimize çevrilen bakışları fark etmiş olacak ki, "Elaleme rezil olduk." diye söylenmesi bakışlarımı anlıkta olsa yere, ayaklarıma çevirmeme neden oldu.

Karşımda ki adamın bakışlarının da etrafta gezindiğini gözümün ucuyla görmemle, bize doğru bir kaç adımda bulunduğunu gördüm. Aramızda ki bir adımı daha geride bırakacakken önüne geçen beden buna engel olmuştu. Çatılmış kaşlarıyla karışısında ki Yıldırım'a bakarken, onun yüzünde oldukça rahat bir ifade bulunuyordu.

"Ben, Mihri'ye attığın bu adımları yeterince izledim, artık öyle bir dünya yok. Senin ona karşı yürüyeceğin bütün yolları ayaklarının altından çekerim, geri bas."

Yıldırım'ın her bir kelimesinde ki nefreti en içimde hissederken, ardımda bulunan kişinin omzumda ki elinin belime doğru kaydığını hissettim. Kolu, ince belimi giydiğim polar üzerinden sıkıca sahiplenici bir şekilde kavrarken bakışlarım bir anlığına yüzüne ulaştı. Boynum el verdikçe yüzüne bakmaya çalışırken, kaşları çatılı bir şekilde tek bir yöne kilitlenmişti.

Gözlerim yüzünden ayrılıp keskin bakışlarını yönlendirdiği tarafa çevrilirken, bu kişinin babamın karşısında ki Yıldırım olduğunu görmem bir anlığına şaşırmama neden olmuştu.

"Onun peşinden bir an olsun düşmedin ve düşmeyeceksin öyle değil mi? Yazık, bir hiç uğruna bu kadar çabalaman çok yazık Yıldırım."

Aramıza dizilen kelimeler üzerine bakışlarım aylardır görmediğim arkadaşımın üzerine düşerken, gözlerini kapamış sabır diler gibi nefes alıp veriyordu. Normalde bu kadar sakin biri asla değildi, bunu benim için, burada ki insanlara karşı mahcup olmamam için yaptığını görebiliyordum.

Fırat abi arkamızdan çıkarken bu defada karşısında gördüğü adamla ciddi bir tavra büründü. Yıldırım, kenara çekilerek bir kaç adım geriye geldi ve tam önümde durdu. İki basamak yukarıda olduğum için yüksekten baksam da yüzünü kaldırması gözlerimizin birbirine değmesine yetiyordu. Güven verici gülümsemesini yüzünde tutarak bakışlarını yüzümde gezdirirken, aynı şekilde karşılık verdim.

İçim o kadar çok onunla konuşma isteğiyle dolmuştu ki, gözüme dolan buğuya engel olamamıştım. Anlatmak istiyordum. Neler başardığımı, neler yaptığımı, hiç tanımadığım bu insanların yanında ne kadar güvende hissettiğimi ve birine karşı da içimde büyümesine engel olamadığım o hisleri. Yıldırım beni anlardı, o beni hep anladı.

"Bu saatte, evimin önünde ailemi huzursuz etme nedeniniz nedir?"

Fırat abinin kalın sesini duyduğumda dikkatimi ona verdim. Ellerini iki yanından siyah kumaş pantolonunun cebine sokmuş, o şerefsizin karşısında oldukça rahat bir şekilde dikilirken, hissettirdiği ciddiyetinden ödün vermiyordu.

"Ailenle bir derdim yok, sadece oğlumu almaya geldim. Ha işimi zorlaştırırsanız orasını bilemem."

Yusuf'un elimin altında ki eli gittikçe kasılırken, Fırat abinin dudaklarında alaylı bir gülümseme peyda oldu.

"Sen beni, beni geçtim ailemi tehdit mi ediyorsun?"

Hepimizin kulağına ilişen ses tonu gerilmemize neden olurken, Fırat abinin karşısında ki adam da bundan nasibini almıştı. Geri adım atacağı her halinden belliydi. O hep böyleydi zaten, korkuturdu ama bu boşunaydı o da biliyordu. Sadece gerçekten korkutabileceği insanların karşısında bir duruşu vardı, o duruşu biliyordum. Çünkü bir zamanlar ondan deli gibi korkuyordum.

"Derdim ne seninle ne de ailenle, ben sadece oğlumu almaya geldim."

Kurduğu cümlelerin fiile geçecek olması ve benim bunun karşısında duramayacak olmam canımı o an o kadar yakmıştı ki, bir tepki veremiyordum. Tek düşündüğüm şey kardeşimdi, ben onsuz bir şekilde yine onun için güçlü kalmaya devam edebilirdim ama o ne yapacaktı? Orada, bensiz?

"Saat sabahın körü, akşama gel çocuklar uyuyor. Anca hazırlanırlar, ablası da kardeşiyle konuşur."

Fırat abi de buna engel olamayacağını biliyordu. Burada ki hepimiz biliyorduk, Yağız gidecekti. Bu akşam gökteki karanlık hiçbir gecenin karanlığına benzemeyecekti.

Babam ister istemez başıyla karşısında ki adamı onaylarken, Fırat abi daha bir şey söyleme gereği duymadan arkasını dönerek eve girdi. Ardımda bulunan babannesini ve eşini içeriye sokarken bakışları çok kısa bir an benimkilere denk düştü. O bakışlarda bir abinin çaresizliği vardı, benim için bakıyordu böyle. Benim ve kardeşim için çaresiz hissediyordu, üzgündü. Daha fazla durmadan içeriye geçerken, karşımda ki adamın adımlarının önüme doğru düştüğünü gördüm.

Yıldırım yeniden tam önüne geçip buna izin vermeyecekken, omzuna koyduğum elim havada ki adımının duraksamasana neden olmuştu. Gözünün ucuyla bana baktığı sırada başımla sorun olmadığını işaret ettiğimde, karşımda ki adam bundan güç aldı ve tam önümde durdu.

Baktı. Öyle bir baktı ki yüzüme, gözlerimde bedenime kazıdığı korkuyu aradı. Bilmiyordu. Ondan sonra bana öyle biri bakmıştı ki, o korkuyu bedenimden sıyırıp şehirlerce uzağa fırlatmıştı. 

Bakışları Yusuf'u buldu bu seferde. Alayla sırıttı, ardımda ki adam sabır diledi ve belimde ki elini serbest bırakarak tekrar kavradı. Sanki kendini hatırlatmak ister gibi yapmıştı bu hareketi.

"Biliyor musun? Peşinden neden gelmediğimi, seni neden şimdiye kadar aramadığımı?"

Sorduğu sorunun cevabını buraya geldiğimden bu yana bulamamıştım. Belkide bizden kurtulmak istemişti, belki de sonunda ona ayak bağı olmayacağımızı anlamıştı ve kendi çöplüğünde yaşamaya devam edecekti. Böyleydi. Cevap vermeyeceğimi anladığında konuşmaya devam etti.

"İstesem sizi bulamaz mıydım sanıyorsun? Sadece mutlu olmanı bekledim. Her şeyi yoluna koymanı, bir düzen oturtmanı. Tamamen bitti dediğin an, işte bundan sonra diye umut ettiğin an yıkacaktım seni."

Bu kadarını kimse beklemez, ben bile beklemiyordum ki. Ne yapmış olabilirdim ona bu kadar? Benden neden bu kadar nefret ettiğine bir anlam veremiyordum. Bir nedeni olmalıydı, bu kadar nefreti hiçbir şey yapmadan kazanmış olamazdım. Ben ne yapmıştım?

"Sabredemedin güzel kızım, bak şimdi o kadar bile kalamayacaksın kardeşinle. Bana dava açmakla ne kadar büyük bir aptallık yaptığının farkında bile değilsin. Onu tamamen kaybedeceksin."

Hayır, kaybetmeyecektim! O zaman sadece ben kaybetmiş olmazdım ki, Yağız'da kaybederdi. Daha sekiz yaşındaydı kardeşim, kaybetmek için henüz çok erkendi onun için. Üstelik nasıl bir his olduğunu bilirken daha da zordu.

"Akşama yedide hazır olsun, bir dakika geç kalmasın bekleyemem."

Ardından yanımda ki Yıldırım'a dönerken, "bir süre sizde kalacak Yağız, işlerimi yoluna koymam lazım haberiniz olsun size bayram haberi gibi ya bu durum, neyse." diyerek konuşmasını bitirdi. En azından bu biraz da olsa içime su serpmişti, yollamak zordu ama güvende olacağını bilecektim.

Kurduğu kelimelerden sonra bir cevabımı beklemeden arabasına yönelmiş ve yavaşça uzaklaşmıştı. Ayaklarım, bacaklarımı daha fazla tutamazken kendimi boşluğa bıraktım. Belimde ki el tamamen düşmeme engel olurken, Yıdırım aramızda ki merdiven kısmını anında kapamış ve yanımda bitmişti. Eli, boşta ki elimi kavrarken gözyaşlarıma daha fazla engel olamamıştım. O kadar çok tutmaya çalışmıştım ki, sağanak bir yağmur gibi dökülüyorlardı gözbebeklerimden.

"Yıldırım, Yağız'ı alacak benden. Ben bunu ona nasıl söylerim, ben ona sözler verdim Yıldırım. Sen yoktun, ben ona çok sözler verdim. Seyit'ten nasıl ayrılacak, o kadar çok seviyor ki onu."

Elimi tutan elini çoktan bırakmış ve yakasını kavramışken, kurduğum cümleler dudaklarımdan korkularımın yolu olup dökülüyorlardı. Diğer elimin arasında ki elin usulca kayışını hissettiğimde, başka bir el tarafından tekrar tutulmuştum. Yüzümü Yıldırım'ın omzuna koymuş, bütün korkularımı içimde yaşarken, pusulu gözlerim arasından evin eşiğinden içeri giren Yusuf'u seçebilmiştim.

Bedeni yavaş yavaş görüş alanımdan çıkarken yüzümü Yıldırım'ın omzuna daha da gömdüm. Elini tamamen dağılmış olan topuzumda gezdirirken, diğer kolu belimi sıkıca kavramış düşmemem için destek oluyordu. Dudaklarından çıkan yatıştırıcı kelimeleri algılayamazken etrafta bizi izleyen gözler yoktu artık.

Hava yavaş yavaş aydınlanmaya duruyordu. İşe gitmeyi planlamıştım fakat bu olanlar hesapta kesinlike yoktu. Kardeşimi ve kendimi bu güne hazırlamak zorundaydım. Bunu nasıl yapacaktım bilmiyordum ama güçlü olmalıydım. Ona güç olmalıydım.

Gözyaşlarımı toplarlayarak burnumu çekip başımı gömdüğüm omuzdan kaldırdım ve karşımda ki adamın elinden destek alarak karşısında durdum.

"Bizi bıraktığını düşünmüştüm, gerçekten bir anlığına bitti diye düşünmüştüm. Ne kadar aptalmışım, bu kadar bekleyişi beni en mutlu olduğum anda yıkmak içinmiş."

Sağ eli hızla kalkıp yanağımın üzerinde kendine yer buldu. Sıcak avucundan yayılan ısı bir an içimi ısıttı ve bunu hissediyormuş gibi baş parmağıyla daireler oluşturarak gözlerimi kısmama neden oldu. "Buna asla izin vermem, biliyorsun değil mi. Mihri, artık arkanda değil önünde duracağım senin. Görünmez bir kalkan değil, etten duvar öreceğim sana gelen her şeye. Buna karşı çıkma olur mu çünkü yoruldun artık, gereğinden fazla yoruldun."

Diyecek bir şey bulamıyordum. Arkamda durup beni koruduğu günleri hiçbir şeye değişmezdim. Daha çocuktuk, benden 3 yaş büyük olan bu adamın koruma yöntemleri hep benim çocuk aklıma göreydi. Koruyordu, ama dediği gibi hep bir adım arkamdaydı. Babamdan korktuğu için değildi, beni korkutmamak içindi verdiği çaba. Artık kendini tutamadığının farkındaydım, bunu babamın karşısında dimdik dururken daha da fark etmiştim. Meğer ne çok istemiş bunu da ben engel olmuşum. Yıldırım benim, bu arkadaşlık için kaç kere frenlemişti kendisini?

"Kizum hayde içeri geçun, kaldunuz soğukta. Havada karariy yavaştan, fena yağmur geliy."

Kapının eşiğinden bize uyarıda bulunup tireyerek tekrar içeriye kaçan Sakine ablaydı. Yıldırım bir an tereddüte düşsede ittirmemle sonunda eve girebilmiştik. Ayakkabılarını çıkarıp kenarda ki terliklerden giyerken, montunu da askılığa asmıştı.

Bakışları beni bulurken tekrardan elimi uzattım destek alabilmek için ve düşünmeden yanımda biterek koluna girmemi sağladı. Tehditkar bakışları altında oturma odasına yönelirken, hemen hemen herkesin orada olduğunu gördüm. Yaren ve çocuklar hariç herkes buradaydı. Leyla abla ve Sakine ablanın sesleri mutfaktan geliyordu, sanırım kahvaltı hazırlığı yapıyorlardı.

Yıldırım, beni Fadime sultanın yanında ki koltuğa oturturken kendisi de hemen önünde bitmiş ve dizi üzerine koyduğu elinin üzerine dudaklarını hafifçe dokundurarak alnına götürmüştü.

"Tekrardan kusura bakmayın efendim, Yıldırım ben sizde Fadime sultan olmalısınız."

Fadime sultan önünde diz çökmüş adama bakarken, benimde bakışlarım bir anlığına Yusuf'a kaydı. Kaşları çatılmış bir şekilde babannesine ve Yıldırım'a bakarken, bu hali her ne kadar yorgun hissetsem de tebessüm etmeme neden olmuştu.

"Sen birine benziysın ama," Fadime sultan kurduğu kelimelerden sonra birden Yıldırım'ın yüzünü avuçlarının arasına alırken hepimiz buna hazırlıksız yakalanmış ve şaşırmıştık. "Ula sen Sedat'len, Nesibe'nun uşağ misun?"

Yıldırım, gülerek başını olumlu anlamda aşağı yukarı sallarken, Fadime sultan avuçlarının altında ki yanakları daha da yoğurmaya başlamıştı. Yıldırım'ın sakallı yüzü şekilden şekile girerken ve kızarırken gülümsemem daha da büyüdü.

"Uiy senun o anan olacak kari en son fotoğrafini bağa attuğunda 16 yaşlarinde mi neydun? Habureye bak eşek gada olmuşsun, Yusuf'um gada varsun."

*Senin annen olacak kadın en son bana fotoğrafını attığında 16 yaşlarında mı neydin? Şuraya bak, eşek kadar olmuşsun, Yusuf'um kadar varsın.

Fadime sultanın bakışları son kurduğu cümleyle yanında ki tekli koltukta oturan torununa kayarken, Yıldırım'da başını ağır ağır o yöne doğru çevirmişti. Bakışları birbirine değerken ikisininde düz bir ifadesi vardı.

"Evlenmedun da senda hâle, oyle olsaydı anan yüz kere aramişiydi beni ki senden önce everdum uşağmi." Yıldırım artık karşısında sesli bir şekilde gülerken, Fadime sultan dizinde ki elini alıp yüzük parmağına baktı. "Evlenmemuşsun senda, güzelde uşaksun. Hayurdur, bir gönul yaran mi var?"

*Evlenmedin dimi sende hâlâ, öyle olsaydı annen yüz kere aramıştı beni ki senden önce evlendirdim çocuğumu diye. *Evlenmemişsin sende, güzel de çocuksun. Hayırdır, bir gönül yaran mı var?

Arkadaşımın bakışları ve gülüşü çok kısa bir an duraksadı ve düşündü. Benim bildiğim kadarıyla böyle bir durum yoktu fakat o an sanki bilmediğim bir şeyler var gibi sezmiştim ve sezgilerimde haklı olduğuma adım kadar emindim. Şu an ki yüz ifadesi bana tam olarak bunu anlatıyordu çünkü. Ben gittiğimde mi bir şey yaşamıştı bilmiyordum ama öncesinde birinin konusu hiç geçmemişti. Sorduğumdaysa zamanı var deyip geçiştirmişti bende daha fazla üstelememiştim.

Merdivenlerden inen ayak ve gülüşme sesleri bana kardeşimi yeniden hatırlatırken bakışlarım girişe odaklandı. Ellerimi gergin bir şekilde kucağımda sıkarken, ilk defa kardeşimin onlara uzanmamasını diledim. Şu an buz tutmuş gibi soğuktular ve titriyordum, o ellerimi hep sıcacık hatırlasın istedim. Sonunda kardeşimi ve Seyit'i kapının girişinde gördüğümde, hayatımda ki en zor şeylerden biri de olsa yüzüme bir gülümseme oturtmaya çalıştım.

Kardeşim Yıldırım'ı gördüğü anda yüzündeki şaşkınlık ve sevinçle hızla ona doğru koşmuş ve orta yolda sıkıca birbirlerine sarılmış haldelerdi.

"Yıldırım abiii, ne zaman geldin? Bize sürpriz mi yaptın ondan mı söylemedin geleceğini."

Odada bulunan herkesin yüz ifadesi kardeşimin kurduğu cümlelerle düz bir hal alırken, onlara karşı yüzümde ki o gülümsemeyi sabit bir şekilde tutmaya çalıştım. Yıldırım, kollarını çözerek kardeşimle yüz yüze geldiğinde bakışları çok kısa bir anda benimkilere değmiş ve tekrardan ona dönmüştü.

"Sabah işe gitmek için çıkmıştım sonra bir bakmışım buradayım. Bende gelmişken beni görün istedim, hasretimden ölmemişsiniz daha şaşırtıcı."

Kardeşim karşısında ki adamın alaycı tavrına karşı omzuna yumruklarını geçirirken bir anda durdu ve arkasına bakındı. Aradığı kişiyi bulmuş olacak ki, Seyit'i kolundan tutarak Yıldırım'ın önüne getirdi. Hevesli bir şekilde, "bak bu Seyit, benim arkadaşım. Benden iki adım büyük ama abi demiyorum çünkü biz arkadaşız, gerek yokmuş öyle söyledi. Ama ben yine de arada diyorum yalnışıkla." diyerek hevesle anlatırken ağır ağır yutkundum.

Yıldırım elini Seyit'e doğru uzatırken, "telefonda ballandıra ballandıra anlattığı arkadaşı sensin demek. Bende Yıldırım, bu ufaklığın kullanıp kenara attığı bir peçeteyim." diye dudak büzerken kardeşim hiddetle, "ufaklık değilim ben!" diye çıkışınca Yıldırım ellerini havaya kaldırarak bir adım geriye gitti.

Kardeşim sinsi bir şekilde sırıtırken, "ufaklık sensin bir kere," diye konuştu. Yıldırım'ın arka tarafında bulunan Yusuf'u gösterdi. "Yusuf abim senden sekiz tane önde. Çok yakında durma bence, moralin bozulmasın."

Yıldırım kardeşimden duyduğu kelimeler üzerine bakışlarını arkasında ki adama çevirirken, bir süre aralarında anlam veremediğim derecede rahatsız edici bir bakışma geçti. Bu ânı bozan ise Leyla abla olmuştu. Fırat abi derin bir nefes vererek masaya otururken, onun üzerinde oluşturduğumuz üzüntünün farkındaydım. Bu durum sadece beni ve kardeşimi değil, oğlunu da etkileyecekti çünkü.

Herkes oturma odasında ki masada kahvaltı masasının etrafında toplanırken, ben Leyla abla ve olayları yeni öğrenen Yaren mutfaktaydık. Kardeşimi içeride hevesle burada ki anılarını anlatan Yıldırım'a bırakırken, gerginlikten ağzıma bir şey koyacak durumda değildim.

"Zor bir gün olacak canım, keşke bir şey koysaydın ağzına."

Leyla ablanın eliyle sırtımı sıvazlarken kurduğu cümle, düşüncelerimden sıyrılmama neden olmuştu.

"İstemiyorum Leyla abla, iştahım yok."

"Sende gidecek misin?"

Karşımda ki sandalyede oturan Yaren'in endişesini gizlemeye çalışarak sorduğu sorunun cevabı kafamda çok netti.

"Buraya gelmek için neler feda ettim, neler yaşadım ben. Gidersem, bırakırsam onca yaşadığım şeyin, kendime kardeşime, anneme verdiğim sozlerin ne anlamı kalır ki Yaren. Şu an gidersem kaybederim, kardeşimden uzakta olmak bana çok yaralayıcı bir darbe vuracak biliyorum ama burada da bizim için bir şeyler yapmaya devam etmem gerek. Orada, o adamın evinde kalmayacak en azından. Nesibe teyzelere bırakacakmış, evde durduğu bir zaman olmadığı için."

"Kendinde bile durmayacaksa, yanında olmayacaksa neden senden alıyor neden size bunu yaşatıyor?"

Sorduğu soruya karşı yaptığım tek şey dümdüz bir ifadeyle yüzüne bakmak olmuştu. Bir cevabım yoktu çünkü ne diyeceğimi ben bile bilmiyordum. Bu soruyu kendime o kadar çok sormuştum ki, artık bundanda yorulmuştum ve bir cevap beklemiyordum.

Masanın üzerinde gergince oynadığım elimi kavrayan Leyla abla olmuştu. Ardından diğer elimin üzerinde hissettiğim el ise Yaren'e aitti. Artık içimde tutamadığım bir hisle gözlerimin önü bilmediğim kaçıncı kez buğuyla dolarken, bir damlanın yanağımdan kaydığını hissettim.

"Bir gün o adamdan tamamem alacaksın kardeşini kuzum, burada asla yalnız kalmayacaksın. Biz senin istersen kardeşinde oluruz, ablanda. Ne olarak görürsen gör ama yalnız kalmayacaksın."

Leyla ablanın kurduğu cümlelerle mümkünmüş gibi ağlamam daha da tetiklenirken, derin derin iç çekiyordum. Sesimin içeriye gitmemesi için büyük bir çaba sarfederken Yaren oturduğu sandalyeden hızla kalkıp arkama geçti ve başımı boynunun altına denk getirecek şekilde bastırarak kolunu önden vucuduma sardı. Saçlarımın arasına bıraktığı öpücükleri hissederken Leyla ablanında kalkarak diğer tarafımdan sarıldığını hissettim. Kavrayamadığım bir zaman diliminde artık bir yumak haline gelmişken, onlardan aldığım sıcaklığa sığındım. Bir kız kardeşim ya da ablam olmamıştı veya bana bu hisleri verebilecek bir arkadaşım. Ama onlar bana şu an sarılırken, beni kolları aralarına almış her şeyden korumak isterken içim titredi. Meğer benim bu hisse ne kadar çok ihtiyacım vardı.

İçeriye giren adım sesleriyle hepimizin bakışları o yöne kayarken Yusuf'u görmeyi beklemiyordum. Yanaklarımda ki ıslaklığı elimin tersiyle silerken, Yaren ve Leyla abla da aralarında geçen kısa bir bakışmanın ardından içeriye geçmişlerdi.

Gözleri muhtemelen kızarmış olan gözbebeklerimde oyalanırken bundan tuhaf bir şekilde rahatsız olmamıştım. Onun karşısında güçlü durmak zorundaymışım gibi hissetmiyordum. Güçlüysem de daha fazlasını göstermek için uğraşmak istemiyordum. Ben olmak istiyordum, Mihri olmak istiyordum. Bana elini uzatması için yapmıyordum bunu, anlaşılmak için yapıyordum. O beni anlardı çünkü, kimse anlamasa bile Yusuf anlardı beni artık. Onun bana hissettirdiği şey buydu, ve belki de çok daha fazlası.

Ağır adımlarını karşımda ki sandalyeye taşırken, başını camdan dışarıya çevirip derin bir nefes verdi.

"Yıldırım, arkadaşın yani. Yukarıya çıktılar Yağız ve Seyit'le, kardeşin odasını ve oyuncaklarını falan göstermek istedi." Bakışları açık olan camdan yüzümü bulurken, masanın üzerinde ki kemikli elleriyle oynamaya devam etti. "Bugün işe gitmeyeceğim, abimle konuştuk önemli bir toplantı olmasa o kalacaktı ama benim kalmama karar verdik. O adam geldiğinde birimizin evde olması iyi olur diye düşündük."

"Anladım."

O an söylediklerine vereceğim tek tepki buymuş gibi geldi. Uzun uzun cümleler kurasım vardı ama ne diyeceğimi, içimi nasıl anlatacağımı bilmiyordum. Avucumun içinde hafif bir dokunuş  hissettiğimde, bakışlarım masanın üzerinde ki avuçlarımıza kaydı. Avucu tamamen benimkini kavramamış, sadece parmaklarıyla ve elinin tersiyle küçük dokunuşlarda bulunuyordu.

"Buzlarımı çözecek bu ellere soğuk hiç yakışmamış Mimoza Çiçeği."

Kemikli parmaklarının avucumun içine ve yüzeyine bıraktığı dokunuşlar hissettiğim soğuğun katlanmasına neden olurken, dudaklarım fark etmediğim bir zaman diliminde düşüncelerime yol oldu.

"Benim sanki ellerim kesilmiş bileklerinden Yusuf. Kanadığım yerden senin damarların bağlanmış damarlarıma. Sen bu soğukla nasıl yaşadın söylesene, ben avuçlarımızda taşıdığımız bu soğuğu nasıl yok edebilirim ki?"

Bakışları gözlerimde asılı kaldı. Bu kadar açık bir şekilde kendimi ifade etmemi beklemiyordu belki de. Burnum sızlıyordu, onunla konuşurken veya ona bir şeyler anlatırken gelen bir ağlama isteği vardı içimde. Bunu asla durduramıyordum fakat şu an ağlamayacaktım çünkü daha fazla ağlarsam kardeşimin bunu anlaması uzun sürmeyecekti. Onu bu akşam buradan böyle göndermek istemiyordum.

"Ben yaşadım çiçeğim, o bileklerine damarlarından bağlanan ellerse benimkiler, onlara daima sıcak olmalarını da ben öğreteceğim."

Karşımda ki kahveleriyle gözlerime yol açan adam, kendi ellerine bir sıcak vadediyordu. Bunu çiçeği için yapıyordu, Mimoza Çiçeği için, benim için. İçimde boy gösteren bu his kalkıp bu adama sıkıca sarılmamı söylüyordu bana. Sıkıca sarılmamı ve her şeyimi o omuzlara bırakabileceğimi söylüyordu. Yusuf, alır mıydı bu içimdekileri, izin verir miydi ona taşmama?

Bakışlarımızı birbirinden kesen mutfağa giren tanıdık beden olmuştu. Yıldırım'ın odağı karşımda ki adamda duraksadığında, kafasında dönen soru işaretlerini buradan görebiliyordum. Yusuf, üzerinde gezinen gözlerin ardından ayaklanıp Yıldırım'ın karşısına geçti ve elini uzattı.

"Tanışamadık, fırsat olmadı. Yusuf Karadağ, Fadime sultanın torunuyum."

Yusuf'un kendisini tanıtmasının ardından, Yıldırım ona uzatılan eli sıkmış ve orta yolda buluşmuşlardı.

"Yıldırım Keskin. Babannenin arkadaşı Nesibe Keskin'in oğluyum, belki tanıyorsundur. Ben babanneni anlatıldığı kadar biliyordum da."

Ortada ki elleri birbirinden ayrılırken, "bende anneni tanımıyorum zaten, aynı senin gibi konusu geçmişti bir kaç şey anlatılırken." diye yanıtladı karşısında ki adamı Yusuf.

Sonrasında bakışmayı kesip mutfaktan çıkan Yusuf olmuştu. Karşımda ki boş sandalyeye bu defa da arkadaşım kurulurken bakışlarımı ve düşüncelerimi ona odakladım.

"Pek bir yakınsınız bakıyorumda?"

Yusuf'u kastederek kurduğu imalı cümlesine karşı, "bana iyi geliyor diyelim." diyerek açık sözlü bir cevap verdim. Yıldırım, Yusuf hakkında kaçamak konuşacağım biri değildi.

"Nasıl bir iyi gelme bu, o herkesten kaçan kendini gizli bir kutuya koyup hayatını orada devam ettiren kıza ne oldu?"

Sırtını sandalyeye yaslamış, bakışları arada camdan dışarıya kayarken sorduğu soruyu aynı samimiyetle cevapladım.

"Bakışlarında bir şey vardı başta Yıldırım. Sonra anladım, o beni gördü. O bana bakmaktan öteye geçti, beni gördü. Bana iyi geliyor, öyle cümleler kuruyor ki, o an en ihtiyacım olan şeyin söylediği şeyler olduğunu biliyor gibi dökülüyor kelimeler dudaklarından. Yusuf, o çok farklı bir adam. Anlatamıyorum, onu hiç anlatmaya çalışmamışım şimdi fark ediyorum bunun ne kadar zor olduğunu. İçimdeki hangi kelimeyi tutsam ve dışarıya çıkarsam, daha binlercesi de çıkarılmak için sıraya girmiş bekliyor sanki."

Yüzümde ne zaman oluştuğunu bilmediğim tebessümü yeni yeni fark ederken bakışlarım karşımda ki adama çevrildi. Yaslandığı sanadalyede pozisyonunu bozmazken, bakışları tamamen bana odaklanmıştı. Donuk gözbebekleri bir anlığına gülüşümde gezindi ve tekrardan pencereden dışarıya çevirdi. Dışarıdan gelen sesle yağmurun hafiften başladığını anladığımda yüzümde ki gülümseme kendiliğinden yavaş yavaş silinmişti.

"Başarmışsın Mihri, bunu bil olur mu."

Yıldırım'ın ağır bakışları yüzüme taşınırken dikkatimi ona verdim.

"Kardeşine de kendine de yeni bir hayat kurmuşsun, kendi mutluluğunuzu burada inşa edebilmişsiniz. Sakın aklında şüphe olmasın, ben geldim ve gördüm. Başarmışsın, güzelim yemin ederim başarmışsın."

Duyduğum son kelimedem sonra dolan gözlerime daha fazla kayıtsız kalamadığım anda sandalyemden kalkıp üzerine bastığım ayağımın acısını bile umursamadığım bir anda karşımda ki adama yöneldim. Yıldırım, yarı yolda ayaklanıp kollarını belime sararken bedenimi hafifçe kaldırmış ve ayağıma yaptığım baskıyı engellemişti.

Kolları sıkıca ince belimi kavramışken bende aynı şekilde boynuna sarıldım. Başım omzuna denk düşerken eli sırtımı sıvazladı. "Başardım değil mi Yıldırım, başardım biliyorum ama söyle hep söyle. Duymak istiyorum."

Saçlarımın arasına kondurduğu saniyelik bir öpücüğün arkasından sımsıkı sarılmaya devam ederek defalarca aynı kelimeyi tekrarladı. Ardından ayağımın acısı gittikçe kendini gösterirken, hafif havada tuttuğu bedenimi kalktığım sandalyeye geri bıraktı. Kendisi de hemen önümde diz çökerken yüzüme yapışmış saç tutamlarını parmaklarının ucuyla kulağımın arkasına iliştirdi. Sonrasında yanaklarımda ki ıslaklığı da silerken, akan burnumu da masanın üzerinden peçete alıp söylenerek temizledi.

Peçeteyi kenardaki çöp kutusuna atarken tekrar önümde diz çöker durumda kaldı. Bir süre yüzümü izledikten sonra tebessüm ederek bakmaya devam etti. Ardından eli, dizlerimin üzerindeki avuçlarımı kavrarken bakışlarını benimkilere kilitledi ve kaçtığım o konuşmanın ilk adımlarını attı.

"Biliyorum çok zor, çok canın yanacak biliyorum ama bunu yapmaktan başka çaremizde yok. Bizimle kalacak zaten, ona gözüm gibi bakacağım şüphen olmasın fakat onu buradan nasıl yollaman gerektiğini biliyorsun."

Biliyordum ve bilmek bazen derin kesikler bırakırdı insanın diline. Ben o kesiklere rağmen konuşacaktım.

"Karşısında onu bilmediği bir şehre getiren ablasının inancını görmeli, inadını ve hırsını. Bitmedi Mihri, daha hiçbir şey bitmedi. Her şey daha yeni başlıyor, belki kimse olmayacak yanında. Ne annem, ne ben ne de kardeşin, ama sana olan inancımız-" işaret parmağı kalbimin üzerini buldu. "tam burada dursun olur mu. Ben sizin hikayenizin mutlu sonla bitmesi için elimden ne geliyorsa yaparım, sen sadece kendine inanmaya devam et."

Kurduğu her bir cümleyi, o buradan gittiğinde bile kelimesi kelimesine aklımda tutmam için bastırarak söylüyordu. Hatırlardım, bilirdim onun gözlerinde ki bu inancı. O hep bana böyle bakmıştı. Ben kendime inanmasam bile kendime inanmamı sağlayan oydu.

"Daha geç olmadan onunla konuşmalısın, Seyit'le ve buradakilerle son günü olduğunu bilmesi ve ona göre dolu dolu yaşaması gerek."

Başımı düşüncelerimden ağırlaşmış bir şekilde onaylayarak sallarken oturduğum sandalyeden güç alarak kalkmaya çalıştım. Yıldırım'ın eli destek amaçlı kolumu kavrarken salona doğru yürüdük. Merdiven kısmına geldiğimizdeyse kolundan çıkıp trabzana tutunarak kendim çıkmak istediğimi göstermiştim ve üstelememişti. Destek verici gülüşünü yüzünde tutarken uğurladı beni.

Bu merdivenleri çıkarken daha önce hiç ayaklarımın altında kendimi ezdiğimi hissetmemiştim. Güçlü olmam gerektiğini kendime hatırlatmaktan beynimi eskitmiştim fakat çok zordu. Tam kardeşimin odasının önünde durduğumda birden kapının açılmasıyla geriye doğru afalladım. Yağız yeşil gözlerini yüzümde gezdirirken, elimden tuttu aniden.

"Neden yanında kimse yok abla, düşeceksin, gel seni odana götüreyim de dinlen."

Cevap vermeme bile zaman tanımadan  elimden tutarak beni yönlendirmiş ve odaya girerek yatağa oturtana kadar bakışları ayağımdan kaybolmamıştı.

"Dur abla bekle sana süt getireyim, güçlenirsin. Leyla abla bize her akşam yatmadan veriyor. Onu içersen daha güçlü olursun, iyileşirsin hemen."

Yağız alelacele kurduğu cümlelerinin ardından tam açık kapıdan çıkacakken, "Yağız,dur!" diye seslenmemle donakaldı. Sesimin ayarını kontrol edemezken onu korkuttuğumun farkındaydım. Yağız, çıktığı kapıdan içeriye girip kapıyı da kapatırken usulca yanıma adımladı. Ne diyeceğini bilemez bir şekilde karşımda dururken, minik elleriyle oynuyordu.

"Özür dilerim, bağırmak istememiştim."

Yağız, kurduğum cümlenin ardından yüzüne koca bir gülümseme oturturken yanıma oturdu. "Korkmadım ki, sen bana kızmazsın hem. Ondan hiç korkmadım ben, yanında durmamı mı istiyorsun sıkılıyor musun yalnız başına? Tamam kalırım o zaman. Yıldırım abiyi de çağıralım ama."

Tekrar ayaklanacağı sırada sesimin ayarına dikkat ederek dudaklarımı araladım son anda. "Benim seninle konuşmam gereken bir durum var canım."

Kardeşim meraklı bir yüz ifadesiyle tekrar kalktığı yere geri otururken, söze nasıl gireceğimi bilmiyordum. Ağlamayacaktım, eğer şimdi ağlarsam hiçbir şeyi toparlayamazdım.

"Ne oldu abla, söylesene."

Karşımda söylemem için çabaladığı şeyleri duyunca neler hissedecekti. Küçük kalbi çok ağrıyacak mıydı, ya da içi korkuyla, endişeyle mi dolacaktı? Kardeşim acaba ilk ne hissedecekti, ilk endişesi ne için olacaktı? Dudaklarım ilk defa bu kadar mühürlenmek isterlerken birbirlerine, onları var gücümle aralamaya çalıştım.

"Babam geldi sabah."

Kurduğum ilk cümlenin ardından yüzünde ki endişeyi az da olsa yakalamıştım ve bu, işimi olduğundan çok daha zora sokmuştu. Hiçbir tepki vermeyip konuşmaya devam ederken, yüzüme bir gülümseme oturtmaya çalıştım.

"Onunla Erzurum'a dönmen gerekiyor canım."

Kurduğum cümlenin ağırlığı altında ezilip, küçücük kalmıştım sanki. Yüzüme bunun nedenini sorgular şekilde bakarken, kardeşimi daha önce hiç böyle görmediğimi fark ettim.

"Hatırlıyor musun? Seninle bir yola gireceğimizi söylemiştim sana, seni ondan tamamen almak istediğimi biliyorsun. Sadece biraz zamanı var, şu an seni almasına ne kadar çok istesemde engel olamam ama şunu sakın unutma, seni, bizi ondan tamamen kurtaracağım. Sadece bana biraz zaman ver olur mu?"

Dudaklarımdan çıkan her bir kelimenin ardından yüzü gittikçe düşerken bu görüntüyü zihnimin en derin kuyusuna bırakıp ona güç olmaya çalışmak zorundaydım.

"Ama abla, Seyit özler ki beni. Ona nasıl diyeceğim gidiyorum diye. Okula başlayacaktı haftaya, birlikte okul alışverişi yapacaktık öyle konuşmuştuk."

Küçük yüzünü avuçlarımın arasına alırken, dolan gözlerine karşı kayıtsız kalmaya çalışarak boğazımda ki yumruya rağmen yutkundum ve yüzümde ki gülümsemeyi korumaya çalıştım. "Hafta sonları seni görmeye geleceğim ben canımın içi, Seyit'i de getiririm oradan yaparız alışverişi. Hem orada babamla kalmayacaksın biliyor musun, Nesibe sultan bakacak sana."

Gözlerinde az da olsa bir ikna olmuşluk sezerken, az önce ki gibi bakmadığının farkına vardım. Gözbebeklerinde ki buğu bir yaş olup yanaklarından akmasına henüz izin vermeden elinin tersiyle yok etmişti onları. "Ama beklerim ben sizi, geleceksiniz tamam mı? Seyit'i de getireceksiniz, Yusuf abim de gelsin."

Elim yumuşak saçlarında gezinirken, "söz," dedim fısıltıyla. "Geleceğiz. Hem Samet'i ne çabuk unuttun. Eminim o da seni çok özlemiştir. Biz gelene kadar ona Seyit'i, burayı, neler yaptıklarımızı anlatabilirsin. Hatta Seyit'le geldiğimizde onları tanıştırabilirsin bile."

Gözleri anında parlarken bir yandan içinde sakladığı o buruk hüznü görebiliyordum. Buna rağmen karşımda böylesine güçlü denilmesine hayran kalmıştım. Onunla o kadar gurur duydum ki, koca adam oldum ben diye etrafta gezindiği her anında bunun boş bir laf olmadığını bana kanıtlıyordu sanki.

"Sen burada yalnız kalacaksın ama."

Elimi iyice saçlarının arasına daldırıp karıştırırken ortamı neşelendirmeye çalışıyordum. "Niye yalnız kalayım hayatım, Leyla, Yaren ve Sakine ablan var. Fadime sultan var sonra, ben burada yalnız değilim aklın kalmasın tamam mı."

"Yusuf abi de var, Fırat abi de."

Gülümseyerek kurduğu cümlenin ardından başımı olumlu anlamda salladım. "Evet, bak yalnız değilim gördün mü."

"Ne zaman gideceğim abla, ne kadar vaktim var?"

Gözlerim duvarda ki saati buldu. Neredeyse onbir buçuğa geliyordu.
Bakışlarım tekrar kardeşime dönerken, "sekiz saatin daha var kuzum, hadi git de zaman geçirin. Ben de valizini hazırlayayım." diye konuştuğumda, ister istemez ayaklanarak yanağıma bir öpücük kondurmasının ardından odadan çıktı.

Kardeşimin odadan çıkışıyla kendimi sıkmayı bırakırken yeniden yanaklarımın ıslanmasına engel olamamıştım. Ayaklanıp dolabın alt kısmından küçük bavulu kavrayıp yatağın üzerine bıraktım. Fermuarı çekerek kapağını açarken, bu odada bulunan bir kaç eşyasını katlayıp yerleştirmiştim. Geri kalan büyük bir kısmı ise kendi odalarında bulunuyordu.

Bavulu da alıp yan odaya geçtiğimde herkesin altta olduğunu anlamıştım. Alt iki çekmecenin kardeşime ait olduğunu bilerek eşyalarını valize yerleştirmeye devam ederken, onu buradan bir gün böyle yollayacağımı asla tahmin etmezdim. Elimizde bu bavulla buraya geldiğimiz gün daha dün gibi aklımdaydı. İçimizde ki heyecan ve kaygıyı da biliyordum ama sonunda buradaydık ve mutluyduk. Şimdi onu tek başına yollamak içimde de bir şeylerin onunla bu şehri terk ettiğini hissettiriyordu.

Görüş alanım gittikçe pusulaşırken, bavulu acısını umursamayarak ayağımla bir kenara ittirip ellerimi saçlarıma geçirmiştim. Her şey bu kadar güzel giderken neden böyle olmak zorundaydı? Neden bunu yaşamak, ayrılmak zorundaydık? Neden bu kadar güçlü olmak zorundaydım?

Bir yere kadar tamam bu kadarı yeterli diyordum kendime. Daha fazlasına ihtiyaç yok çünkü o gücün yanında getirdiği yorgunluğu kaldıramıyordum bazen. Kaldırmak zorunda olmak daha da yoruyordu beni. Bir şeyleri zorunda olduğum için yapma düşüncesi, geriyordu ve telaşa kapılıyordum. Beraberinde binlerce soru işareti beliriyordu kafamın içinde.

Yapabileceğimi bilsem bile acaba yapabilecek miyim?'ler kurcalıyordu başta, sonra bu soru gittikçe eğrileşiyor ve neden bunu yapmak zorundayım ki?'ye dönüşüyordu. Bu döngü artık beni çok yoruyordu. Yapmak zorundaydım çünkü bu hayatı kurtaracak biri varsa o bendim, bir başkası olamazdı. Kimse gelip yaşadığım bu hayata sihirli değneğini değdirmeyecekti. Her şey benim elimdeydi, istersem bizi çıkartırdım bu cehennemden ve çıkarttım da. Ve şimdi tek başıma devam etmem gerekiyordu, ederdim edecektim! Başka bir seçeneğim yoktu çünkü. Yıldırım'ın buraya beni yollarken arabada kurduğu cümleler düştü zihnime.

Bazen hiçbir seçenekte kolay olanı bulamazsın.

Evet bulamıyordum ve artık aramayacaktım da. Çünkü artık kolaya kaçmanın vakti değildi, bunu çok acı bir yolla öğretse de hayat öğrenmiştim işte. Önemli olan da buydu.

"Ağlayınca bu kadar çirkin bir şeye dönüşeceğini kim bilebilirdi ki?"

Açık kapının ardından görünen Yaren'e gözyaşlarım arasından gülümserken, yerde kıyafetlerin arasına oturmuş muhtemelen rezil bir haldeydim. Yaren'in hemen arkasından Leyla abla gözükürken, ikiside yüzlerine oturttuğu tebessümle kapıyı kapatarak içeriye doğru adımladılar. Yaren, yerde hemen yanıma, Leyla abla ise kardeşimin yatağına oturmuştu.

"Bu sakat ayakla birde götünü koymuşsun yere deli gibi, tipe bak. Kalk geç yengemin yanına ben hallederim kıyafetleri."

Yaren'in kurduğu sitemli kelimeler üzerine Leyla abla direkt harekete geçerek iki kolumdan da tutmuş destek vererek yanına oturtmuştu. Yaren yerde oturmuş çekmemeceden aldığı kıyafetleri katlayarak bavula yerleştirirken, Leyla ablanın bakışları sorgular gibi üzerimde gezindi.

"Yağız'la konuştum, çokta kötü geçmiş sayılmaz. Sadece hafta sonu sana sormadan Seyit'i ona götüreceğimi söyledim o kadar."

Leyla ablanın eli sırtımı sıvazlarken, "Elbette götürebilirsin, Seyit'te çok özler hem ikisi içinde iyi olur." diyerek yanıtladı beni. Ardından ikimizinde bakışları yerde dalgın bir şekilde kıyafet katlayan Yaren'e kaydığında, durgun gözüküyordu. Leyla ablayla anlık göz göze gelmemizin ardından, söze giren o olmuştu.

"Senin neyin var, dünde geldin yüzün bir karış gözlerin şişmiş. Ne yaptı yine o portakal suratlı, konuştunuz değil mi?"

Yaren yaptıgı işe devam ederken Leyla ablayı duymamazlıktan gelmeye çalışıyor gibiydi. Destek çıkarak, "kaçamazsın anlat hadi neyin var?" diye Leyla ablanın sorusunun arkasında durduğumda, çok kısa bir an elleri duraksasada devam etti. Leyla abla sabır dileyerek uzanıp elinde ki kazağı alırken bu defa bakışları tamamen bize çevrilmişti. Bakışlarıyla sorusunu yeniler gibi bakarken, Yaren sonunda pes etmiş gibiydi.

"Dün her zaman gittiğim yerdeydim, oturuyordum öylesine. Arkamdan geldi, bir kutu bıraktı kucağıma. Sen ne zaman açman gerektiğini bileceksin zaten tarzında konuştu. İstanbul'a gidecekmiş, daha iyi bir iş teklifi almış öyle söyledi."

Umut gidecek miydi? O da Yaren'i bu kadar severken birbirlerine bunu neden yaşatıyorlardı bir anlam veremiyordum. Leyla abla da benim gibi duydukları karşısında şaşkınlığını gizleyemezken, tepkisini çok net bir şekilde dile getirmişti.

"Okulunu burada okudu, işletmeden burada mezun oldu. En büyük hayallerinden biriydi bizim limanda Yusuf'la çalışmak. Bu söylediğin çok saçma, neresinden tutsan elinde kalacak türden."

Yaren son raddesine gelmiş gibi elinde ki kıyafeti gelişigüzel yere fırlatırken yüzünü sıvazlayarak bakışları bir açıklama ister gibi bizimkilere tutundu.

"Anlam veremiyorum yenge, benden mi rahatsız oluyorsun diye sordum. Ona hissettiğim duygulardan dolayı mı bu karara vardı diye korktum ama benimle bir ilgisinin olmadığını söyledi. Ben ne diyeceğimi bilmiyorum, ne düşüneceğimi bilmiyorum."

Leyla abla oturduğu yerden kalkıp Yaren'in yanına kıvrılırken, küçük bedeni de kolları arasına almıştı. Kıvırcık saçları üzerine öpücükler kondururken, çaresiz bakışları benimkileri buldu. Sıkıntıyla nefes alıp verirken bu işin aslını artık öğrenmek istiyordum. Yaren'i de kendisini de bu kadar perişan etmesine gerek olan şeyi öğrenmek istiyordum ve bunun için en kısa zamanda Yusuf'la konuşmam gerekiyordu.

Kısa zaman içinde hep birlikte bavulu hazırlamış bir duruma getirdiğimizde, aşağıya inmiştik. Oturma odasında sadece Fadime sultanı gördüğümde, sol kolumun altında bulunan koltuk deneğinden destek alarak hemen yanında ki tekli koltuğa oturdum.

Bakışları açık olan televizyondayken, yine Yaprak Dökümü izliyor olduğunu gördüm. Bölüm reklama girdiğinde, "o ağuzda tatmi kaldi Hayriye senda." diye dert yakınırken gülmeme engel olamamıştım. Yanında ki kumandadan televizyonun sesini tamamen kısıp bakışları üzerime dönerken ister istemez gülümsememde yavaş yavaş silinmişti.

Fadime sultan yüzüme baktığı bir kaç dakikanın ardından, eli dizimin üzerinde ki elimi kavradı. Kırışık ve kınalı eli elimin yüzeyini okşarken, dudaklarına oturttuğu gülümsemeyle mavi gözlerinin kenarına yaşanmışlıkların getirdiği kırışıklar oturdu. Sıcak elinden yayılan ısı, içimi bile ısıtmaya yeterken dudaklarını araladı.

"Bağa kizay misun, dariliy misun bilmiyrım kizum ama benım da bişeyleri düşunmem lazim da. Habu aleye de bir yerde ben büyukluk ediyrum. Benum derdum seni kirmak, uzmek diydi sağa düşman diyilum ha sakun yalniş anlama hemi?"

*Bana kızıyor musun, darılıyor musun bilmiyorum kızım ama benim de bir şeyleri düşünmem lazım. Bu aileye de bir yerde ben büyüklük ediyorum. Benim derdim seni kırmak, üzmek değildi sana düşman değilim sakın yalnış anlama olur mu?"

Bu açıklamaya kendi içinde gerek duyması bile benim için bu kadar özelken, kaç yaşında ki kadının kendini bana açıklıyor oluşu hislerimin daha da yoğunlaşmasına neden oldu. Elimi   kavradığı elimin üzerine bırakırken, dişlerim gözükecek şekilde gülümsedim.

"Ben seni biliyorum Fadime sultan, kendini anlatmana hiç gerek yok. Sende, bu ailede ki herkeste beni üzecek son insanlar bile olamazsınız."

Keşke bu cümleyi bu kadar erken kurmasaydım, keşke ondan bu kadar emin olmasaydım.

"Kardeşuni yollaysun ama alacağuz oni yanumuza, sakun gendini haburda yalnuz hissetmeyesun hemi. Biz varuz arkanda, benda senun babannen sayulurum, baban olacak şerefsuz hariç."

*Kardeşini yolluyorsun ama alacağız onu yanımıza, sakın kendini burda yalnız hissetme tamam mı. Biz varız arkanda, bende senin babannen sayılırım, baban olacak şerefsiz hariç."

Son kurduğu cümleyle gülümsememi bastırmayıp serbest bırakırken, o da aynı şekilde karşılık verdi. Elini destek verici bir şekilde avucumun içinde iyice kavrarken güvende, güçlü ve yalnız olmadığımı hissediyordum.

Kim ne kadar yalnız değilsin derse, insan o kadar hayır yalnızım diye haykırıyordu içinden ve bunu ister istemez yapıyordu. İçinden bir his yalnızmışsın ve her şeyi tek başına başarmak zorundaymışsın gibi omuzlarına olmadık hislerin ağırlığını yüklüyordu. Ama değildim, bunun şu an daha çok farkına varıyor gibiydim ve asla unutmak istemiyordum. Bu elleri hep hatırlamak istiyordum.

"Babanne abim, çocuklar nerede göremedim kimseyi?"

Yaren elinde ki ekmek arasıyla içeriye girerken yanımda ki tekli koltuğa kuruldu. Bunu bende fark etmiştim gerçi, neredeydiler? Yıldırım'ı bile göremiyordum etrafta, daha bu sabah ilk defa adımını atmıştı buraya, nereye gitmiş olabilirdi ki?

"Arkadaki boş araziye gittiler uşaklarla, Umut'ta geldi. Ha yeni gelen uşak da olarlan gitti, maç mi ne edeceklermiş. Yağmur yeni durdi durun dedum ama dinlemediler."

Yaren, Umut'tun ismini duyduktan sonra anlık durgunluğa uğramıştı. Elinde ki ekmek arasından ufak ufak ısırıklar almaya devam ederken Fadime sultan, "hayde sizda gidun yanlarine, azucuk hava almiş olursunuz." diye lafını atmıştı ortaya. Yaren'e bağlı kaldığımda ondan gelecek olan bir tepkiyi bekliyordum. Elinde ki son lokmayı da ağzına atarken, ellerini orta yolda birbirine vurup temizlemiş ve ayaklanmıştı.

"Hayde gideğim o zamağn."

"Önce ağzunda ki lokmayi bitur, çarpulacasun. Zaten bir farkunda yok, haunun tipine bak."

Fadime sultanın kurdugu cümleyle kısık bir şekilde gülerken Yaren'in yüzü düşmemiş aksine tuhaf tuhaf hareketlerde bulunarak babannesinin sinirli bakışları altından gülmesine neden olmuştu. Sonunda yanağına sulu bir öpücük bırakıp koltuk altı değneğimi uzatarak kalkmama yardımcı oldu.

Birlikte odadan çıkarken mutfağa Leyla ablanın yanına gitmiştik onu da çağırmak için fakat Sakine ablayla çok hararetli bir dedikodunun içinde oldukları için bizi başından savmıştı.

Yaren, askıda ki kahverengi şişme monta yeltendi ve bir süre sonra bundan vazgeçerek siyahını üzerine geçirdi. Benim beyaz montumu da askıdan alıp giyinmeme yardım ederken, eline geçirdiği atkıyı da boynuma sardı. Burnuma dolan deniz ve karışık sigara kokusu rahatsız etmezken, aksine güzel bile geliyordu diyebilirdim. Sahibinin kim olduğunu anlamam içinse uzunca düşünmeme gerek yoktu.

"Mihri, yapma bak manyak olursun."

Yaren'in yüzüme bakarak ciddi bir şekilde kurduğu cümleye karşı koluna bir tane geçirecektim ki geriye doğru adımladı. "Ağzıma sokmuşsun atkıyı salak, ne manyak olması."

"Aynen canım ya."

Beni geçiştirerek koluma girerken, ara sıra kaçamak bir şekilde yüzümü atkının altına gömüyor ve küçük küçük nefesler alıyordum. Yusuf'ta bu kokuya hiç rastlamamıştım, deniz kokusunu aldığım olmuştu ama sigarayla karışık hiç hatırlamıyordum.

Kapalı havaya karşı yürümeye devam ederken, hava soğuğunu koruyordu. Yerler ıslaktı ve sis neredeyse köye kadar iniyordu. Düzlük kısıma doğru adımlarken, çalıların olduğu kısmıda arkamızda bırakarak görüş alanımıza yeşil çimenlerin daha kısa olduğu yerde tanıdık bedenler girdi.

Bakışlarımın radarına ilk giren Yusuf olurken, bu soğuk havaya karşı üzerinde sadece siyah bir tişört olduğunu görmemle onun yerine titreyerek montuma daha da sarındım. Alt kısmında ise aynı renkte bir eşofman bulunuyordu.

Sahanın kenarında bulunan Umut'tu, muhtemelen hakemlik işi ona kalmıştı. Dağılmalardan anladığım kadarıyla da Yusuf Yıldırım'la, kardeşim ise arkadaşıylaydı. Görünüşe bakılırsa bu oyunu oldukça ciddiye almışlardı.

Kenarda bulunan masaya otururken, Yaren'in bakışları Umut'unkilerle birleşmişti. Aralarındaki mesafeyi sıfıra indirmişler gibi birbirlerine savaş açarlarken, Yusuf'un da bakışlarının ikisinin arasında gezindiğini görmüştüm.

Yaren, gülümseyerek bakışlarını bana çevirirken, "siyah dar bir tişörtün içinde ki Yusuf Karadağ ne kadar tehlikeli olabilirse o kadar tehlikeli şu an." diye tekrar bana sataşırken gözlerimi devirdim.

"Abart Yaren ya, valla abartma tozusun ya. Ben böyle abartma görmedim ya, yani görsem bile böylesini görmedim ya. Göz var nizam var ya, bakıyorum yani şu an."

Ve baktım. Biraz daha baktım. Birazdan biraz daha fazla bakmış olabilirdim.

"Yutkun Mihri abla yutkun, Allah taş eder bizi valla şu nimet karışısında."

"Abinden bahsettiğinden şüpheliyim şu an ama neyse."

Yaren, ölümcül bakışlarını üzerimde gezdirirken bu sefer sırıtma sırası ise bendeydi. İleriden gelen düdük sesiyle Seyit ve kardeşim ortada koşarak birbirlerine sarılırlarken, sarılmanın şiddetiyle kendilerini yerde bulmuşlardı. İkiside yerde uzanırken attıkları kahkahalar doldu kulağıma. Dünyanın en güzel sesi miydi bu?

Yusuf ve Yıldırım yan yana yürürlerken aynı zamanda bir şeyler konuşuyorlardı. Aralarına Umut'ta katılırken çocukların yanlarına doğru geldiler ve ikisini de kollarının altlarından tutup kaldırdılar. Yıldırım'ın bir şeyler söyleyip parmağıyla bizi gösterdiğini gördüğümde kardeşimle gözlerimizin kesiştiği o anda hızla bana doğru koşmaya başladı.

Düşmesinden endişe ederek ayaklanacağım sırada çoktan yanımda bitmişti. Siyah kazağının üzerine giydiği çubuklu Trabzonspor forması içinde ne kadar mutlu olduğuna baktım. Yanakları soğuktan kızarmış, ve terlemişti.

"Abla, Seyit abimle ben Yusuf abiyle Yıldırım abiyi öyle bir yendik ki görmen lazımdı. Bize anca bir gol atabildiler, onu da yalnışıkla yedik. Fauldü, Umut abi çalmadı. Galiba ayıp olmasın, rezil olmasınlar diye izin verdi o da. Bizde bir şey demedik tabi, üzüldük hallerine."

Terden alnına yapışmış saçlarını elimle geriye doğru tararken, diğerleri de çoktan yanımıza gelmişlerdi. Seyit kardeşimin yanına geçerek aynı onun anlattığı şeyleri Yaren'e hevesle anlatırken, yeğeninin yanaklarından öperek tebrik etti onu.

"Canımın içi çok terlemişsiniz, üzerinize kurursa hasta olursunuz. Hadi gel yıkayalım seni, güzel bir duş al."

Kardeşim kurduğum kelimeler üzerine Yusuf'a dönerek, "ne kadar zamanımız kaldı Yusuf abi?" diye sorusunu yöneltirken, Yusuf kolunu kaldırarak bileğinde ki saate baktı.

"Beş saat daha var aslanım ama ablan doğru söylüyor. O ter üzerinize kurursa hasta olursunuz, hem bir iki saate hava kararacak hadi eve geçelim."

Yusuf'un ve Seyit'in yüzü aynı anda düşerken, araya ortamı yumuşatmak için Yaren girmişti.

"Hadi çabucak duş alında, sizinle balkonda mangal yapalım o zaman. Sen gitmeden o köftelerden yemek istemiyor muydun Yağız?"

Kardeşimin gözleri anında parlarken, hevesle kafasını onaylar anlamda sallayarak Seyit'le göz göze gelmelerinin ardından birlikte eve doğru koştular. Yıldırım, montumun kapşonunu kafama doğru çekerken bir yandan da boynumda ki atkıyı da yüzümün yarısı kapanacak şekilde yukarı kaldırmıştı.

"Burnunun ucu kıpkırmızı olmuş, bu atkıyı da süslük niyetine mi taktın?"

Kolunu itekleyip, atkıyı da yüzümün önünden çekerken anca nefes alabilmiştim. Alttan alttan kaşlarımı çatmış bir şekilde alayla sırıtan adama bakarken, Yaren "çocuk mu bu kadın canım, ister çeker ister çekmez. Ne tutup ağzına ağzına sokuyorsun atkıyı?" diye tepkisini gösterdi. Yıldırım nasıl bir cevap vereceğini bilemez bir şekilde karşımda ki kıza bakıyordu.

"Yusuf'un kız kardeşisin sanırım, senden izin mi almam gerekiyordu bunun için kıvırcık?"

Yıldırım'ın alaylı yaklaşımı üzerine benim ve Yusuf'un bakışları aynı anda Umut'a kayarken, kaşları çatılı bir şekilde arkadaşıma bakıyor olduğunu gördüm. Yaren, "ne kıvırcığı ya, ne diyorsun ya, abi bu herek ne diyor ya?" diye sitemde bulundu. Bunun üzerine ise kendimi tutamayıp, ağzımdan çıkan kahkahaya engel olamamıştım.

*herek; asma, fasülye gibi sarılgan bitkilerin tutunması için yanlarına dikilen sırık ya da dik tutmak için taze fidanların bağlandığı değnek. 

Yıldırım, gülmemem için şapkamı tutarak daha da öne çekerken, atkımın altından dil çıkarmıştım. Hep birlikte eve doğru yürümeden önceyse Yusuf'un bakışlarının atkıda ve en son Yıldırım'a dil çıkardığım için dudaklarımda gezindiğini gördüm. Umut önde Yıldırım'la bir şeyler konuşarak adımlarken, Yaren'de onlara yakın bir mesafede bulunuyordu ve Yusuf neredeyse yanımda yürüyordu. Koltuk altı değneğimle yürüdüğüm için onlardan geride kalmıştım ve bunun için bana eşlik ediyordu sanırım.

"Atkı, yakışmış."

Atkıdan bir nefes alırken, gülümsedim.

"Teşekkür ederim ama bu senin gibi kokmuyor. Senden aldığım tek koku deniz kokusuydu, bu ayrıca sigarada kokuyor. Sigara içtiğini bilmiyordum."

"Bende kokumu bu kadar net aklına işlediğini."

Buna verecek bir cevap bulamazken, yürümeye devam ettim. O sırada Yusuf'un adımlarıma eşlik ederek attığı kısa adımları fark ettim, bu gülümsememe neden olmuştu.

"Evde sigara içmem genelde, içeceksem dışarıda içer öyle eve girerim. Yaren rahatsız oluyor kokusundan, ona babamı hatırlatıyor bu yüzden gün içinde eğer çok fazla tüketmişsem duş alırım, geri kalan günlerde üzerimi değişmem yetiyor. Gün içi durmadan denizde olduğumuz için bu kokuyu almış olman normal, ağır bir kokusu var sigarayı bile bastırıyor bazen."

Yaptığı açıklamayla her şey daha net bir şekilde yerine otururken, birden adımları durdu ve önüme geçmesiyle aynı şekilde bende durmak zorunda kalmıştım. Arkasındakilere bakarken hepsinin eve doğru adımlamaya devam ettiklerini görmesiyle tekrar yüzünü yüzüme çevirdi. Dudaklarına oturttuğu tebessümle iyice yaklaşırken eli montumun kapşonuna giderek aşağıya indirdi ve çenesi başımın üzerindeki yerini buldu. Burnu saçlarımın arasına girdiğinde, derin bir nefesi içine çekti ve ayrıldı. Bu bana o geceyi hatırlatmıştı.

"Sigara kokusunu bile bastıran deniz, bir bu koku karşısında diz çöker Mihri."

Kurduğu cümleleri bile algılamama izin vermezken, burnumu parmaklarının arasına sıkıştırdı ve kalbimin atışlarının iki mahalle öteden duyulmasına neden olacak şekilde gülümsedi. Boynumda ki atkıyı burnuma kadar çekerken, "burnun üşümüş," diyerek önüme geçti. "benim kokum çarpar bak, çok derin çekmemeye çalış olur mu."

Sırıtarak yürümeye devam ederken, atkıyı burnumdan aşağıya çektim. Kendini beğenmiş! Onun kokusu olduğunu öne sürende kabahatti. Bir daha bu kadar net bir şekilde konuşan Mihri'yi karadenizin derin sularına atsınlardı. Ya da dur, bu çok mu fazla olmuştu ki.

Sonunda eve vardığımızda üst kata çıkmış ve kardeşime kıyafetlerini hazırlayıp vererek duştan çıkmasını beklemiştim. Yaklaşık 20 dakika gibi bir sürenin adından elinde ki havluyla yanıma gelip saçlarını kurulamamı istemişti. Havluyla ıslaklığını alarak banyodaki kurutma makinesiyle tamamen saçlarını kurttuktan sonra aşağıya inmiştik.

Balkonda açık olan kısımda Yıldırım, Yusuf ve Umut bulunurken geri kalan herkes kapalı kısımdaydı. Kardeşimi ve Seyit'i aralarına alarak sohbet ederek yemek yiyenler Fadime sultan ve Leyla ablaydı. Yaren önünde ki köfteye çatalını batırıp çıkartarak eziyet ederken, onun bu hali canımı sıkıyordu.

Balkon kapısından içeriye giren Yusuf, ızgarada ki köfteleri tabağa bırakırken diğerleri de masaya oturmuştu. Yaren'in yanında ki yerimi alırken, baş yere Fırat abinin oturduğu kısıma Yusuf geçmişti. Yıldırım hemen yanıma kurulurken, Umut ise Yusuf'un tam karşısında ki yerini almıştı.

Umut'un arada Yaren'e kayan bakışlarını fark ediyordum. Onun dışında ise önünde ki yemeğiyle ilgileniyordu. Yıldırım, "iyi misin?" diye sorusunu yöneltirken bakışlarımı yanımda ki adama çevirdim. Olumlu anlamda gülümseyerek başımı sallarken, önünde ki köfteden büyük bir ısırık aldı.

Karşımda arkadaşıyla sohbet ederek gülüşen kardeşime bakarken, tek dileğim mutlu olmasıydı. Erzuruma döndüğünde de böyle gülümsemeye devam etmesiydi.

"Ne oyniysun kiz nimetlen, yiycesan ye işte."

Yaren babannesinin cümlesi üzerine bakışlarını tabağından kaldırıp ona çevirirken, "iştahım yok babanne." diye cevap verdi.

Fadime sultan torununun bu haline alışık olmadığındandı sanırım bir anlığına şaşırmış gibiydi. Bakışları masa üzerinden Umut'u bulurken, gülerek girmişti lafa.

"Hatirlay misın Umut, habu kiz güçukken böyle miydi-?" Yaren'in bakışları hızla babannesini bulurken, ardından Umut'a döndü. İkisinin de bakışları orta yolda birleşirken, Umut karşısında ki kadına dönerek konuşmasının devamını bekledi.

"Senlen, abilerinlen oyun oynamag içun ağzuna tikardi kaşuği."

Fadime sultan kurduğu cümlenin ardından kısık kısık gülerken, aynı şeyi Yaren için söyleyemezdim. Elinde ki çatalı bırakmış, düz yüz ifadesini sabit tutarken, "adı üstünde ya babanne, küçükken işte. Büyüdük, öyle kalmıyoruz." diyerek cevap verdi. Abisinin yüzünde ki ifade ise içimde buruk bir hüzne sebep oldu.

"Güzel zamanlardı sultanım, ama dediği gibi büyüdük, hep o zamanda kalsaydık keşke ama büyüdük."

Umut'un derin bir iç çekerek kurduğu cümlelerin her biri, Yaren'in bakışlarının daha da derin bir şekilde yüzünde gezinmesine neden olmuştu. 

Ardından kimseden konuşmayı sürdürmek için bir atak gelmezken, herkes kendi aralarında ve bazen de birbirleriyle gülüşmeye ve konuşmaya devam etmişti. Kardeşim ve Seyit odalarına giderek birbirlerinin odalarına anı bırakmak adına resim çizmek için yukarıya çıkarlarken, bizde Sakine ablayla masayı topluyorduk. Arada mutfakta denk düştüğümüzde desteğini ve yanımda olduğunu gösterir gibi elini sırtımda ve yüzümde gezdirirken, gülümseyerek ve aynı sıcaklıkla karşılık vermeye çalışıyordum. 

Masaya döndüğümüzde çay faslına geçilmişti. Leyla abla, eşiyle konuştuktan sonra masaya yanımıza otururken işinin hâlâ bitmediğini söylemiş ve gece gecikeceğini haber vermişti. Yaren yanımda abisiyle bir sohbet içindeyken az önceki halinden biraz daha iyi görünüyordu. Umut, Yıldırım'la sakin geçen bir konuşma içindeyken, arada yanımdaki kıza değen bakışlarını yakalamıştım. Böyle bakan bir insan nasıl ayrılabilirdi bu bakışlardan?

Gözlerim saate kaydığında neredeyse altı buçuğa geliyor olduğunu gördüm. Yarım saatim kalmıştı, kardeşimle aynı evde geçireceğim vakit bu kadardı işte. Bunun bu kadar kısa süreceğini kim tahmin edebilirdi ki?

Hava artık tamamen karanlığa bürünürken, Yıldırım yaptığı telefon konuşmasından sonra yanımıza geldi. Hemen yanımda ki yerine geri otururken, "birazdan burada olur." diyerek sıkıntıyla bir nefes verdi.

"Buna hazır olduğumdan emin değilim Yıldırım. Kendimi hazır hissediyordum oysa, onun için ve kendim için yine o olmasada burada savaşırım, mücadele ederim diyorum ama şimdi bile çok zor geliyor."

Koyu gözleri beni anlıyor gibi bakmaya devam ederken diyecek bir kelimesi yok gibiydi. Yusuf, oturduğu sandalyede bakışlarını üzerimizde gezdirirken, bir yandan da çayını yudumlamaya devam ediyordu.

Kardeşim merdivenleri inerek büyük bir hızla Fadime sultanın yanına koşarken ellerini de hızla beline sardı. Alttan alttan bakışlarını atmaya devam ederken, "senden bir şey isteyebilir miyim?" diyerek masum bir yüzle alacağı cevabı bekledi. Hepimiz pür dikkat isteyeceği şeyi beklerken, Seyit arkasında heyecanla sırıtıyordu ve muhtemelen ne isteyeceğini biliyordu da.

"Oy paşam iste bakaym, ne istiycesun?"

Fadime sultan kınalı elleriyle kardeşimin yüzünü ve saçlarını sevmeye devam ederken kardeşim aldığı cevap üzerine hevesle konuştu. "Gitmeden çiçeği görebilir miyim bir kezz lütfeen, biliyorum akşam oldu ama hiç aklıma gelmedi. Odada Seyit abimle otururken sesini duyduk, lütfen gitmeden göreyim."

Fadime sultan kardeşimin isteği üzerine gülümseyerek saçlarının üzerine kuru kuru öpücükler bırakırken, açık boynundan da öpmeyi ihmal etmedi.

"Görebilisun tabi uşağm, lambasi var ahurun. Hayde gidelum bakalum nediy, önüne koduğum yemeğuni yemiş mi?"

*Görebilirsin tabi çocuğum, lambası var ahırın. Haydi gidelim bakalım ne yapıyor, önüne koyduğum yemeğini yemiş mi?

Kardeşim ve Seyit heyecanla birbirlerine bakarken, elini beline koyarak ilerleyen Fadime sultanı takip ettiler. Yavaş yavaş gözden kaybolurlarken Leyla abla, "çok özleyecekler birbirlerini, şu hafta sonu görüşme işini iyi düşündün Mihri." diyerek söze girdi.

"Ne hafta sonu anlamadım?"

Soruyu soran Yıdırım' karşı, "hafta sonları kardeşimi görmeye geleceğim, Seyit'i de beraberimde alırım diye düşünmüştüm de." diye yanıt verirken, karşımda ki adam bir tepki vermeden araya tanıdık ses girdi.

"Ben götürürüm sizi hafta sonları, otobüsle falan uğraşmaya gerek yok çok da uzun bir yol değil zaten."

Yıldırım, Yusuf'un kurduğu cümleler üzerine sadece "iyi olur." diyerek yanıt verirken buna az da olsa bozulduğunun farkındaydım fakat o kadar iyi saklıyordu ki, onu tanımayan biri bunun asla farkına varmazdı.

"Abi bende gelebilir miyim sizinle bir hafta sonu, Mihri ablanın yaşadığı şehri görmek istiyorum."

Yusuf kardeşinin burnunu iki parmağı arasına kıstırırken, "gel başımın belası gel." diye gülerek söylendi. Yaren abisinin elini itilemeye çalışırken, Yıldırım'ın masasının üzerinde ki telefonu titredi.

Eline alarak gelen mesajı okurken yüz ifadesi düştü. Anlamıştım, vakti gelmişti. Telefonumu yanımda taşımasam bu haberi hiç almam sanmıştım, öyle olmuyordu. Bakışları yüzümü bulurken anladığımı, anlamıştı. Masada ki herkes anlamıştı fakat o yine de haber vermek için bir kaç kelimeyle özet geçmişti.

"10 dakikaya burada olurmuş, fazla kalamazmış işleri varmış Erzurum'da, hemen dönmesi gerekiyormuş. Vedalaşma işini ben gelmeden halledin diyor şerefsiz."

Yıldırım son cümlesini tam anlamıyla tıslayarak kurarken, Yusuf'un dudaklarından çıkan bir kaç küfürde ilişmişti kulağıma. Hiçbir şey demeden ayaklanmamı beklemiyorlardı belki de ama yaptığım tam olarak buydu. Burada oturarak kaybedeceğim bir dakikam bile yoktu. Kenarda duran koltuk altı değneğimi alırken yürümeden önce Yusuf'a dönerek, "odadan bavulu alır mısın?" diye yönelttiğim soruya karşı aldığım baş onaylamasıyla salona doğru adımladım. Askılıktan aldığım montu üzerime geçirerek dışarıya adımlarken kendime güçlü olmam gerektiğini hatırlatmaya devam ediyordum. Bir gün içinde bilmem kaçıncı defa.

Dışarıya çıktığımda yüzüme vuran esintiyle derin bir nefes çektim içime. Kardeşimin sesini evin hemen önünde duyarken, lambası yanan yerden gittikleri aynı heyecanı koruyarak çıktıklarını gördüm. Sokak lambasıyla yüzümü seçtiği sırada anında yanıma koşarken, kolları belime yetişmeye çalışarak beni sardı. Yusuf elinde bavulla kapının eşiğinde görünürken, diğer herkeste arkasında belirmişti ve hepsinin yüz ifadesi de aynıydı.

Kardeşim kollarını yavaşça belimden çözerken bakışları evin eşiğinde ki kalabalığa kaydı. Yüzü anlık düşsede kendini tamamen bırakmadı ve karşımda dimdik, ağlamadan durmaya  devam etti. O an onun gibi olmak istedim, ya da hayır. Hayır, ona layık bir abla olmak istedim.

"Gidiyorum galiba, bugün ne kadar da çabuk geçti."

Adımları Sakine ablanın olduğu tarafı  bulurken gözlerinin dolduğunu görebiliyordum fakat kimse tam anlamıyla ağlamıyordu. Sanırım bunun en büyük etkisi kardeşimdi. Hiç bekletmeden birbirlerine sarılırlarken, Sakine ablanın al yanağından bir damla yaş süzüldü.

"Senin yaptığın her şeyi çok özleyeceğim Sakine teyze. Ben yine geleceğim bir gün tamam mı, bekle beni unutma da."

Sakine abla, "unutur muyum seni hiç paşam benum." diyerek kardeşimi daha da basarken bağrına, istemeselerde sonunda ayrılmışlardı. Sonra ki durağı Leyla ablaydı ve Leyla abla bunu fark ettiği anda eğilerek kardeşime sarılırken, saçları yüzünü kapadı ama iç çekmesinden anladığım kadarıyla  ağlıyordu.

"Bize yatmadan önce getirdiğin sütleri hiç unutmayacağım, bir anne gibi saçımı okşayıp beni uyutuşunu da. O yatağı benden başkasına verme olur mu, geleceğim ben."

Gözümden düşen bir damla yaşı başımı yana yatırarak kimsenin görmemesini dileyip hızla silerken, bunu sadece tek bir kişinin fark ettiğini biliyordum.

"Verir miyim hiç, kimsenin üzerinde oturmasına bile izin vermem kuzum benim."

Hemen yan tarafta ki Yaren'deydi sıra. Başta sarılmak istemiyormuş gibi sırtını dönse de, kardeşimin yüz ifadesine daha fazla dayanamayarak kolları arasına almıştı hemen.

"Sen bence Seyit abimi benden kıskanıyorsun, oyunlar oynarken hep aramıza giriyorsun ama ben yokken onunla oyna tamam mı, bazenleri ağlamalarına denk gelirdim. Ağlama da artık, mutlu ol." Yaren'den ayrıldığında, yanağına düşmüş gözyaşını küçük eliyle silmiş ve Umut'un önünde durmuştu.

"Ben gelene kadar biraz alıştırma yap Umut abi, çok kötü maç yönetiyorsun ve terli su içme. Seni ne zaman görsem öksürüyorsun." Havaya kaldırdığı yumruğunu karşısında ki adama uzatırken gülümsüyordu.

"Ben doğru yönettim bir kere de neyse. Biliyor musun Yağız, sen büyüyünce harika bir adam olacaksın, hani hep heves ettiğin gibi. Güçlü ve kocaman, bu söylediğimi unutma olur mu."

"Unutmam, unutursam da hatırlatırsın. Diyorum ya size, ben geri geleceğim."

Umut, yüzünde ki buruk tebessümle kardeşimin saçlarını karıştırırken en soldaki Fadime sultanın önüne gelmişti artık. O, hepimize kıyasla gözlerinde ki yaşları gizlemezken kardeşim boynuna değil de direkt beline sarmıştı kollarını ve kafasını da göbek kısmına yatırmıştı. Fadime sultanda kollarını küçük  bedenin etrafına sararken, iç çekmesine engel olamadı.

"Bazen yaramazlıklar ettiğimizde elinde bastonunla bizi kovalasanda, sen tanıdığım en tatlı insansın. Ellerin, kıpkırmızı hep çokda güzel kokuyorlar bunu sana hep söylemek istemiştim. Ellerini tutunca o koku benim ellerime de geçiyor, bazen kokluyorum çok hoşuma gidiyor." Fadime sultan belki de kardeşimden bu kadar şey duymayı beklemediği için şaşkın olsada, Yağız'ın beline sarmış olduğu kollarını çekerek ellerini kınalı avucunun içine alıp yüzeylerini kardeşimin ellerine sürttü.

"Senun güzel kokman içun benum ellerume ihtiyacun yok ama benum artuk ahurda ayaklarumun dibinde goşuracak bi yeşil gözli uşağa ihtiyacum var. Seni alacağuz ordan hemi oğlum, sakun merak etme. Seni orda birakursam benda Fadime Karadağ diylum."

*Senin güzel kokman için benim ellerime ihtiyacın yok ama benim ahırda ayaklarımın dibinde koşturacak bir yeşil gözlü çocuğa ihtiyacım var. Seni alacağız oradan tamam mı oğlum, sakın merak etme. Seni orda bırakırsam bende Fadime Karadağ değilim.

Yağız gülerek yanağına sulu bir öpücük kondururken, bir yandan da ellerini kokluyordu. En sonunda Yusuf'un önünde durduğundaysa oldukça ciddi bir yüz ifadesine büründüğünü görebiliyordum. Yusuf'un elleri cebinde, kardeşimden duyacağı kelimeleri beklerken rahat gözüküyordu fakat bu halinin altında büyük bir merakın yattığını da biliyordum.

"Kocamansın, büyüyünce hep senin gibi olmak istiyorum. Sen korudun hep bizi, bazen görmeme izin vermediniz ama ben gördüm. Sen bizi korumakla kalmadın da, gülmemiz için de çok şey yaptın. Benimle oyunlar oynadın, ablamla oynadın. O yüzden ablamı en çok sana bırakıyorum Yusuf abi, ona iyi bak olur mu."

Kardeşimin dudaklarından dökülen her bir kelime artık gözümden dökülecek olan yaşları durdurmaya yetmiyordu. Bu kurduğu cümleleri ondan duymayı o kadar beklemiyordum ki, en az benim kadar Yusuf'ta bu durumdan şaşkındı.

"Söz, sen gelene kadar çok iyi bakacağım ablana. Aklın burada kalmasın ufaklık."

Yusuf'un kurduğu cümle üzerine kardeşim sadece yine her zaman ki gibi son kelimeye takılmış sinirle solurken, Yusuf kardeşimi omzundan tutarak sıkıca sarıldı ve saçlarının üzerine bir öpücük bıraktı.

Ardından aramıza girense yine o tanıdık araba sesiydi. Kartal yavaş yavaş evin önüne yaklaşırken, uzun ışıkları söndü ve araba durdu. İçeride ki arabanın ışığı açık olduğundan dolayı yüzünü seçmek zor değildi. Keşke olsaydı. Arabadan inmeye bile tenezzül etmezken, birde üzerine kornoya basmış bize acele etmemizi ima ediyordu.

Gözlerimi sinirle arabadan çekerek önümde duran kardeşime döndüğümde, kolumun altında ki değneği Yaren'e bırakarak ayağımın acısını umursamayıp önünde diz çöktüm. Elim yanağına giderken üşümüş olduğunu hissettim ve mümkünmüş gibi montunun fermuarını biraz daha yukarı çekerek şapkasını da kafasına geçirdim. Yağız yaptığım her bir hareketi dikkatle izlerken karşısında ne diyeceğimi bilemez bir haldeydim.

Gün boyu kendime güçlü olmam gerektiğini hatırlatsamda, iş işleve gelince tökezlemiştim. Dudaklarımı bir kaç kez aralayıp yine de diyecek bir şey bulamadığımda kapatırken, kardeşimin eli yanağımı buldu.

"Sen beni hiç merak etme abla, Nesibe sultan iyi bakar bana biliyorsun zaten. Hem ararım ki ben seni, her şeyimi de anlatırım, bir şey olursa söylerim. Sen kendine iyi bak tamam mı, yaralanma daha."

Kardeşimin yanağımda ki elinin içine sayısız öpücükler kondururken söylediği kelimeleri başımı sallayarak onaylamaktan başka bir şey yapmıyordum. En son aramıza giren korno sesinden hafifçe irkildiğimde, yanımda ki Yusuf'un dudaklarının arasından, "o direksiyonu götüne sokacağım." dediğini duyar gibi olmuştum.

"Yemeklerini sakın aksatma tamam mı ablacığım, ben zaten geleceğim hafta sonu. Ne kadar kaldı ki şurada, dört gün işte. Sonra hemen geleceğim sana."

"Biliyorum abla geleceksin, merak etme aksatmam ama artık gitsem iyi olacak."

Kardeşime sıkıca sarıldığımda bir şeyi bırakmanın hiç bu kadar acı verici olduğunu tahmin edemezdim.

Anne, sana verdiğim sözü yerine getirmediğimi mi düşünüyorsun? Kızıyor musun bana bir yerlerde? Kızma anne, darılma da bana. Bu son olacak, yemin ederim bu son olacak.

Yıldırım elinde valizle önümüzde dikilirken, eli koluma giderek beni ayağa kaldırdı. Tek koluyla beni sıkıca kavrayarak sarılırken, "size emanet Yıldırım. Önce Allah'a sonra size, birbirinize iyi bakın." diyerek kelimelerimi sıralarken, kolunu ayırdı ve yüzü yüzüme denk düşerken gözleriyle bana istediğim cevabı verdi. Onunlayken konuşmak zorunda değildik bile sanki.

Kardeşim son olarak Seyit'le karşı karşıya gelirken sarılmadılar. Sadece gülümseyerek birbirlerine baktılar.

"Ben Nesibe teyzemin anlattığı hikayeleri sen gelince anlatacağım sana, sende bana anlatırsın tamam mı. Zaten sen ablamla geleceksin ya, veda etmiyoruz ondan. Alışverişte görüşürüz."

Kardeşimin kelimeleri üzerine Seyit elini kaldırarak sallarken, "anlatacağım ama sende her gününün resmini yapmayı unutma gelince karşılaştıracağız." diye cevapladı onu. Yağız, arkadaşına gülümseyerek onu başıyla onaylarken aynı onun gibi el sallıyordu.

Yıldırım'ın uzattığı eli tutarken adımlamaya başlamış ve gittikçe bizden uzaklaşıyordu. Arada omzunun üzerinden bize bakarken, sonunda binecek olduğu arabanın önüne gelmiş ve Yıldırım'ın açtığı arka kapıdan valizinin hemen ardından oraya oturmuş, kemeri bağlanmıştı.

Artık görmüyordu diye düşünerek gözyaşlarımı serbest bırakırken, ayağımın üzerinde ki acı yüreğimde ki acıyla eş değer durumdaydı.

Beni yere düşüren kardeşimin acısı mıydı, ayağımın mı o anda bunu algılamak oldukça güçtü.

Camdan gözlerimin içine sırıtarak bakan adama, gözyaşlarım arasından meydan okurken arabayı çalıştırıp hızla uzaklaşmıştı. Aynı hızda giden Yıldırım'ın arabasını gördüğümdeyse, bugünün bir kabus olmasını diledim.

Öyle olmalıydı, birazdan uyanacaktım sanırım. Yusuf gelip kavrayacaktı kollarımı, uyanmamı söyleyecekti defalarca ve ben uyanacaktım. Koşacaktım, kardeşimle birbirimize sarılacak ve o kabusu çürütmek ister gibi geceyi birlikte uyuyarak geçirecektik.

Kollarımdan tutuldu. Tutan Yusuf'tu. Ben ayağa kalktım, kardeşimi bulacağım bir oda yoktu. Kollarıma sarınan ellere tutundum. O gözler kadar gerçekti bugünüm.

O gün, sadece kardeşimi almak için geldiğini düşündüğüm adamın yolları asla kesişmemesi gereken biriyle denk düşmüştü.

Bu şehrin yolları dar, sokakları karanlıktı. Ya onlar yürümeyi bırakacaktı, ya da biz bu karanlığa alışacaktık.

İki türlü de emindim artık, bu şehir ikimizi de tutmazdı içinde, birimizi kusacaktı. Bunun ne demek olduğunu ise ben bilirdim, onun hiç kırılmaz sandığı planı ise tam burada ilk çatlağını almıştı.

.....

Ay geldik sonunda, nasılda upuzun bir bölümdü ama...

Bölüm hakkında neler düşünüyorsunuz, düşüncelerinizi benimle paylaşın lütfen.

Arayı çok açmadan gelmeye çalışacağım, hepimiz için güzel bir hafta diliyorum. İyi ki varsınız, daima var olun.

Continue Reading

You'll Also Like

248K 19.3K 27
Yüsra, ömründe ilk kez ağabeyinden gizli bir yola gitti. Üstelik, oldukça riskli bir yola... Görev icabı sınırda bulunan askerlere yardım eli olmak i...
12.8K 1.7K 17
"İkisini yanyana koridorda gördüğümde bir şeylerin yanlış olduğunu anlamıştım. Birinin yüzünde kocaman, parlak bir gülümseme vardı. Oysa digerinin yü...
4.9K 569 8
"Seni bir daha görebilecek miyim?" "Evet, elbette. Televizyonda, sinemada, internette... Elinin altında sayılırım." Gülüştük, sonra ekledi. "Asıl be...
117K 6.5K 26
Hayatımdaki şanslarını hepsini kullanmış olabilirim.Çünkü bunun bir tek böylece açıklması olabilir!. Sıkıntıdan telefonumdan rastgele numara sallarke...