Gecenin İzi

By 1merve_w

6M 327K 586K

Ben Zümra Akça... Bu dünyadaki bütün acıları tadan, ufacık kalbinde sarılacak bir yara bırakmayan kadınım. B... More

1 - Bölüm
2 - Bölüm
3 - Bölüm
4 - Bölüm
5 - Bölüm
6 - Bölüm
7 - Bölüm
8 - Bölüm
9 - Bölüm
10 - Bölüm
11 - Bölüm
12 - Bölüm
13 - Bölüm
14 - Bölüm
15 - Bölüm
16 - Bölüm
17 - Bölüm
18 - Bölüm
19 - Bölüm
20 - Bölüm
21 - Bölüm
22 - Bölüm
23 - Bölüm
24 - Bölüm
25 - Bölüm
26 - Bölüm
27 - Bölüm
28 - Bölüm
29 - Bölüm
30 - Bölüm
31 - Bölüm
33 - Bölüm
34 - Bölüm
35 - Bölüm
36 - Bölüm
37 - Bölüm
38 - Bölüm
39 - Bölüm
40. Bölüm
42 - Bölüm
43 - Bölüm
44. Bölüm - |Birinci Kitap Finali|
Ö.B. - FISILTI
45 - Bölüm
46 - Bölüm
47 - Bölüm
48 - Bölüm
49 - Bölüm
50 - Bölüm
51 - Bölüm
52. Bölüm
53 - Bölüm
54 - Bölüm
55 - Bölüm
56. Bölüm
57 - Bölüm

32 - Bölüm

121K 7.4K 23.4K
By 1merve_w

32. Bölüm: "Yılanın Hırsı"


Telefonun bir köpeğin beklenmedik şekilde havlaması gibi, çalıp, sessizliği keskin bir bıçak gibi kesip, bakışlarımızı birleştirdi. Adar, telefon ekranına bakarken, Berzan'ın aradığını gördüm. Adar, hoparlöre verdiği telefonu elinden indirmedi.

"Söyle," dedi, hissizce.

"Ağabey, Selma daye yanımdadır. Telefonu istiyor," dedi Berzan, çekingen bir ifadeyle. Sanırım Selma hanım onu sıkıştırmış ve zorlamıştı.

"Ver." Tek kelime ile telefonun başka birinin eline geçtiğini gıcırtılı sesten anladım.

"Adar," diyen Selma hanım, pek de sakin durmuyordu. Sesi böyle ise surat ifadesini hayal dahi edemiyorum. "Bu kız, bizim evimde mi kalacak?"

Bu da ne demek? Tabii ki de sizin evinizde kalacak, orası onun da evi. Sizden izin isteyecek değil. Hem de böyle bir durumda gerçekten bunu dile getirebiliyor mu? Kızın başına neler gelmiş, o hala hırsı peşinde.

"Ravza!" dedi Adar, uyarıcı bir tavır sergileyerek. "Evinde kalacak."

Sessizlik oluştu. Selma Hanım, ne diyeceğini bilmiyordu ama fazlasıyla sinirli olduğu her halinden belliydi.

"O kadının kızı, sana bunu yapan adamın kız kardeşi!" diye bağırması ile şaşkınlıkla saniyeleri sayan ekrana baktım.

Adar aniden frene basıp, arabayı durdurunca, ben de gerildim.

"Ben senin gibi bir annenin suratına bakmaya devam ediyorsam, sen de hiçbir suçu olamayan kıza tek söz dahi etmeyeceksin! Edersen..." Duraksadı. Bu konuşma stili beni fazlasıyla üzmüştü. Selma Hanım hiç kötü birine benzemese bile Adar'ın bedeninde ve ruhunda derin yaralar bırakmış olmalıydı. "Sizin yapamadığınız yaparım. Öldürürüm."

Ne? Sizin derken..?

Selma hanım, kendi oğlunu öldürmek mi istemiş?

Bu kadarını yapabildi mi?

Adar, cevap vermesini beklemeden telefonu suratına kapattı. Dudaklarını aralayacakken telefonun sesi tekrardan, içeriye hakim oldu. Adar, "Sikecem ha!" dedi, ani bir kızgınlıkla.

Ardından göz ucu ile bana baktı. Rahatsız olduğumu düşünüp, hızla telefonu açtı. Hoparlörlere vermesi ile Miran'ın telaşı sesi geldi. "Yav neredesiniz? Aldınız gittiniz Arjin'i, halam burada kafamı sikti," dedi. Sesindeki bıkmışlık duygusu ile Arjin'e ne yaptıklarını merak ettim.

Dilini mi kestiler, Ferit'e yaptıkları gibi?

Adar sıkıntılı bir nefes verdi. Sıkılmış ve uykusu gelmişti. Ya da benim uykum geldiği için saçmalıyordum.

"Arjin diye biri yok, söyle halama." Miran'ı beklemeden telefonu suratına kapattı. En sinir olduğum şey.

Onu biraz sakinleştirmek adına, "Bana bunu yapsaydın, senin kafanı kırardım," dedim, sinirimi içimde tutamayarak.

Adar'ın dudağının kenarı kıvrıldı. "Sen bana yapınca bir şey olmuyor hanımefendi," dedi, imalı tavrına bakışlarıyla eşlik ederek.

Omuz silktim. "Dediğiniz gibi beyefendi," dedim, ona bakıp içtenlikle bir gülüş sergileyerek. "Onu bir ben yaparım sana, ama sen bana yapamazsın."

Adar kafasını sitemle iki yana salladı. "Başka şeyleri de ben yaparım," dedi bana dönerek. Ne gibi?

"Anlamadım?" dedim, merakla yüzüne bakarak.

Adar sırıtırken, "Yok bir şey," dedi. Ardından önüne dönüp, yola odaklandı.

Benim telefonuma gelen bildirim ile ekrana baktım.

Çingenem*

Derin'i çingenem diye kaydettiğim an, suyu suratıma fırlatmıştı. Ama zaten en yakın dostlara birbirlerini canım cicim diye kaydetmezdi.

Çingenem : Neredesin lan?

Bu iyice Boran gibi olmaya başladı. Lan aşağı lan yukarı.

Zümra : Asıl sen neredesin?

Çingenem : Şu anda nargile içiyoruz Miran'ın ağabeyisiyle.

Zümra : Boğazınızda kalsın o zaman :D

Çingenem : Salak ya *random*

Zümra : Bir şey olursa haber et, o pis adama güvenmiyorum.

Çingenem : O da sana hiç güvenmiyormuş, Adar'ın kafasını bozmasın diyor *random*

Zümra : At ağızlı işte ne beklersin ki? :D

Adar, bana bakıp kaşlarını çattı. "Kim o?" dedi, göz ucu ile ekrana bakarak. Kenardaki tuşa basıp, ekranı kapattım.

"Özel," dedim, ona bakmak yerine kafamı cama çevirerek. Birazcık süründürmek hakkım değil mi, ama?

Adar'ın sıkıntılı nefesi kulaklarıma ilişirken, ona doğru döndüm. Şakak kısmındaki ince damarlar, belirginleşmişti. Kirli sakalları, fazla uzun olmadığı için, çenesinin gerilediğini net bir şekilde görebiliyordum.

"Nereye gidiyoruz, tatlı çocuk?" derken, yüzüme alaylı bir gülümseme yayıldı.

Adar, tamamen bana dönerken arabayı durdurdu. Yüzüme doğru yaklaşmaya başlarken, biraz bile geriye çekilmedim. "Bana bir daha tatlı ve çocuk demiyorsun!"

Kaşlarım alayla yukarıya kıvrılırken, dudaklarımı aralayıp, alaylı bir iç geçirdim. "Neden? Ben senin bu huylarını sevdim. Öküz ve pislik oluşunu sevecek halim yok, değil mi? Geriye bir bunlar kalıyor, bunlar yoksa ederin yok tatlım," derken gözlerimi, gözlerinden bir saniye ayırmadım.

Yüzünde mimik oynamasını beklerken o, sadece bakmak ile yetiniyordu. E bozulmadı bu?

Sonunda beklediğim tepkiyi vermese bile, biri tepki verip, dişlerini dudaklarına geçirdi. Arabayı çalıştırırken, içten içe moralinin bozuk olduğunu anladım. Anlatacaktı ama anlatmak istemiyordu.

Canını yakan bu durumu benimle paylaşmak istemiyordu. Belki de bu yüzden az önceki tepkisi bu kadar sakindi.

Gecem, bana bile uzaktı. Onu ışığı ile aydınlatan, ayına bile.

🌑

Yapraklar, dallarını terk edip, yavaşça araba camına düşüyordu. Rüzgar esiyor, açık olan camdan bedenimi titriyordu.

Adar, sürücü koltuğuna oturmuş, yola odaklanmışken, göz ucu ile ona baktım. Direksiyonu, bir yılanın derisini soymak için çabalayan görevli adamın, kuvvetini andırıyordu. Gözleri ise, aynı durumdaki bir yılanın, adamın vücudunda zehrini enjekte etmeden önceki bakışlarıydı. Ürpertici.

Zeminin üzerinde hızla ilerleyen arabanın tekerlekleri, yağan yağmur sebebiyle, su birikintilerini etrafa sıçratıyordu. Şu anda dışarıda yürüyüş yapan bir insan olsaydım ve bu su birikintisi üzerime sıçrasaydı, eminim ki eve gidene kadar lanet okurdum.

Hayata gelme sebebimi sorgular, isyan bayraklarını çekmemem gerekmesine rağmen, bir anlık gaflet ile çekerdim.

Nefes alışverişleri bana bir boğanın, saldırmadan önceki, burnundan alıp verdiği nefesin sesini andırıyordu. Boğa değil insansın diye uyarsam mı?

Ona doğru dönmem ile nefes alışverişleri sakinleşti ve gözleri anında benim gözlerimi buldu. Sanırım en çok bu huyunu seviyordum. Sinirli veya üzgün olsa bile bunu hiçbir şekilde çevresine yansıtmıyordu. Bana hariç hiç kimseye yansıtmasın.

"Sen söylemedin," dedim, keskin sessizliği bozarak.

Bana bakıp, "Neyi?" diye sordu.

"Beni sevip, sevmediğini," derken, yüzümde ufak bir tebessüm oluştu. Ben, söylediğime göre, o da söylemeliydi.

Gülümsedi. "Bu kokmuş arabada söylemek istemiyorum," demesi ile gözlerimi devirdim. Ne alakası var şimdi arabanın kokmasıyla? "Senin gözlerinin içine bakarak söylemem gerekiyor."

"Ya..." dedim, cilveli bir tonlamayla.

Adar, bana dönüp kaşlarını şaşkınlıkla çattı. "Sen, bana cilve mi yapıyorsun?" dedi, yüzüne memnunca yayılan gülümsemeyle.

Omuz silktim. "Evet," dedim, diretmeden. Şu saatten sonra ona açık ve net olmak istiyorum. Ben, bu saatten sonra eskisi gibi hayal kırıklığına uğramak istemiyorum. Sadece geleceğime odaklanmak ve Adar ile yeni bir hayat kurmak istiyorum.

Hiçbir şey söylemedi.

Simsiyah bir gecenin içinden geçmeye hazır mıydı, yüreğim ve ruhum?

Araba durunca camdan dışarıya çevirdim toprak hareli bakışlarımı. Burası Adar'ın kendi elleri ile yaptığı ağaç eviydi. Neden buraya geldiğimizi sorgulamayacaktım. Belki de burada anlatmak istiyordur.

Arabadan inmem ile soğuk hava vücuduma sertçe çarptı. Sıcak olan Mardin, ben ne zaman dışarıya çıksam yağmurlu veya soğuk olurdu.

Adar yavaş adımlar ile ilerlerken bana baktı. Tam yanından geçecekken, elimi avuç içine aldı. Kafesin içine hapsedilmiş bir kuştan farkı yoktu, avucunun içindeki elimin.

Hızlı adımlar ile ağaç evinin altındaki yere baktım. Burada bıraktığımız uçurtmalar, dokunulmamıştı. Buraya kimse gelmemiş olmalıydı.

Adar, elimi bırakmadan derince bir nefes aldı. Temiz havayı içine çekerken, ben uçurtmanın ortasında duran ay şekline baktım. Her şeyi detayına kadar düşünen bir adama ne yaptılar?

Elimi çekip oturacakken, elimi daha da sıkı tuttu. "Ağaç evine girelim, üşüme," dedi. Cevap vermeme fırsat vermeden, merdivenleri çıkmaya başladı bile. Sahi, burayı neden ve nasıl yapmıştı?

Ben de, merdivenleri çıkarken son üst basamağa basmadan, elini bana uzattı. Elini tutup içeriye girmem ile hayranlıkla etrafıma baktım.

Burası bir ev gibi. Ağaç evi gibi değilde, burada yıllarca yaşayan iki çiftin evi gibi.

Duvarda Adar ile Ayşe'nin, yan yana duran fotoğrafları vardı. Diğer köşede ise yere yerleştirilmiş, oturmalıklar vardı. Ve hemen yanında, geçen gün İnternetten baktığım, frezya çiçeği vardı.

Arkamı dönüp pencereye bakmam ile yüzümde oluşan gülümseme silindi. Yerini şaşkınlık ve anlık gelen korku aldı.

Pencere değildi ki, bu.

Benim fotoğrafım... Fotoğraflarım.

Toprak'ın üzerinde olduğum anın bir karesinde, yüzümde yeni açan bir lale gibi, duru bir saflık vardı.

Altında ise tam olarak çarşıda iş aradığım zamana ki, çaresizliğin suratıma vurduğu kare vardı.

Adar, o zaman Mardin de bile değilken, benim ne yaptığımdan haberdardı. Bir dakika... Öykü, onun planıysa. Aslında kocasının tahini çıkmamış ve sırf biz o eve taşınalım diye yapmış olabilir mi?

Arkamı dönmem ile kızgın bakışlarımı üzerinde çiviledim. İtiraz etmeden, kafasını aşağı yukarı salladı.

Elim ile sertçe omzuna vurdum. "Biz kendi başımızın çaresine bakamıyor muyuz, Adar?" dedim, hırsla. Tamam, onun kadar zengin değiliz ama bu başımızın çaresine bakmamaycağımız anlamına gelmiyordu. Bu yaptığı ne kadar gurur kırıcı bir durum haberi var mı?

"Hayır, Zümra," dedi. Saniyeler içinde alnını sıvazladı ve tekrardan bana çevirdi kömür karası bakışlarını. "Sen de, Derin de başınızın çaresine bakabilirdiniz ama biraz mantıklı düşün. Benim yerimde sen olsan, sevdiklerine zarar veren bir psikopatın varlığını bilmene rağmen, umursamadan onların başının çaresine bakmasını izleyebilir miydin?"

Yutkunurken bunu düşünmedim bile. Onun yerinde olsam aynısını yapardım ama bu şekilde değil. "Bana-" Cümleme devam edemeden, o sözümü kesti.

"Bu konu tartışmaya açık değil, Zümra. Ben, senin ne olursa olsun zarar görmene izin veremem. Bana sinirli olduğun zamanlarda, yüzüme bile bakmıyorken, ne yapmamı bekliyordun? Yaptım, bir kere daha olsa yine yaparım. Sen de, yapardın. Hatta sen beni eve kitlerdin," dedi, son cümlede sesi sitemkar çıkarken.

Son cümle gülmemi getirse bile ciddiliğimi korumaya çabaladım. Hemen gülme Zümra...

Evet, yapardım. Sevdiklerim izin vermese bile onlara zarar gelmemesi için arkalarından iş çevirirdim.

"Neden şimdi söyledin bunu?" diye sordum. Ne de olsa onunla bugüne kadar samimiydik. Söylemek yerine susarken, şu anda itiraf etmişti.

Yerde duran oturmalıklardan birine oturup, sıkıntılı bir nefes verdi. Kafasını kaldırıp, oturmam için beni bekledi. Bir şey söylemeden karşısına oturdum.

Boğazını temizleyip, "Her şeyi anlatmamı istemiyor muydun? Ben de yavaştan anlatmaya başlıyorum işte," dedi, düz bir ifadeyle.

Rahattı. Bana her şeyi anlatmayacağını düşünüyordum. Bir eksiklik, bir burukluk kalacaktı.

"İlk önce ağabeyimin defterindeki kağıtlar nerede? Çöpe falan atmadın değil mi?" dedim, telaşla. Bunu yapması saygısızlık olurdu. Ne de olsa bu benim ağabeyime ait olan bir şeydi.

Adar'ın bakışları anında sertleşti. Gözlerinin içindeki derin kuyunun dibindeki, az miktarda bulunan su birikintileri, onun yaşamak için son sebeplerini temsil ediyordu.

Elini cebine yerleştirdi. Katlanmış ve yıpranmış kağıt parçalarını bana uzattı. "Al, hepsi burada." Sesi her zaman sert çıkarken, şu anda daha da baskılı ve imalıydı. Neden bunun üzerine fazla düştüğümü anlayamamıştı.

Kağıt parçasını elime alıp, yırtmamaya özen göstererek açtım.

Evet... Ağabeyimin yazısı.

- ...evet Adar Kıratlı kendi ağabeyisini, ablasını öldürmüş biriyken, nasıl Zümra ile yakın olabilirdi? Kendi ailesine zarar veren bir adam, benim kardeşime de acımazdı. Zümra'ya bunu söylemek isterken, istemiyordum da. Adar Kıratlı onun güvende olması için her şeyi yapar ama en büyük zararı vermeyeceğine nasıl emin olacağım? Korkuyorum, hiç korkmadığım kadar korkuyorum. Zaten başıma ne geldiyse bu korkularım yüzünden geldi. Bu benim suçum değil ama...

Sayfanın sonunda yarım kalan cümleyi okumak için diğer kağıdı elime alacakken, Adar kolumu tuttu. "Okuma Zümra," dedi. Gözlerinde sezmeme rağmen inanmadığım bir ifade vardı. Acıma duygusu.

Dinlemedim. Kağıdı çevirip hızla okumaya odaklandım.

- ...babam beni o adamların yanına götürdüğü günden beri korkuyordum. Halama bana yardım etmesi için yalvarmışken o, babam ile gitmeme razı gelmişti. Korkuyordum geceleri. Anneme gidiyordum, o ise Zümra'ya sarılıyor, onu kollarının arasına alıp güvende olduğunu hissettiriyordu. Ben onlara izlerken, babam beni leş kokan çöplüğüne çekti...

Gözümden akan yaş kağıdın üzerine damlarken, kafamı çevirip boş duvara baktım. Neden anne... Neden ağabeyime de açmadın kollarını. Neden güven vermedin ona da? Belki de hiçbir şey böyle olmazdı. Biraz sevgi ile bütün hayatımız değişirdi.

"Okuma Zümra," dedi Adar, bir kere daha. Ben, onun hakkında bir şey yazdığını düşünürken, Adar benim için bu sayfaları yırtmıştı.

Kağıdı çevirerek arkasında yazanları okumaya başladım.

- ...babam bana daha yedi yaşımdayken, alkol içirmişdi. Midem bulandı, kustum diye beni herkesin içinde dövmüş, zorla bir kere daha içirmişdi. En çok korktuğum buydu ya zaten. Kimse hayatımı bilmiyordu. Çünkü kimse hayatımı sorgulamadı.

Haklıydı. Ne ben ne de annem ona hiçbir zaman neden böyle oldun diye sormadık. Bizim söylememiz bir şey değiştirmezdi ama annemin söylemesi çok şey değiştirirdi. Ben, ağabeyimin bana yaptığını affedemesem bile o da, annem konusunda haklıydı. Ben, bana olan davranışları yüzünden ağabeyimi affetmiyorken, ağabeyimde annemi affedemiyordu. Haklıydı. Annem benim için ne kadar çok çabalasa, ağabeyim için hiçbir şey yapmadı.

Her cani insanın içinde yatan acı çocukluğu vardır.

Acılar içinde büyüyüp, sapasağlam çıkmakta var; acıların içinden merhametsizce çıkanda vardı.

Ruhların acısı, başka ruhların canını yakmak için dumanını yayıp, damarlara işleniyor ve dünyaya kötülüğü yayıyordu. Kötülük bedenleri ele geçirdi. Sonra ise çocuklara, neden kötü olduğu soruldu.

Tekrardan yaşlı bakışlarım, kağıda deydi.

- ...o gün arkadaşlarından ayrıldığı anda beni, kolumdan tutup boş, demirlik araziye götürdü. Kelimeleri zihnimde hala dolanıyorken, düğümleşip o an ki korkunun tekrardan bedenimi ele geçirmesini sağlıyordu. Eve döndüğümde Zümra'yı banyoya sokmuştu annem. Gülücükler içinde çıkarken bakışları beni buldu. Üstüm başım toz toprak içindeydi ama bana "neden bu haldesin?" diye sormadı bile. O gün anlamıştım annemin beni tamamen gözden çıkarttığını. Bu yüzden ben de Zümra'ya aynı bakışları aynı umursamaz tavrı sergiledim. Haklı mıydım? Değildim. Bana yapılanı kardeşime yaparak hırsımı alabileceğimi düşünürken, aramızdaki yıpranan kardeşliği tamamen kopartmıştım. Pişman olsam bile iş işten çoktan geçmişti. En azından ben pişman olmuş ve sonunda kaçmasında ufakta olsa, destek olmuştum.

En azından pişman olmuştum...

En azından ölmeden önce kız kardeşinin omuzlarına büyük bir enkaz bırakıp, terk etmiştim bu tozlu raflar misali olan, silsende tekrardan yerini alacak dünyadan.

"Hiç unutmam o günü... Cuma gecesi, babamın beni götürdüğü ve kadınların arasına soktuğu gece. Arkadaşının mekanı olduğu için beni rahatlıkla içeriye alabilmişti. Çok korkunç bir yerdi. Kadınlardan çok korkarken, asıl korkmam gerkenin babam olduğunu anladım. Babam bana öfkeliydi. Nedeni ise sabah Zümra'yı ağlattığı için anlık bir gaflet ile bağırmamdı. Acı çektirmek istedi. Başardı. Korkuttu beni, bu korkuyu son nefesimi vereceğim anıma kadar, travma olarak yaşayacağıma emindim. Büyüdüm ama yine de korkuyorum. Babamın orada beni bir kadının odasına göndermesi... Daha yedi yaşında olan bir çocuğun ne kadar korkabileceğini düşünmeyen bi baba. Kimine göre bu hoş bir histi, bana göre bir taciz. Ve ben çocukken, bu duruma düşüp, korkuya mahkum edildim..."

Hayır hayır... Ben yanlış okuyorum. Serdar Akça çocukken benim düştüğüm duruma düşmüş olamaz. Olmamalı.

Yaşımı silen Adar'ın parmaklarını hissetmem ile hızla ayağa kalktım. O ise bu yaptığıma karşı hızla ayağa kalkıp bana doğru birkaç adım attı. Korkuyordu. Ben de korkuyordum.

"Zümra..." dedi, çekingen bir ifadeyle. Koluma dokunması ile daha fazla dayanamayıp bağırdım. "Ne olur ben yazdım de, başka şeyler yazıyordu de, ben senden saklıyorum de..." Kafasını ağır ağır iki yana salladı. "...benim yaşadığımı mı yaşadı?"

Sesim boğulan bir bebeğin çıkaramadığı çığlık gibi geldi kulaklarıma. Tenimin üzerinde karıncalanmalar hissettim. Bir şeyler gezindiğini düşündüm. Hiçbir şey gezinmiyordu. Ağabeyimin son öpüşünü hissediyorum.

"Acıma merhem olması gereken ağabeyimin acısını görmediler," dedim, Adar'ın gözlerine bakarak. Bakışları beni derin bir kuyuya hapsedip, bütün bunları unutturmak istercesine derinceydi.

"Ben bu yükü nasıl taşayacağım?" dedim, küçük bir çocuğun çaresizliğini taşıyan fısıltılı sesimle. Ölmem mi gerekiyor onun gibi?

Kollarını bedenime sardı. Bir çocuğu sahiplenen babanın sarılışını, Adar'ın kollarında şu anda hissediyordum. Bu dokunuşu bir baba tarafından asla hissedemeyeceğim.

"Masum değildi ağabeyin," dedi, saçlarımı okşayarak. "Çocuk Serdar masumdu."

Haklı mıydı?

Küçükken yaşadığı acıların bedelini ödetmediği için, masum olmuyor muydu?

Zihnimin içinde ağabeyimin sesi yankılandı. Sesi yavaşça, bedenimi titrettti.

Sesini unutuyorum...

Benim için ölen çocuğun sesini unutuyorum.

Gözlerini, bakışını her şeyi unutsam bile, son sözlerini nasıl unutacağım?

Hiçbir şeyin izahı yoktu; zaten kimse de bir şeylerin izahını yapmak için çabalamıyordu.

Kimsenin açıklama yapma gereği bulunmadığı bu hayatta, herkese heceleye heceleye açıklama yapan bendim. Bunu kendi rızam için değil, kendi canımızın yanmaması için yapmıştık.

Biz yapmıştık; ağabeyim ile ben.

"Sen..." dedim, kafamı kaldırıp gözlerine bakarak. Bakışlarında ki merhamet kanıma işledi. "...benim için mi sakladın her şeyi?"

Gülümsemedi. Dudağının kenarını bile kıvırtamadı. "Sen affedemediğin adamın yaşadıklarını öğrenip, vicdanın ile kıvrınma diye söylemedim."

Artık vicdanım ile kıvrınabilir miydim, yani?

Gözlerimi yumdum. Dalmak istiyordum. Şu anda, bir okyanusun derinliklerine inip, orada boğulmak istiyordum.

Yapabiliyor muydum?

Hayır.

Şu anda Adar'ın gözlerindeki derin kuyunun dibinde çıkabileceğimi düşünmüyordum.

Böyle bir şey istediğim de söylenemezdi.

Kollarının arasında, güvende olduğumu hissediyorken, ağabeyimin hiçbir zaman güvenli bir kolun arasında olmadığını anımsadım.

Bunu kendi dile getirirken, bunu görmemek için çabaladık.

"Ağabeyim ile aynı kaderi yaşadım, Adar. Aynı duyguyu yıllarca içimizde besleyerek, kendimizi yakıp, bir kül yığını haline getirdik. Ve şimdi o küllerini yok edip, gözlerini yumdu. Ben ise küllerimi yok etmek yerine, onlara baka baka, daha da güçlü oldum," dedim. Her an bana delirme Zümra! Diyebilirdi. Ama diyemezdi de, delirmediğim için şaşırıyordur belki de.

"Korkak bir adam oldu," dedi Adar. Sesindeki zerre hisli bir ton yoktu. Ağabeyimin korkaklığına, beni de, kendine de bunu yaptığına hala anlam veremiyordu. "Biraz cesur olsa, şu anda onun için gözyaşı akıtıyor olmazdın."

Gülümsedim. Hisli olduğu kadar hissiz bir gülümsemeydi. "Eğer korkak olmasaydı, şu anda seninle tanışmamış olurdum. Bunu ister miydin?" diye sordum, gözlerimi kaldırarak.

Durdu. Düşünüyor mu, yoksa ne cevap vereceğini mi bilememişti?

Sıkıntılı bir nefes verdi. "Kader Zümra," dedi, ismimin onun dilinden ne kadar güzel çıktığını bir kere daha onayladım. "Kaderine bir kere sürülen lekeyi, bir daha geçiremezsin. Ben, senin kaderindeki bir izim. Hiçbir zaman geçmeyecek bir iz."

Sen onun için sadece bir izsin...

"Peki ya ben senin kaderindeki hangi izim?" dediğimde, bu soruyu beklemediğini anladım. Yüzünde anlam veremediğim bir ifade oluştu. Dudaklarını aralamadan önce göz bebeklerinde ki, ışıltıyı bana çevirdi.

"Sen benim kaderimdeki tek izsin. Diğer herkes gelip geçici iken, sen geçip gidemeyecek bir izsin." Kafasını geriye doğru atmaya yeltenecekken, tekrardan kafasını bana çevirdi. "Gecemin aydınlatan, tek izsin." Gecenin iziyim.

Gülümsemek ilk defa bu kadar yakıştı sanırım bana, daha önce hiç bu kadar içten hissetmemiştim sesini. Hatta sadece sesini değil, duygularını, bakışlarını bu kadar içten hissetmiştim.

----

Aradan ne kadar geçtiğini bilmiyordum ama saatlerce bu konumda kalıp, Adar'ın omzuna gömülebilirdim. Buna mı ihtiyacım vardı?

Dışarıya çıkmıştık. Tam olarak uçurtma uçurmak için geldiğimiz tepenin daha da yukarısında olan uçurumda duruyorduk. Rüzgar esip, yaralarımızın yanışını hafifletiyordu.

"Düşünsene," dedim, ağabeyimi düşünmemeyi çabalayarak. "Baban var, ama böyle saçlarını okşayan, yüzüne bakmaya kıyamayan, sana her an gülümseyen..." Yok, öyle bir baba yok. Varsa biz göremiyoruz.

"Düşünsene," dedi Adar, omzumdaki elini hafif gevşeterek. "Baban var, bir de senden büyük bir ağabeyin. Bir kadın ile seni sözlüyorlar," diye devam etmesi ile kafamı kaldırıp ona baktım. Gözlerindeki hayal kırıklığını görmem ile sıra onun hayatına geldiğimizi anlamıştım. Aylardır düşündüğüm tek şey.

"Bana bakarsan anlatamam," dedi, kutuplardaki buz parçaları gibi, erimeyen duygularıyla.

Yere değdi bakışlarım, anlık bir refleks ile, tekrardan gecenin hakim olduğu gökyüzüne.

Titredi sesi. İkinci kez titredi yanımdaki demir parçası kadar sağlam, gül kadar kırılgan olan adam. Kırılmıştı. Fazlasıyla canını yakmışlardı ama bunu belli edemeyecek kadar soğukkanlıydı. Ona bunu öğretmişlerdi belki de.

"Bir pazartesi gecesi, eve gelmeyeceğini söyleyen bir çocuk; arkadaşlarının acil eve dönmesi sonucunda, kendi de eve gider." Şu an kendi hayatını değilde, başka birinin hayatını dile getiriyor gibiydi. "Neşeli çocuk içeriye girip, sessiz adımlar ile odasına gidecekti. Gidemedi..." derken, sesinin hiç çıkmadığını düşünüp gözlerine baktım.

Gördüğüm manzara ile dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Bakışlarım anlamsızca zedelendi.

Adar, ağlıyordu.

Benim gözlerine bakmaya kıyamadığım adama ne yapmışlardı?

Elinin tersi ile öne eğik başından, yere damlayamayan gözyaşını sildi.

"Çocuk, yavaş adımlarını kilitli odaya doğru ilerletmiş. Sesler neden o odadan geliyor diye merak etmişti. Etmemeliydi... O gece; o odanın önünde yandı, boğuldu, gömüldü."

Durdu. Kafasını çevirerek ağladığına şahitlik etmemem için yüzüme bakmadı. Omzuna dokunmak için kaldırdığım elim havada kaldı. Dokunsam ve geri çekilse? Şu an, belki de bunu yapmamı ve arkasına bakmadan koşa koşa uzaklaşmayı istiyordu.

Yanımdaki çocuk, annesini kaybetmiş, babasının kollarında boğulmuş bir çocuk gibiydi.

Ağabeyim gibi...

"Sonra çocuk delikten bakmış. Sadece daha on yedisine basmadan sözlendirdikleri kızı gördü. Aptal çocuk merak etmiş," dedi, ani bir bağırmayla. Yumruğunu sıkarken, gözlerini kocaman, birazdan birini öldürecekmiş gibi araladı.

"Dinlemeye başlamış, annesinin neden o odada olduğunu merak etmiş," derken ban döndü. "Sen hiç kocanın, nikahlı karısının yanında, onunla konuşur musun?"

Kafamı hayır dercesine iki yana salladım. Gülümsedi. Dolu gözleri kısıldı ve gülüşünün üzerine yanağından yavaşça süzülüp, çenesine değdi. Yavaşça çenesini sılatan gözyaşını sildim. Gözlerini bir an olsun çekmedi, gözlerimden.

"Sonra aptal çocuk içeride konuşulan her şeyi dinlemeye başlamış. Sonra ne öğrenmiş biliyor musun?" dedi bana heyecanla dönerek. Kafamı tekrardan iki yana salladım. "Aslında bu çocuğun sözlüsü, bu çocuğu ağabeyisi ile birlikteymiş. Çocuğa tuzak kurmuşlar. Çocuk ölecek, ağabeyisi başa geçecek."

Lorîn'den bu yüzden nefret ediyorlar. Sırf sevdiği ağa olsun diye, kardeşi ile sözlendi.

"Ağa olabilmek için mi?" dedim, titreyen dudaklarımı umursamamaya çabalayarak.

Bana döndü. "Ben Mardin de değil, İstanbul da büyüdüm, Zümra. Mardin de gözde oğlan olmamam için, İstanbul'a gönderdiler. Hiç tahmin edemeyecekleri kişiler ile dost olup, çevremi genişlettim. Daha on yedi yaşımda, ablamın katili olduktan sonra, babam ile bağımı koparmaya yeltendim. Ama Mardin de ağa olarak bile daha on yedi yaşımda beni düşünürlerdi. Bu ağabeyimin gün geçtikçe zoruna gitmeye başladı. Amacı beni ağa yapmamakken, daha da güçlendirdi. O zamandan sonra herkes tahmin etti benim bir daha eksisi gibi olmayacağımı. Kendi işimin başına geçtim, kendi ticaretimi sağladım. Bir Ağa olarak değilde, bir iş adamı olarak tanındım. Sen ise beni bir ağa olarak tanıdın. Ağa olmak istemediğim ama beni isteyen insanlar yüzünden hayatımın en büyük sillesini yedim..."

Sustu. Devam etmek istiyor ama istemiyordu da.

Omzuna dokundum, "Eğer birbirimize güvenmezsek, biz diye bir şey olmaz. Burada anlattığın her şey burada kalacak Adar," dedim, güven dolu bir ses tonunda.

Gülümsemesini beklediğim adam bana ifadesizce bakıp, önüne döndü.

"Gelelim aptal çocuğun duyduklarına," diyerek bana güvendiğini belirtti. "Aptal çocuk, kapının önündeydi ama bakışları babasının üzerindeydi. Babası boğazını temizleyip ağır aksanlı sesiyle Baban bizim işlerimizin içine girdi Raze! dedi, karısına. Ama Raze'nin umurunda bile değildi. Tek bir isteği vardı. Gücünü kullanıp, gün geçtikçe güçlenen çocuğu yok etmek ve oğlunu başa geçirmekti. Başarmıştı da. Çocuk, inanmadı," dedi son cümlesinin ardından gülümseyerek.

"Annem ve babamın bir bildiği vardır, bana kıymayı düşünmezler bile dedim ki..." derken gözlerini yumdu. Kafasına ağrı girdiğini düşündüm çünkü sanki gökten taş düştü ve Adar'ın kafasını yarmış gibi canı yanıyordu.

"Tamam, devam etmek istediğinde edersin. Kendini bu kadar mahvetme," dedim. Korkuyordum. İnsanlar, travmaları yüzünden hasta olurlardı. Bu yüzden şu anda susmasını istemiştim. Canının yanması değildi mesele, ilk defa bu kadar perişan olmasıydı.

"Bir kere daha bu konu açılmayacak. Bu gece, o gece olduğu gibi sessiz bir şekilde son bulacak," dedi, kara deliğin içerisine çektiği gibi, bütün acıları içine çekerek.

Kafamı sallamak ile yetindim. Başka söyleyecek tek bir kelimem yoktu. Canı yanıyor ve ben hiçbir şey yapmıyordum."Ama çocuğun içinde büyük bir ateş harlanmış, annesinden hiç şüphe etmezken, babasının bunu yapacağına ihtimal vermiş. Annesinin, babasından önce davranacığını nereden bilebilrdi ki? Annesi boğazını temizleyip töre ne der, ağalar ne karar verirlerse boynum kıldan incedir demiş. Annesi amına koyayım lan annesi!" diye hala buna inanamayarak, haykırdı. Kan kusana kadar ağlamak, ölene kadar öldürmek istiyordu.

Yanağına dokunmam ile geri çekilip, sert çehreli bakışlarını kızgınca üzerimde gezdirdi. "Ben değilim," dedi, kafası ile kendini onaylayarak. Çocuğun annesi."

Karşımda duran adam, o çocuk değildi. O, çocuğun içinde büyüyen, acıları ile ayakta duran adamdı.

"Raze kadının ağzından huzurlu bir nefes çıkıvermiş. Çocuk ise hala kapının deliğinden, duyduklarına inanamayarak onları izliyordu."

Zihnini, yüreğini, sevdiklerini o kapının ardından bıraktı. Kapı deliğinden bakan gözlerinden bir daha gözyaşı akmadı. Şu ana dek.

"Ağabeyisinin sesi gelince bir umut ile, kalbine huzur dolmuş aptal çocuğun." Kendine aptal deyip durması beni içten içe bitire bile bunu şu anda dile getirecek durumda değildim.

"Çocuk yutkunmuş. Bir an küçük dilini de yutup, nefessiz kaldığını hissetmiş. Yarın, gece sularında halledeceğiz. O saatten sonra bir kaza denilir, ağalar üzerine düşmez demiş ağabeyisi." Benim gözüm yere çivilenmiş iken Adar kafasını bana çevirdi. Onun bakışları ile ben de hızla onun gözlerine baktım. "Neden bu çocuk aptal, biliyor musun?" diye sordu.

"Hayır," dedim, yüzümde oluşmayan mimik yerine, mırıltılı bir ifadeyle.

"Çünkü aptal çocuk, bu olanlara hala inanamamış. Demiş ki; onlar benim ailem, bana bunu yapmazlar. Saniyeler sonra duyduğu cümleye kadar..."

"Yarın siz de, Adar ile birlikte İstanbul'a gideceksiniz. Yarın gece Lorîn dışarıya çıkmak isteyecek. Orada Lorîn onu arabaya bindirecek, o sırada araba alevler ile harlanıp, patlayacak."

Onu... Kendi oğlundan değilde, başka biri hakkında konuşuyor gibiymiş.

"Ve aptal çocuk, bum!" dedi Adar, korku filmi izler gibi boş geceyi izlerken.

"Peki," dedim. Madem bu gece her şey bitecekti, bir sır bile kalmamalıydı. "Masum çocuk, nasıl kurtulmuş?" dedim, onun aksine hakaret etmeyerek.

Bana bakıp gülümsedi. Gözleri tekrardan kısıldı. "Aptal çocuk öldürüleceğini bilmesine rağmen hiçbir şey olmamış gibi oturup, gülümsüyormuş," dedi, bunu kendi bile yaptığına inanamayarak.

"Sonra ne oldu?" dedim, konuşmasına devam etmesi için.

Boğazını temizlemeden konuşması ile sesi hırıltılı çıktı. "Oturmuşlar koltukta. İstanbul, Beyoğlu'nda o gece iki ölü çıkmış ufak evden. Bir çocuk ile onu öldürmeye çalışan ağabeyisinin cesedini çıkarmışlar. Çocuk, duygularını, merhametini, sevdiklerini," dedi, kömür karası gözlerindeki kuyuyu bana göstererek. "Kendini o gece kaybetmiş."

Çocuk ölmüş, yerini kuzgun bir adam almış. Hayatı temsil etmiş... Ölü ruhlar için hayatı temsil eden bir Kuzgun.

Bakışları benden ayrıldı. Tekrardan, boş gecenin karanlığı karıştı kömür karası gözlerindeki derin harelere. Gecenin içinde benim görmediğim ama onun nefes almasını sağlayan bir hatıra, bir derin yara vardı.

Bana değil ellerine baktı. Avuç içini yavaşça araladı. Avucunu bana gösterdi. "Bak," dedi, üçüncü kez titreyen sesiyle. Baktım. Boş bakışlarım onun avuçlarında anlamını bilmediğim şekilde mekik çekti. "Çocuğun elleri."

Gözyaşım hızla yanağımdan süzülürken çocuğun ellerini avuç içime alıp, sıkıca tutundum. Ellerindeki kan... Yüreğindeki yaradan farksızdı. Belki de avucunun içinde her an ağabeyisinin kanını görüyordur.

"O gece onu çoktan silen ailesinin yanına gitmiş aptal çocuk. Kollarının arasında duran ağabeyisini büyük avluya bir çöp yığını gibi sermiş. Ağabeyisinin vücudunda beş bıçak yarası varmış. Vücudundaki kanlar, çocuğun ellerini, bedenini bulamış. Çocuk orada ağabeyisinin kanı ile Ali'den sonraki ilk kanı dökmüş. Büyük bir çığlık, büyük bir feryat çıkmış o gece bütün Mardin de. Tek Mardin değil, çocuğun öldürdüğü şehirdeki insanlar bile nasıl çocuğun bunu yaptığına anlam verememiş."

Beş bıçak yarası... Adar'ın açtığı beş bıçak yarası.

Onlarda Adar'a aynısını yapmayacak mıydı? Onu, kendi elleri ile öldürmeyecekler miydi?

Aniden bana döndü ama ben ona dönmedim. "Bana acımıyorsun değil mi?" dedi, şüpheyle karışık korkulu sesiyle. Ona acımam, ona vereceğim en büyük darbeydi.

"Sana değil," dedim, onun yanağına dokunarak. "Bir mevki için çocuğu öldürmeyi düşünen insanlara acıyorum."

Bakışları uçurumun arka tarafında duran ağaca değdi. Öyle bir baktı ki ağaca, bir an orada asılmış bir bedene baktığını düşündüm.

"O gece çocuğun doğum günüymüş," derken yüzündeki eşsiz gülümsemesini gösterdi geceye.

Çocuk, doğum günüde öldü.

"28 Ağustos 2010," dedi doğduğu ve öldüğü günü dile getirerek.

"Günlerden Cumartesi," dedi devam ederek. "Jehat Kıratlı gömüldü; Adar Kıratlı doğdu. Acımasız adamı gömerken, bir diğerini yarattılar."

Ruhu bu uçurumdan defalarca intihar edip, kendini yok ediyorken bedeni hala yanımda duruyordu. Saatler zihninde ileri değilde geriye doğru gidiyordu. Bir yıl değil, tam dokuz yıl öncesine gidiyor, orada yeniden yaşadıklarını yaşıyordu.

Film gibi hayatını, film şeridi gibi zihninde yaşıyordu belki de.

Karanlık bir ormanın içerisinde kalmış bedeni, kargaların kulaklarını çınlatmaları... Karga uğursuzluk getirir derler ya hani, sanki hayatımız sonsuz düzende devam ediyormuş gibi, onları suçlayarak.

"Ruhumdaki yara ile devam ettim ben yaşantıma, hayatımın ilerleyişi ile değil," dedi, hissizce çıkan, beşinci kez titreyen sesiyle.

"Ben," dedim ama ne diyeceğimi, nasıl davranacağımı bilmiyordum. Canı yanan bir insan sarılmak ister, saçlarının okşanmasını isterdi.

Elimi kaldırıp yanağına yaklaştırdım. Parmağımın ucu yüzünde yavaşça hareketlendi. Yavaşça okşadım. O ise bana bakmıyordu. Bakışları gökyüzündeki karanlıkta gömülü kalmıştı. Kendini orada görüyor, orada hissediyordu. Gece kadar karanlık dünyasındaki tek aydınlık içinde öldürdüğü çocuktu.

O çocuk ruhunun paramparça edilip, bir çöp yığını gibi dağılmasına rağmen hala ayakta duruyordu. Sadece çocuğun gülüşü solmuş, hisleri ölmüştü. Aynı çocuktu ama aynı merhameti yoktu.

Çocuğun ruhu öldü, toprağını yaşayan bedeni gömdü.

"Bedenini saran bir yılan, kulağına doğru yaklaşıp onu etkisi altına alıyordu. Kulağında yılanın tıslama sesleri geliyor, beni öldüreceğini tekrar ediyordu. Öldürmedi," dedi, kızgınlıkla. Öldürülmediği için lanet ediyordu. "Yılan zehrini bedenime yaydı ama..." Duraksadı. Düşünmüyor, söyleyeceği cümleyi kafasında toparlıyordu. "...öldürmek yerine süründürmek istedi. Başardı."

Onu zorla mı yaşattılar?

Söylediği hiçbir şey anlaşılmıyordu. Duygular bedenini sarmıştı ama bunu dile getirirken, zorlanıyordu. Bir insana geçmişini anlatmak, onun kendini aciz gösterdiğini nitelendiriyordu.

Bu nasıl bir rüya?

Rüya olamayacak kadar nasıl acı? Rüyalar insanı yönlendirir. Kimini korkutur, kimini güldürürdü.

Bizler rüyalarımızda bile hayatımızın gerçeklerinden kaçamıyorduk.

"O gecenin izi, vücudumda yara oldu." Yanılıyordu. Sadece bedeninde değil, ruhunda, zihninde izi geçmeyecek bir yara oluşturmuştu.

"Seni zorladığım için özür dilerim," diye mırıldandım. Evet, merak etmiştim ama onun canını fazlasıyla yakmıştım. Yarasını tazelerken, nasıl tekrardan saracağımı bilmiyordum.

"Geceleri neden seviyorum biliyor musun?" dedi, sönükçe çıkan, kısık sesiyle.

"Müneccim miyim, ben?" dedim, pat diye. Patavatsızlığını şu anda belli etmen hiç hoş olmadı Zümra!

Alayla gülerken yüzündeki gülümseme iyice yüzüne hakim oldu. "Her an böylesin işte," dedi, yüzüme bakarak. "İçime işlenen sesin ile patavatsızlığına bile razıyım."

Övdü mü, sövdü mü?

"Peki..." dedim, çekingenlik kaslarını sıkarken. "Ailen seni sildi mi?"

Kafasını salladı. "Mardin sokaklarında gece tek bir çocuk göremezsin sokakta, benden sonra kimsenin bu sokaklarda sürünmesine izin vermedim. Geceleri ısınmak için çöp konteynerinin içinde yatan birini gördün mü?" dedi, gülümseyerek. Nasıl gülümseyebiliyor? Geçmişini anlatırken nasıl hiçbir şey yaşanmamış gibi davranıyordu?

Bana, üç ay önce söylediği cümle aklıma geldi. Mardin sokaklarında kalmak nedir bilirim Böyle bildiğini bilseydim, orada sıkı sıkı sarılırdım boynuna.

"Seni nasıl tekrardan kabul edip, sözünü dinlediler?" dedim, kaşlarımı çatarak. Bu saçma olduğu kadar mantıksızdı da. Ne de olsa silip, yaraladığın çocuğu neden tekrar gelsin istersin ki?

"İstanbul'a gittim Zümra. Hayatımın dönüm noktası gerçekleşti. Hiç göremeyeceğimi, babamın bile görmek isteyip görmediği insanlar ile karşılaştım. İlk defa korkmuştum. Bakışları, dokunuşları, sesleri..." derken duraksadı. O anı düşündüğü için tekrardan ürpermişti. "Sokaklar çok tehlikeli Zümra. Mahalleler, sokaklar bela yuvasıdır. Ben o yuvanın arasında buldum kendimi. Bu yüzden ağa değilde, bir iş adamıyım."

Eğer Mardin de kalsaydı diğerlerinden tek bir farkı olmayacaktı ama o İstanbul da diğerlerinden farklı bir yaşantı sürdürdü.

Sokaklar... Benim bilmediğim, ama binlercesi şahit olduğum yer.

"Kimdi onlar?" dedim, kaşlarımı çatarak.

Adar bana döndü. Yüzünde tek bir mimik oynamadı. "Oraya girme, çıkamayız." Neden çıkamayız?

"Peki hala onlar ile samimiyetin var mı?" dedim, buna cevap vermesi umuduyla.

"Evet," dedi, bu sefer yanıt vererek. "Mardin'e gelmeden önce her gece aynı masadaydık. Bakma konuşmadığımıza," dedi ufak bir gülümseme ile. "Arabanın altına bomba koyup, üç ay komada yatmamı sağlayan adamların derisini yüzmüşler."

Vay be! Görüşmemelerine rağmen, birbirlerine bağlılar.

"Ama kan konusunda yardım etmediler," dedim, şaşkınlığın verdiği yamuk çıkan sesimle.

"Hapishaneye girmişlerdi," dedi. Ardından, "Onlar değil konu, onlar hakkında konuşma. Yerin kulağı var, onların kulaklarını çınlatır." Bu cümlenin üzerine gülmek istemiştim. Sanki bunlar birer ruh ve bizim etrafımızda dolaşıyorlar.

"Sonra?"

"Sonrası sürünme aşaması, başa geçecek kimse yoktu. Ben geçtim." Yalan söylüyor. O süreçte ne yaşadığını dile getirmek istemiyordu.

"Baban?" dedim, zorla konuşturmaya çalışarak.

"Babam kalp krizi geçirip, geberdi," dedi, zerre umursamadığını belli eden bir tavırla.

Bana baktı. "Babam geleceği için namı için her şeyi yapardı, biliyor musun? Ama annem yapmazdı. Onun darbesi beni yerle bir etti. O, yanımda olsaydı, ben böyle biri olmazdım. Soyadımı bile annemin soyadı yapar, onuda alıp giderdim buralardan," dedi. Her şeyi silmişti aslında. Herkesi ardında bırakıp, annesi ile birlikte gitmek istemişti.

"Özür diledi benden biliyor musun? Sadece özür dilerim indir dedi. Unuttu ama... Zehrini akıtmadan yıllarca duran bir yılanın yuvasına girdiğinde, özür dileyerek çıkamazsın."

Annesi ise en büyük darbeyi Adar'ın sırtına vurdu. Kötü olan, o darbelerin hala sırtında bir iz olarak kalmasıydı.

Ve hala pişkince yüzüne bakabiliyordu. Nasıl bu kadar duyarsız olabiliyorlar? Hiç mi vicdan azabı çekmiyorlar? Yaşanılan her şeyi Adar'ın, bir gece içinde unuttuğunu falan düşünüyorlarsa, bu tamamen kaçmaktı. Gayet iyi biliyor olmalılar, hiçbir şeyin unutulmayacağını.

"Peki sen, sokakta neler yaşadın?" dedim, parmaklarımı gerip, çekinmemek için çabalıyordum.

Gülümseme yayıldı yüzüne. "Zor zamanlarım, geleceğimi etkiledi," dedi. Ardından konuşmasına devam etmeden önce derince bir nefes aldı. "Sokakta buldum gerçek dostlarımı, onlar ile birlikte tekrardan ayaklandım. Evet, kendi hırsım ve öfkem de vardı. Ama onlar ile birlikte toparlandım."

Ben şimdi onları merek ettim, anlat dersem saçma mı olur?

"Sırtındaki izler?" dedim, aniden. Evet, o sabah o izlere şahit olmuştum.

Seslice yutkunduğunu sezdim. "Dışarıda kaldığım gecelerden kalan izler diyelim," dedi, anlatmayarak.

"Nasıl oldu bu izler?" dedim, ısrarla. Bir daha onu geçmişine götürmek, orada saatlerce boğmak istemiyordum. Bugün o okyanusa daldık, derinliklerine inmişken hiçbir şey elde edemeden dönemeyiz.

"Gece bir," demesi ile hızla ona döndüm. "İstanbul, Taksim de tarlabaşı diye bir mahalle. Neresi olduğunu bilmiyordum. Tek istediğim bir yer bulmak." Bir dakika ya... Orası bizim ilk evimizin olduğu semt.

Bir şey söylemeden devam etmesini bekledim. Ama ister istemez kafamda takılı kalmıştı.

"Birini fena şekilde dövüyorlardı. Susmam gerekiyordu ama susmadım. Gittim çocuğa yardımcı ettim," derken gülerek bana döndü. "Ben de bok yoluna dayak yedim."

Bu rahat tavrına gülmem işe o da eşlik edip gülmeye devam etti. Vay be! Adar dayak yemiş. Şimdi ise kimse karşısında duramıyor.

Buradan çıkardığım en büyük ders; kukla olmadan, yönetmeyi bilemeyeceğimdi.

Onu kukla gibi oynayıp kandırmaya yeltendiler. Adar ise kukla olduğu zaman, ne zoruna gittiyse onu yöneticiyken yapamadı.

Bu yüzden seni seviyorum kuklam.

"O çocuk sana teşekkür edip kaçtı mı?" diye sordum.

"Hayır," dedi, dudağının kenarı kıvrılırken. Bana doğru döndü. "Ablası sensin hatta."

O çocuk Berzan mı?!

"Yok ananın a-" Ben devam edecekken yüzünde ciddi bir ifade oluştu. "Küfür etmek kötü bir şey değil bence," dedim, haklı gibi davranarak.

"Herkese kötüdür de, senin ağzından çıkan küfür bile iltifattır bana," dedi, yalakalık yaparak.

Tek kaşımı kaldırmam ile kafasını salladı. "Pezevenk piç," demem ile yüzündeki memnun gülümseme silindi.

Kafamı geriye doğru atarken sıkı bir kahkaha attım. "Ne oldu?" dedim, alayla. "İltifatı beğenemedin mi?"

O ise sinirini dindirmek için kafasını farklı tarafa çevirdi.

"Ee, sonra ne oldu?" dedim rahat bir tavırla. Sinirli olduğu zaman daha da tatlı oluyor ama bundan haberi dahi yok.

"Sonra bu pezevenk ile sürünmeye devam ettik. Sonrası pek hoş bir hikaye değil, boşver," dedi, konuyu kapatarak.

Ben ise özellikle orayı merak ediyordum.

"Hmm," diye mırıldandım. "Onlar kim..." dedim, boğuk çıkan sesimle. Ona kimlerin yardım ettiğini merak ediyordum.

"İstanbul'a gidersem eğer, tanıştırırım," dedi Adar, kim olduklarını söylemeyerek.

"İstanbul'a gitme gibi bir planın mı var?" dedim, anlık gelen bir heyecanla. Adar'ı, Burak ile tanıştırmak isterdim.

Bana doğru dönüp, şaşkınca yüzüme baktı. Neden bu kadar heyecan yaptığımı anlayamamıştı.

"Eğer orada sıkıntı yoksa, evet," dedi. Ne sıkıntısı olabilir ki? Ağalar bitti şimdi de oradaki belalı dostların mı başladı? Aslında dikkatimi çekmedi de değil.

"Sen ister misin?" diye sordu. Heyecanımdan dolayı anlamış olmalıydı.

"Evet," dedim, hiç düşünmeden. "Seninle İstanbul sokaklarında dolaşmak, kız kulesine gidip oturmak isterim."

Kim istemez ki sevdiği insan ile doğduğu ama hayatını yaşayamadığı şehirde dolaşmayı.

"Sen istiyorsan gideriz yavrum," dedi, ufak bir tebessümle.

Yavrum mu dedi bu bana?

Ben alışık değilim ki böyle şeylere, söyleyince kalbim fırlayacak gibi hissediyorum.

Benim cevapsız kalmam ile bana döndü. "Sen de iltifat edebilirsin mesela bu çocuğa?" dedi, imalı bir tonlamayla.

Omuz silktim. "Ben iltifat etmem, yavrum da bir iltifat değildir," dedim, umursamıyormuş gibi davranarak.

Şaşkınca bana baktı. "Elinde kalacağım ben senin, belli," dedi, lafını çarpmaktan geri durmayarak.

"Razı değilsen yol, ahanda arkada. De get!" demem ile sıkı bir kahkaha attı.

Elini yanağıma sürterek, "Razıyım cadım benim, sen asıl beni çekmeye razı mısın?" dedi, sitemkar bir ifadeyle.

Benimle böyle çocukça konuşması mutlu ediyordu. Geçmişini anlattığı için üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi rahatlamıştı. Acısı derin, ama bunları saklamak daha da derin yaralara sebep oluyordu. Bağıra çağıra anlatmak istiyor, ama bunu yapıp insanların ona acımasını istemiyordu.

"Razı oluruz herhalde," dedim, ciddi bir tavırla. Yok istemem yan cebime koy Zümra!

Güldü. Onun gülüşü benim içimdeki alevleri dindiriyor, yerini buz yığınları almasını sağlıyordu. Gülüşü içimi dondurup, ona daha fazla sığınıp, ısınmamı sağlıyordu.

Sen hep gül, Gece'm.

"Sen çok güzel bir baba olacaksın," dedim, kısık çıkan sesimle. Onun baba olduğunu düşünmek, içimde büyük bir çiçeğin açışında ki, güzelliği yansıtıyordu.

"Bir çocuğu, acılarımın altında kalan ufak sevgi birikintileri ile yaşatmak istemiyorum."

Duraksadım. Bu cevabı değilde ona çok iyi bir baba olurum cevabını bekliyordum.

Sevdiğim adam çocuğuna ufak tefek gördüğü sevgi ile yetindirmek istemiyordu.

Oysa dünyada sevgi veremeyeceği halde çocuğu olan milyonlarca baba var. Baba demeye dilleri varmayan çocuları yetiştirdiklerini düşünen babalar.

🌚

"Bulutlarda karaydı. Aydınlık hiçbir tarafım yoktu. Sadece geceleri," dedi, bana doğru dönerek. "Geceleri aydınlandı, aynı şu an ki gibi. Yanımdasın ve her daim olacaksın. Olacaksın değil mi?"

Sesindeki meraklı bir çocuğu andıran tonlama, bu durumda gülmemi getirmişti.

"Olurum ama sen, benim yanımda her zaman olacak mısın? Hastalıkta, sağlıkta..." dedim, son iki kelimeyi kısık sesimle söyleyerek.

Adar'ın sabahtandır düşük yüzünde ufak bir tebessüm oluştu. "Evlenme teklifi mi ediyorsun?" dedi, kaşlarını alayla havaya kaldırarak.

Kaşlarım anında çatıldı. Sitemle, "Ne alakası var? Burada ciddi bir husustan bahsediyoruz. Utanmıyor musun, konuyu dağıtmaya?" dedim, kollarını birbirine kenetleyerek.

Birden bana doğru yaklaştı. Gerilirken, ona doğru dönmemek için direndim. Burnunu yanağıma sürtmesi ile titredim. Elleri belime kaydı, dudakları yanağımda baskı uyguladı. Yavaşça bir öpücük kondurdu.

Saçlarımı geriye doğru atarak, iyice yüzümü incelemeye başladı. "Hep böyle ol," dedi, memnun bir gülümseme ile kokumu içine çekerek. "Küçük bir çocuk gibi."

Seslice yutkundum. "Sen de, bana o çocuğu gösterecek misin?" dediğimde kaşları çatıldı. Hangi çocuk dercesine baktı yüzüme. "Sana aptal, bana masum olan çocuk."

"Öldü o, Zümra," dedi, bana karşı çıkan ince sesiyle. Bu sesi başka biri duysaydı asla Adar'ın sesi olduğuna inanmazdı.

"Ölü ruhunu diriltirsem," dedim, ona doğru yaklaşarak.

Nefesi yüzüme çarptı. Kokusu derince içime işledi. Gözlerim onun gözlerine kaydı. Yutkunduğunu fark ettim. Bakışları derince dudaklarımda mekik çekti.

Biraz daha yaklaştı. Dudağımda hissettiğim nefesi ile irkilsemde geriye çekilmedim.

"Ruhum seni içine çeker," dedi, ilk defa sezemediğim şekilde çıkan sesiyle.

"Çeksin..." Dudaklarımı kaplayan dudakları, usulca beni içine çekti.

Dudaklarım titriyor, vücudum kasılıyordu. Elleri enseme giderken, beni daha da fazla kendine doğru çekti. Ellerinin ikisini belime yerleştirmesi ile geriye doğru çekilmeye yeltendim.

Sadece yeltendim.

Ormanın içinde çırpınan yapraklar gibi çırpındı ruhlarımız. Onlar da, daha öncesinde böyle bir tutulma, böyle bir hissi yaşayamamıştı. Elleri yılanın tenine sürünmesini andıran bir dokunuşla, belimde kıvrandı. Müziğin melodisi, dudaklarımızın arasında usul usul çalıyordu.

Dilimdeki metal tat ile geriye doğru çekilmek istedim. Ama kuyunun dibindeki yılanın beni bırakma gibi bir niyeti yoktu.

Aldığı derin nefesi hissediyordum. Her an durup, nefes almak için soluklanacakmış gibi dursada, bunu yapmayacağına emindim.

Dili dilimi yılanın derisini çıkarışı kadar yavaş, azmi kadar kuvvetliydi.

Ellerinin birini belimden çekip, bacağıma dokundurdu. Ardından bir limonun suyunun çıkması için kullanılan kuvvetin aynısını bacağımda uyguladı. Ben limon değilim!

Dudaklarından hızla ayrılıp kafamı çevirecekken kafamı sabit şekilde tuttu. Nefeslerimiz birbirine çarparken yutkundu. Yavaşça çenemdeki gamzeyi okşadı, ardından ufak bir öpücük kondurdu. Bırakmasını beklediğim anda dudaklarını boynumda hissettim.

Uçurumun kenarında olduğumuzu unutuyor sanırım. Birazdan düşersem ilk ve son öpücüğüm olur.

"Adar..." demem ile tekrardan dudaklarıma kapandı. Günlerce bu anı mı bekliyordu? Ne bu hiddet, bu celal?

Dudaklarımı dişlemesi ile ağzımdan acı dolu bir inilti çıktı. Dudağımda ufak bir sızı oluşurken, iğne ucu kadar kanın aktığını düşündüm.

Hızla onun dudaklarından ayrılıp, "Sapık mısın Adar!" diye kızgınlıkla bağırdım.

Adar'ın yüz ifadesi anında değişti. "Sevdiğimi öpmek ne zamandan beri sapıklık oluyor?" dedi, ciddi ciddi bunu sorgulayarak.

"Öpmek ile yetinmediğinin farkındasındır umarım," dedim, hızla ayağa kalkarak. Buradan düşüp kalan ömrümü feda etmek gibi bir düşüncem yoktu.

Adar da benim gibi ayağa kalktı ama kaşlarını çatmıştı. "Bacağına dokundum," dedi, ardından bakışları koyulaştı. Sanki söylediği durumun yeni farkına varmış gibiydi. "Rahatsız oldun... Özür dilerim."

Düşündüğü şeyin aklıma gelmesi ile gözlerimin dolduğunu hissettim. Ferit'in bana yaptıklarından sonra travma olduğunu düşündü. Bu yüzden de özür diliyor.

Ağlamak istemiyorken, fazlasıyla da istiyordum.

"Özür dileme," dedim, ona doğru birkaç adım atıp direkt konuyu değiştirmeye yöneldim. "Evlenmeden olmaz manasında dedim," diyerek düşüncesini dağıtmaya çabaladım.

Dudağının kenarı arsızca kıvrıldı. "Gel, kocam ol diyorsun yani?" dedi, şaka yapmadığını belli eden bir ses tonunda.

Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. "Ne alakası var?" dedim. Olsa fena olmaz ama.

"Çok alaka, evlenmek istiyorum diyorsan kabulümdür," dedi, sanki ona gelip burada evlenelim diye yalvarmışım gibi.

"İstemiyorum," dedim, hiç bozuntuya vermeden. Gören gerçekten istemediğimi düşünürdü.

Bir şey söylemesine izin vermeden hızla ağaç evine doğru adımladım. Adımlarım bir çitanın yürüyüşü kadar bile hızlı değildi. Sıkıntı ise arkamda beni avlamak isteyen bir çitanın olmamasıydı.

Ağaç evine girmeden arabaya doğru adımladım. Belli etmesem bile Adar'ın söylediği her bir kelime zihnimde mekik çekip, yavaşça ruhuma sızıyordu. Canım yanıyordu. Onunkinin yanında köz parçası olamayacak derecede yanıyordu.

Onun kalbindeki, ruhundaki acı cehennem ateşinin buharının dünyaya verdiği acının kat ve kat fazlasıydı.

Yağmur yağıyor, gökyüzü karanlık. Yalandan birkaç gözyaşı ile seni o eve geri döndürdüler. Aynı filmi sana her gün, Fındık'ı gösterenler mi izletiyor? Aynı sahne, aynı senaryo, aynı son.

Ağabeyin mi, yoksa sen mi öldün?

O yaşadı, kahpece yaşayan birinin, onuru ile yaşayan bir adamın, onun katili olması ile gurur duysun.

Rüzgar bedenimi her an uçuracakmış gibi eserken, asıl fırtınanın arkamdaki adamda olduğunu anlamıştım. O rüzgarı estirmek ile yetinmeyip, yıldırımlar savuruyordu. Duramıyor, hiddetle devam ediyordu.

Konuyu uzatmıyordum ama ağabeyimin yaşadığı her bir acıyı bedenimde hissediyordum. Onunla aynı duyguları yaşadım. Aynı zamanda aynı masumlukta.

🌚

Araba son sürat gri beton zeminde ilerlerken, ben boş yolu izliyordum. Araba tekerleğinin sürtünme sesinin, zihnimin ortasında ilerleyişi ile gözlerimi sinirle yumdum. Bu ne böyle? Bu sesi dinlemek zorunda mı zihnim? Zaten kafamın içi dolu.

Sol tarafımda duran masum çocuğa baktığımda yüzünde ciddi bir ifade ile karşılaştım. Neden bu kadar ciddi? Az önce yanımda ağlayan o değil miydi?

Duygularını sadece bana belli edip, etrafındaki herkese sert davranması bana tuhaf şekilde iyi hissettiriyordu.

"Biliyor musun?" dedim, ufak bir tebessümle.

"Neyi?" dedi, bana değilde yola bakmaya devam ederek.

"Senin beni sevebilme ihtimalini hiç düşünmemiştim. İhtimal vermezken gerçekleşti," dedim. Bunları söylerken içimde ufak bir utanç oluşmuştu.

Alayla güldü. Dalgaya falan mı almıştı?

"Ben, senin benim gibi bir adam ile muhatap olmayacağını düşünüp, tehdit etmiş adamım." İtirafı ile şaşkınlıkla ona döndüm.

"Sen, beni bu yüzden mi tehdit ettin?" dedim, şaşkınlığım, ciddiliğimin altında kalırken.

Kafasını salladı. "Biraz konakta kalmanı istedim, bu yüzden de Derin'i kullanmak zorundaydım. Kafana silah dayasam, çıtın çıkmazdı. Ne yapsaydım?" demesi ile yüzümde derin bir gülümseme oluştu. Resmen ilk geldiğim günden beri bana karşı bir şeyler hissediyormuş. Ben de, Adar Ağa ne kötü, şerefsiz diyordum. Mazinin güzelliğini sanırım şu anda anlıyorum.

"Ayaklarıma kapanıp burada kal deseydin, kalırdım," dedim, egoist bir havayla. Ardından ona değilde camdan memnunca dışarıyı seyrettim.

"Yok, bize o işler ters tepiyor. Böylesi daha hoş," dedi, yüzünde ekşimsi bir ifade oluşurken.

"İlk zamanlar sana ettiğim küfürleri bir bilsen..." diye mırıldandım. Gülmemek için dudaklarımı bastırırken Adar ani bir manevrayla bana döndü.

"Ne söyledin arkamdan?" dedi, ciddiliğinden taviz vermeyen bir ifadeyle. Sinirlenmişti ve bu zerre umurumda değildi. Arkadaşımın canı ile tehdit eden bir adamın arkasından iltifat edecek halim yoktu.

"Aklına gelebilecek her şeyden bir tutam söyledim, diğerlerinin hatrı kalmasın diye," dedim, dudaklarım yukarıya doğru kıvrılırken.

"Ne kadar iyi kalpli bir kızsın sen, diğer küfürlerin hatrını hiç unutmuyor. İyilik meleği." Benimle dalga geçerken, dişlerini sıktığı gözümden kaçmamıştı.

"Sen, beni sevdiğini ne zaman anladın?" dedim, kaşlarımı havaya kaldırarak.

"İlkler kimse ile paylaşılmaz yavrum," dedi.

Ben kimse değilim. Ne olacak söylesen ve beni mutlu etsen?

"Söylemedin," dedim, burukça. Neden beni sevdiğini söylemiyordu. Tam olarak söyle işte.

"Neyi?" dedi, bana göz ucu ile bakan sinsi bir kuş gibi.

"Beni sevdiğini, cümlelerde belirtmen yetmiyor." Haklıydım. Söylesin, ben söyledim. Hem de iki kez söyledim.

"Sevginin dilden çıkan kelimelerine mi inanıyorsun Zümra? Gözlerim, bakışlarım hatta sana olan zaafım seni tatmin etmiyor mu? Bana güvenmiyor musun?" dedi, ciddileşerek. Birden bire böyle bir tavır sergilemesi beni şaşırtmıştı.

"Tatmin olmak ayrı, bunu duymak ayrı bir mesele. Söyleyince aciz bir adam olmuyorsun!" dedim, ters bir cevapla. Ardından cama dönüp, yolu izlemeye odaklandım.

Bozulduğumu anlamış olacak ki, elini elimin üzerine değdirmeye yeltendi. Elimi çekip bedenimi yan çevirip, dışarıya izlemeye başladım. Burnundan verdiği sıkıntılı nefesi umursamadım.

İlk defa duyacağım bir kelimeyi söylememesi çok saçma.

Bu duyguyu tatmak istiyordum.

"Zümra," dedi Adar, çekingen bir tavırla. Adar'a ne oluyor böyle? Benden çekiniyor ya!

"Ne?" dedim, gözlerimi kısarak. Bunda bir şey var, belli.

"Sen," dedi, gülümseyip bana bakarak. "Benim karımsın."

Bakışlarım anında onun yüzüne değerken, o pür dikkatle yola odaklanmıştı. Zihnim son kelimeyi tekrarladı. Karımsın...

"Evlenme teklifi mi alıyorum şu anda?" dedim, şaşkınlığını verdiği, daha önce hiç duymadığım sert sesimle. "Durdur arabayı durdur."

Adar, şaşkınca bana bakarken arabayı durdurdu. Hızla arabadan inip yavaşça boş yolun ilerisine doğru ilerledim. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım.

"Ne yapıyorsun Zümra?" diye seslendi Adar, arabanın önünde durup beni izlerken.

"Teklifi bekliyorum," diye bağırdım onun gibi. "Gel hadi, gamzem üşüyorum üşüdü bak."

Adar'ın adımları bana doğru yaklaşırken heyecanla olduğum yerde zıplamamak için kendimi sabit tuttum.

Adar'ın sıkı kahkahası boş yolda yankı yaparken kızgın bakışlarımı ona çevirdim. "Neye gülüyorsun?" dedim, her an üzerine saldırabilecek bir çakal gibi.

"Karımsın derken ciddiydim," dedi, ciddi tavrına geri dönerek. "O gece beni sevdiğini söylediğin an da, benim nikahlı karım oldun."

Ama ben evet dememiştim veya imza atmamıştım. Bu çok mantıksızdı. "Ne demek nikahlı karın oldum?" dedim, anlamsızca. Ben yine nasıl bir oyunun içine düşmüştüm?

Adar derince bir nefes alırken, bana doğru birkaç adım attı. Ellerini iki kolum yerleştirip, yüzünü yüzüme yaklaştırdı.

"Maalesef nikah memuruna silah doğrultmak zorunda kaldım. Mecbur olmasaydım yapmazdım ama evli olduğuma inanamaz ve araştırsalardı, Lorîn ile evlenmek zorunda kalırdım. Ama istemiyor, boşanmak istiyorsan, boşanırız," dedi. Son cümlede başını öne eğmesi ve sesinin kısık çıkması dikkatimden kaçmamıştı.

"Ben şimdi Zümra Kıratlı mıyım?" dedim, ufak bir tebessüm ve şaşkınlıkla. Level üstüne level derken bundan bahsetmiyordum.

"Kıratlı olmanın bir önemi yok," dedi, avuç içine yanaklarımı hapsederek. "Sen zaten benim ay ışığımsın. Gerisi yalan dolan."

"O zaman boşanırız," dedim, dan diye.

Adar'ın yüzünde oluşan gülümseme anında silindi.

"Boşanmayalım biz yine de," demesi ile sinsice güldüm. İlla onun gibi mi davranmalıydım?

"Ben evlilik teklifi aldığımı hatırlamıyorum," dedim. Bu benim hayatımda bir kere yaşanacaktı ne de olsa.

"Tamam," dedi Adar, rahat bir ifadeyle. "Yedi çocuğumun annesi olur musun?"

Yüzümdeki derin gülümseme silinirken, dudaklarım şaşkınlığın verdiği ifadeyle aralandı. "Yedi mi?" dedim, ifadesiz bir şekilde.

"Evet," dedi, bana göre ciddi tavrı ile.

Alayla gülmeye başladım. O ise kaşlarını çatı, neden güldüğümü düşündü. "Net boşanıyoruz," dedim.

O ise kaşlarını çatmış, "Tamam beş olsun," dedi, sanki performans projesi tartışıyormuşuz gibi.

"Bence bu konuyu kapatıp, eve dönelim!" dedim, dişlerimi öfkeyle sıkarak. Konuşmasına izin vermeden güya evlenme teklifi almak için indiğim arabaya teklif almadan yeniden bindim.

Hanzo! Net Hanzo!

Adar, arabaya binerken son kez bana baktı. Ben ise gözlerimi devirmiş, camdan bakıyordum. Dalgaya alıyordu ama çocuğu olmasından da korkuyordu. Ona sevgisini veremeyeceğini düşünüyordu.

Senin sevgin herkese yeterdi oysa ki.

🌚

Çiftliğe geldiğimizi görmem ile kaşlarım çatıldı. Neden evime değilde buraya getirmişti. "Hayırdır?" dedim, ciddi bir ifadeyle. Her aramızda yumuşak bir sohbet geçtiğinde beni ya konağa ya da buraya getiriyordu.

"Derin hanımlar gece gece kafayı bulmuş, o halde onu Şiwan amcanın yanına bırakamazdık değil mi?" demesi ile yüzüm düştü. Bu kız iyice alkole bulaştı. İstanbul da arada bir içerdi ama sadece Burak yanındayken, ona eşlik etmek içindi.

"Anladım," diye mırıldandım.

Arabadan inmem ile Kuzgun ile Toprak'ı görmem bir oldu. Bu sefer ayrı durduklarını görünce kaşlarım çatıldı. Onlar bizim gibi küsüyor mu?

Adar elini omzuna atarak ilerlemeye başladı. "Kızın hamile annesi," dedi, alaylı bir ifadeyle. "Anneanne oldun erkenden."

Yanlış mı duydum? Toprak hamile mi?

Minnak toprak mı gelecek?

"Harbi mi?" dedim, hala inanmadığımı belli ederek.

Adar kapıdaki adamların varlığını anımsayınca yüzündeki gülümsemeyi sildi. Az önceki çocuk gitti, yerine taş devrinden kalma Adar Kıratlı geldi.

"Harbi," dedi, soğukkanlı çıkan sesiyle. Geçmişten sonra kimsenin onu mutlu görmesine dayanamıyordu. Belki de haklıydı.

Onca yaşanmışlığın ardından onu gülümserken görmeleri ona eski çocuğu andırıyordu. Keşke içindeki o çocuğu bana da hissettirsen. Sen Adar Kıratlı'nın içindeki merhameti, sevgiyi gösteriyorsun. O çocuğun masumluğunu değil.

Kapının açılması ile soğuk hava dindi, sıcak hava tenime işledi. Anlık titremem ile ağzımdan ufak bir hıçkırık sesi çıktı. Adar ani çıkan hıçkırığım ile bana döndü. "Vıy," demesi ile yüzümde ufak bir sevinç oluştu. Adar benim yanımda gerçekten de o korkulan adam değildi.

"Refleksle oldu," deme gereğinde bulundum bir anda. Ama yaptığım mantıksızdı. Kim isteyerek hıçkırır ki?

Tam dudaklarını aralarken Boran kapıdan çıkıp bize baktı. "Sonunda gelme zahmetinde bulunmuşsunuz," dedi gülümseyerek. Saniyeler geçmeden bağırınca olduğum yerde irkildim. "Allah aşkına git şu baldızı odasına çıkart, çıldırttı beni!"

"Bağırma lan!" dedi Adar, sesini onun kadar yükselterek. "Sen de bizi böyle çıldırtmıştın." Haklıydı. O yaparken iyi benim kardeşim yaparken kötü.

İçeriye doğru ilerleyip koltukta oturan Derin'in yanına doğru ilerledim. "Kalk çingenem," dedim, alayla.

"Sensin çingene be!" diye bağırması ile gerçekten kafasının gittiğini anladım.

"Kalk hadi odana çıkartayım seni," dedim kolundan tutmaya çalışarak.

O ise tahmin ettiğimin zıttına uysalca kalktı. Yavaş adımlar ile salondan çıkacakken Adar ile Boran içeriye girdi. Derin, Boran'a bakıp alayla güldü.

"Bana bakan adamı dövdü ha bu," dedi parmağı ile Boran'ı göstererek. Ben şaşırsamda sadece bakmak ile yetindim. Adar ise umursamadan tekli koltuğa oturup, bacaklarını araladı. Ardından telefonunu çıkartıp, onunla ilgilenmeye başladı.

Tam ilerlemeye devam edecekken Derin durdu. Boran'a doğru birkaç adım atıp, yüzünü avuçlarının arasına aldı. Sakın onun yaptığı gibi yapıp sarhoşken ona iltifat etme Derin. Yoksa bu sefer asla Boran'ın dilinden düşemezsin.

Boran da, benim gibi şaşırmış olacak ki ilk önce Derin'e, ardından yanaklarını kaplayan ellerine değdi.

"Biliyor musun?" dedi Derin, hayranlıkla çıkan sesiyle.

"Neyi?" dedi Boran. Yüzünde ufak bir tebessümü fark etmem ile aralarında ufak bir etkileşim sezdim. İkisini tanımasam flört olduklarını düşünürdüm.

"Gözlerindeki mavi okyanusun içinde boğulmak isterdim," dedi Derin, parmağı ile yanağını okşayarak.

Boran'ın gözleri mavi değil ki Derin...

Burak'ın gözler mavi.

Boran'ın yüzünde anlamsız bir öfke oluştu. Hızla Derin'in elini itekledi. "Al götür arkadaşını!" diye bağıdı. Gözlerindeki öfke bedenini sararken, hızla içeriye sürgülü cam kapıyı çekerek, dışarıya çıktı.

Adar da arkasından yavaşça ilerledi. Neden bu kadar öfkelendiğini anlayamadım. Evet, yanlış ve kötü bir durum ama sanki Derin onun sevgilisiymiş gibi bir tavırla yaklaştı.

Yavaşça Derin ile birlikte odaya doğru ilerledik. Kapıyı açıp, Derin'i içeriye doğru ilerlettim. Derin, benim yardıma ihtiyaç duymadan kendini yatağa fırlattı. Saniyeler içinde üzerine örtüsünü çekip, uyudu. Zaten sarhoş olduğu için direkt uykuya dalıyordu.

Yavaşça odadan çıkıp, kendi odama doğru ilerledim. Kapıyı açıp hızla içeriye girdim. Kapıyı kapatırken omuzlarımda büyük bir elin baskı uyguladığını hissedip, olduğum yerde yere çöktüm.

Gözümde tam üç saattir biriken gözyaşları sonunda yanağımdan süzülmüştü. Ağabeyime mi, yoksa Adar'a mı, üzülecektim?

Yoksa bunlara rağmen ayakta durup, gülümseyen kendime mi?

Ağlamak kimine göre güçsüzlüktür. Bana göre ise güçlülüğünü diri tutmak için, içini dökmektir. İçimde biriktirmenin bana hiçbir zaman yararı olmazdı.

O kadar yorgundum ki, başım, bedenim, ruhum tamamen çökmüştü. Saatlerce uyumak ve her şeyi unutmak istiyorum.

Bazen gerçekten delirmek istiyordum.

Ayağa kalkıp üzerimdeki kıyafetten bir çırpıda kurtuldum. Dolaba baktığımda spor atleti gördüm. Ev sıcak olduğu için bunu giyebilirdim. Diğerleri kalındı ve benim terlemeye hiç niyetim yoktu. Atleti kafamdan geçirip hızla üzerime geçirdim. Saçlarımı kafamın ortasında dağınık bir topuz halinde toplayıp, kendimi tamamen yatağa atarak, derin bir nefes verdim.

Gözlerimi kapatıp bugünün yorgunluğunu birinin göğsünde yatarak atmak istediğim için, yastığa sıkı sıkı sarıldım. Saniyeler içinde o da bana sarılıyormuş gibi gülümsedim. İşte bir yastık ile mutlu olabiliyor insan.

Gözlerim bir anda açıldı. Parmaklarım dudaklarıma sürtündü. Adar ile öpüştüğümüz aklıma gelince göğsümün ortasındaki yanardağın dumanları daha da fazla havalandı. Ateş her an çıkıp, yerlere süzülecekmiş gibi hissettim.

Bir öpücük ne kadar da şey hissettiriyormuş.

Kapının açılması ile hızla yastığımı bırakmadan oraya döndüm. Adar içeriye girmeden, aralık kapıdan gülümseyerek bana bakıyordu. Göz kırpması ile yanaklarını küçük bir çocuğun yanağı gibi sıkasım geldi. Sanırım buna asla izin vermezdi.

İçeriye girip kapıyı sessizce örttü. Yatağımdan hafifçe doğrulamam ile sakince yatağıma oturdu. Elleri yanağıma ilerlerken, beklemediğim bir anda az önce hissettiğim duygunun kat ve kat fazlasının hissettim.

Yılan tekrardan dalın ucundan yavaşça ağaca doğru ilerledi. Ağaca hakim olmak istercesine her tarafta dolandı. İzini, dişleri ile çıkartıp, ağaca zarar verdi.

Dili damağımda döndü. Alt dudağımın onun dişlerinin altında paramparça olduğunu hissettim.

Geri çekinmem gerekiyordu.

Elimi göğsüne yasalarken, onu hızla ittim. Diğer türlü benden ayrılmak gibi bir niyeti olduğu gözükmüyordu.

Derin bir nefes verip arsızca sırıttı. Şevhetin bedenini ele geçirip, onu bana doğru ittiğini görebiliyordum.

"Neden ittin?" diye sordu, yanlış bir şey yapmışım gibi.

"İlk günden bu kadar öpen, ileriki zamanlarda..." devam etmesem bile ne demek istediğimi tam olarak anlamıştı.

"Uyuyacağım," dedim, tekrardan yastığıma sarılarak.

"Kocan ile uyumak daha çekici gelmiyor mu?" dedi, evli olduğumuzu hatırlatmak amacıyla.

Omuz silktim. "Gerçekten bir düğünüm olmadan," deyip onun yüzüne doğru yaklaştım. Dudaklarını düşlerken, gözleri sadece dudaklarımda çivili kaldı. "Yatağıma giremezsin."

Yüzünde azgın bir kurdun, vahşi bakışı belirdi. Gözleri onunki gibiydi... Her an saldırıp, etkisi altına alacakmış gibi.

"Öyle olsun," dedi, üzerime saldırmadan.

Alayla gülümsedim. O ise gülümsememe sinirlenmişti.

Gözlerimi kapatıp odadan çıkmasını beklerken, nefesini bir anda boynumda hissettim. Açıkta olan boynuma, sıcak dudaklarını bastırdı. Yukarıya doğru sürtündü dudakları. Kulağıma doğru üflerken, titredim. Gözlerimi açmamakta kararlıydım.

"Ez ji te hezdıkım, heyva dilemin."

Seni seviyorum, gönlümün ayı.


- Bölüm Sonu -

Hiç sevilemeyen bir çocuk, Adar Kıratlı..

Bölümde şurası çok dokundu! Dediğiniz yer?

Serdar hakkında düşünceleriniz?

Çok ter döktük bunlar öpüşene kadar.

Açıklamalar ve soru cevaplar için instagramdan takip edebilirsiniz.

Tik Tok = 1merve_w

İnstagram = 1merve_w

Continue Reading

You'll Also Like

867K 79K 46
jeon jeongguk, busan'daki okulunda sorun yaşayarak seoul'e taşındığında kuzeni park jimin'in arkadaş grubu arasında bulmuştu kendini.
54.7K 3.7K 25
Güneşte yanabilir, ormanda kaybolabilir, gecenin karanlığına hapsolabilir, okyanusta boğulabilirdim ama ben bir çift kahverengi gözün toprağına gömül...
1.9M 96.7K 78
"Çocukken yanağıma kondurduğun öpücük sayesinde tüm acılarım geçmişti. Şimdi ben senin kalbinden öpsem geçer mi? Tüm acıların diner mi?" İlk görüşte...
5.2M 38.3K 5
Sahte Masal artık dijital bir okuma programı olan HitReads uygulamasında yüklü olduğu için burada sadece ilk üç bölümü bulunuyor. Uygulamaya Google P...