Gecenin İzi

By 1merve_w

6M 326K 586K

Ben Zümra Akça... Bu dünyadaki bütün acıları tadan, ufacık kalbinde sarılacak bir yara bırakmayan kadınım. B... More

1 - Bölüm
2 - Bölüm
3 - Bölüm
4 - Bölüm
5 - Bölüm
6 - Bölüm
7 - Bölüm
8 - Bölüm
9 - Bölüm
10 - Bölüm
11 - Bölüm
12 - Bölüm
13 - Bölüm
14 - Bölüm
15 - Bölüm
16 - Bölüm
17 - Bölüm
18 - Bölüm
19 - Bölüm
20 - Bölüm
21 - Bölüm
22 - Bölüm
23 - Bölüm
24 - Bölüm
25 - Bölüm
26 - Bölüm
27 - Bölüm
28 - Bölüm
29 - Bölüm
31 - Bölüm
32 - Bölüm
33 - Bölüm
34 - Bölüm
35 - Bölüm
36 - Bölüm
37 - Bölüm
38 - Bölüm
39 - Bölüm
40. Bölüm
42 - Bölüm
43 - Bölüm
44. Bölüm - |Birinci Kitap Finali|
Ö.B. - FISILTI
45 - Bölüm
46 - Bölüm
47 - Bölüm
48 - Bölüm
49 - Bölüm
50 - Bölüm
51 - Bölüm
52. Bölüm
53 - Bölüm
54 - Bölüm
55 - Bölüm
56. Bölüm
57 - Bölüm

30 - Bölüm

105K 7.5K 18.9K
By 1merve_w

Selamünaleyküm Bebeklerim.

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. :)

İyi Okumalar Ay Işıkları 🗝️


"Bizim hikayemiz maziden beridir varken, nasıl hiç başlamadığını düşünürsün?" A.K.


🖤🍂


Zümra'nın Ağzından ~

O güzel gözlerini, sözlerini tekrardan zihnime kazımak isterken, gözlerini görsem kaçıracağım; sesini duysam kulaklarımı tıkayacağım duruma düştüğümüze hala inanamıyorum.

Senden nefret ediyorum.

Gecenin karanlığında, taşlı yolda yürüyen ayaklarım, bedenimi her an serbest bırakıp bir çöp gibi yere yığılmamı sağlayabilirdi.

Ufak bir köpeğin ağzından çıkan ufak inilti ile adımlarımı durdu. Kafamı yavaşça omzumun arkasında duran ağaç dibindeki yavru köpeğe değdi. Yavaşça ona doğru çevirdim ayakta durmaya çalışan bedenimi. Adımlarım ile hızla ayağa kalkıp geriye doğru adımlamaya yeltendi. Ama başarılı olamamıştı. Yanına eğilmem ile ayağına metal bir şişenin girdiğini ve ilerlemesine engel olduğunu fark ettim.

Korkutmamaya özen gösterirken, yavaşça şişeyi ayağından çıkardım. Çıkarmam ile kucağıma almam bir oldu. Küçücük ve yalnızdı. Benim gibi.

"Seni de mi kandırdılar?" dedim, burukça çıkan kısık sesimle. O ise öylece bakıyordu. "Bak doya doya," dedim, tüylerini okşayarak. "Bir daha sevdiği adamın evlenmeyi kabul ettiğini duyup, ardından hayırlı olsun diyen bir insan göremezsin."

Ağzının içinden yine ufak iniltiler çıkarırken onunla birlikte yürümeye devam ettim. "Benimle yaşamak ister misin sebastian?" Ufak bir gülümseme hakim oldu ağlamaktan kızarmış gözlerimin olduğu yüzüme. "Bak, sana isim bile buldum."

Bana bakarak kafasına ufak bir öpücük kondurdum. "Bahtsızım ben, biliyor musun?" dedim ama cevap vermedi. Havla bari, en azından beni dinlediğini anladığım için boş konuştuğumu düşünmem.

"Gözleri çok güzel bakardı bana..." Sesim onun gözlerinin hayalini kurarken bu kadar hisli çıkarken ben nasıl unutacaktım onu? "artık başkasına bakacak ama."

Durdum. Sert rüzgarın saçlarımı savurması ile gözlerimi yumdum. Sebastian'ı yere indirip taşlar ile çevrelenmiş, üzerine ağır topraklar atılmış abimin mezarına baktım.

Adımlarım ona doğru yaklaşırken bir anda bedenim titredi. Mezarının başında durdum. "Homurdanma gene geldim diye," derken cevap vereceğini düşündüm. "Bilmiyor musun? Ben her karanlıkta kaldığımda sana gelirim. Beni istememene rağmen eninde sonunda yine yamacına gelirim."

Yavaşça dizlerime kırıp yere oturdum. Toprağın üzerinde ellerimi gezdirirken mezar taşına değdi bakışlarım. Kirlenmişti.

"Şimdi diyeceksin ki, hem affetmiyorsun, hem de her yalnız kaldığında toprağıma sığınıyorsun." Gözyaşım toprağının üzerinde görülmeyecek kadar ufak ve kuruydu.

"Ulan sen de şerefsizin tekiydin!" Toprağını hiddetle sıkıyordum. Yanımda olsa boğazına yapışıp neden zamanında anlatmadın diye haykırırdım.

"Beni ilk dövdüğünü günü hatırlıyorum." İnsan ilk hediyesini, ilk gülüşü, ilk aşkları hatırlarken ben onun beni dövdüğü ilk günü hatırlıyordum. "Okuldan gelmiştim, saçım başım dağınık. Eteğim sıraya takıldığı için yırtılmıştı, babam ile aynı anda odaya girmemiz ile o bana bağıramadan sen beni odama doğru hızla götürdün..."

- Bu eteğin hali ne Zümra? Lan ben sana kırk kere şu adam ile aynı saatte eve gelme diyorum, sen bir de yırtık etek ile geliyorsun!

- Hoca tuttu ağabey, etek sıraya takılınca yırtıldı...

- Lan o zaman kapıda de ki, abi bak böyle böyle, neden içeri giriyorsun?

- Düşünemedim...

- Özür dilerim Zümra.

Ve yanağımdaki büyük sızı... O günden sonra bir kere daha özür diledin benden. Sen o günü hatırlamazsın çünkü fena halde sarhoş olmuştun.

- Zümra... Özür dilerim abiciğim. Ben senin canın fazla yanmasın diye vurdum... Annemi koruyamadım, seni korumak istiyorum.

Korumak babamın tekme tokatı yerine yüzüme vurman değildi. İşte tam olarak bunu affedemiyorum. Belki de şu an mezarının başında değil, omzunda ağlıyor olurdum.

Elinde olan imkanları, imkansız hale getirene kadar durmadın.

"Bak... Sen toprağın altında, ben ise kırık kalbimle başındayım. Ölmeden önce bana bazı şeyleri anlatmasaydın, ya da kaçtığım gün babama yakalanmayayım diye yardım ettiğini öğrenmeseydim asla buraya gelmezdim." Yalan değildi. Onun anlattığı her kelimeyi zihnime kodlamıştım.

"Ama olmuyor..." derken dudaklarımın arasından ufak bir hıçkırık sesi çıktı. "Seni affedemiyorum. Bu hayata beni mahkum edenlerden biriyken, sırf öldün diye affedemiyorum."

O depoda ben de ölebilirdim.

Sahi, neden ben değil? Ölmeyi her şeyden çok isteyen benim yaşamam adil değildi.

"Adar'a güvenme demiştin," dedim, sesim sertleşirken. "Onun geçmişi ile ilgili çok şey biliyorken yine susmayı tercih ettin. Bari bunları anlatsaydın, belki o zaman ona inanmazdım. Aşık olmuştum evet, ama ondan uzak durmaya çabalayabilirdim." Çabalayamazdım.

Aşk nedir diye sorsalar : Derin bir kuyunun en dibindesin derdim. Küçük bir balık, o kuyuda nefes almaya çalışıyordu. Balık kuyunun dibinde kalan o ufak su birikintileri ile yaşamak istiyordu ama unuttuğu şey, eninde sonunda o kuyunun dibindeki toprağın suyu içine çekip, balığı öldüreceğiydi.

Aşk budur. Öleceğini bile bile atladığın derin bir kuyudur.

"O da haklı..." derken yüzümde ufak bir tebessüm oluştu. "Kardeşinin canı meseleyken, beni mi düşünecekti?"

Ben onun için şu saatten sonra kimseyim, o ise benim için kimse olamayacak kadar değersiz.

Avuç içim abimin kurumuş toprağı ile kirlenirken o toprağın beni içine çekip yok etmesini umut ettim.

Bu dünyada benim için değerli kim varsa gitti.

Sığınacak tek bir limanının olmadığını düşünürken, Derin'e haksızlık ettiğimi de düşündüm. O, ne olursa olsun benim yanımda olurdu.

Ağabeyimin mezarının başındayken bile Derin'in benim için daha değerli olduğunu anımsadım. O, korkmadı ağabey. Beni yalnız bırakıp, düzenini bozmak zorunda değildi. Ne olursa olsun beni bırakmadı. Düzeni, hayatı benimle birlikte altüst oldu. Sen ise beni üzerek, babam yerine tokat atarak korumaya çalıştın. Bu korumak değil ki.

Ben böyle düşünerek yanlış mı yapıyorum?

Sen bunları bana yaşatırken yanlış yapmıştın.

"Ben gidiyorum." Avuç içimde duran toprağı yeniden yerine, ağabeyimin mezarının üzerine bıraktım.

Toprağın altında değildir asıl ölüler, mezarların başındalardır.

"Seni her şeye rağmen seviyorum Serdar Akça... Seni her şeye rağmen affetmememe rağmen seviyorum."

Sırtımı döndüm. Onun bana sırtını döndüğü geceler nasıl gözyaşlarım akıyorsa yine o hiddetle akmaya başladı. Toprağının başında ağlamak daha acı vericiyken, bizim anımızdan çok, lanetimiz olduğunu bilmek daha da canımı yakıyordu.

Boğazıma zincir vurulmuşçasına ufak bir hıçkırık döküldü dudaklarımın arasından. Bir an nefesim kesilecek ve boğazıma düğüm olmuş zincirin boynuma sarılıp beni öldüreceğini hissettim.

Ufak bir adım daha atarken mezarlıktan çıktım. Gecenin kaçı olduğunu bilmiyor ve bunu önemsemiyordum. Sadece nefes almak ve saatlerce yürümek istiyordum.

Kavuşamayan aşıkların laneti de, bu dünyayı kirleten unsurlardan biriydi. O, beni seviyor mu, onu bile bilmiyordum.

Ağacın yaprakları hafif rüzgar ile hareket ederken onların üzerinde takılı kaldı yaşarmış, toprak renkli gözlerim. Gövdesi sert ağacın, yapraklarının bile rüzgara dayanamayıp, dalından kopup giderken; senin bedenin bu kadar acıyı nasıl kaldırıyor?

Kaldıramıyor ki.

Sebastian, beni görünce arkamdan ilerlemeye başladı. Köpeklerin sadık hayvanlar olduğunu biliyordum ama sırf ona yardım ettiğim için peşimden geleceğini de düşünememiştim.

"Birlikte mi yaşayalım diyorsun?" dedim, sanki benimle iletişime geçmiş gibi bir soru sorarak.

Ağzından hafif bir havlama sesi çıkarken bunu evet olarak algıladım.

Ben hafif hızlanınca o da hızlanmaya başladı. Şu anda sadece bir çocuk gibi davranıp, çocuk gibi düşünmek istiyordum. Ve çocuklar oyun oynamayı çok severdi.

Deri ceketimin fermuarını kapatıp saçlarımın içeride kalan kısmını dışarıya doğru savurdum. "1..." demem ile sanki anlamış gibi durdu.

Hile yapmak fıtratımda olduğu için iki demeden hızla koşmaya başladım. Sebastian, sanırım ne olduğunu anlayamadı ve tekrardan ayağa kalkıp, koşmaya başladı. Ve büyük ara ile beni ezip geçti.

"İlk ben koşmaya başlamıştım ama!" diye homurdandım, küçük bir çocuk gibi. "Oysa her zaman hile yapan kazanırdı."

Bu dünya da hak edenden çok, hile yapanlar kazandığı için insanlar artık bu bakış açısıyla bakıyordu olaya.

Sebastian tekrardan bana doğru koşarken onunla oynadığım için mutlu olmuş gözüküyordu. Ayağımın dibine gelip dilini çıkardı. Umarım yüzümü falan yalamayı düşünmüyordur.

"Bak, birlikte yaşayacaksak kurallarımız olacak. Sen, beni asla yalamayacaksın yoksa seninle fena bozuşuruz." Bana öyle bir bakıyordu ki, delirme aşamasında olduğumu anlamış olmalıydı.

Beyaz bir ışık. Araba farı gözlerimi kısmamı sağlarken gözlerimin bir an için acıyla körerdiğini düşündüm.

Arabanın kapısı açıldı. İki adam çıktı. Elini arabanın açık olduğu kapıya uzatarak binmemi bekledi. Bu Adar'ın adamlarından biri değil. Arabanın plakası bile 34, İstanbul'a aitti.

Sebastian havlamaya başlayıp, hırlayınca hafif geri çekildi kapımı açan adam. E bu köpek az önce benimle tatlı tatlı oynuyordu. Demek ki, sevdiği kişilere zarar geleceğini düşünüp, saldırmaya hazırlanıyordu. Keşke insan olsaydın be Sebastian.

"Kimsin?" Sesimdeki soğukluk ve dik başlılık ile kapıyı açan adam, kapısı açık olan arabanın içine baktı. Demek oluyor ki arabada benimle konuşmak isteyen bir derdim daha var.

Bakışları tekrardan beni buldu. "Musallacı." Tek bir isim söyleyip binmemi bekledi. Umursamadan ilerleyip kapının önüne geldim. Bu sefer maskesi olmayan ve lens takmayan bir adam vardı karşımda. Arabaya binmiyor, sadece kapının önünde ona bakıyordum.

"Çok mu konuşmak mı istiyorsun?" dedim, kaşlarımı havaya kaldırarak.

"Elbette, yoksa buraya gelip kendimi riske atmazdım." Sesi bana karşı yumuşak çıksa da, bir çıkar uğruna yanıma geldiğini anlamıştım.

Gülümsedim. "Boş vaktim var," demem ile memnunca kafasını salladı. "Maalesef boş vaktimi, senin gibi bir piçin saçmalıkları ile dolduramam."

"Oysa ben senin derdine derman olmaya gelmiştim." İmalı tavrının altında yatan derman durumu sertçe suratıma çarpmıştı. Ne zannediyordu, sırf Adar evleniyor diye onunla iş yapacağımı falan mı?

Arabaya anında binerken yüzüne baktım. "Musallacı mısın, yoksa yine iti misin?" derken ters bir bakış attım. "Benim, seninle yüz yüze görüşeceğimi söylemiştim. Lens takmaya gerek duymadım."

"Ne söyleyeceksen söyle ve bir daha karşıma çıkma," dedim, yüzüne bakmayıp ön koltuğun lekeli kumaşına sabitlerken bakışlarımı.

Boğazını temizledi. "Seni kullandı." Bu iki kelimenin altında yatan acı, kalbimin tam ortasına zehirli sızıyı daha da fazla yaydı. Sesindeki soğukkanlı tavır ve her iki kelimeyi de bastıra bastıra söylemesi daha fazla öfkelenmemi sağlamıştı.

"Yani?" dedim, sanki hiç bu konuya takılmamış ve ağlamamış gibi. "Sana mı kaldı tasası?" Acımı veya duygularımı ona söylemeyecek kadar düşük derecede bir insan değildim.

Alayla güldü. Gülüşü bir insanın derisini yüzüp hiçbir şey yapmamış gibi vahşiceydi. "İntikam almayı seversin sen hırçın kız," derken bana döndü. "Ferit'in hapishanede hala işkence görmesi, bunun en büyük göstergesidir."

Vahşi katil bu sefer de, benim tırnaklarımın yardımı ile başka bir insanın derisini yüzmek istiyordu. Bu adam dört saat önce yüzüme bakamayan adamdı.

"Bunu senin gibi bir kadın katili ile yapacağımı falan düşündün mü gerçekten?" Kaşlarım anında çatılırken bakışlarım yüzüne değdi. Buradan bakınca değil kadın katili, birine zarar verecek birine bile benzemiyordu. Gözleri kırmızıyken fazla ürpertici dururken şu anda çok masum duruyordu.

Sanırım benden birkaç yaş büyüktü. Adar ile yaşıt da olabilirdi. Kahverengi saçları ve hafif koyu kahverengi gözleri yüzüne uyum sağlıyordu.

"Hem..." dedim, alayla gülümserken. "Adar'ın son zamanlarda yanında olan kadınları öldürmeyecek miydin? Burdayım." Kollarımı hafif aralarken bakışlarında sezemediğim bir ifade oluştu.

"İlk Kıratlı konağına girdiğinde seni kolayca kullanıp, korkutabileceğimi düşünmüştüm. İçindeki vahşi kadını çıkartman için, sevdiğin birine zarar gelmesi gerekiyordu." Son cümlesindeki sezdiğim açık tehdit ile ona doğru döndüm. Gözlerim kısılırken aklımdaki tek şey Burak ile Derin'di.

"Kardeşleri-" Deri ceketimin cebinde olan bıçağı hızla boğazına dayamam ile kafasını geriye doğru çekti. Adamları hızla silahlarını çıkartırken, "Geri," dedi Musallacı, ardından kaşlarını çatarak bana baktı.

Dişlerimi sıkarken alayla güldüm. "Kendi ağzın ile söylüyorsun! Eğer sevdiğim tek bir kişiye zarar verirsen, o vahşi kız tırnaklarıyla senin derini soyar." Bıçağı hafif bastırmam ile kafasını iyice koltuğa gömdü.

Bana karşı koyup, bıçağı boynuma bastırabilirdi ama bunu yapmıyordu.

"Sakin ol, hırçın kız," dedi, hoşnutça çıkan bir ifadeyle. Bu adam manyağın tekiydi.

Bıçağı geri çekmem ile parmakları boğazına gitti.

Silahım yanımda olmayınca ve peşimde senin gibi bir psikopat varken boş gezecek değildim. Bu bıçak hastanede abimden kalan son eşyaların içinden çıkmıştı. O günden beri yanımda taşıyordum. Arada unutsamda, Medine ablanın ölümünden sonra her zaman üzerimde taşımaya başladım.

"Sana söyledim Zümra!" Bağırdı. Onun boynuna bıçağı dayamam ve tehdit etmem onu apaçık delirtmişti. Ama bu hoşuna da gitmişti.

Umursamadım. "Ben de sana söylemiştim, ben başkası ile evleniyor diye suçsuz kadınları öldüren bir adam ile ortaklığı bırak, aynı masaya bile oturmam. Beni tanıdığını söylüyorken bunları göz ardı ediyorsun. Senin yerinde olsam..." derken duraksadım. Omzuna dokunmam ile ne yaptığıma anlam veremedi. "Senin gibi bir şerefsizin yerinde olduğumu düşünmek bile tiksindirici."

Gözleri irice açılırken içindeki küçük öfkenin büyüyüp bakışlarına beni hapsetmek istediğini anladım.

"Hadi eyvallah." Kapıyı açıp aşağıya indim. İçtenlikle gülümserken kapıyı sertçe kapattım.

Ardından Sebastian'a bakıp göz kırptım. Hızla benimle birlikte ilerlemeye başladı. Araba hızla uzaklaşırken, bu adamın neden lens taktığını merek ettim.

Elimdeki bıçağa bakıp gülümsedim. Ardından gökyüzüne baktım.

Geceye... O şu saatten sonra benim için Adar değildi. Her gece, karanlığın içinde, onu mu düşünecektim? Gece artık benim yarım kalmış tarafımdı.

Gün geçtikçe kötü biri mi oluyorum?

Birinin boğazına bıçak dayamam beni cani biri ilan edemezdi. Ferit konusu ise, o piç sonuna kadar hak etmişti. Çocukluğumu zehir eden adamın hayatına devam etmesine izin verecek değildim.

Evet, eskiden daha vicdanlı ve duygusaldım. Ama şu anda fark ediyorum ki, gün geçtikçe bu vicdan yok oluyordu. Yerini tamamen öfke ve kin alıyordu.

Ve biliyordum; öfke ve kin birleşirse, büyük bir fırtına kopar.

🌚🗝️

Kıratlı Konağı -

Duvarların çığlığı sadece Adar'ın kulaklarında yankılanıyor, bedenini ele geçiriyordu. Gözleri tam beş dakikadır kapalı dururken halasının sesi ile yavaşça gözlerini araladı.

"Onunla evlenecek misin hakikaten oğul?" dedi aksanlı ve dertli çıkan sesiyle. Ardından sıkıntılı bir nefes çıkıverdi dudaklarının arasından. İstemiyordu yeğeninin o kadın ile evlenmesini.

"Ya kardeşim," dedi Boran, daha fazla bu duruma susamayarak. "Ne berdeli? Bunca yıl törenin dediği her şeye karşı çıkan sen değil misin? Ne oldu da, böyle bir karar aldın?" Bunu merak etmiyordu aslında, kuzenini tanıyordu ve onun gözlerinde bu kadar sakin olmasının altında bir fırtınanın, yavaşça kükreyen dalgalarına karşı ortalığı kasıp kavuracak bir planı olduğunu düşünüyordu. Düşünmek istiyor, çünkü o kadının bu konağa Kıratlı gelini olarak gelmesini istemiyordu.

"Ravza." Tek kelime, tek isim ve onun şu anda düşündüğü ikinci kişi olan kız kardeşi için yaptığını belirtmişti.

"Hallederdik," dedi Boran, bir kez daha kuzeninin üzerinde baskı uygulayarak.

Adar avına bakan bir kurt gibi hiddetle kaldırdı kömür karası bakışlarını. "Dokuz yıl önce bu kelimeyi ben de kullandım!"

Sesindeki acımasızlık ve acı ile Boran gözlerini kaçırdı. Adar da hallederiz dediği için ablası ile Kars'a gitmişlerdi.

"O zaman ve bu zaman bir değil Adar." Boran ısrarcıydı. Zümra'ya ne kadar katı olursa olsun, kuzeninin bir tek onun yanında eskisi gibi güler yüzlü olduğuna şahit olmuştu. O gülüşün tekrardan toprağa gömülmesini istemiyordu.

Adar'ın verdiği sıkıntılı nefes büyük salonda sessizliği sürdürdü. Zihninde dolaşan ahtapot kollarının hangisinin daha zehirli olduğunu düşünüyordu. O zehirli kolu bu töre saçmalığını çıkaran kişinin boynuna sarıp eziyet ederek boğmak istiyordu.

Kapı, bir savaşın ortasında kalan insanlardan birinin kaçış yolunu bulup, gördüğü her kapıyı kırması gibi hiddetli ve endişeliydi.

Salonda duran Zekine hala, Boran ve Miran anında kapıya çevirdi bakışlarını. Adar ise umursamadı.

Ravza, içeri girip sakince oturan abisine baktı. Bakışları öfke ve kin doluydu. Bir fırtına kopmaya hazırlanmıştı bile.

Dişlerini sıkarken daha fazla dayanamamıştı. "Ben bu konaktan gelin çıkayım diye mi kaçtım? Bu yüzden mi sana güvendim Adar Ağa?"

Bağırıyordu ama ne kadar yanlış kişinin karşısında bağırdığını unutuyordu. Ağabeyinin öfkesi ile hiçbir zaman karşı karşıya gelmemişti.

Adar, ağırca kafasını kaldırırken göz ucu ile öfkeden ağlayacak dereceye gelen kardeşine değdirdi bakışlarını. Bir şey söyleyemiyordu, tek bildiği ona zarar gelmemesiydi. Buna dayanamazdı.

Ablasından sonra onun yüzüne bile bakmayan kardeşinin tek bir tel kirpiğinin ıslanmasına izin vermezdi.

"Ağabeyine bağırma Ravza!" Zekine Halanın sert ve uyarıcı tavrı ile şaşkınlıkla halasına döndü Ravza.

"Ne ağabeyisi?" dedi aşağılayıcı çıkan sesiyle. Adar bu lafın üzerine kafasını tamamen kardeşine çevirmişti. Ravza öfkeliydi ve susacak gibi gözükmüyordu.

Adar'ın onun için neleri göze aldığını görmeyecek kadar kördü.

"Odana git, geleceğim yanına." Başka bir şey söylemedi Adar, kimsenin yanında kardeşi ile tek kelime dahi konuşmak istemiyordu.

Ravza abisinin rahat tavrına daha fazla dayanamıyorken sehpanın üzerinde duran vazoyu sertçe yere fırlattı. Cam kırıkları yere dağılırken Adar hiddetle ayağa kalktı.

"Kendine gel!" dedi, öfke bedenini daha fazla ele geçirirken. Saniyeler içinde başında ufak bir sızı hissetti. Aldırış etmemeye çalıştı. Ama kız kardeşinin durmak gibi bir niyeti yoktu.

"Ne yaparsın?" derken kaşlarını alayla havaya kaldırdı. "Ağabeyim ile ablamın canını canice aldığın gibi benimkini de mi alırsın?"

Ruhunu parçalamıştı ağabeyinin ama bundan haberi dahi yoktu.

Bardağı taşıran son damla bu sözler ile tamamlanmıştı. Boran hızla ayağa kalkarken, Zekine hala, "Ravza!" dedi, kızgınlıkla.

Herkes ciddiliğinden taviz vermeyen Adar'ın yüzüne bakıyordu. Suratına, içindeki hiçbir duyguyu yansıtmıyordu. Bu konuda fazlasıyla tecrübeliydi.

Bu sözlere karşı dudaklarını araladı. "Alırım!" Kimsenin beklemediği bu cevap ile şaşkınlıkla baktılar içinde büyük bir yangınla ayakta duran ama her an düşeceğini hisseden adama.

"Odana çık." Bağırmayı bırakmıştı. Kardeşi ümidi çoktan kesmişti. Buraya gelmenin tamamen hata olduğunu düşünüyordu. Hızla salondan çıkıp odasına doğru koştu.

Adar hiç kimseye bakmadan hızla kendini avluya bıraktı. Derince nefesler almaya başladı. Nefes almak istedikçe göğsü sıkışıyordu. Daha ne kadar dayanabilecekti sevdiği insanlar için çabaladıkça, onların darbe üstüne darbe vurmasına?

Boran kuzeninin omzuna dokundu. Tek o biliyordu çektiği her acıyı. "Üzgün, takılma," dedi, Adar'ı rahatlatmaya çalışarak.

"Zümra," dedi Adar, kuzenin aksine kardeşini değilde toprak gözlü kadını anarak.

"Şu koca ömrümde bütün darbelere karşı dimdik durdum da, onun bana son bakışının altında ezildim."

🌚

Evin önüne gelmem ile kapı hızla aralandı. Derin hızla kollarını bedenime sardı. Ardından yüzüme baktı. "Ne kadar korktuğumu biliyor musun?" O kadar korkmuştu ki, sesi duvarlar gibi pürüzlü ve çatlak çıkmıştı.

Ardından dizimin dibinde benimle gelen Sebastian'a değdi bakışları. "Bu patili tatlı hayvan seninle mi?" demesi ile burukça gülümsedim. Her durumda beni güldürebilen bir kardeşe sahiptim.

Kafamı sallamam ile Sebastian birden içeriye doğru ilerledi. Şiwan amca onu gördüğünde güzel bir tepki vermeyecekti.

"Özür dilerim." Başka söyleyecek tek bir kelimem dahi yoktu. Benim de huyum bu, biri yanımda beni izlerken ağlayamıyordum. Tek bir gün Adar'ın yanında, abimin kuru kanımış bedenini götürdüklerinde ağlamıştım. Ve babamın bana ilk defa kızım dediği gün.

Derin kollarını ayırarak, "Affettim, gel," derken çocuktan farkı yoktu gözümde. Gülümserken içeriye girdim. Şiwan amcanın salonda namaz kıldığını gördüğümde sessizce hiçbir şey yaşanmamış gibi kanepeye oturdum.

Sebastian, sobanın önünde durmuş sanırım ısınmaya çalışıyordu. Kim bilir ne kadar süredir kimsesizdi.

Derin hızla yanıma oturdu. "Neredeydin?" Hesap sormaya başlaması ile göz ucu ile Şiwan amcaya baktım. Derin de onun burada olduğu için konuşmayacağımı anlayınca kafasını salladı.

Şiwan amcanın selam vermesi ile gerildim. Şimdi kırk tane soru soracaktı. Namazlığını katlarken bir an Sebastian'a değdi bakışları. Saniyeler sonra çatık kaşlarının altındaki kısık gözleri bana değdi. Gözlerimi kaçırmadım. Açıklayamayacağım hiçbir şey yoktu.

"Her darbenin altından böyle mi kalkacaksın?" Sesi bana karşı her zaman yumuşak çıkan adam bu sefer bana karşı sertti. Duvarlar vardı da, bu yüzden böyle duyuyormuşum gibi düşünmek istedim.

"Ne yapayım?" derken fazlasıyla net gözüküyordum. "Oturup ağlamam, zırlamam falan mı gerekiyor?" Evet saatlerce ağladım ama bunu belli etmemem gerektiğini öğrenmiştim. Bunu Helin bana öğretmişti.

Şiwan amca başımda dururken saçlarımı okşadı. "Sen bu kadar acıyla nasıl nefes alacaksın, keça min?" Sesi titremişti. Benim Adar'ı sevdiğimi uzun süre önce anlamış olmalıydı.

"Daha büyükleri altından nefes alarak çıktım," derken yüzüme kocaman bir gülümseme yaydım. "Yüzüklerin takıldığını göreyim, Giresun'a gideceğim."

Teyzeme ne diyecektim? Aslında ben Mardin'e, Helin'in düğünü için değil evlenmemek için kaçtım. Senin ailevi sıkıntılarından dolayı sana gelemedim. Sonra abim geldi ve beni kurtarmaya çalışırken öldü. Ne kadar güzel bir senaryo öyle değil mi? Kadının oracıkta yüreğine iner.

"Giresun mu?" dedi Şiwan amca. İstemiyordu, bizi ölen iki kızı yerine koymuşken yine yalnız kalmak istemiyordu.

"Hı hı," diye mırıldandım. "Buraya geldiğimiz günden beri gün yüzü görmedik. Başta gitmemiz gerekirdi ama burada bir düzen kurmak istedik. Buraya kadarmış."

Şiwan amca hiçbir şey söyleyemedi. Gözlerinde gördüğüm hayal kırıklığı beni üzerken soğukkanlılığımı korudum. Üzgünüm ama hep bundan dolayı canım yanıyor. Artık istemiyorum.

Kafasını sallarken odadan çıktı. Büyük ihtimalle odasına gidecekti. Onu yalnız bırakmak istemiyorum ama onun bizimle gelmeyeceğini de gayet iyi biliyordum.

Derin'e değdirdim çökmüş bakışlarımı. "Sen gelmek istiyor musun?" Hayır derse ne diyebilirdim ki? Oradan oraya sürüklenip durdu benim yüzümden.

Gülümserken yanağımdan bir makas aldı. "Gelecez tabii kızım, seni bırakır mıyım ben?" derken gülümsemesi silindi. Gözleri yaşardı. Hızla kollarını bedenime sardı.

"Ben sevdiğimi başka bir kızla olduğunu bilerek yaşamaya çabalarken, sen sevdiğininin sözüne gitmek istiyorsun. Yapma bunu kendine Zümra..." dedi, yalvarırcasına.

Ağlamak istemiyordum. "Gideceğim." Net tavrım ile kollarını bedenimden ayırdı. Bunu yapmamı istemiyordu. Elinde olsa Lorîn'i öldüreceğine emindim.

"Sen hazırlan. Yarın akşam sözümüzü kesip, Giresun'a gideceğiz." Kafasını sallarken ben ayağa kalktım. Odadan yavaş adımlar ile çıkarken merdivenlere baktım.

Yukarıda tek bir oda. İçinde tek bir adam. Babamın bana hissettiremediği bütün duyguları hissettiren adam.

Özür dilerim.

En çokta senden özür dilerim.

Odamın kapısını açarken kendimi hızlı içeriye attım. Kapımı kilitleyecekken camının önündeki gölgeyi fark ettim. Adar'ın adamları hala bizi korumak için burada bekliyorlardı. Rozet... Çoktan kırmıştım.

Boran'ın annesinin rozeti olması umrumda bile değildi. Değerli olan eşyalarını, değersiz gördüğü kişiye vermemeliydi.

Kapımı hiddetle açıp dış kapıya yöneldim. Derin fark etmiş olacak ki hızla arkamdan geldi.

"Çıkın kapımızın önünden." Bana değdi bakışları ama tek bir kelime dahi etmediler. Tekrardan kafalarını eğip dikilmeye devam ettiler.

"Siktiri olup gidin lan!" Sesimin yankılanması ile bana baktı adamlardan biri. "Sizi korumamız gerekiyor efendim."

Ona doğru attığım birkaç adım ile gerildi. Gözlerini ayak uçlarına çevirip mahçup bir ifade yayıldı yüzüne. "Artık beni değil, yengenizi korumanız gerekiyor." Acı kelimeler boğazımdaki düğünden kopmayı başarıp sonunda dışarıya savurmuştu kendini.

"Hadi," dedim, omzuna vurarak. Adam bana bakarken kafasını salladı. Yavaş adımlar ile bahçeden çıkarken diğer adamlarada kafası ile gelmelerini işaret etti. Ardından hızla telefonunu çıkarttı. Sanırım Adar'ı arayacak ve Zümra Hanım bizi gönderdi diyecekti.

Böylesi daha iyiydi.

Tek bir şey kaldı.

Bu şehri terk etmek.

🌚

"Özür dilerim, ay ışığım?"

Rüyamın içinde Adar'ın sesini duyduğumu düşünerek, gözlerimi aralamadım. Bu sesi duymak istemiyordum. Yatağımda kıpırdanırken birinin parmak uçlarını saçlarımın arasında hissettim. Gözlerimi hızla aralarken, gördüğüm kömür gözler ile yutkundum.

Nefesimin an itibari ile tükendiğini hissettim. Kapımı kilitlediğimi hatırlarken bütün odaların yedek anahtarı olduğunu anımsadım.

Adar'a değdirdim toprak hareli bakışlarımı. O ise da bana bakıyor ama konuşmuyordu.

"Ne işin var senin benim odamda? Derhal çık!" derken sesimi fazlasıyla yükseltmiştim. Karşımda bugüne kadar hiç konuşmadığım biri varmış gibi davranıyordum.

O ise ayağa kalktı. Dediğimi yapıp çıkacağını düşünürken avuç içini bir anda yanaklarımda buldum. Hızla ayağa kalkarken geriye doğru adımladı. Kollarımı hiddet kaldırıp göğsünden sertçe ittirecekken bileklerimi yakalayıp, bana engel oldu. Kollarımı çekmeme izin vermeden, kollarını kaybolan çocuğunu yeni bulan bir babanın içindeki korkuyla, çocuğuna sıkı sıkı sarılması gibiydi.

Neden bana sarılıyorsun? Hani sen kimseye sarılamazdın, çekinirdin.

Kollarının arasında huzur bulduğumu düşüneceğim adamın kolları benim için şu saatten sonra sadece panzehiri olmayan, öldürücü bir zehirdi.

Göğsünden itmeye çalıştıkça kollarını daha çok bedenime bastırıyordu. Saçlarımı okşadı. Yavaşça ve sessizce.

Şu dakika akrep ve yelkovanın tam anlamıyla durmuştu. Bu saniyeler zihnimin orta yerine kazınırken son kez kokusunu içime çektim. Başka bir kadının gözlerine değecek olan gözlerine bakmayacağıma yemin ettim, bir daha yeminimden dönmem.

Tüm gücümle göğsünden bir katil ile karşı karşıyaymışım gibi hiddet ittirdim. Bir katilden farkı yoktu, sardığı kalbimdeki en büyük yarayı deşti. Beni kullandı. Geriye doğru adımlarken dişlerimi sıkarak işaret parmağımı uyarıcı bir ifadeyle salladım. "Bir kadın ile evleneceğini kabul ettiğin o dilinde bir daha benim adım dönmeyecek. Değil gözlerime bakmak, adımı bile anmayacaksın. Sen evlenip, aileni kuracaksın. Ben de..."

Sen ne Zümra? Sen şu saatten sonra hiçbir adama güvenir misin? Bir daha iki hisli kelime ile gülümser misin? Hayır.

"Ben de geçmişimin verdiği ders ile hayatıma devam edeceğim. Birine aşık olacağım, kim bilir?" derken dilim düğümlendi. Bu kuracağım cümle benim boğazımda yumru olarak kalacağının verdiği his ile gülümsedim.

"Çocuklarımız arkadaş olur belki..." Ruhumda yara olarak kalan bir izsin Adar Kıratlı. "Bir gün yollarımız kesişir de, yanıma gelmeye çekinirsen, lütfen çekinme. Yanıma gel, gel ki senin gibi bir adam ile bir geçmişim olduğumu hatırlayıp halime her gün şükür edeyim."

İfadesizdi bakışları. Her kelimemi gözlerindeki kuyuya hapsedip, biriktiriyor gibiydi. Bu bakışları daha önce hiç bu kadar hissetmemiştim.

"Olmadı." Tek kelime söyledi iki dudağının arasında ismimi her duyduğumda bir anlam kazandığımı hissettiren adam.

"Olduramadın." Sesim çıkmıştı ama onun kuklalarına değil, yüreğinde izi çıkmıştı. Bu izi ömür boyu unutamamam tek dileğim.

Duraksadı. Gözlerini duvara değdirdi. Tekrardan gözlerime bakmasını beklerken orada çivilendi bakışları.

"Seni seviyordum." Dudaklarımdan çıkan bu iki kelime nefesimi kesmişti. Göğsümün orta yerinde ufak ama hızla bedenime yayılabilecek bir ateş harlandı.

Göz bebekleri küçüldü. Gözleri kömürü andırırken bir an daha da koyulaştığını düşündüm. Sadece bakışları değişti.

"Senin kalbine tekrardan konan, günahsız bir kelebek olmak için kalan bütün ömrümü feda ederdim."

Yüz otuz yedi gündür duymak istediğim, ama duyduğumda benim için artık hiçbir şey ifade etmemesi ne kadar da acı.

"Kelebeğin ömrü kadardı zaten senin hislerin."

Duraksadı. Yutkunurken gözlerime bakamadı. İtiraflar için fazla geç kaldın Adar Kıratlı.

"Bana ne söylemiştin hatırlıyor musun?" derken ona doğru birkaç adım atıp aramızdaki mesafeyi kapattım. Elim göğsüne değerken aşağıya doğru kaydırdım. Adar ise ne yaptığıma anlam veremediği için kaşlarını çatmış bana bakıyordu.

Elim beklemediği bir anda belindeki silaha kayarken hızla elimi belinde yakaladı. Silahını almama engel olurken yüzüme doğru yaklaştırdı sert çehreli bakışlarını. Nefesini tenimde hissederken bir an olsun geriye adımlamadım.

"Ben seni bırakırsam vur alnımın ortasından dedim," dedi, sanki bunu yapmamış gibi bir tavır sergileyerek. "Ben seni bırakmadım, bırakmam."

"Bugün değilse yarın," dediğimde gülümsedi.

"O zaman senin sıkmana gerek kalmaz, ben kendi kafama sıkarım." Kararlılık ve soğukkanlılık bedenini tamamen sarıp çevrelemişti. Bu adamın zorda kaldığında ne kadar tehlikeli biri olduğunu biliyordum. Neden bu sefer fazlasıyla sakin?

Evlenmeyi kabul ettiği için değilde, beni kırdığı için yanıma gelmişti. Amacı vardı ve bu amaç beni artık ilgilendirmiyordu. "Akşama sözün var," derken gözlerinin içine bakıp gülümsedim. "Git ve evleneceğin kadın için hazırlan."

Dudaklarını aralarken ölüm döşeğinde ki yaşlı bir adamın konuşurken zorlanması kadar ağırdı.

Sırtını bana dönüp gidecekken durdu. Omzunun arkasından sert çehreli bakışlarının hedefi olarak, beni derin kuyuya hapsetmek istercesine bakarken, "Ben seni bir kumru kadar sevdim," dedi.

Beni sevdiğini itiraf etti. Bu şekilde mi? Bu durumda mı? Bu acıyı bana neden yaşatıyorsun? Herkese karşı gelirken neden şimdi susuyorsun?

Şiwan amcayı kapımın önünde görmem ile gerildim. Sanırım Adar onu zorlamıştı anahtarı vermesi için.

Hiçbir şey olmamış gibi yatağıma yatarken Şiwan amcanın gözlerinin dolduğunu fark ettim. Okyanustan bir damla karaya düştü. "Kumru kuşlarının eşleri ölürse, onlar hayata küser. Sevdiğinden sonra ölene kadar kimseyi kabul etmezler. Onlar bir günlük hisler ile değil, sonsuza kadar sevdiğini anarak yaşarlar. Sen onun tek kumrususun."

Gözlerimin dolmaması ruhumun ağlamaktan yok olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Gözlerimin içinde oluşan yangını söndürmem için okyanustan bir damla suyun gözlerimden akması gerekiyordu.

Bana çektirdiği bunca acıdan sonra nasıl yanıma gelip bana beni sevdiğini söyleyebiliyor?

Onun, benim gözlerime baka baka o kadın ile evlenmeyi kabul etmesini unutacak mıydım?

Zihnimin bir kenarında bu iğrenç görüntü her zaman tekrar tekrar oynatılacak ve yeniden doğmaya yeltenen ruhumun içinden geçecekti.

Andım olsun Adar Kıratlı! O söz kesildiğinde, beni bıraktığın o anda vuracağım seni. Sözümden caymam.

Öldürdüğünüz ruhumun cesedinin kokusunda boğulacaksınız.

🌚

Aynanın karşısında giydiğim kırmızı renk elbiseye baktım. Saçlarımı omzuma doğru bırakırken, dudağıma kırmızı renk bir ruj sürdüm.

"Fazla abartılı değil mi sence?" dedi Derin, kapının kenarına yaslanırken, hüzünlü bakışlarını bana çevirerek.

"Ne için?" derken gülümsedim. "Sevdiği adama kız istemeye giden bir kadın için mi?"

Gözlerini cevap vermek istemediği için kaçırdı. İstemiyordu. Oraya gidip o manzaraya şahit olmam, ruhen ve bedenen beni çökertecekti.

Zaten çokta ayakta sayılmazdı.

"Hadi," dedim, ona doğru birkaç adım atarak. "Eski eniştene, kız isteyeceğiz. Gülümse."

"İyi değilsin," dedi, acıyla dudaklarından dökülen titrek sesiyle.

"Evet," derken onun söylediği kelimeyi farklı algılamışım gibi davrandım. "Bundan sonra iyi biri değilim."

Kollarımı aralayıp kendi etrafında döndüm. Kırmızı elbisenin etekleri uçuşurken yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu. Gözlerimdeki ışıltıyı etrafa saçarken, içimdeki çığlıkların duyulmaması için çığlıkların sesini bastırdım.

"Çok güzel oldum, değil mi?" dedim, kaşlarımı hadi dercesine kaldırarak.

Derin kafasını ağır ağır salladı. "Çok güzel bir şekilde bataklığın içinde çırpınan ruhunu sakladın."

Anlardı seni gerçekten düşünen kişi, ne olursa olsun anlardı. Bedenim o bataklığın içinde yaşamaya alışmışken, dibinde nefessizlikten ölen insanlara bakıyordu. O ruhlar gibi orada ölmek değil, orada yaşamayı başarmak istiyordu.

"Yaptığın şeyin senin üzerinde ne gibi etkiler hatta travmalar yaratacak hiç düşündün mü?" dedi, bana doğru birkaç adım atarak. O, genelde benimle dalga geçen kardeşimken, şu anda benim içimdekileri savuran kişiydi.

"Beni düşünme," dedim, ellerini tutarak. Ne yaptığıma anlam veremedi. "Bir adam için travma geçirecek değilim, anca bundan büyük ve unutulmayacak derecede bir ders çıkarırım."

Tatmin olmamıştı. Bakışları beni derin bir kuyuya hapsetmek ve orada o yüzüklerin takıldığını görmemem için saatlerce hapsetmek istiyordu.

"Evet, bu yaptığım saçma geliyor olabilir. Ama değil Derin," dedim, yüzümdeki yapmacık gülümsemeyi silerek. "Ben bu iğrenç sahneyi görüp gideceğim bu şehirden. Onun başka bir kadına bakıp, yüzüğünü taktığını göreceğim. Bana engel olmak için çabalama."

Kafasını sallarken yüzünü astı. Ardından kapının önünde beliren Şiwan amcaya değdi bakışlarımız. Gözlerinde beliren hüznün sebebinin benim soğukkanlılığım olması içten içe beni sıkıştırıyordu.

"Bu sabah mıdır yolculuk?" dedi, titrek çıkan boğuk sesiyle.

"Hı hı," diye mırıldandım. "Sen burada kalmaya devam edecek misin?" dedim, zar zor yutkunarak. Ona şu üç buçuk ay içerisinde çok alışmıştım.

"Gideceğim, buralarda kalmam için ne sebep vardır?" Siz yoksunuz, ben neden olayım diyordu ve ben her an ağlayabilirdim.

"Seni seviyoruz..." derken ona doğru birkaç adım attım. "Baba."

Gözleri dolarken okyanustaki bir damla yavaşça yanağından süzüldü. Yaşlı bir insanın ağlaması neden bu kadar içten içe bitiriyordu insanı?

Kollarımı hızla onun bedenine sardım. Kollarım ondan kopmak istemiyorcasına zincirlemek istiyordu. Buraya da, ona çok aşılmışken gitmemiz beni içten içe bitiriyordu.

Kollarımı ayırıp yüzüne bakmamaya çalışarak hızla dış kapıya doğru yöneldim. Dizimin altına gelen kırmızı elbisenin altına ayakkabımı giyip kapıyı açıp kendimi soğuk havanın akışına bıraktım.

Rüzgar tenimi yarıp içimden sertçe geçip giderken Derin'in de çıktığını anladım. "Hadi, gidelim." Sesim o kadar heyecanlı çıkıyordu ki, bir an gerçekten abime kız istemeye gidiyormuşum gibi hissettim.

"Bir de oyna Zümra!" dedi Derin, kolumu sertçe avuç içine alarak. Bedenim ona doğru çevrilirken gözlerindeki kızgınlık ile göz göze geldim. "Sen yüzüne saçtığın gülücüklerin altındaki o kahrolan kızı benden saklayabildiğini falan mı düşünüyorsun?"

Ben bunu senden değil, kendimden saklamaya çalışıyorum. Üzgünüm ama bana verilen bu kader bana reva değil. Ben daha fazla ne olabilir, dedikçe daha beteri beni buluyordu.

"Gidip yüzüklerin kesildiğini göreceğim, ardından gördüğüm her şeyden ders alıp bir daha hiçbir adama güvenmemem gerektiğini anlayacağım," dedim, düz bir sesle. Sanırım son zamanlar sadece bu huyumu seviyordum, eskisi gibi duygularımı fazla belli etmemek.

Eskiden olsa Adar'ın yanında ağlardım ama artık istesem bile içimdeki bir şey buna engel oluyordu.

Birlikte bahçeden çıkmamız ile göz ucu ile etrafa baktım. Önümde duran arabayı büyük ihtimalle Boran göndermişti. Adar, gelmemi istemediği için böyle bir şey yapmazdı.

Arabanın içine binmem ile ruhumu deşen sert rüzgar terledi. Ne biçim şeyler kuruyorsun kafanda Zümra? Yok birazdan buhar olup yok olacaksın.

İnsanların deli olmadığını şu anda anladım. Onlar deli değil ki, sadece gerçekler ile yüzleşmemek için dillerine ve gözlerine büyük bir perde çekiyordu. Ve düşünmemek için saçma şeyler geveliyordu.

O insalardan biri mi olacağım?

🌚🗝️

Arabanın durması ile camdan dışarıya çevirdim toprak hareli bakışlarımı. Derince bir nefese aldım, göreceğim görüntülere hazırlanmak istercesine. Kapım açıldı ve o baskıcı rüzgar kolumu anında titretti. Arabadan inmem ile Zekine hala ile göz göze gelmem bir oldu.

Bana karşı sergilediği bakışları, bir serçenin gözyaşını döküp, dünyada tek bir tüyünü lanet edercesine bırakıp gidecekmiş gibiydi. Ben o serçe değilim. Ben o serçeyi ağlatacak kadar acı şeyler yaşayan kadınım.

"Nasılsınız?" dedim, ona doğru birkaç adım atıp. Gülümsedi. Beni sevdiğini düşüyorken koluma dokundu. İrkilmem ile bakışlarını bir süre gözlerimde çiviledi. "Oğlan," dedi, kafasını ağır ağır iki yana sallayarak.

"Bitti, bitirdi." Evet, oğlanın bitirdi.

"Başlamayan bir şey bitemez efendim," derken içtenlikle gülümsedim. Geriye doğru adımlarken konağın kapısı açıldı.

Şilan, Zelal, Selma Hanım, Ravza ve Helin çıkmıştı. Arkasından Boran ile Miran'ın çıkması ile Boran ile birkaç saniye gözlerimizi birbirimizden çekmedik. Bakışları ifadesiz ve anlamsızdı. O da benim gibi bu olanlara anlam veremiyordu.

"Gelin siz benim arabayla," dedi Boran, arabasına doğru ilerlerken. Derin tam gidecekken bana baktı.

"Adar'ın arabasına bineceğim ben, sen Boran ile git." Kaşları çatılırken kızgın bakışlarını birkaç saniye üzerimde tutup, sıkıntılı bir nefes verdi.

Zelal dudaklarını tam aralayacakken Boran, "Arabalara geçin hayde," dedi, olaya atlayıp ortalığı kızıştırmaması için. Ardından bana çevirdi sert bakışlarını. "Benim arabama bineceksin," demesi ile gözlerimi devirdim. Bu durumda bile benimle inatlaşan bir ağaya denk geldim. Sanırım o bunu inadına değil, benim ne yaptığımı anlamaya çalıştığı için yapıyordu.

Evet, Adar'ın canını yakmak istiyorum.

Benim canımın yandığı kadar onun da canı yansın.

Kapının açılması ile bakışlarım onun siyahlara bürünmüş hali ile karşı karşıya geldi. Koluna taktığı gümüş rengi saat aksesuar olarak kombinde çok hoş durmuştu.

Bana çevirdi kömür karası bakışlarını. Yüzündeki o öfke, kin, nefret yok olurken yerini saf ve boş bir bakış aldı.

Gülümserken ona doğru birkaç adım attım. Siyah ceketinin kumaşına değdi parmaklarım. Koluna dokunmam ile ilk önce koluna ardından tekrardan yüzüme baktı. "Kombinin çok iyi olmuş," derken, gözlerinin ardında saklamak istediği bakışlarını görmeye çabaladım.

O, bakışlarını kaçırmak yerine hala gözlerimin en derinine bakıyordu. Gözü ile baştan aşağıya beni süzmesi ile içten içe kasılırken, yapmacık bir biçimde sabahtan beri yaptığım tek şeyi yaptım. Gülümsedim.

"Senin kombinine uyum sağlamaya çalıştım diyelim, ama senin yanında pek dikkat çekeceğimi düşünmüyorum," derken arabasının kapısını açıp binmemi bekledi. Bu adam neden bu kadar rahat?

Arabaya binmem ile kapıyı nazikçe kapattı. Bu sakinliği beni daha da sinirlendiriyordu. Ben burada içten içe bitiyorken, o hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordu.

Sürücü koltuğunda yerini alırken emniyet kemerini bağladı. Arabayı çalıştırmasını beklerken o sadece bana bakıyordu. Ben ise o taraflı olmak yerine önüme dönmüştüm.

Dudaklarımı aralayacakken parmaklarını yanağımın üzerinde hissettim. Geriye doğru çekilip elini sertçe ittirdim. "O parmaklarına başkasının yüzüğünü takmana saatler kala başka bir kadının tenine dokunmaya utanmıyor musun? Bu kadar mı karaktersiz bir adamdın?" Durdu. Bu kadar ağır bir cevap vereceğimi düşünmemişti.

Ne bekliyordu? Bana dokunduğu an paçaları aşağıya indirmemi falan mı?

Direksiyonu sıkarken hızla arabayı çalıştırdı. Emniyet kemerimi korkuyla tutarken göz ucu ile Adar'a baktım. Başka bir kadın ile sözlenmesine saatler kala bana dokunamazdı.

Camı açıp kafasının hafif o tarafa doğru yaklaştırdı. Soğuk havanın içerideki sıcaklığı ele geçirmesi ile kollarımı birbirine sürttüm. "Camı kapat." Rica etmemiştim çünkü onunla hiçbir şekilde yumuşak bir dille konuşmak istemiyordum.

Bana doğru çevirdi bakışlarını. Ben ise hiç o taraflı olmadım. "Kokun kafamı bozuyor, sen yanımdayken kaza yapmak istemiyorum," deyince şaşkınlıkla ona döndüm. Ben olmasam kaza yapmak onun için sorun olmaz mıydı? Kafasının içinde neler kuruyor?

Arabayı aniden durdurunca göz ucu ile ona baktım. Derince bir nefes alırken telefonunun ekranına baktı. Sanki bir şey bekliyor gibiydi. Tekrardan telefonu ceketinin cebine yerleştirirken bakışlarını üzerimden çekmedi.

Ardından kafasını sürücü koltuğunun başlığına yaslayıp emniyet kemerini açtı. Gözlerini yumması ile kafam tamamen ona doğru çevrildi. Şakalarında ki ince damarın atışını görebiliyordum. Sanki büyük bir su borusunun patlamadan önceki haliydi. Birazdan Adar'ın damarlarındaki kan her yere yayılacakmış gibi düşünerek hızla gözlerimi yumup, kafamı cama doğru çevirdim.

"Vakit kaybediyoruz," dedim, buz gibi bir ifadeyle. "Seni bekleyen bir kadın var."

Nefes alışveriş seslerini duyabiliyordum. "Ablamı öldürdüğüm gibi onu da öldüreceğimi ima etti, biliyor musun?" dedi. Saniyeler geçmeden deliler gibi gülmeye başladı. Ardından bakışları ona dönük olmayan gözlerime değdirmeye çalıştı.

Bu onun için çok ağırdı. Ravza nasıl böyle düşüncesizce davranabilirdi? Ablanı araya dahil etmene gerek var mıydı?

Saçlarına dokunması ile elini hızla ittim. Yaslandığı sürücü koltuğundan öne doğru doğruldu. Elime dokunması ile tam elimi çekecekken izin vermedi. Sıkı sıkı tutup, ona bakmam için çenemden tutup göz göze gelmemizi sağladı.

"Benim yüzüme düşmanınmışım, gibi mi bakacaksın?" derken gözlerindeki perdeyi indirmiş, tamamen bakışları ile duygularını belirtmişti. Ve şu anda gözlerimdeki gördüğüm tek şey bütün sevdiklerini aynı anda kaybeden bir adamın bakışlarıydı.

"Bu sabah," dedim, onunla son kez konuşarak. "Gidiyorum."

Elini hızla çekerken o bakışları silindi yerini telaş aldı. "Ne demek gidiyorum? Nereye gidiyorsun?" dedi, hızla.

"Baştan beri gitmem gereken yere," dedim, gülümseyerek. "Ailemin yanına, beni asla kullanmayacak, kandırmayacak insanların yanına."

Gözleri kısıldı. Verdiği sıkıntılı nefesi, bir anda içime oturan bir sıkıntı haline dönüştü. Saniyeler geçerken, sadece burada birbirimizin nefes alışveriş seslerini dinliyorduk.

Nefesinin bana hissettirdiği o eşsiz güvence... neden aldın benim içimde büyüyen güveni mi?

"Hayatıma anlam katan gözlerini..." derken bana çevirdi kömür hareli bakışlarını. "O gözleri bana haram kılan herkesin eceli olacağım!"

Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Ve yanına geleceğim." Ne planlıyor, ne gibi şeyler kuruyordu aklında?

Bilmiyordum ve umurumda da değildi. "Ben hayatımdan çıkardığım insanları, bir daha hayatımın bir parçası olarak almam. Sen, bu şehirde benim için tamamen biten, bana pişmanlıktan başka hiçbir şey hissettirmeyen adam olacaksın," dedim, düz ve keskin bir ifadeyle.

"Bu kadar mı gözden çıkardın beni?" dedi. Takıldığım bu değildi. Adar'ın sesi titremişti. Bugüne kadar defalarca konuşmamıza rağmen bir kere bile sesi titremeye adam, ona olan bakış açımdan dolayı sesi titremişti. Madem bu kadar seviyordun, neden itiraf etmedin?

"Gözden mi?" dedim, alaylı bir ifadeyle. "Kalbimden söküp çıkardım ben, seni. Buna mı takıldın?"

"Hayalet sevgilim."

Sevgilim demesi mi, yoksa hayalete mi takılacaktım?

"Vardın ama, yoktun da. Ruhumda her zaman varken, hayatımın ufak bir zaman diliminde olman ne kadar da ağır bir durummuş."

Gülümsedi. Acının en güzel gülüşünün, yüzüne ne kadar yakıştığından haberi yok.

"Nefes aldığımı tek hissettiren kişisin."

Gözümden hızla düşen bir damla yaş yanağımı ıslatırken, dudaklarımı dişledim. Zihnim bu iki kelimeyi kodladı. Bir daha belki de sesini bile duyamayacağım adamın, beni sevdiğini itiraf etmesi ne kadar da acıydı.

"En büyük hayal kırıklığımsın," dedim.

Arabayı tekrardan çalıştırırken gözleri yola çevrildi. Gri renkli yolun üzerinde hızla giden araba ve birkaç saat içinde hiç görüşemeyecek olan biz.

Ruhumu bu şehirde bırakıp, giden bedenim ile ben.

🌚🗝️

Araba durdu. Sessizlik hakim oldu sıcaklığın arttığı kapalı arabanın içerisinde.

Kapıyı açacakken kolumdan tuttu. Omzumun yanında duran Adar'a değdi bakışlarım. Kolumu bırakıp, yutkundu.

"İçeride ne söylersem onayla, tamam mı?" demesi ile kaşlarım çatıldı. "En azından son kez."

Kafamı salladım ama içimde büyük bir sıkıntı oluştu. Alevler harlanacak ama o alevi söndürecek su benim elimdeymiş gibi konuşuyordu.

Zemine basmam ile önümüzde duran konağa baktım. Kapıdaki sıralı adamlar Adar'ı görünce hızla kapıyı açtılar. Birlikte içeriye girmemiz ile Derin'lerin de şimdi geldiğini fark ettim. Derin bana yaklaşıp, hızla koluma girdi. "Neden bu kadar geciktiniz?" diye sordu.

"Konuşacak fazla vaktimiz var," dediğimde kafasını salladı.

Helin'in elinde olan güllere baktım. Kırmızı güllerin güzelliği, yüzümde ufak bir gülümseme oluşturdu. O güllerin yapraklarını parçalamak istiyordum. Kokusunu kaybetmesini istiyordum. Ya da içimdeki kırıklığı unutmak için bunu uyduruyordum.

Helin'in elindeki gülleri almam ile şaşkınlıkla bana baktı. Diyar Ağa ile göz göze gelmemiz ile yanında Lorîn'i görmem bir oldu. Üzerindeki mavi elbise ile çok şık gözüküyordu. Adar mavi seviyor muydu, acaba? Ben bilmiyordum ama o biliyor olmalıydı.

Elimdeki gülleri Adar'ın eline vermem ile Boran bana baktı. Ne yaptığımı anlayamamıştı. "Çiçeği damat verir, Adar Ağa," dedim, tebessüm ederek.

Bakışları sertleşti. Gözlerimdeki kuyunun dibine beni itip, boğmak istiyordu. Ama yapamazdı, beni kullanırdı ama öldüremezdi.

Adar, ifadesizce elindeki gülleri Lorîn'in eline bir çöp gibi uzatıp içeriye doğru ilerledi. Lorîn, bunun üzerine bozulsa bile belli etmemeye çalışarak, bize bakıp gülümsedi.

Zekine halanın elini öpmek için yaklaştığı anda Zekine hala pas vermeden içeriye doğru ilerledi. Selma hanım elini öptürüp Zekine halanın ardından ilerledi. Helin de hızla içeriye girerken Zelal hızla Lorîn'e sarıldı.

İki yılan bir olursa güçlü olmaz; biri diğerini sokar. Bu ikisinden aynı performansı bekliyorum.

Derin ve ben muhatap olmadan ilerleyecekken Lorîn kolumdan tuttu. "Hoş geldin, Zümra'cığım," dedi, sinsi bir gülüşle.

Ben seni burada döverdim de, dua et misafir olarak geldim.

"Hoş buldum," dedim, yüzümü asarak. Neden birden suratımı astığımı anlayamadı. "Üzüldüm senin adına," derken dostça omzuna vurdum.

"Neden üzüldün?" dedi, kaşlarını çatarken. Bakışlarında ki nefret Adar'ın bana ne kadar değer verdiğini bilmesi ve kıskanmasıydı.

"Seni sevmeyen bir adamın yatağında yatacak bir kadın olmak üzücü olacaktır," demem ile yüzüme ufak bir tebessüm yerleştirdim. "Sen bu durumdan rahatsız olmuyorsun sanırım."

Duraksadı. Zelal bakışlarını Lorîn'e çevirdi. Ne söyleyeceğini bekliyordu. "En azından ben onu seviyorum. Sevdiğim adamın yatağında, onun kokusu ile uyuyacağım," dedi, imalı bir ifadeyle.

Alayla güldüm. "Kandırma kendini Lorîn," derken kafamı ağır ağır iki yana salladım. "Adar senin olduğun eve bile girmeyecek. O, evleneceği zaman kendi yaptırdığı konağa gidecekti ama ne hikmetse, senin gelin gideceğin yer o konak değil. Benim bile girip, rahatlıkla dolaştığım konakta kalacaksın."

Onunla aynı yatakta uyur muydu Adar?

Beni sevdiğini itiraf ederken, başka bir kadının tenine dokunur muydu?

Hızla içeriye doğru ilerlerken arkamda hayalleri yıkılan bir kadın bıraktım. Umurumda bile değildi. O, beni her seferinde imalı sözlerinin altında ezmeye çalışıyordu.

Aramızda büyük bir fark vardı. Adar, o konağın kapısını bana açmak ile yetinmeyip, bana vereceğini bile söylemişti. Ama bu kadının o konaktan haberi bile yoktu.

Adımlarım benim nefesini yordukça şuraya bayılacakmış gibi hissediyordum. Burada birazdan arkamda bıraktığım kadın ile sevdiğim adamın yüzüklerinin takıldığına şahit olacaktım.

Her sabah aynaya baktığımda oluşan o gülümseme, bu sabah bana delirdiğimi ifade etti. Dili yoktu, olmasına da gerek yoktu. Benim aslında yavaş yavaş yok olduğumu bana gösteriyordu.

Büyük bir salona girmemiz ile etrafa baktım. Diyar Ağa ve yanında tanımadığım dört adam daha. Sanırım biri Lorîn'in babası, diğeri ise Ravza'nın dedesiydi. Ve o gün konağa geldiğinde dizine kurşun yiyen Hasan Ağa ile yanında bir genç vardı. Sanırım bu Ravza'yı kaçıran adamın ta kendisiydi.

Selma hanım, Zekine halanın yanında otururken biz Helin'in yanındaki sandalyeye oturduk. Ravza'nın bakışları üzerimde gezinirken neden böyle baktığına anlam verememiştim.

"Hoş gelmişsiniz Adar Ağa." Ağır ağır konuşan kişi Lorîn'in babası olmalıydı. Diğer adam fazla yaşlı diğer ise zaten Ravza'nın dayısıydı. Sanırım onun kız çocuğu yoktu, yoksa berdel illa Lorîn ile olmazdı. Peki bu çocuğun babası neredeydi? O neden gelmemiş?

Ben herkese bakarken Diyar Ağa'nın bana baktığını fark ettim. Bakışlarımız birleşirken yüzündeki hoşnut ifadeyi fark ettim. Bakışları beni kasarken Boran bana döndü. Sanırım Diyar Ağa'nın bana baktığını fark etmişti.

"Sen nasılsın Diyar Ağa?" dedi Boran, Diyar Ağavnın bakışlarının benim üzerimden çekilmesini sağlayarak.

"Çok şükür iyiyiz," diyerek yanıtladı. Ama bakışları Boran ve Adar'ın üzerinde mekik çekiyordu.

"Bu kan davası, evlilik ile bitecektir." Yaşlı adamın ağır aksanlı sesiyle herkes ona döndü. O ise bakışlarını bir an olsun Adar'ın üzerinden çekmiyordu.

"Ne olacam değil, ne olacağız demeli insan," dedi Hasan Ağa, Adar'a ters ters bakarak.

"Bu konuşman ile senin ne olacağın bellidir!" dedi Adar, senindeki tehditkar tavrıyla. Ardından bakışları ihtiyar adamı buldu. "Sizden kız almamız, sizinle dost olduğumuz anlamına gelmiyor, Mehmet Ağa."

Yaşlı adam sakallarında gezinen elini tesbihine yerleştirdi. "Bu topraklarda düşman olarak yaşamayı isteyen bir seni gördüm." Bununla gurur duyması ne kadar da tuhaftı.

"Düşmandan kastın sen ve senin gibi töre diye gezinen eski kafalı adamlar mı?" Adar'ın bu sert tavrı ile Zekine hala boğazını temizleyip, susmasını belirtti. Sanırım eksi kafalı demesini beklemiyordu.

Adar ise o taraflı olmak yerine Ravza'yı kaçıran çocuğa baktı. Bakışlarında ki ifade tam olarak bu çocuğun burada canını almaktı. Çocuk kafasını çevirip Hasan Ağa'ya baktı. Adar ile göz göze gelmekten korkarken nasıl Ravza'yı kaçırmaya cesaret edebilmişti?

"Lorîn," dedi Mehmet Ağa, bakışlarını bir süre Adar'ın üzerinde tutmaya devam ederken.

Lorîn hızla birkaç adım öne yaklaşarak, "Buyur dedem," dedi, yumuşacık bir sesle. Bu kız istediği zaman melek gibi olabiliyordu.

"Kahveleri yapasın," dedi. Lorîn, kafasını sallayıp tam gidecekken bana döndü. "Yardım eder misin Zümra?" demesi ile Boran bu tarafa döndü. Adar, kalabalık bir ortam olduğu için araya giremiyordu.

"Kahveyi gelin yapar bilmez misin?" diyerek araya girdi Zekine hala. Lorîn hızla kafasını sallayarak odadan ayrıldı.

Gözüm Adar'a değerken elindeki telefona bakıp durduğunu fark ettim. Bir haber mi bekliyordu?

Ravza'nın yanıma oturması ile ona doğru döndüm. "Hani kurtarırdı beni Adar Kıratlı?" demesi ile dilim lal oldu. Ne söyleyebilirdim ki? Evet, büyük konuştum ve büyük tökezledim.

"Darbeler, en güvendiklerimizden gelirmiş. Bunu göz ardı ettim." Bu cevabı beklemediği için bakışlarını koyu kahverengi ahşap masaya çevirdi. O tarafa dönmesi ile boynundaki izleri gördüm. Tam konuşacakken kapı açıldı.

Kahve tepsisi ile içeriye girdi, Lorîn. Bu kadar kısa sürede getirdiğine göre kendi yapmamıştı. Dedesinden başlayıp, büyüklere servis etmeye başladı. Adar'ın önünde dururken kenarda duran bardağı uzattı.

Tuzlu kahve.

Ruhumun ince tabakası kırılırken, bu manzara ruhuma işledi. Göğüs kafesimin içine panzehiri olmayan, güçlü bir zehri enjekte ettiler de, acılar içinde ölecekmişim gibiydi; bu manzaranın verdiği buruk his.

Gözlerim dolarken Adar'ın bardağı alıp masaya indirmesi bir oldu. Lorîn, elindeki tepsiyi masaya indirip karşımdaki sandalyeye oturdu. Kafasını eğdi ve usulca büyüklerin söze girmesini bekledi. Ne kadar da mutluydu. Benim hayal ettiğim her şeyi yaşaması değil de, hayallerimin içindeki adam ile yaşaması nefesimi kesiyordu.

Telefonuma gelen bildirim ile düşüncelerim kuşun yuvasını terk etmesi gibi zihnimi terk etti. Telefon ekranında ki mesajı görmem ile istemsizce bir gülümseme oluştu yüzümde.

Çıkarcı Ortak : Gülümse ki, hor görmesin bu kadın seni.

Zümra : Numara yapmama gerek var mı?

Çıkarcı Ortak : Benim tanıdığım çatlak Zümra kimsenin ona küçümseyen gözlerle bakmasına izin vermezdi.

Dişlerimi dudaklarıma bastırarak gülmemek için kendimi kastım. Lorîn, fark etmiş olacak ki göz ucu ile bana baktı. Bakışları benim gülümsememe bozulduğunu bariz belli ediyordu.

Boran, telefonunu bırakırken Lorîn, Adar'ın kahvesini yudumlamsını bekliyordu. Adar ise masada duran kahveyi içecek gibi durmuyordu.

Adar, tekrardan telefonuna baktı. Ortamda telefonunu çıkarmaya adam neden şu anda bu kadar telefonu ile uğraşıyor, diye düşünürken bir haber beklediğini düşündüm.

Zekine hala boğazını temizleyip söze girmeye hazırlandı. Tam konuşacakken Adar'ın telefon sesi kapladı büyük salonu. Hızla ekrana bakarken ayağa kalkıp salondan çıktı. Herkes şaşkınca arkasından bakakaldı. Sanırım kapatmasını veya sessize almasını bekliyorlardı.

"Adar Ağa bu meseleleri göz ardı eder Zekine Hanım," dedi Mehmet Ağa, yaşlılığından dolayı kısık ve titrek çıkan sesiyle.

"Oğullarım neye özen gösterip, göstermeyeceğini iyi bilirler, sen dert etmeyesin Mehmet Ağa." Zekine hala Oğullarım derken bütün yeğenlerini devreye katmıştı. Bu konuda çok şanslılardı.

Sahi, benim en son Mardin'e gelen halam nerede?

Ravza yanımda huzursuzca kıpırdanırken ona iğrenç bakışlarını sergileyen, teyzesinin oğluna baktım. Ona baktığımı fark etmesi ile bakışlarını bana değdirdi. Ben Ravza gibi gözlerimi kaçırmak yerine karşımdaki it gibi, ters ters bakıyordum.

"Bakışlarını yere indir!" Boran'ın tehditkar çıkan tavrıyla, çocuk hızla kafasını yere eğdi.

Adar, hızla içeri girerken gözlerinin içinde farklı bir hava sezdim. Az önce sıkıntıdan kafasına sıkacak gibi duran adam gitmiş, yerine başındaki bütün belalardan kurtulan adam gelmiş gibiydi.

Yerine otururken gözü anlık bana değdi. Göz kırpması ile Lorîn hızla bana döndü. Bakışları nefret doluyken ben şaşkınca bakakaldım. Adar herkesin içinde bana gülmezken, şu anda göz kırptı.

Sonunda halasına bakıp kafasını salladı. Zekine hala elindeki kahve bardağını masaya indirip Mehmet Ağa'ya baktı.

Sanırım sağır ve kör olmak istediğim an, şu andı.

"Sebebi ziyaretimiz bellidir Mehmet Ağa," derken yanaklarımı dişledim. Yutkunmak için çabalarken, boğazımda büyük bir yumru hissettim.

Midemde dehşet bir ağrı oluşurken, avuç içimi sıktım. Sinirimi, üzüntümü burada bırakıp, bu şehri terk etmek istiyordum.

Sabahın karanlığında ıssız sokakta sığınacak bir evsizden farkım yoktu şu anda. Onlar evini kaybetmişken, ben sevdiğimi kaybediyordum. Adar sığınacak ev, ben ise sığınacak bir ev arayan evsizim. Sanırım beni tek güçlü yapan özelliğim buydu, duygularımı açık açık belli etmek yerine hiçbir şey olmamış gibi davranmaktı.

"Allah'ın emri, peygamberin kavliyle; kızınızı Lorîn'i, oğlumuz Miran'a isteriz."

Duyduğum isim ile ağzım açık kalmış halde kafamı kaldırdım. Ne demek Miran'a? Helin, rahatlığından taviz vermeyince bundan haberi olduğunu anladım. Benim neden yoktu?

Kafamı hızla kaldırırken Berzan eli belinde içeriye girmişti bile. Mehmet Ağa hızla ayağa kalkarak bastonunu bir insanın kafasını eziyormuş gibi, hiddetle vurdu. "Nedersin sen Zekine Hanım?!"

"Berdeldir işte Mehmet Ağa," dedi Zekine hala, rahatlığından taviz vermeyerek. Bu rahatlığı karşısındaki ihtiyarı daha da öfkelendirirken, ortalığı kızıştırıyordu.

"Sen benim torunumu, evli yeğenine kuma olarak mı istersin!?" diye bağırması ile Adar ayağa kalktı.

Adar ayağa kalkınca Hasan Ağa ile Diyar Ağa ayağa kalktı. Hasan Ağa elini beline götürürken, Diyar Ağa olması beklenen kavganın arasına girip, daha çıkmamış kan kokusunu durdurmaya hazırlanıyordu.

"Sen kime düşünürdün?" dedi Adar, sanki damat olarak buraya o gelmemiş gibi.

"Ravza'nın ağabeyisi sensin Adar Ağa, töre ne der, bilmez misin?" Mehmet Ağa her an kalpten gidecek gibi duruyordu. Onun torununu kuma olarak almak istemeleri onu çıldırtmıştı.

"Ben karımın üzerine değil kumayı, kızının adını anmam."

Adar karım mı dedi? Karın kim lan senin it!

"Senin evli olmadığını hepimiz biliriz Adar Ağa," dedi, Lorîn'in babası.

Adar'ın bana dönmesi ile herkesin bakışlarının üzerimde gezinmesi bir oldu. Baştan beri planlanmıştı. Miran'ın üzerine kuma olarak, kızlarını vermeyeceklerini gayet iyi biliyordu. Bu yüzden benimle evli numarası yapıyordu.

"Zümra Kıratlı, karım."

Beş dakikada level atladık iyi mi?

"Madem öyle Boran Ağa ne güne durur?" dedi Mehmet Ağa. Bu sefer bakışlar Boran'ın üzerine değdi.

Boran bu durumdan rahatsız olmuş olacak ki, "Ben evlensem, senin kızın ile mi evlenirim?" derken, yüzünde tiksindirici bir ifade vardı. Tek merak ettiğim bir şey vardı. Lorîn, ne yaptı da bu kadar nefret ediyorlar?

"Demek bizimle oynadınız ha!" dedi Mehmet Ağa, bastonu yere çarparak.

"Sen ne beklerdin?" dedi Adar, birkaç adam ihtiyara doğru yaklaşarak. "Yüzüğünü attığım torunun ile bir kere daha yüzük takacağımı mı?"

"Değil karımın üzerine torununu almak, adını bile anmam. Siz, eski kafanızdaki bu iğrenç adetler ile yaşıyor olabilirsiniz amma ben kardeşimide sizin bu törenize kurban etmem," demesi ile Ravza'nın gözünden akan yaş dikkatimi çekti.

"Berzan!" dedi Adar, bakışlarını karşısındaki ihtiyar adamdan çekmeyerek. Şu anda bu adamı öldürmek istiyordu ama bunu yapmaması gerektiğini çok iyi biliyordu.

İçeri bir kadın girerken bakışlar ona çevrildi. Ravza hızla ayağa kalkarak, "Daye," dedi, korkuyla. Annesi mi?

Annesi tiksindirici bakışlarını Adar'ın üzerinde gezdirirken, ona doğru birkaç adım attı. "Bir kere verdiğin sözde dur Adar Kıratlı!" demesi ile Zekine hala ayağa kalktı.

"Sen haddini bil hele Raze," dedi, aksanlı çıkan sesiyle. "Karşındaki kişi yıllar öncesinde öldürdüğünüz o çocuk değil."

Yıllar öncesi? On sekiz yaşında bilmediğim olaydan mı bahsediyorlardı?

Adar, Raze denen kadını umursamadı. Berzan hızla televizyonu açıp elindeki flash belleği televizyonun arkasında duran, giriş yerine taktı. Salonda sessizlik oluşurken herkes ekrana baktı.

Ekranda beliren iki kişi Ravza'yı kaçıran çocuk ve Lorîn'in babasıydı. Lorîn'in babası telaşla ayağa kalkarken korkuyla Hasan Ağa'ya baktı. Kaş göz işareti yapamadan video başladı.

- "Yav enişte, Ravza ağabeyisinin yanına kaçmış. Adar Kıratlı, Raze teyze gibi değil ki, öldürür beni."

- "Hiçbir şey yapamaz, elimizde mesajlar vardır. Bana bak Arjin, kafana silah bile dayasalar kızı kaçırdığını dile getirmeyesin. O zaman töre, namusa göz koyduğun için ölüm emrini verir."

- "Ya bu konu ağalar ile toplantıya kadar giderse, dayı?

- "Adar Kıratlı soğukkanlıdır amma kardeşinin canını hiçe saymaz. Sen telaş etme, bu evlilik olacak. Ravza senin karın, Lorîn de Kıratlı olacak."

Videonun bitmesi ile Mehmet Ağa yavaşça Lorîn'in babasına doğru döndü. Bakışları utanç doluydu. Sanırım bu olanlardan onun da haberi yoktu. Ağır ağır Adar'a döndü.

Adar ise kardeşini kaçıran Arjin'e bakıyordu. Arjin, Hasan Ağca'nın yanına yanaşırken Adar, Mehmet Ağa'ya baktı.

"Her olayda töre dersiniz değil mi? Yarın bütün Ağaları toplayacağım, torunun, bacımın namusuna göz koymuştur. Cezası bellidir. Ölüm! Madem siz töre kuralları dışına çıkmazsınız, biz de sizin anladığınız dilden konuşuruz, Mehmet Ağa."

Adar gözlerini Lorîn'in babasının üzerine çevirdi. "O leş yüreğinde biraz baba merhameti olsaydı, yüzüğünü bırakıp kaçan kızını, tekrardan bana vermeye çalışmazdın. Benim de almayacağını bilir, kızını üzmezdin. Ağa deyip sokakta gezeceğine, baba ol da evlatlarının yüzüne bakabilesin."

Her ne yaşanmış olursa olsun, Lorîn'in bu konuda suçsuz olduğunu biliyordu. Onu sırf aileye sokmak için küçük düşürmüşlerdi. Ama ben böyle düşünmüyordum. Ne malum bu meselede parmağı olmadığı?

Adar tam gidecekken Mehmet Ağa kolundan tuttu. "Ravza da, Arjin de benim torunumdur, Adar Ağa. Bu mesele toplantı meselesi olmasın, sen büyüklük göster, affet şu çocuğu." Yaşlı bir adama bunu mecbur bırakan kişiler ağızlarını dahi açamıyordu.

Adar hiddetle çıkışacakken Zekine hala omzuna dokundu. Ardından Mehmet Ağa'ya döndü. "Yarın konağımıza gelesiniz, o zamana konuşulur." Adar, halasına öfkelenmiş olacak ki bakışlarını birkaç saniye üzerinde tuttu.

Mehmet Ağa başka çaresi olmadığı için umutsuzca başıyla onayladı. Adar, Raze hanımın yanından geçerken elini bana uzattı.

İçeride ne yaparsam yapayım bozuntuya verme.

Elini tutmam ile Lorîn'in geriye doğru adımlayıp elindeki tepsiyi sıkması bir oldu.

Adar, elimi avuç içine hapsederken merdivenlerden hızla inmeye başladı. Ben ise ona öfkeyle bakıyordum. Her ne olursa olsun, ben günlerdir ne kadar acı çekiyorum onun haberi var mı? Ben evin içinde delirirken, o bana hiçbir şey söylemedi.

Avluya çıkmıştık ve bütün adamlar bize dönmüştü.

"Ağabey!" Ravza'nın kullandığı tek kelime ile Adar olduğu yerde çivilendi. Adar'a ilk defa ağabey demişti.

"Ravza, sus!" diye bağıran kişi tam olarak annesiydi. Ravza'nın saçından tutup çekmesi ile Zekine hala hızla araya girip yeğenini kollarının arasına aldı.

Bu kadın kızına ne biçim davranıyor?

Ravza sanki evlenmiş gibi hıçkırıklar arasında ağlıyordu. Adar elimi bırakmadan sadece kardeşine bakakaldı. Ne yapacağını bilmiyordu, çünkü o öldürdğkleri çocuk değildi. Kardeşine nasıl yaklaşacağını, nasıl onu korkutmayacağını bilmiyordu. Ona göre ondan herkes korkuyordu.

"Berdel olmayacak," dedi Adar, kardeşinin buna ağladığını düşünerek. Ravza perişan halde abisine baktı. Kafasını ağır ağır iki yana salladı.

"Arjin'i affetmeyeceksin değil mi?" dedi titreyen, kısık sesiyle. Ardından halasının kollarına yasladı bedenini.

"Ne diyorsun Ravza?" dedi Adar, kardeşinin neden bu kadar üzüldüğünde anlam veremeyerek.

Raze hanım, kızına yaklaşacakken Ravza hızla Adar'ın yanına doğru yaklaştı. Konuşamadı. Dudaklarını aralaması ile titredi. Dokunsam avazı çıktığı kadar bağırıp, haykıracaktı.

"Bana tecavüz etti..."


- Bölüm Sonu -


Adar'ın gerçekten ay ışığını bırakıp evleneceğini düşünmeniz beni üzdü.

Bölümde şurası çok güzeldi ve şurası beni çok üzdü dediğiniz yer neresi?

Ve Adar'ın kardeşine yapılan bu iğrençliğe karşı tavrı sizce ne olacak?

Instagram : 1merve_w_

Tik Tok : 1merve_w

Continue Reading

You'll Also Like

5.3K 333 13
Yatağın kenarına doğru kayıp konuştu. -Yanıma yatar mısın? ( Jimin) Ben ona şaşkınca bakarken o mahçup gözlerle bana baktı. -Ah özür dilerim sanırım...
1.2M 75.6K 38
UYARI: hikayede 18+ sahneler, kan, vahşet ve birçok rahatsız edici öğe olacaktır. Rahatsız olanlar uyarı bıraktığım yerleri okumasınlar ~ "Ben Vatanı...
146K 32.1K 51
Aşık olmak suç mu? Suçmuş... Hemde suçların en büyüğü. Bir aşk uğruna adaletin aydınlık tarafından karanlık tarafına geçtiğim gün anladım bunu. Sevdi...
3.5K 422 16
🎻~🎻 Rosalie Katherine Dare yetim bir kızdır, hatırlayamayacağı kadar uzun süredir de Londra'daki kimsesizlerdendir ve burada yetim olmak çok zorlud...