VİSAL/TAMAMLANDI

By rmysaudade

147K 7.6K 2.4K

"Beni bu şehre sor, de ki; bu adam daha önce birisine böyle sevdalanmış mı? Sor. Bu adamın sol yanı benden ön... More

1. Bölüm
İlk.
2.Bölüm
3.Bölüm
4. Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.BÖLÜM
22.BÖLÜM
23.BÖLÜM
24.BÖLÜM
25.Bölüm
26.BÖLÜM
27.BÖLÜM
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
FINAL
Özel Bölüm

9.Bölüm

4.7K 282 75
By rmysaudade

Selam, biz geldikkkk.

Nasılsınız, ben harikayım ve size bayram hediyenizi getirmiş bulunmaktayımm.

Bayramınız kutlu olsun, gözlerinizden öperim 💖

.

....

🎵 Deniz Seki- Bu Sevda Bu Şehre Sığmaz

İnsanların hafızası bellek gibiydi, bazı şeyleri ne kadar silmek istersen beyninde o kadar fazla yer ediyordu. Unutamıyordunuz, belki de unutmak istemiyordunuz. Ama bir şekilde peşinizi bırakmıyordu o anılar işte.

Silmek istediğimdeyse bir süre sonra bunun için uğraşmaktan o kadar yorulmuştum ki, kendim karşısında ilk diz çöküşüm bundandı.

Bilecek ve acı çekecek yaşa gelmiştim, o an bunun hatırlamaktan daha ağrılı bir şey olduğunu öğrendim. 

2014 Kasım Ayı - Mihri'nin Annesi Melek Saraç'ın Ölümünden 10 Ay Sonra.

Aylar geçmişti, isterse seneler geçsindi o kız yine de bununla nasıl baş edeceğini bilmiyordu.

"Bir gün bilecek miyim, bir gün gerçekten buna alışacabilecek miyim?" diye kendi kendine defalarca konuşurdu geceleri. Nasıl baş edeceğini bilmek veya buna alışmak ona göre o zamanlarda güçlülük kavramıydı.

Bilirsen güçlüydün, alışırsan üstesinden gelmiştin.

Kasım'ın bu kadar soğuk geçeceğini asla tahmin etmiyordu. Diğer senelerde bu kadar soğuk muydu? Ya da şöyle sormalıydı. Onu üşüten annesizlik miydi yoksa Kasım mı?

Artık eve gittiğinde annesinin yaptığı sıcacık yemekten yiyip ardından onu ısıtacak olan kalörifer yerine annesine sokulup hayaller kuramayacaktı. Anlamıştı, Kasım ondan bu kadar soğuktu.

Bir kaç gündür olduğu gibi bugün de bardaktan boşalır gibi düşüyordu damlalar karanlık gökyüzünden. Gök gürültüsünün arada çıkardığı kokutucu uğultamasıyla, kızın ürkmüş gözleri anlık da olsa etrafta geziniyordu. Korkuyordu.

Yıldırım son bir kaç günde onu bu yağmurdan almaya geldiği için hasta düşmüştü ve evindeydi. En son sabah erkenden kalkıp gitmeden yanına uğramıştı ve iyi olmasını dileyerek işe gitmişti.

Evet, annesinin vefatının üzerinden henüz on ay geçmişti fakat bir buçuk ay önce on sekiz olmuştu Mihri.

6 Eylül.

Annesini on yedisinde bırakmıştı da, kendisini on sekizine zor atmıştı sanki. Büyük bir binanın en yüksek katından atar gibi atmıştı, kanı zemini boyarken o canavarın tek derdi, o kızın hâlâ ayakta durması gerektiğiydi.

Daha fazla kanatmak için miydi? Zaten on sekizine bütün kanını bırakarak girmemiş miydi? Bu neyin düşmanlığı ve nefretiydi?

Okulu bitmişti, üniversite sınavına hazırlanması gerekiyordu, yaşıtları bunu yapıyordu tek dertleri buydu fakat Mihri'nin 3 yaşında ki kardeşine bakması gerekiyordu.

Hayali vardı, hep çizmek istiyordu. Elinde bir kalem ve önünde bembeyaz bir sayfa olsun, zihni hiç susmasın, kenarda en sevdiği şarkılar çalsın, o hep çizsin istiyordu. Fakat ablaydı. Kardeşinin sığınacağı tek yerdi, ona annesinin eksikliğini hissettirmeden o canavar gibi olmasına izin vermeyecek ve en güzel şekilde büyütecekti.

Neyse ki Yıldırım'ın babası Sedat Amca ona bir iş bulabilmişti. Yaşına yeni girmesi çoğu yerde sorun olabilirdi bu yüzden araya tanıdıkları sokmak en iyisi olmuştu. Evden otuz beş dakika bir mesafedeydi çalıştığı cafe, fakat yağmur yürümesini o kadar zorlaştırıyordu ki üstüne üstlük evden çıkmadan Yıldırım'ın aldığı şemsiyeyi de beraberine almayı unutmuştu.

Alelacele Yıldırım'ın evlerinin önüne geldiğinde Nesibe sultanın içeriye girmesi için diretmesini yok saymak zorunda kalmış ve kucağına aldığı kardeşiyle hızla evlerine doğru koşmuştu. Kısa sürenin ardından eve vardığında kardeşini koltuğun üzerine oturatarak saçlarının üzerine bir öpücük bırakmıştı. Kenarda duran oyuncaklarını da önüne yığarak, üzerinde ki montu hızla çıkartıp kalöriferin üzerine bıraktı.

Mutfağa geçip yemek ısıtacağı sırada ahşap merdivenlerin gıcırdama sesini duydu. Bu demek oluyordu ki evdeydi. Ondan korkmuyordu, canavarlar korkutmak içindi kalpleri fakat genç kızın kalbi o kadar ağır korkulara gebe kalmıştı ki ona yer kalmıyordu. Onun iğrenç yüzüne, bakışlarına yer yoktu.

Nasıl böyle olmuştu? O küçük, babası için her şeyi yapacak kızın kalbi ne zaman bu kadar reddeder olmuştu onu. Hangi kanamasından sonraydı? Hangi birinden sonraydı?

Saçlarında ki ıslaklık genç kızın sırtında ki kazağın boydan boya ıslanmasını sağlarken, içinden bir ürperti geçti. Adımların en son mutfakta son bulduğunu hissederken sırtında ki gözlerin de bilincindeydi. Ne söyleyecekse söylesindi ve gitsindi, artık canını yakmıyordu sadece aç olan kardeşini doyurmak istiyordu bir an önce o kadar.

Arkasında ki varlığı yoksayarak buzdolabına yöneldi ve dünden kalan mercimek çorbası ardından makarnayı çıkartarak ocağa koydu. Dolaptan çıkardığı yemek tabağını alıp arkasında ki masaya döndüğünde gözleri anlık ona çevrilmişti. İçmişe benziyordu ve ne yapacağı belli olmayan bir zamanına denk gelmişti yine. İçinden şimdi olmaz diye geçirdi.

 Kardeşimin içerideyken olmaz, o daha çok küçük.

Masayı kurmaya devam ederken, karşısında ki varlığın öfkeli hamlesiyle kalakaldı. Bir kez bile okşamak için uzanmadığı eli, derisini koparırmışcasına genç kızın saçlarına asıldı. Canı yanmıyordu artık sadece kısa sürsün istiyordu. Bir gün biteceğini, bu yaptıklarını ona tek tek ödeteceğini biliyordu. Ona hak ettiği cezayı kendi elleriyle verecekti. Bu yaptığı ona boyun eğmek miydi? Hayır. Bu her şeyden yorulmuş bır kızın kendisini suçlaması sonucu yine kendisine verdiği bir cezaydı. Annesini kurtaramamıştı ve onun çektiği bu acıyı kendine çektirmeye hak görüyordu. Annesinin şiddete uğradığını ise Nesibe sultanın cenaezede arkadaşının arkasından yaktığı ağıtlar sonucu öğrenmişti. Mezarına bakmak artık gittikçe daha da ağır geliyordu. Bu yüzden ona göre bunu yaşamak zaten olması gereken bir şeydi. Sadece beklediği doğru zamandı, o an geldiğindeyse saçlarını kavrayan bu eller paçasına yapışacak ve özürler dileyecekti. Fakat asla merhamet etmeyecekti, gerekirse dünyanın en acımasız kızı olarak da bilinenilirdi ama bir damla merhamet göstermeyecekti.

Peki kime olacaktı dilediği özürler? Bir kez bile yüzünü güldürmediği, her acısından sonra çocukları için gülümseyen karısına mı, aynı evde, aynı odada, aynı masadayken, babasız bıraktığı kızına mı?

"Nefret ediyorum senden biliyorsun değil mi? Bu saçlarından, her gün o yüzünü görmekten nefret ediyorum!"

Biliyordu. O kadar iyi biliyordu ki, bundan sonra bilmediği hiçbir şeyin önemi yoktu. 

 "Bırak, Yağız'ı yedirmem gerekiyor." 

Sandalyenin ucunu kavrayan eli daha da sıkılaşırken, saç dipleri şimdiden ağırmaya başlamıştı. Tanıdık ellerin varlığı bir anda yok olurken, elleriyle dağılmış saçlarını toparlamanın ardından ocakta ki çorbaya yöneldi ve kaynadığını görerek karıştırmaya başladı. 

"Seni şimdiye kadar kapının önüne koymadıysam ona dua et. Sana yeterince alışmıştı, üzülmesini istemiyorum. Şimdi yedir oğlumu, bu vakite kadar öldü açlıktan." 

Oğlu açlıktan, kızı acıdan ölüyordu. Kızı. Bir yazarın parmaklarından dökülen bu kelime, kesikler oluşturuyordu parmak uçlarında. Bilmem hangi şarkının kaçıncı saniyesindeydi ve kaçıncı kelimesini döküyordu satırlara, bir kelime her şeyi unuttuyordu ona da. 

Arkasında ki adımların oturma odasına yöneldiğini hissederken yemekleri ısıtmaya devam etti. Annesi her gün bu adama katlanıp onca acıya rağmen nasıl gülümseyebiliyordu? Anneler neden her zaman bu kadar acıyı göğüslemek zorundaydı? 

Ağlıyordu fakat canı yandığı için değildi. Başı çok ağrıyordu ve annesiyle aynı yerden acıyordu.

Anılar neden bu kadar acımasızdı. Neden hep olmadık anda düşüyorlardı insanın zihnine. Yaralanmak bu kadar kolay mıydı, bazı şeyleri unutsak ve hiç hatırlamasak olmaz mıydı?

O kadar rahatlamış hissediyordum ki kendimi, bunun kelime olarak bir karşılığı yoktu sanki şu an. Ayaklarımın sızladığını hissedebiliyordum, böyle hissetmeye alışıktım fakat hamlamıştım sanırım.

İşe başlayalı neredeyse üç gün oluyordu ve ben o üç günde bu hale gelmiştim evet. Öğle araları oldukça yoğun oluyordu, doğruyu söylemek gerekirse bu kadarını beklemiyordum fakat baş edebiliyordum. Benim dışımda üç kişi daha bulunuyordu cafede.  

Bir çift vardı. Tamer abi ve Eylül abla. Eylül abla mutfakla ilgileniyordu, Tamer abi ise sipariş hazırlamayla. Uyumlarına bakınca oldukça uzun zamandır burada çalıştıklarını anlamak güç değildi. Eylül ablanın burada ki işinden başka bir de kuaför dükkanı bulunuyordu ama oraya vakti olmadığı için ilgilenme kısmına arkadaşı bakıyordu. Bütün bunların dışında, üniversitesinden dolayı yarı zamanlı çalışan Buğra vardı bir de.  Üç gün içinde beni Trakya şivesiyle oldukça güldürmüştü. Başlayalı daha çok az bir zaman olmasına rağmen hepsi çok iyi insanlardı. 

İş çıkışında ise, ilk gün müsait olduğu için Fırat abi alsa da kalan iki günde bu akşam olduğu gibi Yusuf'la birlikte dönmüştük. Arabada genelde sohbetimiz pek olmuyordu, olunca da Yusuf'un yersiz sataşmalarıyla geçiyordu. Kalan zamanda işle ilgili konuşurken genelde halsizlikten uyuya kalan taraf oluyordum ve Yusuf tarafından uyandırılıyordum. 

"Abla, bu kadar yetmez mi dengede duramıyorum artık."

Yağız ayaklarıyla sırtımı çiğnemeye son vermiş yanıma devrilirken esnedim. Oldukça iyi gelmişti. "Teşekkür ederim ablacığım, harika hissediyorum." 

Kocaman gülümseyerek karşılık verdiğinde yanağına sulu bir öpücük bıraktım. "Ya abla şöyle öpmezsin mi?" 

Yüzüstü uzandığım yatakta toparlanırken kardeşimin üzerine çullandım ve inadına o şekilde öpmeye devam ettim. Çok güzel kokuyordu, annem gibi kokuyordu. Benden o koku çoktan gitmiş gibi hissediyordum ama Yağız'dan hiç gitmesin istedim. Çünkü ancak ona sarılınca anneme sarılıyormuş gibi hissediyordum, sanki kardeşim ben ve annem sarılıyor gibiydik. Bu hissi kaybetmek istemedim. 

Hareketlerimin kısıtlanmasına, Yağız'ın gülümsemesinin kesilmesine yol açan şey komidinin üzerinde duran telefonumun zil sesiydi. Yağız daha yakın olduğundan dolayı uzanıp telefona bakarken, yüzünde ki gülümseme tekrar yerine oturdu. Bekletmeden telefonu açarken, hemen yanıma gelip kadraja ikimizinde girmesini sağlamıştı. Karşımda beliren yüzle aynı Yağız gibi ağzım kulaklarıma geçerken, gözlerimin buğusunu geri yollamaya çalışıyordum. 

"Kuzularım benim, nasıl özledim sizi." 

Nesoş dolan gözlerini elinin tersiyle silerken Yağız, "Biz de seni çok özledik Nesoşum, ağlama geleceğiz biz ziyaretinize." diye cevap verdi. Nesibe sultan da düşmüş ses tonunu fark etmiş olacak ki anında toparlanıvermişti.  

"Yağız'ım, sevdin mi oraları arkadaşın varmış öyle duydum anlat bakayım." 

Yağız'ın adeta gözlerinin içi parlarken, beklemeden hararetli konuşmasına girişti.

"İlk geldiğimiz günün sabahında dışarıda inekler vardı Nesoş. Ben ablamdan önce uyanmıştım üzerimi değiştirdik Sakine ablayla sonra hemen oynamaya gittim. Seyit abi var, o arkadaşım işte, onunla oyunlar oynuyoruz hep. Burası çok güzel Nesoşum, her sabah inekleri görüyoruz elimi yalıyorlar ama hiç korkmuyorum gıdıklıyor sadece. Bir de Seyit abim birlikte aynı okula gideceğimizi söyledi." Bakışları beklentiyle beni buldu. "Gideceğim değil mi abla, ne zaman yazılacağım okula?" 

Yüzümde ki gülümsemeyi sabit tutmaya çalışarak kardeşime bakarken, bu konuyu onunla konuşmam gerektiğini unutuvermiştim. Melisa hanımın dediği gibi mahkeme onun da görüşüne başvurabilirdi ve onunla en kısa zamanda konuşmam gerekiyordu. Bir yandan ona yalan söylemek de istemiyordum. 

"Gideceksin elbette canımın içi ama bu konuyu seninle abla kardeş konuşmamız gerekecek. Tamam mı?" Yüzünün düştüğünü görebiliyordum fakat bunu bana elli etmemek için iri yeşil gözleriyle "Olur ablacığım." diyerek yanıt vermesinin ardından odanın kapısı tıkatıldı. Yağız, telefonu elime bırakıp ben daha cevap vermeden kapıya yöneldi. Sonrasında çok kısa bir aralık bırakarak gelen kişiye baktığında yüzüne ki o mutsuz ifade silinmiş gibiydi. 

"Sen aşağıya inmeyince ben yukarı geldim, odada trenle oynayalım mı sen yokken çok sıkıldım." Sesin sahibi Seyit'ti. Kardeşimin başını hevesle salladığını gördüğümde, kapıyı aralık bırakarak yanıma koştu. 

"Nesoşum arkadaşım çağırıyor, oyun oynamak istiyormuş bensiz sıkılmış gidebilir miyim?"

Nesibe sultanla gözlerimiz buluşurken sitemle, "Sensiz de oynayamz mıymış, git o zaman kuzum bekletme arkadaşını konuşuruz biz yine." diye cevap vermesinin ardından, kardeşim ekrana öpücük atarak odadan çıktı. Nesibe sultanla başbaşa kaldığımızda, gözlerinin doluluğu tekrar geri geldi. 

"Sakın ağlayayım deme, bak ucundayım zaten bırakırım bende Nesoş." 

Bir damla gözyaşını daha yol bulmadan elinin tersiyle silerken, ıslak gözleri gülümseyerek beni buldu. Arkadan uğultulu bir ses duyulurken kısa bir süre sonra kadraja Yıldırım girmişti. Elinde pasta tabağıyla beni görmeyi beklemezken, ifadesinin bir anlığına duraksadığını fark ettim fakat hemen toparlandı. Yüzümde bir şey mi vardı, neden öyle bakmıştı? Elinde ki pasta tabağını arkasında ki masanın üzerine bırakmasının ardından Nesibe sultanın yanında ki yerini aldı. 

"İşe başlamıştın yavrum, nasıl geçiyor burada ki kadar zor mu?"

"İş sonuçta Nesoşum, yoruluyor tabi insan ama üstesinden gelemeyeceğim bir durum değil. Biliyorsun beni." 

Karşımda ki kadın imayla "Bilirim, bilirim." diyerek gülümserken bakışlarım hemen yanında ki Yıldırım'ı buldu. Gözleri yüzümde gezinirken ona baktığımdan bir haber gibiydi. Sonunda annesi tarafından dirseğinden dürtülürken kendine gelmişti. 

"Şu haline bak Yıldırım, resmen özlemimden prangalar eskitmişsin." 

Yıldırım, her zaman ki halinden farklı gibi duruyordu. Bir şeyi var gibiydi fakat çözemiyordum, durgundu ve bu hiç onluk bir durum değildi. Annesiyle anlık göz göze gelmelerinin ardından ikisinin de bakışları beni buldu. "Siz benden bir şey mi saklıyorsunuz, ne öyle bakışıp duruyorsunuz?" 

"Yok kızım ne saklayacağız senden, yorgun bu aralar bu eşek ondan böyle."

Bakışlarım tekrar Yıldırım'a kayarken, yorgun gözüktüğünü yeni yeni fark ediyordum aslında. Göz altları şiş gibi duruyordu. Derin bir nefes verip ardından solgun yüzüne rağmen hafifçe sırıtarak, "En son insana benzeyeceksin diye bıraktım seni, ben bir fark göremiyorum Mihri." diye dalgasını geçerken gözlerimi devirdim. 

"Benimle dalga geçecek enerjin varsa senin hiçbir şeyin yok, ilgi arsızı olmuşsun sen." 

"İlgi, arsızlık falan hiç bilmem öyle şeyler ilk defa duyuyorum şu an." 

Nesibe sultan arkadan oğluna gülerken,  aklıma gelen şeyle söze atıldım. 

"Aslında aramanız iyi oldu, ben de size haber verecektim." 

Yıldırım, aniden oturuşunu dikleştirirken Nesibe sultan pür dikkat ağzımdan çıkacak kelimeleri bekliyordu. 

"Bugün vekaletname verdim avukata Yağız'ın vasisi olabilmek için. Bir hafta içinde oraya da ulaşır gerekli belgeler." 

Nesibe sultan başta tepki veremezken, Yıldırım, "Mihri o şerefsiz, kağıt eline ulaştığı an artık durmaz biliyorsun değil mi? Kudurur, sizi bulma ihtimalini saymıyorum bile." diyerek endişesini belli ederken, annesi "Allah korusun." deyip parmaklarının eklem kısımlarını yan tarafında ki sehpaya vurdu. 

"Ne yapsaydım Yıldırım, bu çocuk bir yerde okula başlamak zorunda. hayallerimiz için yaptık bunu, özgür olmak için yaptık. Burada da mı hapis hayatı yaşayalım? Bir zaman sonra Yağız'ı kaçırmış gibi olacağımı hesaba katmıyorum bile. Biz buraya ne için geldik, eğer tüm bunları yapmayacaksam daha doğrusu yapamayacaksam neden orada kalmadım. Bu kadar şeye neden başladım? En yakın şahidim sensin Yıldırım, bana durmaz diyorsun. Bu saatten sonra ben duracak mıyım? Ben kenarda susup oturacak mıyım?"

Yıldırım, başını iki kolunun arasına almış öylece söylediğim her bir kelimeyi dikkatle dinlerken çoktan söyledikleri için pişman olmuştu, bunu görebiliyordum. Yıldırım'dan bakışlarımı çekmemi sağlayan kapının açılma sesi olmuştu. Yaren görüş alanıma girdiğinde gözleri telefonuma kaydı. "Şey, ben çaya çağıracaktım seni de. Kusura bakma çalmadan girdim öyle." diyerek kendisini açıklamaya çalışırken, az önce ki hararetli konuşmayı ben yapmamışım gibi gülümseyip, "Sorun değil canım." diye yanıtladım onu. "Çok az bir konuşmam kaldı şimdi geliyorum." 

Yaren, kapıyı çalmadan girmenin verdiği mahcubiyetle odadan çıkarken bakışlarım tekrar telefona döndü.

"Biz arkandayız kızım, sen en doğru olanı yapmışsın. Bugün olmazsa yarın olacaktı velhasıl bir gün olacaktı. Git çayını iç gönül ferahlığıyla, Yağız'ımızı ona bırakmayız. Rabbim yardımcımız olacak inşallah." Nesibe sultanın söylediği her bir kelimeyle inancım daha da artarken, Yıldırım derin bir nefes çekti içine. Bakışlarımız birbirine değdiğinde sanki birbirimize anlatacak çok şeyimiz var gibiydi. Gözlerimin en derinine, en dibine bakmaya çalışıyordu. Konu görmek değildi, Yıldırım oraya bir şeyler bırakmak istiyordu. Onun nesi vardı?

"Benim az içeride işlerim var Mihri'm. Tekrar konuşuruz oldu mu, sıkma canını. Dikkat edin kendinize, geçen ki gibi hastalanmayın." 

"Tamam Nesoşum, aklın kalmasın bizde. Allah'a emanet ol." 

Nesoş, ağır bakışlarını oğlunun üzerinden çekerek yanından uzaklaşmış ve adım seslerinden anladığım kadarıyla içeriye geçmişti. Yıldırım şu an oturma odasında yalnızdı. Sağ eliyle telefonu tutmaya devam ederken, diğer eli saçlarının arasına gitmiş, yer yer ise yüzünü ovuşturuyordu. 

"Yıldırım, sorun ne? Seni bu kadar huzursuz eden şey ne?"

Bakışları çakı gibi gözlerime çakılırken, içine çektiği nefesi hırsla geri verdi. 

"Yanında değilim, yanınızda değilim Mihri. Sen oradasın, ben burada. Karar vermişsin, bir çok şeye cesaret gösteriyorsun ama ben yanında değilim." 

"Yıldırım, beni buraya yollarken ne söylediğini hatırlıyor musun?" Hatırlamak istemiyor gibi baktı. Gözleri hatırlatma der gibi bakıyordu fakat bunu yapacağımı biliyordu. 

"Her zaman kolay yolu seçemeyeceğimi söylemiştin. Bazen hiçbir seçenekte kolay olanı bulmazsın demiştin." Keşke bana böyle bakmasaydı, o zaman boğazımda ki demir tellerin arasından çıkarmak zorunda kalmazdım harfleri. "Ne kadar güçlü olduğumu biliyordun ve bunu kabullenmemin vaktinin geldiğini söyleyen de sendin." Yıldırım, dirseğinden kırdığı kollarını dizlerine dayamış ve telefonu sehpaya koyarak sabitlemişti. Avuçlarını birbirine kilitleyip ovuştururken bakışları yüzümden ayrılmamıştı. 

"Aramızda ki mesafe üç saatlik bir yol demiştin bana. Bir alo demene bakar demiştin. Yıldırım yanımdasın. Sen, Nesibe sultan, Murat abi, Sedat abi. Yanımdasınız, ben sizin görünmez ellerinizi omzumda hissediyorum, hep oradaydı. Hep olacak." 

"Bilmiyordum," diye girdi söze. "Ben savunmasız hissettiğin en ufak bir anın ihtimalinde, bana sığınmanı bu kadar çok istediğimi bilmiyordum Mihri." 

Karşımda ki bu adam sanki ben ona sığınayım diye vardı gerçekten. Buna ne diyeceğimi bilemiyordum. Aynı durumda olsak bende onun yanında olmak isterdim fakat kendi işi vardı, ayrıca babasına da yardım ediyordu. Onun varlığına elbette ihtiyacım olacaktı ama öyle bir şeye kayıtsızca atlamasını istemiyordum. Onunda bir hayatı vardı, onunda artık bir düzeni olmalıydı. Ayak bağı olmak istememek değildi bu aslında, sadece bir şekilde her kafam sıkıştığında kendi başıma halletmem gerektiğini öğrenmeliydim. Onun da dediği gibi, artık gücümün farkına varmalıydım. 

"O omuzları benim için yaptığını biliyordum işte ya." Konuyu dalgaya vurmak ikimiz içinde bu konuşmanın iyi hatırlanması için tek seçenekti.

"Mihri, yapma bak manyak olursun." 

İkimizin de karşılıklı sesli bir şekilde gülmesinin ardından gelen sessizlik konuşmayı bitirmemiz gerektiğinin habercisi gibiydi. Yıldırım'da bunu anlamış olacak ki, "Git hadi." diyerek tebessüm etti. Siyaha yakın gözlerinin kenarı hafif kırışırken "Sen de pastanı ye." diye uyarıda bulundum. 

"Oradan bile gözün tatlımda kalmaz be." 

"Tamam hadi kapat, aşağıya ineceğim yeter." 

Durgunlaştı. "Bir şey olursa haber ederim sana. Sizde dikkat edin kendinize." 

"Ederiz, aklın kalmasın bizde. Nesoşuma iyi bak, Sedat abiye selamlarımı söyle. İyi akşamlar." 

Telefonu kapamamızın ardından, gelen uyarıyla şarja bıraktım ve hafif nemli saçlarımı arkadan tokayla tutturarak aşağıya adımladım. Aklım Yıldırım'da kalsa da onun benden beklediği şeyleri  yapacaktım. Her şey güzel olacaktı, düşündüğümden hayal ettiğimden çok daha güzel bir hayat yaşayacaktık kardeşimle. İnanıyordum. Belki çok zorluklarla karşılaşacaktım, çok yara alacaktım ya da bir çok kez ayaklarımın altından çekilmek istenecekti yürüdüğüm yol. Ben, yeni yollar inşa etmem gerekse de dönmeyecektim. Yıldırım'ın bana inandığını biliyordum, kendime inanmadığım her an bana inanan varlığı oradaydı çünkü. Yanı başımdaydı, endişesini anlayabiliyordum fakat bu yolda benden istediği gücün fazlasına sahip olduğumu ona gösterecektim. 

Aşağıya indiğimde, oturma odasında sadece birbirlerine karşı oturan ikili grubu gördüm. Leyla abla ve Yaren, Fırat abi ve Yusuf' karşı karşıyalardı. Yan taraflarında ise geçen akşam gelen Umut'u gördüm. Gözlerim istemsizce Yaren'in yüz ifadesinde gezinirken, her şey normalmiş gibi duruyordu. Fakat öyle olmadığını çok iyi biliyordum. Seyit ve kardeşim ise ortalıkta gözükmüyorlardı, odalarında olmalıydılar. Bakışlarım etrafta gezinirken, Sakine ablanın ve Fadime sultanın seslerinin mutfak balkonundan geldiğini duydum. Gülme seslerinden anlaşıldığı üzere oldukça eğlenceli bir sohbetin içindeydiler.

Adımlarımı odaya taşıdığımda, hararetli bir tartışmanın içinde buldum kendimi. Öyle ki geldiğimi bile fark etmemişlerdi. 

"Ya abi oyunbozanlık yapıyorsun. Sana torpil yapıyor bu ya, resmen kelimenin aynısını söyledin işte."

Bu derken hemen yan tarafında ki Umut'a sinirli bakışlarını gönderiyordu, o ise Yaren'in bu sinirli halinden memnun gibiydi ki bıyık altından gülümsemekle yetinmişti. Yaren bunu fark ettiğindeyse kaşlarını daha da çatmıştı, Umut ise boğazını temizleyerek ifadesini toparlamaya çalışıyordu. 

"Daha neler çok gizli anlattım, yapmadım öyle bir şey. Ağlama yeniliyorsunuz diye."

Abisinin kelimeleri üzerine bu defa bakışları ona doğru döndüğünde, daha karşılık vermek için söze girmemişken Leyla ablanın agresif sesiyle hepimiz kalakaldık. 

"Hadi oradan be, yenilmekmiş. Almışsın yanına bu portakal kafalıyı güya bizi kekliyorsun." 

Portakal kafalı diye gösterdiği kişi Umut'tan başkası değildi ve işin komik yanı portakal renginden çok sarıya kaçık bir rengi olmasıydı.

Umut, "Yenge portakal falan biraz ayıp olmuyor mu ya? Sarışınım ben hem." diye çekinerek sorusunu dile getirirken, Yaren yengesinin cevabını beklemeden "Yooo." diyerek yanıtladı onu.

Kenarda ki tekli koltukta oturmuş ses çıkarmadan onları dinlerken, elimde bir çekirdeğim eksikti. 

"Hayatım," diye söze giren ise Fırat abi olmuştu. Onun bu hali ise diğerlerine gülüşümü ikiye katlıyordu resmen. Dizlerini kırarak oturmuş, o kadar çekinerek lafa girmeye çalışıyordu ki, bunun Leyla abla da farkındaydı fakat ciddiyetini asla bozmuyordu. "Aslında bakarsan oyunun kurallarını ihlal etmedik." 

Leyla abla burnundan solurken, araya kendini tutamayarak elinde ki tabu kartıyla giren Yaren olmuştu. 

"Abi, siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz. Anlatacağı kelime Siyah-Beyazdı ya. Bu kaptan abim nasıl anlattı." 

Yusuf dişlerini göstererek kocaman gülümseyerek, "Harika?" diye sorarken Yaren bezmiş gibi elinde ki kartı sinirle yere attı. 

"Black and Whıte dedin be, harikaymış!" 

Kendimi daha fazla tutamayıp sesli gülümsememi serbest bırakırken beni fark etmiş olmaları o an asla umurumda değildi. Koltukta geri düşerken bacaklarımı kendime çekmiştim. O kadar fazla gülmüştüm ki ortamın sessizliğinden dolayı sadece benim sesim duyuluyordu. Gözlerimden gelen yaşları fark ettiğimde kendimi toparlamam gerektiğini anlayarak doğruldum. O an Yaren ve Leyla ablanın uyarı dolu bakışlarının üzerime çevrilmesiyle, gülüşümü içime gömmeye çalıştım. Yusuf'un bakışları dudaklarımda asılı kalan küçük tebessümde dururken, dikkatini tekrar konuya çekmesini sağlayan Umut olmuştu. 

"Oğlum hakikaten, Beşiktaş üzerinden bile yürürdün. İngilizcesi o an nasıl geldi aklına lan?" 

Yusuf karşısında ki arkadaşına ciddi bir ses tonuyla "Umut, hayırdır birader düşman mıyız?" diye sorarken araya giren yeniden Yaren olmuştu. 

"Tamam, bu el hediyemiz olsun size. Mihri abla da gelsin üçlü grup olalım. Kelimeyi anlatan kişinin yanında, karşı takımdan biri durabilir." 

Ben vereceğim cevabı düşünürken araya Fırat abi girmişti. "Valla gençler size doyum olmaz, bizden bu kadar." Ardından ayaklandı ve Leyla ablaya doğru elini uzattı. Leyla abla eşinin gözlerinin içine bakarken, elini ona uzatılan avucun içine bıraktı. Kimseden bir cevap gelmezken, el ele tutuşarak iyi geceler dileyip odalarına adımladılar. Onların arkasından ise Sakine abla ve Fadime sultan görünmüştü. 

"Siz dağa oturiy mısınız yavrim?"

Babannesinin sorusu üzerine Yaren, "Daha saat on sultanım, otururuz biraz daha." diye cevap verirken Fadime sultan Sakine ablaya manidar bir bakış atarak, "Oy gidi gençluk." diye iç geçirdi. Bakışları beni bulduğunda attığı adımlar duraksadı. 

"Kalktun mi kizum, yarun senlen sobet ederuk hemi. Haşimdi yataym, götum düzlendi sandalyeye otumaktan." 

"Nesibe teyze aramıştı da onunla konuştuk biraz ondan inemedim, ama yarın mutlaka sohbet edelim bende özledim sizinle konuşmayı."

"Eyi eyi, o Nesibe karisini de gonuşuruz. Bakaym bensiz neler etmiş." 

Söylediği kelimelere dişlerim gözükecek şekilde gülümserken, elini beline koyarak odasının yolunu tuttu.

Sakine abla ve Fadime sultanın odaları yan yanaydı. Hemen salonun karşısında, merdivenlerin alt kısmında bulunuyordu. Bunu yeni fark etmiş olmaksa, merdivenlerden inerken biraz daha dikkatli olmam için kendime hatırlatacağım bir uyarı olarak aklıma kazındı. 

"E devam ediyor muyuz?" 

Soruyu soran Umut'tu. Yaren ve abisinin bakışları vereceğim cevap için üzerimde gezinirken, aslında oynamanın hiçte kötü bir fikir olmayacağını düşündüm. Böyle oyunlar için hiçbir zaman yeteri kadar arkadaşım olmazdı. Yıldırım'la elbette oyunlar oynardık fakat hepsi iki kişinin oynayabileceği türdendi. 

Yaren'in yanına bağdaş kurarak otururken, Yusuf karşımda tabu kartlarına bakınıyordu. Aniden elinden almamla şaşkın bakışları yüzümü bulurken, ne yapmaya çalıştığımı anlamamış gibi bakıyordu. 

"Kurnazlık yok kaptan. Kelimeleri aklına kazıdın resmen, sen ezbere anlatırsın artık." 

Yusuf'un dudaklarının yanında alaycı bir gülümseme otururken, önüme düşen bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdım ve karşımda ki adamın bakışlarına karşılık verdim. 

"Ben çayı tazeleyeyim." Yusuf'un bakışları üzerimden çekilmezken, Yaren çoktan ayaklanmış ve mutfağın yolunu tutmuştu. Gözlerim kartlarda gezinirken, karşımda ki adamın bakışlarına inatla karşılık vermiyordum. O ise aynı inatla bakmaya devam ediyordu.

"Ben de bir sigara molasına çıkıyorum kardeşim." Yusuf Umut'u başıyla onaylarken, Yaren'in peşinden mutfağa geçti. Başka balkon mu yoktu? Neden orayı kullanıyordu ki sanki! Yaren'in canını sıkacak bir şey söylemezdi umarım, yoksa bu sefer benim de onun canıyla sorunlarım başlayacaktı.

"Bil diye söylüyorum," Yusuf'un kalın sesi beni düşüncelerimden alıkoyarken bakışlarımı kendisine çevirmemi sağladı. "Sen karşımda duruyorken, aklıma kazıdığım tek şey suretin olur. Elimde tuttuğum kartta ki kelime değil mimoza çiçeği."

Söylediği her kelimeyle içimde daha önce hiç bilmediğim duyguların kilidi bir bir açılırken onun açık sözlülüğü karşısında ne diyeceğimi bilemez bir hâle geliyordum. Hep böyle mi olacaktı? Her zaman ne düşündüğünü hiç sağına soluna bakmadan böyle yüzüme baka baka söyleyecek miydi? Sanki söylediği şeyleri yeterince içinde tutmuş ve artık dışarı çıkması gereken şeylermiş gibi onları kendi içinden benimkine yuvarlıyordu. Bilmiyordu, bunlar bana fazla geliyordu. Ne hissedeceğimi bilmiyordum, benimle dalga mı geçiyordu yoksa ciddi miydi bilmiyordum. Yaren, konuşurken dalgaya vurduğunu söylemişti fakat bana kurduğu her cümlede öyle ciddi  bir tavra bürünüyordu ki, şaka veya dalgaya aldığını söylemek zor geliyordu. 

"Bana neden mimoza çiçeği deyip duruyorsun? Anlamı ne? En dikenli çiçek falan mı, sinirlerimi bozmak için mi söylüyorsun?" 

Karşımda ki adamın gülümsemesi git gide büyürken kafasını iki yana salladı. Haklı mı çıkmıştım yani? Neden öyle gülüyordu ki şimdi?

"Ağzın kulaklarına geçecek kadar gülmeni gerektirecek bir soru da sormamıştım oysa ki." 

Yusuf gülüşünü kesmeye çalışırken boğazını temizledi, "Çıkarma patilerini hemen kötü bir şey değil merak etme. Sen yine de anlamına bakma, elbet vakti gelecek. O gün sana bu sorunun cevabını vereceğim." diye yanıt verdi. Fakat verdiği cevap mümkünmüş gibi sinirlerimi daha da germişti. "Ne patisi ya, ne patisi! İnsan pençelerini falan der. Patiymiş! Pençelerimi çıkardım ben bir kere." 

Yusuf'un gülümsemesi artık sesli bir hale dönüştüğünde, kendini daha fazla tutamayarak sırtüstü arkasına uzandı. Gülümsemesi neden bu kadar sinirlerimi bozuyordu ki. Gamzeleri de çıkıyordu hem de, onlar sadece o gülüşü biraz daha katlanısı yapıyordu o kadar. 

Sesi gitgide yükselirken, "Sessiz ol biraz." diye uyarıda bulundum. "Babannen ve Sakine abla bu katta uyuyorlar unuttun herhalde." 

Yusuf, göz pınarlarına dolan yaşları elinin tersiyle silerken, derin bir nefes verdi ve tekrar oturur hale geldi. Karşımda durgun bakışlarla yüzümü izlerken oturuşumu mümkünmüş gibi daha da dik bir konuma getirdim.

"Mihri bak ne diyeceğim, senin karadenizli olma ihtimalin var mı ya bu sinir normal değil. Babanneminkiyle yarışır bak, ciddiyim." 

"Yusuf, biliyor musun?" Oturuşumu bozup yüzümü onun yüzüne yaklaştırırken, aynı şekilde yüzünü hiç beklemediğim anda fazlasıyla yakınıma getirdi ve "Bilmiyorum." diye yanıtladı. Cevabına gözlerimi devirirken, "Seninle cidden konuşulmaz ya." deyip ayaklanacağım sırada kolumdan tutarak tekrar kalkmaya yeltendiğim yere geri oturttu ve yüzlerimizi az önce ki yakınlıkta tuttu. 

"Tamam, söyle dinliyorum gerçekten." 

Bakışlarım istemsizce yüzünde gezinirken buna engel olamamıştım. Çok geniş bir alına sahip olsa da, kısa saçlarının önde olmasından dolayı bir kısmı kapanmıştı. Kaşları ne çok ince ne de çok kalındı, genelde iki kaşının ortasında bir iz belirecek şekilde çatık  duruyorlardı ama göze korkutucu gelmiyordu. Gözleri. Göz kapakları düşüktü, bu yüzden gözleri daha küçük ve bakışları daha keskin duruyordu. Kirpikleri ise çok uzun değildi fakat kısa da sayılmazlardı. Güzel duruyorlardı. Burnu hafif kavisli olsa da düzgün bir buruna sahipti. Trabzonlular denince akla düşenlerden biri de burun yapılarıydı fakat onun burnu cidden güzeldi. Yüzüne yakışıyordu. 

Bakışlarım daha alta, dudaklarına kaydığındaysa duraksadım. Anında yüzümü ondan uzağa taşırken, yaptığım şeyin yeni farkına varıyormuş gibi saçlarımı yukarıda toplayarak tokayla tekrar tutturdum. Bakışlarının yüzümde gezindiğini bilmek için yüzümü ona çevirmeme gerek yoktu çünkü hissedebiliyordum. Bakıyordu. Hem de dudaklarında taşıdığı o gülümseme ile. Dudakları...

"Kızarıyorsun." 

Bakışlarım karşımda ki adama çevrildiğinde, elim yüzümü ve boynumu buldu. 

"Polarımın içi yünlü sanırım, fazla sıcak tutuyor. Ondandır." 

Bakışları kaçırdığım bakışlarımı yakalamaya çalışırken, "Hayır," diye yanıtladı beni keskin bir dille. "Bana bakıyordun, yüzüme. Her bir detayını inceledin, hatta bir ara kaşlarını bile çattın biliyor musun? Sanırım kaşlarımın her zaman çatık olmasından dolayı sende de oluşan refleks gibi bir şeydi." 

Yakalanmış olduğumu bilmek anlık tedirgin olmama yol açsa da, söylediği şeyi yalanlayacağımı fakat ikimizin de bunun doğru olduğunu biliyorduk.

"Yooo, bakmıyordum sana ben. Bir şey düşünüyordum da dalmış olmam lazım. Nasıl da havalara giriyorsun hemen." 

Yusuf tam söylediğim şeye karşılık verecekken, "Su içeceğim ben." diyerek vereceği cevabı beklemeden ayaklandım. Bu nasıl bir adamdı böyle. İnsan fark etmiş olsa bile karşısında ki kişiyi daha da utandırmamak için bir şey söylemezdi. Fakat Yusuf öyle biriydi ki, gördüğüm en düşündüğü şeyi hiç çekinmeden veya ne sonuçlar doğurur diye bakmadan söyleyebiliyordu.

"Sen var ya korkaksın. Sen abimin karşısına çıkıp kardeşini seviyorum diyemeyecek kadar korkak birisin Umut." 

Mutfaktan gelen sesle olduğum yerde kalırken, ne geri dönebiliyordum ne de içeri girebiliyordum. Öylece olduğum yerde kalırken aralarında ki diyaloğa ister istemez kulak şahidi oluyordum.

"Tamam, abinden korkan bir şerefsiz olarak kalayım gözünde. Ama beni artık sevme Yaren, ne olur sevme." 

Bu istediği şeyin Yaren için ne kadar zor olduğunu, onu ne kadar yaralayacağını bilse yine de kurar mıydı bu cümleyi?  Kısa bir sessizliğin ardından ise Yaren'in güçlü sesini duydum.

"Bu yalvarmanı sakın unutma olur mu, çünkü ben asla unutmayacağım. Gün gelecek bende kendi ellerinle yok ettiğin o sevgiyi geri isteyeceksin. Aynı böyle yalvararak isteyeceksin hem de, ama biliyor musun Umut? Ne ben o sevgiyi bir daha içimde yeşertirim, ne de yeşertsem de onu senin topraklarına muhtaç ederim. İçin rahat olsun." 

 Yaren her ne kadar güçlü bir şekilde kursa da cümlelerini, şu an ne halde olduğunu tahmin etmek çok da zor değildi. Konuşmalarının bittiğini düşündüğümde daha fazla orada durmayarak Yusuf'un yanına geri dönmek için tam ardıma döneceğim sırada, kulağıma üflenen ılık bir nefes, hızla ona doğru dönmemi sağladı. Karşımda Yusuf'u görmemle sesli bir şekilde tepki verme ihtimalime karşı, elini dudaklarına getirerek sus işareti yapmıştı. Ben Yaren ve Umut'u göreceğine dair endişeye kapılırken, karşımda ki adam tekrar odaya doğru yürümemiz için bizi yönlendirdi. 

Odaya girdiğimizde ardından mutfak yoluna bakış atmış ve yanıma dönmüştü. Ne yani, Yaren ve Umut'tan haberi var mıydı? Lafımı geri almam gerekti, demek ki o kadar da kör biri değildi. 

"Bildiğimi bilmesin." 

Yaren'den bahsettiğini anlamıştım. Fakat bu davranışına bir anlam verememiştim.  "Neden ondan saklıyorsun ki? Biri arkadaşın, diğeri kardeşin. Onları bir araya getirebilirsin, engelin sen olduğunu sanıyor Yusuf. Bunu yapabilirsin."

Kurduğum kelimelerin ardından eli saçlarına giderken, aldığı nefesi sert bir şekilde geri verdi. 

"Konu ikisinin birlikte olmasından çok başka Mihri. Konu ikisi değil artık, onları aştı. Yaren bununla yüzleşemez, kardeşim yapamaz." 

Görüyordum. Söylediği her bir kelimenin ardında ki çaresizliğini görüyordum. Ona başka ne diyebilirdim ki! Zaten her şeyi biliyordu. Benim bir düşündüğümü o şimdiye kadar bin düşünmüştü çünkü kardeşiydi. Bunun nasıl bir his olduğunu biliyordum. 

"Sadece Umut'un kötü niyetli olmadığını bil ve benim bundan haberim olduğunu sakın belli etme. Yoksa Umut'un elinde başka hiçbir şey kalmaz." 

"Yusuf, ne demek istediğini anlamıyorum." 

Gözlerinde ki en kırgın, en çaresiz ifade geldiğimden bu yana ilk defa denk düşmüştü gözlerime. O an bu gördüğüm şeyden nefret etmiştim, bu ilk olsaydı ve bir daha hiç görmeseydim.

"Kardeşim, ben eve geçiyorum. Oyuna başka zaman devam edelim olur mu, hadi Allah'a emanet." 

Biz daha ne olduğunu anlamadan mutfaktan ilk çıkan Umut olmuş ve Yusuf'a alelacele kurduğu cümlelerden sonra askılıktan aldığı ceketini ve ayakkabılarını giyerek kendisini dışarıya zor atmıştı. Ardından holde Yaren görünürken yüzü soluk gözüküyordu. Nedeni belliydi. 

"Devam etmeyeceğiz sanırım, Umut ab-" 

"Evet gitti o az önce yorgunmuş, sende yat istersen toparlarım ben buraları çiçeğim." 

Yaren şefkatle bir süre abisine baktıktan sonra, "Peki abiciğim, iyi geceler size." diyerek odasına adımladı. 

Yusuf, kardeşinin yukarı çıkmasının ardından, kendini siyah koltuğa adeta atmış gibiydi. Yayılmış bir şekilde otururken, bakışları tavanı seyrediyordu. 

Acılar vardı. Hepimizin hayatında, şekil değiştire değiştire geziniyordu. Sanki bizimle oyun oynuyor gibiydi. Sen, bende ne kadar fazla diyorsan, karşına öyle bir şeyle çıkıyordu ki o an anlıyordun. Kimde ne kadar büyüklükte olduğu önemli değildi. Var olan acıydı, onun ta kendisiydi. Ardında kimi zaman bir enkaz, kimi zamansa eskisinden daha güçlü birini inşa etse de, o acıdan geçmiş olması geçtiği anlamına çıkmıyordu. 

Yusuf, o akşam kardeşinin sevdiği adama abi demesine izin vermemiş, Yusuf o gece kardeşinin acısını yutmuştu. O, bin kere de olsa yutardı bu acıyı, yeter ki kardeşi bunu hiç bilmesindi ama biliyordu ve bilmek hiç bu kadar boktan hissettirmemişti. 

Yaren bilecekti bu acıyı, abisi gözlerine her baktığında en yakın arkadaşını gördüğünde, bu gerçek bir yumruk olup vuruyordu yüzüne. Sahi, Yusuf kaç yumruk yemişti kardeşinin gözlerinden?

🌿

İnek ve horoz sesleri üzerine uyandığım bir sabahta, erken saatlerinde uyanmış olmanız beklenir fakat saat on bir buçuğa geliyordu. Yatakta kollarımı ve bacaklarımı açarak gerinirken kendimi o kadar iyi hissediyordum ki bunun kelimelerle bir tarifi asla yoktu. Yoğun çalışmanın üzerine bu pazar uykusu harika gelmişti. Ardından ayaklandığımda, büyük camdan dışarıya bakındım. Aylardan Şubat'taydık, kar olmamasına rağmen yine de bazı günlerde soğuğu oldukça hissedebiliyordunuz. 

Yatağımı düzenleyip, yüzümü yıkayıp ve üzerimi giyindikten sonra aşağıya adımladım. Görünürde kimse yoktu. Mutfağa geçtiğimde, üstü kapalı kahvaltı masasını gördüm, büyük ihtimalle benim için böyle hazır duruyordu çünkü saat epey geçmişti. Ev ahalisinin bu saate kalacaklarını düşünmüyordum. 

Bakışlarım dışarıda ki hayvanlara kayarken, sobanın üzerinde sıcak ve taze olan çaydan bir bardak aldım ve yerime kuruldum. Havanın soğuk olması temiz havayı daha iyi almanızı sağlıyordu. Bu manzara karşısında kahvaltımı yapmanın ardından, bulaşıkları makineye bıraktım ve kahvaltılıkları da yerine yerleştirdim. 

Askılıktan Yaren'in olduğunu düşündüğüm kahve tonunda ki montu üzerime geçirdikten sonra siyah spor ayakkabılarımı da giyerek dışarıya adımladım. Evin önünde kimse bulunmuyordu, sesler daha çok evin hemen önünde bulunan köy yolunun ardında ki düzlük alandan geliyordu. Kapıyı güzelce kapatıp o yöne doğru adımlarken gece duş aldığım için kendimi tebrik ettim çünkü sabah alsaydım bu esintili havada soğuk alabilirdim. 

Araziye girdiğimde, tanıdığım bütün simaları ileride gördüm. Tahtadan bir masa etrafında sadece Sakine abla, Fadime sultan ve Leyla abla bulunuyordu. Her birinin üzerinde ise bir hırka veya mont vardı. Yan taraflarında ki boş arazide ise kardeşimi, Seyit'i, Yaren ve Yusuf'u görmüştüm. Aralarında çok bir mesafe bulunmayan odundan yapma iki kale direkleri ortasında ikili takımlara bölünmüş maç oynuyorlardı. Hem de bu havada!

Kardeşimin üzerinde çizgili bir tişört bulunuyordu ve dikkatli bakınca bunun Trabzonspor forması olduğunu anlamıştım. Aynı formanın bir değişiği ise Seyit'in üzerindeydi. Allahtan altlarına kazak giyinmeyi akıl edebilmişlerdi. Bakışlarım Yusuf'a kayarken, üzerinde siyah spor bir kazak bulunuyordu, alt tarafında ise gri bir eşofman altı. Bu soğukta oyun oynamak için deli falan olmaları gerekirdi, neyse ki Yusuf'un akıllı biri olduğu da söylenemezdi. Tam Fadime sultanların yanına adımlayacakken, Seyit'in topu sert bir şekilde olduğum tarafa atmasının üzerine top yola doğru gidiyordu. Yaren almak için adımlayacağı sırada, "Ben getiririm canım daha yakınım." diyerek top yola yuvarlanmadan yetişmeye çalıştım ama nafileydi. Daha fazla yuvarlanmaması için yola atladığımda, aniden önüme çıkan arabayla kendimi geriye doğru attım ve bunu yaparken ağzımdan çıkan bağırışa engel olamadım. 

Önümde ki araba ani bir frenle ayaklarımın hemen dibinde dururken, refleksle bacaklarımı kendime çekmiştim. Korkudan dudaklarım birbirine çarparken kalbim ağzımda atıyordu. Çok yakınımdaydı, neredeyse çarpabilecek kadar yakınımdaydı. Saniyelerle kurtulmuş olmamın verdiği korkuyla, kalbimin ritmi mümkünmüş gibi daha da hızlanmıştı ya da bana öyle geliyordu bilmiyordum. Siyah spor pantolonumun üzerinde daha da geriye giderken bir bedenin varlığının gölgesi düştü üzerime. 

Kafamı çevirdiğimde bu kişinin Yusuf olduğunu anlamak çok da zor değildi. Soğuk kemikli elleri yüzümü bulurken telaşlı ses tonunu gizlemeden, "İyi misin? Bir yerine bir şey oldu mu?" diye kelimelerini sıraladı. Başımı olumlu anlamda salladığımda, "Sadece korktum, aniden durunca irkildim." diye yanıtladım onu. Söylediğim şey onu daha da sinirlendirmiş gibiydi. Hiçbir şey söylemeden yüzümdeki eli kollarımı buldu ve destek alarak kalkmamı sağladı. Vücudumun her yanında kahvelerini gezdirdiğinde, en son bakışları ellerimde durdu, avuçlarının içine alarak elimdeki tozları sildi ve beni Leyla ablanın güvenli kollarına bıraktı. 

Yusuf, elimdeki tozları silmeyi bile bana bırakmamış kendisi yapmıştı. O nasıl bir adamdı? Bu meraktan çok daha ötesiydi artık. Sadece merak olsaydı bir soru sorardım ve geçerdi fakat bu hiç geçmeyecek gibiydi. 

Yusuf'un bakışları arabaya çevrildiğinde sinirle soludu ama bu benim hatamdı. O adamın bir suçu yoktu. Yola birden atlamam benim aptallığımdan başka bir şey değildi. Fadime sultan ve Sakine ablanın da hemen yanıma geldiklerini gördüğümde, Yaren çocukların yanında duruyor olmalıydı. 

Sonunda şoför kapısı açılıp Yusuf yaşlarında bir adam arabadan indiğinde, bakışları orada ki herkesin üzerinde yüzünde alaycı bir gülümseme varken dolanmış, en son bende durduğundaysa duraksamıştı ve öylece bakakalmıştı. Bakışları rahatsız ediciydi hem de fazlasıyla, neden artık önüne dönmüyordu. 

Yusuf, uzun boyuyla önüme geçerek adamın görüş alanını kapatırken, "O gözlerini hemen önüne çevirmezsen, yerlerinden oyar eline veririm Yekta." diye tıslayarak konuştu. İsmini biliyor olduğuna göre tanışıyor olmalılardı fakat bunun pek de iyi bir tanışma olduğundan emin değildim. 

Adam alaycı tavrını sürdürerek, "Hadi ya, altıma yaptım korkudan şimdi." diye dalga geçerken tiksinerek baktım yüzüne. iğrenç birisiydi, bu konuşma tavrından bile belli oluyordu. Allah kahretsin! O kadar şanssız biriydim ki neredeyse bana çarpacak arabanın bile gidip en şerefsizini buluyordum.

Yusuf, "Yaptığın günleri de biliyoruz sonuçta, o yüzden şaşırmam." diyerek aynı karşısında ki gibi alayla cevap verdiğinde, adının Yekta olduğunu öğrendiğim adam bozulmuş gibiydi. Fadime sultan, "Bırag uşağm, afgursun dursun. Gız da eyi zaten hayde eve geçelum." diye konuşurken Yusuf omzunun üzerinden bana bakındı. Bakışları bende ne gördü bilmiyordum ama korkudan titreyen ellerimi fark ettiğini anlamam çok  da uzun sürmemişti. 

Tam babannesinin kelimeleri üzerine, adamın önünde durup eve geçmemiz için bize alan bıraktığında geçip gidecektik ki onun iğrenç sesiyle tekrar duraksadık. 

"Ne o Yusuf, senin mi yoksa?" 

Ben daha sorduğu soruyu kavrayamazken, Yusuf çoktan adamın yakasına yapışmış sinirle soluyordu. Onu geldiğimden bu yana ilk defa bu kadar sinirli görüyordum. Bakışları o kadar keskindi ki, karşısında kim varsa sadece bakışlarıyla onu alt edebilirdi. Bu bakışlara rağmen karşısında hâlâ duranın ise aklını kullandığı pek söylenemezdi. Tıpkı bu adam gibi. 

"Kimsenin lan, duydun mu beni! Daha diyeyim mi o kalın kafana girmesi için. Kimsenin! Hiç kimsenin! Ama burada, benim çatım altında ve sen Yekta. Bir daha onu alakadar eden bir cümle kurmayı, gözünün ucuyla bile bakmayı eyleme dökmeden o küçük aklının ucundan geçirirsen işte o zaman. Beni biliyorsun, beni biliyorsun değil mi Yekta?" 

Yusuf'un hiddetli konuşmasının ve sorduğu sorunun üzerine, karşısında ki adam yüzünde ki ifadesini bozmadan bakmaya devam etmişti. Yusuf, yakasında ki ellerini adamı geriye iterek bırakmasının ardından bize doru döndü ve bakışları beni buldu. Sinirli hâlâ geçmemiş gibiydi, yüz ifadesinden belliydi. Sonunda konuşmanın bittiğini düşündüğümüzdeyse tam eve adımlayacaktık ki, ardımızda ki adamın sesi duyuldu tekrar ve adımlarımız yarıda kesildi. 

"Kaptan," 

Yusuf sabır dilenir gibi gözlerini kapamış, bir kaç saniyenin ardından daha sert bir şekilde tekrar açmıştı. "Yenge, siz içeriye girin. Bende geliyorum şimdi." dediğinde, Fadime sultan tam bir karşılık vereceği sırada Yusuf'un bakışları her şey yolunda dermiş gibi babannesini susturmuştu. En son kahveleri bana çevrildiğinde, yüzünde ki ifadeden hiçbir şey okunmuyordu. 

Arkasını dönerek adama doğru adımladığında, bizde eve doğru yaklaşmıştık fakat ayaklarımız eve girmeye yeltenmiyordu. Yusuf sinirlendiğinde gerçekten öfkeli birine dönüşüyordu, buna ilk kez şahit olmuştum. O yüzden, o adam gidene kadar orada durmak istemiştim. Başına benim yüzümden bir bela açılsın veya kavga çıksın istemiyordum fakat bu adam şansını çok zorluyordu.

Yusuf adamın tam karşısında durduğunda, karşılıklı bir cümle kurmalarının ardından bakışları bana doğru döndü. Adam alaycı bir şekilde benim aksime Yusuf'a bakmayı sürdürürken bakışlarında ki saf öfkeyi görebiliyordum. Bunun sadece öfke olduğunu söylemek yalnış olurdu, başka bir şey daha vardı fakat çözemiyordum.

Adamın başı Yusuf'un hemen kulağına denk düşerken tekrar kurduğu cümlenin ardından, bu defa yandaki ellerinin yumruk haline gelişini gördüm. Adam kafasını kaldırdığındaysa, Yusuf'un bakışlarını üzerimden çekmesi ve adamın üzerine yürümesi bir olmuştu. Fadime sultan tam olaya dahil olacakken, Leyla ablanın koluna dokunmasıyla tekrar geri planda kalmıştı. Ellerim bu defa da gerginlikten titremeye başlamışken, neler konuştuklarını bilmiyor oluşumun verdiği tedirginlik hissiyle huzursuz bir his kapladı içimi.   

Yusuf'un dudakları tekrar kıpırdandı ve karşısında ki adamın gülümsemesi, onu gördüğümden bu yana ilk defa silinmiş ve düz bir ifadeye bürünmüştü. Ardından bakışları beni bulsa da tekrar duyduğu kelimelerle Yusuf'a dönmüştü. Ardından daha fazla durmadan arabasına binmiş ve oradan ayrılmıştı fakat bunun burada kalmayacağını burada ki herkes biliyordu.

Yusuf, bir süre yolun ortasında dikili kalırken çevirdiği bakışları, benimkilere denk düştü. Ne konuştuklarını deli gibi merak ederken, sadece ona bakmaya devam ettim. Neler yaşayacağımızı bilmezken, bakışlarımızın ihtiyacı varmış gibi birbirine tutunuyor olmaları bir yerde içimde hep ihtiyaç duyacağım bir şeye dönüşecek gibi hissediyordum.

Ardından o adam. Yekta.   

O, yanında ki piyonlarıyla öyle bir gireceklerdi ki hayatımıza, bunu tanımlamak için bomba kelimesini kullansam çok da hafif kaçmazdı sanırım. Asıl soru ise şuydu. 

Biz, hayal ettikleri gibi ellerinde mi patlayacaktık, yoksa adım attıkları yollara mayınlar döşeyip o piyonları birer kuklaya mı çevirecektik? 

Her şeyin anahtarı bizdik, Yusuf ve ben. Açacağımız bir sürü kapı kolu bulunuyordu elimizin altında, adımlarımız ise hep farklı tarafa.

........

Bir bölümün daha sonuna geldikk, nasıl buldunuz?

Yaren ve Umut'un hikayesi daha yeni başlıyor demiştim. Bu ikili hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sizce o ikisini aşan bu durum ne?

Ne olacak bu Yusuf'un açık sözlülüğü ve ne istediğini bilen net halleri karşısında Mihri'nin afallamaları ;))

Umarım bölümü beğenmişsinizdir, en kısa sürede tekrar görüşmek dileğiyle kendinize çok iyi bakın sizi seviyorum!

Bu arada yazım yalnışlarım oluyorsa kusura bakmayın lütfen, telefondan yazıyorum ve kontrol ettiğim halde yine de çıkıyor fark edemiyorum.

Yeni bölüm bilgileri ve daha fazlası için Instagram'da visalwattpad_ hesabına bekleriimm, öpüldünüz!






 



 









Continue Reading

You'll Also Like

247K 19.3K 27
Yüsra, ömründe ilk kez ağabeyinden gizli bir yola gitti. Üstelik, oldukça riskli bir yola... Görev icabı sınırda bulunan askerlere yardım eli olmak i...
1M 56.2K 39
(TAMAMLANDI) Gece yarısı ünlü bir oyuncuya şarkı sözü yazarsanız ne olabilir ki? Ünlü oyuncu ve avukatın hikayesi... @bendenizeliff: Orda her kiminl...
115K 6.3K 26
Hayatımdaki şanslarını hepsini kullanmış olabilirim.Çünkü bunun bir tek böylece açıklması olabilir!. Sıkıntıdan telefonumdan rastgele numara sallarke...
49.7K 3.5K 10
。⁠◕Bu his çok tuhaftı onlar benim gerçek ailemdi ama bir o kadarda uzaklardı...◕⁠。