Mazi

By Ilknnnurr

4.5K 622 1.6K

Ben Mayıs Asil Karahanlı. Yirmi yaşında, gençliğinin başında, mental çöküşün ise tam ortasında duran kız. Doğ... More

1.Bölüm: 'Vasat'
3.Bölüm : 'Damat Ferit'
4.Bölüm: 'Kuralsız'
5. Bölüm: 'Ebubekir Sıddık'
6. Bölüm: 'Üzüm üzüme baka baka...'
7. Bölüm: 'Sahte Hayal kırıklığı'
8. Bölüm: 'Davet'
9. Bölüm ; 'Kontrolsüz'
10. Bölüm; 'Kısasa Kısas'
11.Bölüm; 'Bencil'
12. Bölüm; 'Sözleşme'
13. Bölüm; 'Vicdan Gösterileri'
14.Bölüm; 'Bill Gates'
15. Bölüm; 'Yükseliş'
16. Bölüm; 'Pudra Pembesi'
17. Bölüm; 'Maske'
18. Bölüm; 'Şart'
19. Bölüm; 'Vicdan Ağrısı'
20. Bölüm; 'Yanılgılar'
21. Bölüm; 'Nedeni Olmayan Nedenler'

2. Bölüm: 'Umursamaz'

263 39 145
By Ilknnnurr


♠️

En iyisi havalı bir giriş yapayım.

Her şey on yaşımdayken babamın beni zorla götürdüğü bir terapistin odasında başladı.

Yani teknik olarak 'her şey' orada başlamadı aslında aileme olan nefretim çok daha küçük yaşlarda başlamıştı ama her neyse, ne diyordum ben? Evet on yaşımdayken babam beni renkli papyon takan bir terapiste götürdü ve beni o moda katili herifle bir saat boyunca yalnız bıraktı.

O bir saat içinde hayatımın geri kalanında bürünmek istediğim karakterin temellerini oluşturdum. Bu karakter kesinlikle moda katili terapistçinin sayesinde oluşmadı. Tamamiyle o bir saat içinde kendi kendime içten bir şekilde konuşmamla oldu, terapistçiyi hiç dinlemedim. Ayrıca kim sınıf öğretmenine yüz kırk yedi tane eşek şakası yaptığı için terapiste giderdi ki zaten?

Sorunun cevabı Mayıs Asil Karahanlı'ydı ama her neyse, demek istediğim şey ailemden nefret ediyordum. Bir şeylere akıl erdirdiğimden beri onların başına iş açmak için uğraşıyor, güzen giden işlerini bozmak ve onları hayatlarından bezdirmek adına canla başla çabalıyordum. Kısacası kaosçu karakterimi devreye sokuyordum, geri kalanı hallediliyordu zaten.

Ve evet, ailemden nefret etmemin bir nedeni vardı.

Fakat şu an bu nedeni anlatmam doğru olmazdı.

Belki başka zaman.

"Mayıs!" Annemin cırtlak sesiyle yatağımdan kalkmak yerine beklemeye başladım. "Mayıs diyorum!" Annelerin genel hobisiydi bu. Çocuklarına seslenir, 'efendim?' cevabını aldıklarında da ses çıkarmaz ve çocuklarının yanlarına gelmelerini beklerlerdi ama ben salak değildim. Adımla seslendiğinde asla cevap vermez, onun ayağıma gelmesini sağlardım.

Çünkü neden sağlamayayım?

"Mayıs Asil!" Odamın kapısı kırılırcasına açıldı. Tam tahmin ettiğim gibi annem odama baskın yapmıştı. "Bir saattir sana sesleniyorum, geri zekalı! Duymuyor musun?"

"Duyuyorum." Kucağımdaki oyuncak ayıya sarılmayı bırakarak dilimi eğlenircesine şaklattım. "Bence bütün semt seni duydu, anne."

İncecik aldırdığı kaşlarını çattı. "Neden ses vermiyorsun o zaman?!"

" 'Neden ses vermiyorsun o zaman?' Seks kasesinin adı." dediğimde ağzını açarak bana şok içinde baktı. Ups, galiba cinsel espiri sevmiyordu? Iğh sıkıcı... "Şaka yaptım şaka. Gül diye."

Ortamı yumuşatma çabam saniyeler içinde boşa giderken her zamanki gibi benden nefret eden annem kafasını iki yana sallayarak "Odandan çıkabileceğini haber vermek istedim." diye tısladı. "Baban işe, ablan ise arkadaşına gitti. Merak etme yani. Kimse sana şiddet uygulamayacak."

Aldığım güzel haberle yataktan doğrularak "İyi." dedim. Çünkü gerçekten iyiydi. Dün ki kız isteme törenini mahvettikten sonra babam beni evin içinde ayakkabı çekiceğiyle kovalamış, kendimi odama kitleyincede peşimi bırakmıştı. Beni eline geçirir geçirmez döveceğini bildiğimden dolayı ondan ölümüne kaçıyordum. Yaklaşık yirmi yıldır kaçıyordum da bu gereksiz bir ayrıntıydı.

Bazen kaçamamıştım.

Neyse.

"Bugün evi temizleyeceğim." Odama tiksindirici bir bakış attı. "Yardım etmek istiyorsan et, etmek istemiyorsanda dışarı çık ve akşam sekizden önce eve gelme."

"Vay canına, anne! Akşam sekize kadar temizlik mi yapacaksın?"

"Hayır sadece akşam sekize kadar senin yüzünü görmek istemiyorum. Ayrıca temizlik bir bahaneydi. Ev ablanın zihniyeti kadar temiz zaten."

Ona düz düz baktım. "Konu ablamın zihniyetiyse evi bok götürüyor o zaman?"

"Burada bir şeyi bok götürüyorsa o da senin iğrenç, acınası hayatındır, Mayıs. Beş dakika içinde evden çıkmış ol!" Küstah annem ona cevap vermeme izin vermeden odamı terk ettiğinde gözlerimi ağır çekimle devirmekle yetindim.

Benden gerçekten nefret ediyordu fakat bu önemli değildi çünkü bende ondan gerçekten nefret ediyordum. Lanet olası kadın. Benim mükemmel yüzümü, harikulade fiziğimi, zehir zekamı ve sayamadığım birçok şeyimi kıskanıyordu!

"Buruşuk suratlı, yılan kadın." dedim ayağı kalkarak. "Her şeyimi kıskanıyorsun! Her şeyimi..."

Halıdaki kıyafetlerime tekme ata ata kendime bir yol açtım. Evet biraz dağınık bir insandım. Biraz değil bayağı dağınık bir insandım. Bir çöplükten farkı olmayan odamı uzmanlar inceleseler eminim ki yeni virüs çeşitleri keşfederlerdi. Ki bu da benim işime gelirdi. Keşfettikleri virüsler öldürücü olduğu taktirde ailedeki herkese bulaştırana kadar evden çıkmazdım.

Aile sevgimi(!) tartışmayalım isterseniz?

Kıyafet dolabıma ulaştığımda içinden rastgele birkaç parça temiz kıyafet aldım ve üzerime geçirdim. Dün iç çamaşırlarıyla uyuduğum için ekstradan kıyafet çıkarmamış, üşengeçlikte bir level daha atlamıştım. Bu kutlanılacak bir şeydi!

Galiba...

Üzerime geçirdiğim siyah tayta ve siyah V yaka kazağa bir bakış attıktan sonra dalgalı uzun saçlarımın dağınıklığını düzeltmeden telefonumu ve deri ceketimi yanıma aldım ardından odamdan çıktım. Salondan sesler geliyordu. Annem ya teyzemlerle dün yaşanan kız isteme faciasının dedikodusunu yapıyordu ya da direkt olarak benim dedikodumu yapıyordu. İki şekilde de durum bana bağlanıyordu yani. İlgimi çeken bir şey yoktu.

Dış kapının önünde duran bağcıklı botlarımı giyip binadan hızlıca çıktım. Hava o kadar soğuk değildi fakat hatrı sayılır bir soğuğu vardı. Bu da demek oluyordu ki hasta olmamak için kapalı bir alanda takılmalıydım. Hemde akşam sekize kadar...

Sitenin önünde takılan Abuzer abiye kafa selamı verdikten sonra üzerime geçirdiğim deri ceketin ceplerini kurcaladım. Bulduğum tek şey on liraydı. Bu da beni değil bir mekanda akşam sekize kadar geçindirmek, on dakika bile sokakta geçindirmezdi. Maddi bakımdan sıkıntılı bir durumdaydım. Her ne kadar babam parayla oynayan bir oto galerici olsa da bana beş kuruş para vermiyordu -ki versede o pis parasını almazdım zaten-

O yüzden on altı yaşımdan beri paramı kendim kazanmaya çalışıyordum. Bunu da genelde sosyal medya aracılığıyla yapardım. Aşk, flört ve ilişki başlığı altında gelen bütün sorulara cevap verdiğim bir sosyal medya platformu vardı. Oradaki insanlar benim hesabıma soru bırakıyorlar, yanıt verdiğim anda da beş, on lira hesabıma yolluyorlardı. Aslında eğlenceli bir şeydi bu. Hem eğlendiğim hem az da olsa para kazandığım bir yerdi fakat bazen işin dozajı gerçekten yükseliyor, yükselen dozaj boka sarıyordu.

Sorulara olabildiğince pozitif(!) ve saçma cevaplar vermeye çalışıyordum ama bazen bazı insanların ilişki soruları beni gerçekten çok üzüyordu. Aşka inanan ya da aşk başlığı altında takılan yoğun duyguları sikleyen bir insan değildim. Lakin içimde aşk denilen şeye inanmasamda gramlık bir saygım vardı ve o da bu yaptığım iş yüzünden uçup gidiyordu.

Birazdan söyleyeceğim şeyi anlayacaksınız bence.

Evime çok yakın olan stüdyo binasına girdiğim gibi beni karşılayan ilk kişi Dora olmuştu. Dora bu işin içine girdiğimden beri yani yaklaşık dört beş yıldır bana yardımcı olan iyi(?) kalpli bir adamdı. Kendisi ukala, sinsi, boşboğaz aynı zamanda içten pazarlıklı bir adam olsa da özünde zararsızdı. Hatta o kadar zararsızdı ki bazen ona arkadaşım diyordum; kolay kolay kimseye arkadaşım demezdim. Barlarda tanıştığım anlık arkadaşlar hariç...

Ayrıca Dora bahsettiğim soru platformunun kurucularından biriydi. Benden ne kadar hoşlanmasada(?) ona ve sitesine takipçi kazandırdığım için düşüncelerime saygı duyar, bazende paramı o verirdi.

"Dora bana acil bir stüdyo odası veriyorsun." dedim cam koridordan hızlıca geçerken. Masa başında bilgisayarıyla uğraşan Dora kafasını kaldırarak bana baktı. "Param bitti. Soru cevaplamam lazım."

"Sen zaten anca paran bitince geliyorsun buraya. Çırpı bacaklı." Gözlerini devirdikten sonra masanın dibinde duran beni ilgiyle süzdü. "Bu arada ne oldu kız sana? Eşek tepmiş gibisin. Saçlar kabarık, gözaltlar mosmor.... Bana bak, yine sarhoş musun sen? Sarhoşsan baştan uyarayım. Bu halde soru falan cevaplayamazsın ayol!"

Ve konuşmasından da anlaşılacağı gibi Dora bey geydi.

"Sarhoş değilim be!"

"Ee bu hal ne?"

"Ablamı dün istemeye geldiler. İsteme gününü mahvettim. Babamda beni evin içinde beş saat boyunca kovaladı ve bu yüzden uyuyamadım." diye özet geçtiğimde hiç şaşırmamıştı. Dora dengesiz hayat rutinime alışan ilk ve tek insan olduğu için bana tepki vermiyordu artık. "Neyse, stüdyo odası ver bana. Para lazım."

"Ay çık yedinci stüdyo odasına! İşim var şu an. Uğraşamam seninle." Elini savurarak beni kışkışladığında sırıtarak ona öpücük attım ve merdivenlere yöneldim. Burası üç katlı bir stüdyo binasıydı. Bazen küçük yaşta repe merak saran ergenler gelip oda kiralıyorlar ve müzik yapmaya çalışıyorlardı. Çok nadiren birkaç bilindik sanatçı gelip şarkılarının alt yapılarını hazırlıyorlardı. Bazen de... Benim gibi sosyal medya meraklıları gelip video hazırlıyorlardı. Çok amaçlı bir yerdi yani.

Havasını seviyordum.

Yedinci odanın içerisine girip sadece penceresi, bilgisayarı ve bilgisayar ekipmanları olan odayı kısaca inceledim ardından oyuncu koltuğuna  oturdum ve bilgisayarı açtım. Birkaç dakika geç açılması sinirlerimi bozmuştu. Sabırsızca oflayarak ana ekrandaki siteye tıkladım ve hesabıma giriş yaptım.

13 soru gelmişti.

Eh, hiç yoktan iyiydi. Nerden baksam yarım saat içinde yüz lirayı zorlardım. Ya da zorlayamaz mıydım?

Zaman kaybetmeden ilk soruya tıklayıp bilgisayarın yanında duran mikrofonu kendime çektim. Sitede anonim olarak takıldığım için sadece sesimi kullanarak soruları cevaplıyordum. Radyoda çıkan showlar misali...

"Evet günaydınlar öncelikle," dedim mikrofonu doğru. "Aşkolog Asil ile güne merhaba dediniz. Gününüz aydın, cumanız mübarek, sizi aldatan ex'leriniz cehennemlik olsun. Fazla uzatmadan hemen ilk sorumuza geçiyorum."

Canlı yayın tuşuna tıkladığımda birkaç takipçimin siteye giriş yaptığını görmüştüm. Evet, bu arada anonim ad olarak ikinci adım olan Asil'i kullanıyordum. Çünkü neden kullanmayayım? Boşu boşuna vermemişlerdi o ismi bana!

"İlk sorumuz şöyle; 'Asil abla beşinci yıl dönümümüz için uçak bileti alacaktım. İşlemler için sevgilimin kimliğini aldım. Medeni hali evli yazıyor. Ne yapmalıyım?' " Takipçilerim göremesede sırıttım.
"Canım, panik yapma haricinde ne yapıyorsan yap. Şimdi eskiden nüfus müdürlüklerinde nasıl insanların doğum tarihini, adlarını yanlış yazıyorlarsa bu da öyledir. Nüfus müdürlüğü eminim ki sevgilinin medeni halini yanlışlıkla evli olarak yazmıştır. Endişelenecek bir şey yok. İkinci soruya geçiriyorum."

Biliyorum, rezil bir motivasyon kaynağıydım ama yapacak bir şey yoktu. Bu siteye girenlerin çoğu benim gibi manyak kişiler olduğu için söylediklerimi çoğunlukla dikkate almıyorlar, gülüp geçiyorlardı. Bende gülüp geçmeleri için burada takılıyordum zaten.

"Asil abla kocam kız kaçırmış, hayatım çok seviyordum ne yapayım? dedi. Sence benim bu duruma tavrım ne olmalı?" Soruya gülen iç sesimin aksine ciddiyetle mikrofona eğildim. "Hemen de ki 'Aşkım niye kendini zor duruma sokuyorsun? Haber verseydin gitseydik kızı ailesinden adabıyla isteseydik.' diyeceksin. O kadar kaçırmış etmiş, strese girmiş adam... Böyle olmaz. Biraz kocalarınıza destek olun, lütfen."

Birkaç kişinin canlı yayın yorumlarında random attığını görürken sabahın körü olmasına rağmen yirmi takipçimin beni izlemesi garibime gitmişti. Genelde sabahları kimse olmuyor, yayını kaydettiğimde ancak birkaç kişi para atıyordu ama şu an iki soru yanıtlamama rağmen kazancım yetmiş lira olmuştu.

Güzel.

"Diğer soru şöyle, Asil abla sevgilim her duşa girdiğimde haber vermemi istiyor. Sence neden?" Kendimi tutamayarak kıkırdadım. "Şimdi hayatım, hani banyoya girdiğinde Allah göstermesin her yer mermer. Sabuna ayağın bassa, bi kaysan paramparça olursun. Kimse haberini alamaz. Bu kişide seni düşünüyor, diyor ki aşkım banyoya girerken bana haber ver ki eğer çıkmazsan ben geleyim, yardım edeyim diyordur. Ondan."

Yorumlarda atan insanlarda gezinen gözlerimi devirmemeye çalışarak diğer soruya geçtim. "Asil abla sevgilim her buluşma öncesi arayıp tayt giy diyor. Sence neden?" Mikrofona doğru gülmemek için çabalarken dudaklarımı araladım. "Demek ki bu adam spor aşığı bir adam. 'Hani aşkım şu taytını giy, güzelce yapışsın üstüne. Biz bi spor yapalım, bebek sahili falan turlayalım.' diyordur kesin. Yani bu adam senin sağlığını düşünüyor."

Sitedeki kazancım beni bile şaşırtacak derecede artmaya devam ederken bunu pas geçerek diğer soruya tıkladım. "Asil abla sevgilim buluşmaya boynu mosmor bir şekilde geldi. Sorduğumda kedim yaptı dedi. Sence doğru mudur?" Tek kaşımı kaldırdım. "Tabii ki de doğrudur. Şimdi hayatım kedi bu. Ne yapacağı belli olmaz. Sen şöyle manitanın sırtına falanda bir bak. Belki kedi tırmalamıştır. Kanatmıştır. İz bırakmıştır. Adama sıkıntı olmasın, hemen merhem sür oralarına. İyileşsin. Yazık günah. Hayvan sevgisi olan bir adamın acı çekmesine izin verme."

Alt dudağımı dişleyerek diğer soruya baktım. "Asil abla erkek arkadaşım evliymiş. Niye söylemedin diyorum? Unuttum diyor. Sence doğru mu söylüyor?" Sence doğru mu söylüyor, avel? "Kesinlikle doğru söylüyor, güzelim. Şimdi bak gün içinde insan çok yoruluyor. Yorgunluktan çoğu şeyi unutuyor. Senin sevgilinde evli olduğunu yorgunluktan dolayı unutmuş olabilir. Sen onu affet, bir daha bir şeyi unutmaz o."

Hesaptaki kazancıma döndü gözlerim. Neredeyse yüz elli liraydı. Bu paranın bana bugünlük yeteceğini anladığımda "Evet arkadaşlar. Bugünlük soru seanlarımız bu kadar. Hepinize sağlıklı, evli sevgililerinizle mutlu, aldattığınız koçişkolaranızla huzurlu günler dilerim. Sonra görüşmek dileğiyle." dedim ve alel acele bir şekilde hesaptan çıktım.

Bugün çok yorulmuştum. Mental açıdan...

"Ne iğrenç insanlar var ya. Allah'ım sen akıl fikir ver." dedim ayağı kalkıp odadan çıkarken. "Medeni hali evli. Ne yapmalıyım diyor? Kuma git, amına koyduğumun salağı... Neyse neyse! Sakinim."

Stüdyonun zemin katına inip hâlâ masa başında takılan Dora'nın yanına gittiğimde ben konuşmadan "İyi iş çıkardın ha." dedi gülerek. Ah, sanırım yayınımı izlemişti. "Bayağıda seviliyorsun platformda ama keşke yüzünü gösterip canlı yayın açsan..."

"Unut bunu," diye kestim onu. "Asla yüzümü göstermeyeceğim."

"Daha çok para kazanırsın diye dedim."

"Yok yok! Bu kadarı kafi." Sırıttım. "Ayrıca mükemmel yüzümü gösterip Instagramda boy boy videolarımın paylaşılmasını göze alamam. Biliyorsun, benim babamın bir milyon takipçili bir galeri hesabı var ve beni bir yerde gördüğü anda... Ölmüş olurum."

"Böyle gidersen seni her türlü öldürecek zaten." Ukala bir şekilde saçlarını karıştıran Dora'ya ithafen el hareketi çektikten sonra "Bu seni ilgilendirmiyor ve bay bay!" diye mırıldandım. "Sonraki hafta görüşürüz, heştek gökkuşağı bayrağı, heştek love!"

"Bay çirkef!" dedi arkamdan. "Mümkünse görüşmeyelim! Heştek I hate you!"

♠️

Bardaktan taşmak üzere olan köpüğe dudaklarımı yakınlaştırıp üst katmanı içime çektim. Dilimi kamaştıran biranın mayhoş tadı bana ekstradan sakin bir ruh hali verirken "Ve bu yüzden hayatımı cehenneme çevirdiler." dedim barmene doğru. "Bende aynı şeyleri onlara yaşatmadan ölmeyeceğim."

Yarı boş barda elindeki havluyla bardak kurulayan genç barmen beni ilgiyle dinledikten sonra "Bence hata yapıyorsun." dedi tok bir sesle. "Yerinde olsam geçmişi geçmişte bırakır, yoluma devam ederdim."

"Geçmişini geride bırakan insan geleceğine yön veremez." Biramdan büyük bir yudum aldığımda mekanda yükselmeye başlayan caz müzik sesi kulaklarımı tırmalamaya başlamıştı. Aldırış etmeden bana dikkatlice bakan genç barmeni süzdüm. "Gerçi ben geleceğimede yön vermek istemiyorum ama bu yaptıkları onların yanına kalmamalı. İntikamımı mutlaka alacağım."

Son bir saattir aileme olan neden nefreti dinleyen barmen onlarca yıl okumuş terapistlere ders çıkartarak "İyi de bu senin ailen." diye mırıldandı. "Onların başına bir şey gelirse üzülmeyecek misin?"

"Hayır."

"Bence üzüleceksin."

"Hayır." diye direttim. "Üzülmeyeceğim."

Gözlerini bana inanmadığını belli edercesine devirdikten sonra "Bak, bana anlattıkların kadarıyla söylüyorum. Sana yaşattıkları şeyler çok acımasız şeylermiş." dedi tekdüze. "Fakat acımasızlığa acımasızlıkla karşılık verirsen senin canın daha çok yanacak. Bence bir an önce aile evinden ayrılmalı, kendi ayaklarının üstünde durmaya çalışmalı ve onlarla gerekmedikçe iletişim kurmamalısın."

Söyledikleri kafamın içinde dönerken alt dudağımı dişleyerek "Bilmiyorum." diye mırıldandım ve köpüklü biramdan bir yudum daha aldım. "Belki de söylediklerini bir gün yaparım."

Genç barmen omuz silkti. O da, bende sessiz kalmayı tercih ettiğimizde arkasına dönüp tezgahtaki boş bardaklarla ilgilenmeye devam etti. Yaklaşık üç saattir bu mekandaydım ve arkadaşsız olmama rağmen birçok güzel tavsiye almıştım. Bence barmenlere acilen psikolog diploması verilmeliydi.
Bir psikologdan daha deneyimli, bir terapistten daha düşüncelilerdi çünkü.

Kesinlikle bu bölümler arası bir diploma verilmeliydi.

"Aile konusunda kötüsün belli ki. Peki ya aşk?" diye sorduğunda gözlerimi biranın köpüğünden çekmiş ve ona çevirmiştim.

"Aşk... Aşka olan inancım Justien Bieber ve Bülent Ersoy ayrıldığında bitti."

Bardak kurulamaya devam eden barmen duraksadı. "İyi de onlar hiç çıkmamıştı ki?"

"Benimde hiçbir zaman aşka inancım olmadı zaten." dedim ardından buruk bir şekilde gülümsedim. "Çevremdeki bütün ilişkiler çok boktan. En büyük örnek, annemle babam. Babam annemi bin beş yüz kere aldatmış bir adam. Hemde bu aldatışlarından biri teyzemle oldu."

"Siktir," Barmenin yüzü gerildi. "Annen biliyor mu bunu?"

"Tabii ki de biliyor. Ama babam avucuna bir tomar para sıkıştırdığında saniyeler içinde bildiği ve öğrendiği bütün ihanetleri unutuyor." diye homurdandım. Barmenin bana acıyan gözleri üzerimde gezinirken ekledim; "Bana aşktan bahsetme yani."

"Aile hayatın kötü, aşk hayatın kötü... Peki ya eğitim hayatın? Hadi ama! Bakma bana öyle. Güzel giden bir hayatın... Konun olmalı."

"Yok."

"Vardır vardır. Eğitim hayatın nasıl?"

Dilimi umursamazcasına şaklattım. "Liseyi bitirdim. O kadar."

"Arkadaş hayatın?"

"Arkadaşım yok."

"Anladım. Peki iş hayatın?"

"İş hayatımda yok." Tescilli olarak var ama yok desek daha doğru olur.

"Hayalin var mı? Mutlaka gerçekleştirmek istediğin bir hayalin vardır." diyen barmeni boş gözlerle süzerek "Hayır. Hayalim de yok." dedin donukça. "Belki bir zamanlar vardı ama artık yok."

Genç barmenin acıyan bakışları yoğunlaşırken "Sen bitmişsin." demesi uzun sürmemişti. Kurduğu cümle hoşuma gitti. Bira bardağımı onun şerefine kaldırıp alayla güldüm. Evet, ben bitmiştim. Sadece hayatımın uzatmalarına oynuyordum ve bunun tek nedeni ailemden intikam almak istememdi. Belki o neden aniden yok olsa yaşama sevincim gider ve bir saniye düşünmeden intihar ederdim.

Her ne kadar çevreye ben dikim duruşu sergiliyor olsamda aslında dik değildim. Benim ruhum ben çocukken ölmüştü. Ölen bir ruha tabut olmuş bedenimi daha ne kadar ayakta tutabilirdim? Hiç bilmiyorum.

Aniden "Bence cinayet sayılmalı." diye fısıldadım. Genç barmen beni ortamdaki müzik sesinden dolayı duyamasa da konuşmaya devam ettim. "Bir insanın çocukluğunu öldürmekte bir cinayet sayılmalı ve cezası kesinlikle idam olmalı."

"Ne? Bir şey mi dedin?"

Biramdan büyük bir yudum aldıktan sonra kafamı olumsuz anlamda salladım. "Yok, canım. Ne diyeceğim?"

"Hoş sohbetti." diye mırıldandı barmen. "Ama benim artık arka taraflara bakmam lazım. Müşteriler çoğalmaya başladı da..."

"Tabii tabii. Sen işini yap." dediğimde bana el sallayıp arka tezgaha doğru ilerledi. Mekandaki caz müzik onun gitmesiyle daha çok artarken sonunda pes edip cebimden bir miktar para çıkardım ve bitmemiş bira bardağının altına yerleştirdim. Ayağı kalktıktan sonra mekanın çıkışına doğru sarsak adımlarla ilerlerken aklım sadece annemin söylediklerindeydi. Hava kararmıştı fakat henüz akşam sekiz olmamıştı ve sekizden önce eve gidersem büyü ihtimalle annem yaygara çıkaracaktı.

Hayatım harikaydı ya.

Gerçekten!

Mekandan çıkarken dışarıdaki kalabalığı aldırış etmemeye çalışarak aralarına kaynadım. Buradaki herkes tıpkı benim gibi çakır keyfiydi. Arkadaş grupları, tekinsiniz çete grupları ve sevgililer... Ya yolun ortasında birbirleriyle kahkaha atarak sohbet ediyorlar ya öpüşüyorlar ya da madde alış verişi yapıyorlardı ki bu oldukça normaldi çünkü burası semt olarak kanunu ve polisi takmayan, oldukça tehlikeli insanların bulunduğu bir sokaktı.

Ve benim buraya gelmemdeki tek neden biraların ucuz aynı zamanda kaliyeli olmasıydı.

Evet. Mental sağlığımı tartışmak istemiyorum.

Rüzgarın uğultusu kulaklarımın etrafında ıslık çalarken ara yola saparak ilerlemeye devam ettim. Burası az önceki sokaktan daha ıssızdı. Issız ve soğuk... Ah, kendimi çok yorgun hissediyordum. Şu an istediğim tek şey bir an önce eve gidip, yatağımla uzun bir ilişkiye girmek ve ertesi sabaha kadar uyanmamaktı. Uyku alkolden sonra başvurduğum bir kaçış yoluydu; bazen içmeye para bulamayınca uykuya başvururdum.

En mükemmel kaçış yöntemlerinden biriydi çünkü.

Adımlarım aldığım alkolden dolayı güçsüzleşirken, boş bakan gözlerim sokağa taradı. Tüm mağazalar kapanmış, cılız bir sokak lambasının cızırtılı ışığı haricinde sokak karanlığa gömülmüştü. Ruhumun derinlerine sızmaya başlayan karanlık tam ortada durup kalbime baskı yapmaya başlarken burnuma bir koku geldi.

Ağır ama ağır olmasına rağmen oldukça hoş kokan bir erkek parfümü...

Bir el beni aniden kavradığında, çığlık atacak zamanı bile bulamamıştım. Tüm duyularım ayaklanırken, elin sahibi beni tahta bir evin merdivenlerine doğru çekiştirdi. Garip bir şekilde içimde korkunun k'si dahi yoktu. Sadece bir anda atak yapılınca şaşırmıştım hâlâ da şaşkındım ya zaten!

Ne olduğunu kavramaya çalışken belimdeki elin sahibi beni apartmanın merdivenlerine çekiştirdi ardından ağzımı kapatma gereksimi duymadan sırtımı göğüsüne yasladı. "Ne yapıyorsun be?" diye çemkirdim. "Manyak mısın lan?"

"Şş!" dedi kalın tok bir ses. Bu ses bir erkeğe aitti. Hatta burnuma doluşan ağır parfümde tam tahmin ettiğim gibi ona aitti. Hâlâ o güzel parfüm kokusunu soluyabiliyordum. "Sana zarar vermeyeceğim, sakin ol."

Ne olduğunu kavramaya çalışan tarafım kaşlarını çatmış bir şekilde bana bakarken bulunduğum konumu sorguladım. Sırtım tamamiyle onun göğüsüyle iç içe girmiş, bedenlerimiz ahşap binanın en karanlık tarafında sineye çekilmişti. Birkaç dakika sessizliğimizle ve nefes seslerimizle geçti. Niyeti gerçekten bana zarar vermek olsaydı bence geçen bu dakikalar içinde harekete geçmiş olurdu ama hayır, değil bana zarar vermek için harekete geçmek, belimdeki elini kıpırdatmamıştı bile.

Niyeti kötü değildi.

"Şimdi senden bir şey isteyeceğim." Kulağıma aniden fısıldaması içimi ürpertirken sakin kalmaya devam ettim. "Seni serbest bırakacağım. Sen bana doğru döneceksin ve dışarıya sanki öpüşüyormuşuz gibi bir algı yaratacaksın. Tamam mı?"

Bir ilahiye benzeyen sesi beni sarıp sarmalarken, ılık nefesinin kulağımı okşamasını pas geçerek "Ne diyorsun ya?" diye sızlandım. "Kardeşim sen manyak mısın? Ne saçmalıyors..."

"Dediklerimi yaparsan sana üç yüz dolar veririm."

Bir saniye düşünmeden "Show yaparım." dedim. Şu anda benim yerimde kim olsa belki çığlık atma rekorunu kırardı fakat ben üç yüz doları duyduktan sonra değil çığlık atmak, arkamdaki şahsiyet istese gıkımı dahi bir yıl çıkarmazdım. Üç yüz dolardı bu. Boru değil.

Güldü, gülüş sesi kül edici bir ateşin hemen önünde yeniden hayat bulan bir yaşamı temsil ediyordu sanki. Garip bir şekilde gülüşü kulaklarımda çınlarken belimdeki elini çekip beni serbest bıraktı. Ona doğru döndüm. Sırtını ahşap duvara yaslamış, bir ayağını diğer ayağının üstüne koymuş bir şekilde duran ve her halinden rahatlık akan genç adam, yakışıklılığın bir tabloya resmedilmiş hali gibiydi. Bir tablodan farksızdı, hiçbir mimiği az önce gülmesine rağmen oynamıyor, doğrudan gözlerimin içine bakıyordu. Karanlığa rağmen seçebildiğim su yeşili gözlerinin etrafına çember çekmiş kırık mavi, kısık ama içi iri gözlerinin tehlikeli bakışına döşenmiş bir mayın gibiydi.

Simsiyah spor giyimine başka bir rengin dokunmasına izin vermemiş olması dikkatimden kaçmazken elmacık kemiklerinin belirginliği bir başka dikkatimden kaçmayan özellik olmuştu.

Şimdiye kadar gördüğün en güzel ve ilgi çekici erkek diyebilirim, tehlikeli bakışlarına rağmen.

"Dudaklarını boynuma yakınlaştır." dedi aniden. "Hemen."

Gözlerimi onun mükemmel görünümünden alarak sorgusuz sualsiz dediği şeyi yaptım. Boyu benden uzundu ama ona doğru eğilir eğilmez o da kafasını eğmişti. Boynundan yükselen ağır parfüm kokusunu içime çektikten sonra dudaklarımı boynuna yaklaştırdım. "Bekle." dedi tok bir sesle. "Böyle bekle."

Bekledim. Dudaklarım ile boynunun arasında belki bir belki de iki milimetre vardı. Konuşmak için dudaklarımı aralasam onun etine sürtünecekti dudaklarım... O kadar ki az bir mesafe vardı aramızda.

Birkaç saniye hızlıca geçerken birden bir bağırış sesi duydum hemen ardından sokak boyunca yankılanan koşuşturma sesleri... Karanlık ve ıssız sokak şimdi o seslerle inliyordu. Giderek bize doğru yakalaşan koşuşturma seslerin arasından "Her yere bakın!" diye bağırdı birisi. "O herif fazla uzaklaşmış olamaz!"

Yakıcı bir ateşe dönüşmüş kokusunu sessizce solumaya devam ettiğim sırada birden bire beni belimden tutarak sırtımı ahşap duvara çarptı ve ben daha ne olduğunu kavrayamadan dudaklarını dudaklarıma yaslandırdı. Dondurucu bir buzu temsil eden dolgun dudakları dudaklarıma dokunduğu ilk anda duygularımın hapsedildiği kafesin içinde bir kuşun gökyüzüne doğru uçtuğunu hissettim.

Hayır. Dilini devreye sokmamıştı. Sadece dudaklarını dudaklarıma yaslandırmış, belimi iki koluyla da sarmış bir vaziyette öylece duruyordu. Aslında onu itmem ve bu garip durumdan kıvrak bir şekilde kurtulmam gerekiyordu fakat yapmadım. Buz gibi dudaklarının alkolden dolayı cayır cayır yanan dudaklarımda esir olmasına izin verdim.

Bu iyi hissettirmişti.

"Burada birilerini buldum!" dedi dibimizden gelen bir ses. Ne ara yumduğumu bilmediğim gözlerimi açmak yerine daha sıkı yumdum. "Ve öpüşüyorlar?"

"Ergenlerin ön sevişmesini izleyeceğine o adamı bulmaya odaklan!" dedi başka bir ses. "Onu bu seferde kaybedersek büyük patron hepimizi kurşuna dizer!"

Ve biri bulunduğumuz ahşap evin merdivenlerinden hızlıca indi. Adım seslerini duymuştum. Onun inmesinin ardından sokakta yine koşuşturma sesleri yankılandı. Küfür ve hakaret cümleleri havada uçuştu, koşuşturan kişilerin birini aradıklarına küfürlü muhabbetleri sayesinde ortak oldum.

Birkaç dakikanın ardından sokak sessizliğe gömüldü.

Dudaklarımı hızlıca dudaklarından çektikten sonra gözlerimi aralayıp "Dışarıya sanki öpüşüyormuş gibi algı vermek ayrı, gerçekten öpüşmek ayrı!" dedim sertçe. "Bunu yapmamalıydın."

Ruhsuz ve kısık bakışları dudaklarımda turlayıp, tekrar gözlerime tırmanırken, dudaklarında şeytani bir kıvrım oluşmuştu. Şeytani bir tebessüm. Belki de tebessümden başka her şeydi bu. "Planımda son saniye değişiklikler olduğu için kusura bakma, tatlı kız. Seni zorda bırakmak istemezdim."

Ona düz düz baktım. "Az önceki adamlar seni arıyorlardı değil mi?"

Şeytani tebessümü o kadar yapmacıklaştı ki gerçekte nasıl gülümsediğini düşünmeden kendimi alamamıştım. "Zekisin." dedi. "Ve cevapsız kalacaksın."

Hiçbir şey söylemeden onun su yeşili gözlerine aynı düzlükte bakmaya devam ettiğimde elini pantolonun cebine atmıştı. Şeytani duran tebessümü gözlerine sıçradığı sırada pantolonun cebinden şok olacağım bir miktarda dolar yumağı çıkardı ardından "300 dolara anlaşmıştık lakin seni öpmek zorunda kaldım. Bunun da bir bedeli..." dedi ve dolar destesinden çıkardığı beş yüz doları bana uzattı. "Olmalı."

Uzun kemikli parmakları arasında duran paraya bir bakış attıktan sonra şaşkınlıkla aralanan dudaklarımı birbirine bastırıp parayı almak için uzandım ama elini geri çekti. Gözlerimi gözlerine çevirirken bu sefer gerçekten sırıttığını görmüştüm. "Tabii bana adını bahşedersen?"

"Sen manyak mısın?" diye tısladım. "Versene parayı."

"Önce adını söyle sonra paranı al."

Bıkkınca oflayıp "Ayşe." dediğimde su yeşili gözleri kısılmıştı.

"Kötü bir yalancısın."

Vay canına, yalan söylediğimi anlamıştı. Yirmi yıllık hayatımda söylediğim yalanları kimse anlamazken bir yabancı saniyesinde anlamıştı. Bu çok garipti.

"Mayıs ben." dedim onunla inatlaşmamayı seçerek. Saçma bir dürtü yüzünden bu heriften uzaklaşmak istemiştim. Bir an önce parayı alıp eve gitmek istiyordum. Paraya tekrardan uzandığımda "Benim adımı sormadın?" dedi ukalaca.

"Şaka mısı... Neyse, diretmeyeceğim. " Kaşlarımı çattım. "Adın ne?"

"Ares."

"Bu senin gerçek adın değildir muhtemelen?" Gözlerimi devirdim. "Ne diye adını sorduruyorsan!"

"Aslında gerçek adımdı." Bakışlarındaki sinsi ifade büyürken beni daha fazla zorlamaması işime gelmişti. Parayı bana uzattı, uzattığı parayı bu sefer almayı başardım. Tam merdivenlerden inecektim ki bileğimi yakaladı. "Mayıs, işe ihtiyacın var mı?"

Adımı telaffuz etmesi nabzımın hızlanmasına neden olurken "Pardon?" diye sordum.

"İşe ihtiyacın var mı?"

Düz bakışlarımı bir bileğimi tutan kolunda bir de cayır cayır yanan su yeşili gözlerinde gezdirdikten sonra gözlerinde sabitlenerek "Niye soruyorsun?" diye diklendim korkusuzca. "Hayırdır? İşKur E-şube temsilcisi misin? Memur olarak mı atayacaksın beni?"

Güldü, beyaz dişleri dolgun dudaklarının arkasında duran ince yığınları misali parıldamıştı. "Cesur kızsın. Zekisin. Biraz da şakacısın... Rol yeteneğinde epey yüksek. Senin gibi birinin memur olarak harcanmasına gönlüm razı olmaz. O yüzden bir teklifte bulunacağım." Biçimli kaşlarıyla elimdeki doları işaret etti. "O paranın beş katını aylık olarak kazanabilirsin tek yapman gereken benimle çalı..."

"Hayır." dedim onu keserek ve bileğimi kurtardım. "Kesinlikle hayır."

Yanakları içe çökerken bana garip garip bakmaya başladı. "Lafımı bitirseydim?"

"Gerek yok. Belli ki iyi işler çevirmeyen bir adamsın ve benim senin içinde bulunduğun işlerle pek alakam olmaz." Yapmacık bir şekilde gülümsedim. "İyi akşamlar."

"Fikrini değiştiremez miyim?" diye sorarken bile sesi alaycıldı.

"Ben sabit fikirliyimdir. Mümkün değil." dedim ardından hızlıca ahşap merdivenlerden indim. Birkaç adım atmıştım ki arkamdan "Fikirlerin dudakların kadar sabitse, onları aralamam için bir umut vardır demek oluyor bu!" dedi ve güldü. Iğhh. "Ayrıca buralarda takılıyorsan bence çok yakında yeniden görüşeceğiz."

Ona cevap vermedim. O da zaten adım seslerinden anladığım kadarıyla arkamdan gelmemişti. Az önce yaşadığım saçma anın görüntüleri zihnime yansırken parmaklarım benden bağımsız bir şekilde yanan dudaklarıma gitti.

"Ben az önce ilk öpücüğümü bir yabancıya mı verdim?"

Evet.

Evet öyle tam olarak öyle olmuştu.

♠️

"Bir boka yaradığı yok! Camış gibi yiyor anca!" Babam sandalyemin etrafında dolanıp masanın başına ilerlediğinde ağzıma attığım zeytinin çekirdeğini tabağıma bıraktım. Başım çok ağrıyordu. Ona cevap verecek hali kendimde bulamadığımda dolayı kahvaltımı sessizce etmeye devam ettim. "Şuna bak! Şuna! İki gün önce ortalığı karıştırmamış, işlerime çarmık sokmamış gibi bir de benim soframda zıkkımlanıyor, hanımefendi! Şu rahatlığa bak!"

Masanın başına oturup solunda duran gazeteyi yere iterek acımazız bakan gözlerini bende kitledi. O gözlere karşılık ağzıma salam atıp ağır ağır çiğnemeye başladım. "Bırak o beyinsizi, baba." Karşımda oturan Mehtap ablam gözlerini devirdi. "Onunla konuşmak için sarf ettiğin efora değmez."

"Haklısın değmez! Ama sinirlerimi bozuyor!" O ikisine bir bakış atıp çayıma yöneldiğimde salona annem gelmişti. Kısa bir sessizlik oldu ardından annem babamın yanındaki sandalyeye oturarak "Mesajı aldınız mı?" diye sordu telaşlı bir şekilde. Ablam ve babamın nefretli bakışları üzerimden çekilirken "Ne mesajı?" diye sormaları uzun sürmemişti.

Çayımdan bir yudum alarak sessizce kahvaltımı yapmaya devam ettiğim sırada "Almadınız mı?" dedi annem. "Mücahit babam bu akşam İstanbul'a geliyormuş."

"Ne?" Babam korkuyla kaşlarını kaldırdı. "Ne diyorsun?"

"Mesaja bakmadınız mı sahiden?" Çaydanlığa yönelen annem endişeli gözlerini o ikisinde gezdirdi ve babamda kitlendi. "Bütün ailen ayakta şu anda. Yemek hazırlıkları falan yapıyorlar. Ben mesajı dün akşam aldığını zannettiğim için sesimi çıkarmadım."

"Normal mesajdan mı geldi? Ah görmemişim!" diyen ablam panik yapmamaya çalışarak telefonunu çıkardığında babam "Mantıksız." dedi kasılarak ve ekledi; "Babam yılın bu zamanlarında Türkiye'ye gelmezdi. Hayırdır inşallah?"

"Ablanda öyle söyledi. Vallah pek hayra benzemiyor gelişi." Annem kendine çay doldurdu. Gerilmişti sanki.  "Bu akşam dokuzda uçağa iniyormuş. Ablanlar ve abinler alacakmış onu havalimanından... Yalısına geçiyormuş beyefendi. Duyumlarıma göre orada yemek hazırlıkları çoktan başlamış."

Babam birkaç saniye gözlerine annemde gezdirdi ardından "Ee?" diye sordu merakla. "Bizi bağlayan konu ne?"

"Bizi bağlayan konu şu ki baban bizide yemeğe davet etmiş." dedi annem. "Akşam bütün aile Mücahit babanın yalısında toplanıyoruz. Hepimizle önemli bir şey konuşacakmış dediler. Ama ne konuşacak? Kimse bilmiyor."

Bahsettikleri kişi yani Mücahit adlı kişi dedemdi. Babamın babası. Yıllardır senede bir kere Türkiye'ye gelen Mücahit dedem geldiğinde bütün çocuklarıyla üç gün içinde görüşür, yalnızca babamla görüşmeden üç günün sonunda Hollanda'ya geri giderdi. Dedem Hollanda'da büyük bir limanı işleten bir iş adamıydı; oldukça varlıklı biriydi yani. Hal böyle olunca da geçmişte babamla yaşadığı birkaç mal mülk kavgası olmuş, bu yüzdende de babamla arayı epeyce açmıştı. Ne bizimle ne de onunla uzun zamandır görüşmüyordu.

Ben en son dedemi bir düğünde dokuz yaşımdayken falan görmüştüm. Sanırım?

"O bizimle görüşmezdi ki." dedi ablam sabahın köründe düzleştirdiği koyu renkli saçlarını geriye atarken. "Bir şey mi oldu, acaba?"

"Bilmiyorum fakat halan konuşacağı konunun çok önemli olduğunu söyledi. Muhakkak bütün aile akşam organize edilen yemekte olmalıymış. Tek bir eksik olmadan..." diyen annemden sonra üçününde gözleri bana kaydı. Düz, ruhsuz bir bakışma yaşadık.

Anladığım şeyle "Ben gelmem." dedim patadanak.

"Senin kafanı kırarım! Ne demek gelmem?!"

"Ben gelmem!" diye cırladım babama doğru. "Şu hayatta dört şeye fobim vardır. Birinci senin yüzün, ikincisi karının yüzü, üçüncüsü şu kızının yüzü..." Parmağımla ablamı işaret ettiğimde gözlerini devirmekle yetinmişti. "Dördüncüsü de senin diğer ailenin yüzü! Fobim var diyorum! Giremem ben o aile ortamlarına!"

"Mayıs yemin ediyorum, geçen yaptığın şeyden dolayı senden hırsımı alamadım ama şu an bir ayağı kalkarsam..." Babam eline aldığı kahvaltı bıçağına bana doğru salladığında annem onun bileğine yapışmıştı. "Seni öldürürüm! Geliyorsun dedim mi geliyorsun! Bitti!"

Kaşlarımı çattım. "Seni tescilli olarak evlatlıktan red etmiş bir adamın davetine neden gidiyoruz, pardon?"

"Çünkü bu bir miras bırakma töreni olabilir!" diye bağırdı babam. "Hakkım olanı alma şansım varken senin aptallığın yüzünden..." Durdu, bakıştık. "Geliyorsun, Mayıs! İtiraz istemiyorum! Eğer o herif bütün aile gelecek dediyse sende bizimle geleceksin."

Ona atabileceğim en düz bakışı attıktan sonra "Dedem gerçekten miras bırakma töreni yaparsa sana ne bırakacak biliyor musun?" diye sordum. Babam tek kaşını kaldırdı. "Şerefini. Lazım çünkü sana o."

Yüzü kıpkırmızı kesilirken "Ulan senin ecdadını..." dedi aniden ve ayağı kalktı. Onun ayağı kalkmasıyla birlikte sandalyeden fırlayarak koridora doğru koştum. "Siktir git lan odana!" diye bağırdı. Arkamdan gelmemesi iyiye işaretti. "Akşama kadar çıkmayacaksın o odadan!"

"He yarram he." derken ki sesim çok kısık çıkmıştı. Beni duyamadığına emin olarak odama girip kapıyı  üç kez kitledim. O psikopatın odamı basıp beni darp etmeyeceğine ne malumdu? Güvenmiyordum ona. Kimseye güvenmiyordum.

Kendi kendime homurdanarak yatağıma uzanıp yorganın üstündeki telefonumu elime aldım. Madem saygı değer dedişkomun akşamki davetine gitmem zorunluydu bari akşama kadar zaman öldüreyim. Film ve dizi izleyerek...

♠️

"İyi. İnsana benzemişsin."

Babamın üstümde dolanan rahatsız edici bakışlarına ithafen gözlerimi devirerek "Darısı başına, tatlım." dedim ve aracın kapısını yavaşça kapattım. Büyük gösterişli yalının bahçesinden geçen annemle ablam gelmediğimizi görünce bizden tarafa baktılar. "Hadisenize!"

Ablamın zoruyla giymek zorunda kaldığım siyah mini elbisenin paça kısımlarını çekiştirdikten sonra babamın öfkeli suratını umursamadan arkalarından yürüdüm. Bu yemeğe hiç gelmek istemiyordum ama mecbur kalmıştım. Yaklaşık bir saat önce odama giren ablam benim görünüşümü babamın emriyle değiştirmiş ve beni odadan olmadığım bir kişiye dönüştürerek çıkarmıştı. İflah olmaz, dağınık kahverengi saçlarımı düzleştirmiş, yüzüme hafif denebilecek bir makyaj yapmış ve bana topuklu ayakkabı giydirmişti.

Ne için?

Yıllardır görmediğim dedem babama miras bırakırsa o esnada cici kız rolünü üstlenip bizde bir şeyler koparalım diye.

Mantık neredeydi?

"Melanie Martinez'in bir parçası vardır. Bilir misiniz?" dedim büyük yalının kapısının önünde durarak. Annem zile basmıştı. "Dollhouse diye. Şu an tam olarak o şarkıyı yansıtıyoruz."

"Aptal aptal konuşma." dedi babam kravatını düzeltirken. "Söylediklerimi yap. Yeterli."

"Yapacağım zaten." Gözlerimi devirdim. "Para teklif ettin. Nasıl yapmayabilirim ki?"

"Para için yapamayacağın şey yok değil mi?"

Babama yandan bir bakış atarak "Kimin kızıyım?" diye sordum.

"Benim olmasaydın keşke..."

"Keşke keşke! Neyse, onu bunu bırakın da size ne diyeceğim. Burç yorumları doğru ha. Okuyun." Anlık sırıttım. "Bu haftaki burç yorumumda ciddi paralar kazanacağım söylenmişti ama inanmamıştım. İnanmam lazımmış çünkü çok ciddi paralar kazandım." Yani dün akşam ilk öpücüğümü bir yabancıya vererek beş yüz dolar kazandığıma göre... Kesinlikle burç yorumları doğru olmalıydı.

"Geri zekalı." diyen ablamdan sonra kapı açıldığında sessizliğe gömüldük. Bir hizmetli bizi içeriye buyur etti ve montlarımızı aldı. İçerisi bana filmlerde gördüğüm sarayları anımsatmıştı. Evin içi şık, dekoru moderndi ve oldukça lüks mobilyalarla doluydu. Gerçi burası ev değildi. Doğru ya. Yalıydı burası. İşte bendeki de fakirlik...

"Mücahit bey misafirleri burada ağırlıyor. Lütfen beni takip edin." diyen başka bir hizmetlinin peşine takıldığımızda babam yine bana doğru eğilip "Sana soru sorulmadıkça sakın ağzını açma." diye tısladı. Bu cümleyi arabanın içinde de tekrar etmişti. Hemde defalarca... "Sorulan soruyuda saygılı bir şekilde cevapla. Anlaşıldı mı?"

"Yav he he."

"Mayıs."

"La tamam dedik."

"Doğru konuş."

"Tamam diyorum." dediğimde beni salmıştı. Büyük bir salonun içine girdiğimizde babam benden uzaklaştı. Kafamı kaldırdım, gördüğüm kişiler adımlarımın bir bıçak darbesi yemesine neden oldu.

İki halam ve iki amcam dahil bütün baba tarafı buradaydı. Yengemler, kuzenlerim ve bildiğim kadarıyla kuzenlerimin eşleri... Hepsi buradaydı. Salon çok kalabalıktı ve herkes uzunlamasına büyük olan masanın etrafında oturmuştu. Babam, annem ve ablam selam verme faslına girdiklerinde kalabalıktan yararlanarak bu fasla hiç girmedim ve masanın en ücra köşesine sessizce oturdum. Burada en az üç sandalye boşluk olduğu için yanımda, sağımda, solumda kimse yoktu.

Rahattım.

Yani biri beni fark etmediği sürece rahattım, evet.

Selam verme ve selam alma faslı biter bitmez babamlarda bana çok ters gelen uca oturmuşlardı. Benim saçma sapan bir yerde oturmamı fark etmeden diğer aile bireyleriyle koyu bir sohbete daldıklarında bir saniye düşünmedim, dibimde duran hizmetli ablaya dönüp önümdeki boş şarap kadehini işaret ettim. Sağolsun beni kırmamıştı. Çaprazından duran büyük tezgahtan aldığı şarap şişesini kadehime boşaltırken yirmi dört saattir yaşadığım alkolsüzlüğe çözüm olduğu için ona öpücük attım.

Geri çekilirken gülümsedi.

Parmaklarımı kadehe sarıp kırmızı şaraptan büyük bir yudum alırken bütün kaslarımın gevşediğini hissetmiştim. Pekala, bir alkol bağımlısı değildim ama alkolsüz yapamıyordum.

Olmuyordu.

"Hepinizi burada görmek ne güzel." diyen boğuk sesle birlikte muhabbetler kesildi. Gözler salonun girişinde duran yaşlı adama kaydı. Tip olarak babama oldukça benzeyen bu takım elbiseli yaşlı adamın kim olduğunu saniyesinde çözerken -dedemdi- o hepimizde gözlerini kısaca gezdirerek masaya doğru yürüdü. "Uzun zaman oldu, ha?"

Sağ baştan herkesle tokalaşmaya başladığında diğerleri gibi ayağı kalkmak yerine şarabımı yudumlamaya devam etmiştim. Birkaç dakika içinde diğerleriyle tokalaşma faslını bitiren dedem bana doğru elini uzattığında önce uzattığı ele sonra onun meraklı bakan gözlerine bir bakış attım ve ayağı kalkmadan elini sıktım. "Sen niye diğerlerinden uzak oturdun?"

Benim kim olduğumu çözememişti. Çözemediğini bakışlarından anlamıştım. "Zevk meselesi."

"Ah, anladım." Cevabımdan sonra duraksasa da bozuntuya vermedi. "Adın ne senin?"

"Mayıs ben." dedim kuru bir sesle. "Mayıs Asil."

Kim olduğum -kimin kızı olduğum- konusunda aydınlandı. Kırışıklıkların kurbanı olan yüzü aydınlanmasıyla birlikte gerilirken bir şey söylemedi, elimi sallayıp bıraktı ardından masanın başına doğru yürüdü. Evet, herkes bu ufak konuşmamız yüzünden bana bakıyordu. Herkes... Harika!

Üzerimdeki bakışları önemsemeden kırmızı şaraptan büyük bir yudum aldım. Ekşimtırak tat boğazımdaki yumruyu baskılarken "Bu ani gelişimle sizi telaşa düşürdüysem, affola." dedi dedem ve bütün ilgiyi kendi üzerine çektikten sonra sandalyesine oturup eliyle ayakta kalanlarında oturmasına izin verdi. Ukala?

Herkes "Estahfurullah," dedi bir ağızdan.

"Mevzu mühim olmasaydı emin olun bu kadar ani bir şekilde gelmezdim. Biliyorsunuz, çok planlı hareket eden bir insanımdır. Ani yapılan eylemlerden hiç haz etmem."

"Ani yapılan eylemler zeka ve cesaret gerektirir çünkü." dedim beni duyamayacakları bile bile. Sesim kısık çıkmıştı. "Ondan hoşlanmıyorsundur. Sizin ailede ne arar zeka ve cesaret..."

Tam tahmin ettiğim gibi beni duymayan dedem yemek masasındaki boş tabakları çevrede dikilen hizmetlilere işaret ederek ona dikkatlice bakan kişilere doğru döndü. Tabaklarımız hizmetliler tarafından toplandı. Bize yemek getireceklerini tahmin ederken "Konuyu daha fazla uzatmadan  buraya gelme nedenimi size açıklamak istiyorum." diye devam etti.

"Bu uzatmamış halin mi?" diye sordum kısıkça ardından şarabımdan bir yudum daha aldım. "Güldüreceksin beni."

"Hollanda'daki işlerimde bir takım aksaklıklar oldu. O aksaklıkladı düzeltmem için uzun bir süre orada kalmam gerekiyor. Yani önümüzdeki dört ya da beş yıl Türkiye'yi ve sizleri ziyaret edemeceyeceğim."

Yapmacık bir şekilde mutsuzlaşan aile bireylerine ters bir bakış atarak "Çok da sikimizde ya." diye fısıldadım. "Altı yıl gelmezsen hepimiz aç kalırız zaten. Haber verdiğin iyi oldu."

"Yaşlandığımı hepiniz biliyor ve görüyorsunuz." dedi sakince. "Orada beş yıl geçirmek demek... İyice yaşlanacağım anlamına geliyor. Her şey olabilir. Yani buraya geri dönememe durumum bile var. Pek fazla risk almak istemiyorum bu yüzden Türkiye'deki bütün mirasımı beş çocuğum arasında paylaştırmaya karar verdim."

Beş çocuk. Ah, babamıda saymıştı.

Herkesin gözleri heyecanla irileşirken dedem önümüze bırakılmaya başlayan yemekleri kısaca süzerek "Fakat sonra bu kararımdan uçaktayken vazgeçtim ve mirasımı torunlarıma bırakmaya karar verdim." dediğinde halamlarda dahil neredeyse herkesin yüzü bir saniye içerisinde kireç gibi olmuştu. "Her aileden yalnızca bir torunumu seçip mirasımı o torunlarıma bırakmaya karar verdim. Çünkü..." Gözleri kısaca bana dokundu. "Zevk meselesi."

Herkesin itirazlı nidaları içinde bulunduğumuz lüks salonun duvarlarına çarparken ilk söze giren kişi büyük amcam olmuştu. "Baba sen ne dediğinin farkında mısın? Ne demek... Her ailede bir torunuma bırakacağım? Böyle bir şey olabilir mi ya?"

"Ben yıllardır senin buradaki şirketlerine emek veriyorum!" diyerek araya giren kişi küçük halamdı. "Böyle bir şeyi nasıl yaparsın baba?! Bu çok saçma!"

Ve herkes tıpkı onlar gibi söylenmeye başladı. Ben dışında. Miras kavgasına girmek yerine kaliteli şarabımın ikinci kadehini yudumladım ve önüme konulmuş bifteği kaşıkla -evet kaşıkla- kesmeye çalıştım. Kesmeyi başardığımda ise sulu bifteği ağzıma götürerek oldukça sakin bir şekilde çiğnedim. Şu anda arka fonumda kıyamet kopuyordu. Bağırış, çağırış seslerini duysamda asla kafamı kaldırmıyordum.

Beni alakadar etmiyordu sonuçta.

Bana neydi mirastan?

Dedem "Kesin sesinizi!" diye bağırdı aniden. Herkes sesini kesmişti. Yemek yemeye devam eden ben dışında. Ne? Çatal çok ses çıkartıyordu ama sanırım kimse bu sesi aldırış etmemişti. "Ben ne dersem o! Siz bana karşı gelecek kapasitede değilsiniz! Şu andaki bütün servetiniz bile bana aitken bu konuda bana sakın diklenmeyin!"

Kimse ağzını açıp bir şey söyleyemedi. Ben dışında.

"Şunu doldurur musunuz? Please aşko! Pleaseee!" Bitmiş kadehimi kaldırarak hizmetliye işaret ettiğimde gözler üzerime çekilmişti. Bunu hissetsemde kimseye bakmadım. Hizmetli ablalardan biri üçüncü kadehi benim için doldururken "Söylediklerim senin ilgini çekmedi galiba?" dedi dedem birden.

"Vallah ne yalan söyleyeyim? Hiç çekmedi." Dolan kadehimden bir yudum alarak ona baktığımda şaşırdığını görmüştüm. "Benim ilgimi çekmek o kadar basit değildir, grandpa."

(Grandpa; dede)

"Mayıs." Babam dişlerini gıcırdattı. "Sus."

Dedem babamı umursamadan "Ne demek istiyorsun?" diye sordu bana doğru. Sesinde bariz bir merak vardı. "Yani miras konusu... Umrunda değil mi?"

"Bana ne senin malından mülkünden ya?"

Herkes şok içinde bana bakakaldığında dedem afallamıştı.

"Ne?"

"Kardeşim... Ay aman, dedeciğim bak seninle çok açık konuşacağım. Seni tanımam etmem. Sende aynı şekilde... Öyle değil mi?"

Kafasını salladı. "Öyle."

"Malında mülkünde gözüm yok demek oluyor bu. Öyle değil mi?"

Ona elimle bana onay vermesi için teşvik ettiğimde kafasını salladı. "Öyle."

"He... O zaman şunu sana dürüstçe söyleyebilirim. Ben senin yerinde olsam bütün mirasımı bağışlardım çünkü buradaki kimse senin alın terinle kazandığın parayı hak etmiyor." dedikten sonra alkolün verdiği cesarete tutunarak konuşmaya devam ettim. "Seni gram sevmeyen çocuklar yetiştirmişsin. Seni değil paranı seviyorlar. Hal böyle olunca da değil bunların çocuklarına miras vermek, senin bunlara pas bile vermemen gerekiyor ama işte..."

"Mayıs Asil Karahanlı!" diye hırlayan babamı başıyla susturan dedem büyük bir ilgiyle bana bakmaya başladığında "Ama illah torunlarıma miras vereceğim diyorsan bence aralarından en zekisine ver çünkü buradaki çoğu torunun... Kendimde dahil... Parayı çar çur savurmaktan başka bir şey bilmiyor." dedim ardından şarabımı tek dikişte bitirdim. "Neyse, granpa. Hoş konuşmaydı. Ben kaçar."

Ayağı kalktığım sırada herkesin şok olmuş gözleri üzerimdeydi. Umursamadım. Masadaki yarı açık şarap şişesini alarak dedeme doğru el salladım. "Bunu alıyorum çünkü... Senden bir anım olsun istiyorum." Alkolik bir şekilde güldüm. "Kendine iyi bak, granpa."

♠️

Continue Reading

You'll Also Like

1.2K 143 20
Bir inanç mı demeliyim, hayal mi bilmiyorum. Fakat inandığım bir şey var. Beni kısıtlayan, özgürlüğüme pranga vuran bu ormanda mutsuzum ve kimse bunu...
449K 4.8K 30
"Bu saatten sonra yer mekan fark etmez yüzbaşım." Yetişkin içerik !
572K 14.6K 15
24/03/2024 tarihinde düzenlenmiştir! "Dedim işte, sen babamızın yüzde 99,9 kızısın." Allah aşkına bu telefonda söylenir miydi? Tamam söyle diyen bend...
447K 40.3K 56
"Bu diyarı değiştirelim sevgilim." Dudağına doğru fısıldayarak devam ettim. "Bu krallıkları yerle bir edelim." ***** Bir sese, bi...