VİSAL/TAMAMLANDI

By rmysaudade

147K 7.6K 2.4K

"Beni bu şehre sor, de ki; bu adam daha önce birisine böyle sevdalanmış mı? Sor. Bu adamın sol yanı benden ön... More

1. Bölüm
İlk.
2.Bölüm
3.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.BÖLÜM
22.BÖLÜM
23.BÖLÜM
24.BÖLÜM
25.Bölüm
26.BÖLÜM
27.BÖLÜM
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
FINAL
Özel Bölüm

4. Bölüm

6.9K 399 113
By rmysaudade


Merhaba biz geldiiiikkk. Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Sizi daha fazla tutmadan şöyle bölüme alayım öyleyse ;))

.....

Anne.

4 harf, tek kelime ve bir insan. Bir gün gitse bile nasıl içinizde yaşıyor biliyor musunuz? Sanki hayattayken bile öyle yaşamamış gibi, dünyanın en güzel yerine saklamış ve onu orda ona zarar veren herkesten koruyabiliyormuşsunuz gibi. Hissediyorsunuz, artık gerçekten mutluymuş gibi. Gerçekten.

Biliyordum. O da kanamıştı. Belki de hâlâ kanıyordu. Böyle bir yara sonsuza dek kapanamazdı ki zaten. Sadece bir süre tutabileceği kadar yara bandı kullanılırdı. Yara bandı kan içinde kalıp düşene dek.  

Yusuf'a ne söyleyeceğimi bilemediğimde bunun farkına varmış olacak ki tekrar birbirimize iyi geceler dileyerek odalarımıza geçmiştik. Yarım saatten uzun süredir tavanı izliyor ve düşünüyordum.

Artık bu kadar sık teşekkür etmemelisin.

Etmemeliyim. İnsanların yarasını biliyorken orayı oymamalıyım. Nasıl bir şey olduğunu biliyorken yapmamalıyım. Peki tekrar teşekkür edecek bir duruma düştüğümde ne diyeceğim?

Hiçbir şey.

Evet, hiçbir şey. Hem dün gece tam edecekken susturmuştu beni, anlamıştı.  Acaba yine anlar mıydı?

Peki o annesizlikle nasıl baş edebilmişti?
Baş edebilmiş miydi? Onun da canı çok yanmış mıydı? Ona da annesizlik dünyanın en ağır şeyiymiş gibi gelmiş miydi?

Peki babası? O neredeydi? Onunla arası nasıldı? Benim ki kadar kötü bir durumda olmamasını dileyerek elimi saçlarımın arasına daldırırken derin bir nefes verdim. Başımı yastığa daha da gömerken, yanımda ki kardeşime sıkıca sarılıp bütün bu soruları zihnimin bir köşesine süpürdüm çünkü silmem mümkün değilmiş, düşünmemek imkansızmış gibi geliyordu.

🌿

Gece uyku tutmamış az da olsa bir yarım saat gözlerim kaymıştı. Onun dışında yatakta dönüp durmuş ve zihnimi susturmaya çalıştırmıştım fakat pek de başarılı olduğum söylenemezdi. Yedi gibi uyandığımda henüz kimse kalkmamışken duşumu hızlıca almış ve odaya geri dönmüştüm.

Yavaş yavaş üzerimi giydiğimde aşağıdan gelen sesleri duyabiliyordum. Muhtemelen Sakine abla kahvaltı hazırlıyordu. Yatakta uyumaya devam eden kardeşime bakındığımda sanki günlerdir uyumamış gibi kendini uykuya kaptırmıştı. Saçlarının üzerine minik bir öpücük kondurup, havluyla üstünkörü kuruladığım dalgalı saçlarımı boğazlı elbisemin üzerine saldım ve telefonumu da komidinin üzerinden alarak aşağıya adımladım.

Oturma salonuna bakındığımda kimseler yoktu. Mutfağa, Sakine ablayı görmek için girdiğimdeyse yine aynı manzarayla karşılaşmıştım. Ama sesler duymuştum, emindim buradan geliyordu. Fadime sultanın sesi kulaklarıma dolarken dışarıya doğru yöneldim. Kapıyı açıp etrafa bakındığımda yine o bilindik manzarayla karşılaştım.

Elinde beyaz bir kabın sapını tutmuş, dikkatle gelen Sakine ablayı görene kadar öylece durup bakınmaya devam etmiştim. Ayağında ki çiçekli kara lastikleri çıkarıp mutfağa adımlarken peşine takıldım. 

"Günaydın Sakine abla."

Beyaz kabı tezgahın üzerine koyduktan sonra nefessiz bir şekilde yanda ki sandalyeye oturdu.

"Bizden geçti habu işler. Göriy misın iki adımlık yol yürudum da götümden nefes aliyrım."

Gülerek yanında ki sandalyeye yerleştim.

"Çıtır gibisin be Sakine abla, şu boncuk boncuk gözler başka kimde var."

Hoşuna gitmiş gibi tavırlar sergileyip bir yandan da utanır gibi koluma vururken kendimi daha fazla tutamayıp yanaklarını mıncırdım.

"Hamur midur benum yanaklarum kiz yoğurup durursun olari."

Eli kızarmış yanaklarına giderken parmağında ki alyans dikkatimi çekmişti. Evliydi demek. Fakat eşini geldiğimden bu yana hiç görmemiştim. Bakışlarımın hâlâ alyansında olduğunu farkedince kendimi hemen toparladım. Onun yüzünde ki gülümseme ise daha çok tebessüme dönüşürken, parmakları alyansının üzerinde gezinmişti.

"Benım çakir gözlim almişiydi habu yüzuğu. Mekani cennet olsun, koyverdi beni gitti da bir gün olsun çikarmadum hamalluk ede ede kazanduğu paraylan alduğu yüzuği. Çikarmasam geri geleceğunden mi, yok yavrim yok. Habu sevdaluk oyle şey ki, o nefessuz kalip toprağun altinde yatsa, sen nefes aliymiş gibi onu yaşatmaya devam ediysun."

Sevdalık. Böyle bir şey miydi? Aşk bu muydu? Bir yüzükte nefes alıyormuş gibi daima yaşatmak mıydı onu? Anlatırken bile en güzel yanlarını kendine saklamak mıydı?

Bilmiyordum. Bir gün bilecek miydim merak ediyordum. Bir gün cidden bunu yaşayacak mıydım?

Sakine abla dolan gözlerini elinin tersiyle silerek "uuuu saat kaç olmiş uyanırler bizim uşaklar şimdi." diyip telaşla buzdolabına yöneldi. Bende üzerimde ki bu durgun tavrı bir kenara bırakarak yardım amaçlı hızla ayağa kalktım. Elinde ki domates biberleri tezgahın üzerine bırakıp bana döndü.

"Menemen işini sen halledebılır mısın yavrim. Ahırda, Fadime sultana yarduma gitmem lazim iki ayağm bi pabuça girdi."

"Hallederim ben Sakine abla git sen. Sofrayı nereye kurayım?"

"Oturma odasunda ki masaya kuruver hemi yavrim. Küçuk uşaklar da kalkar şimdi. Biz Fadime sultanlan yediyduk zaten, siz edersunuz. Hayde kolay gelsun."

Hızla çıkışa doğru yöneldiğinde bende tezgahta ki işlerime giriştim. Sakine ablanın getirdiği taze sağılmış sütü kenara çekip menemen yapacağım tavayı çok geçmeden buldum ve işe koyuldum.

Tereyağını ve bir miktar zeytinyağı koyarak erimeye bırakırken duvarın yanında bulunan kutuların üzerinde ki yazılardan içinde soğan olduğunu anladığım kutudan küçük bir soğan alıp ince ince doğradım ve onu da tavaya ilave ettim. Soğanlı mı soğansız mı yerlerdi bilemiyordum ama soğansız menemen mi olurdu allah aşkına. Yine de her ihtimale karşı küçük bir soğan seçmiştim. Ardından soğanların da pembeleştiğini farkederek, yıkayıp ince ince doğradığım biberleri de kavrulmaya bıraktım. Domateslerin de kabuklarını soyarak onları da doğrarken, parmağımı kesmemek için büyük çaba sarfettim çünkü yaramaz kardeşim hiç beklemediğim bir anda belirmişti. Ya da ben kendimi yaptığım işe çok kaptırmıştım. Güzel olsun istiyordum.

"Günaydın ablacığım."

"Günaydın bebeğim benim."

Tezgâha yetişmeye çalışıyordu.

"Ne yapıyorsun, bakayım."

Domatesleri de tavaya ilave ederek pişmeye bıraktım ve kardeşime döndüm.

"Menemen yapıyorum canımın içi."

Ellerini birbirine çarparak olduğu yerde bir iki kere zıpladı.

"Çok severim çok."

Saçlarını karıştırırken "biliyorum." diye yanıtladım. Ardından ocağın altını kısıp tekrar dolaba dönerek "peki benimle masayı hazırlar mısınız küçük bey." diye bir soru yönelttiğimde sevinçle ellerini birbirine çarptı ve götürmesi için vereceğim şeyleri elleri açık bekledi.

Kısa bir sürenin ardından masayı hazırlamıştık. Adını bilmediğim fakat kahvaltılık olduğundan emin olduğum bir kaç şeyi de masaya koyduğumda her şey tamamdı. Çay kenarda ki sobanın üzerinde kaynamaya devam ediyordu. Çok güzel bir ortamdı.

"Abla, Seyit abiyi ben uyandırabilir miyim?"

Saate baktığımda neredeyse sekiz buçuğa geliyordu. Menemen de hazırdı ve soğumasını istemiyordum. Bu saate herkes uyanır sanıyordum. Merdivenden gıcırdama sesleri gelirken yüzüme bir tebessüm oturtarak gelen kişiyi bekledim.

Yusuf görüş alanıma girdiğinde gece ki konuşmamız aklıma gelmişti ve gerilmeden edememiştim.

"Günaydın."

Aynı onun gibi tebessümle karşılık verdim.

"Günaydın."

"Ne kadar da uzunsun."

Yağız aramızda ki bakışmanın bölünmesine neden olan kişiydi. Yusuf bakışlarını kardeşime taşırken çömelmiş ve onunla aynı boya gelmişti.

"Bak, şimdi de kısa oldum."

"Ama hep böyle kalamazsın ki. Ayağa kalkınca yine upuzun olacaksın."

"Bir gün sende bu kadar uzun olacaksın, umarım benim aksime şimdi ki zamanlarını bu kadar özlemezsin."

Son kurduğu cümleyi biraz daha sessiz söylemişti. Bakışlarım ikisi arasında gelip giderken Yusuf kardeşimin yanağını severek ayaklandı. Kardeşim hâlâ karşısında ki adamın boyuna bakarken gerçekten de uzun olduğunu farkettim. Uzun ve yapılı. Giydiği siyah boğazlı kazak ve siyah pantolunu vücudunun ne kadar yapılı olduğunu gözler önüne seriyordu. Aralarında beyaz da bulunan siyah saçlarını hafif havaya kaldırmıştı. Kirli sakalı ve kahverengi gözleriyle cidden yakışıklı gözüküyordu.

"Abla sende şaşırdın değil mi? Ondan öyle bakıyorsun."

Kardeşimin sözleriyle kendime gelirken karşımda ki adamın yarım ağız gülümsemesi yine sinrilerimi bozmuştu. Bir saniye gamzesi mi vardı? Ah yeter Mihri.

N'olur biraz daha bakalım.

Bizene elin adamının gamzesinden allah aşkına.

Güzele bakmak sevap değil miydi ya?

Güzel bakmak sevap bir kere.

Biz kötü mü bakıyoruz Mihri?

İyi mi bakıyoruz?

İyice kafayı yemiştim sanırım.

"Abla sence Yıldırım abi mi daha uzun, yoksa bu abi mi?"

Kardeşimin yönelttiği soru üzerine tekrardan bakışlarımı karşımda ki adama çevirirken Yusuf'un daha uzun olduğunu elbette farketmiştim ama yine de bunu söylemek gelmemişti içimden. Sinirlerimi bozmuştu, hem Yıldırım'ın boyunu da bilmiyordu işime gelirdi.

"Şöyle bir baktım da, Yıldırım abin daha uzun canımın içi."

Yusuf öyle mi? der gibi bakışlarını benimkilerle buluştururken bende inatla gülümseyerek ona bakıyordum.

"Bana hiç öyle gelmiyor ama. Bu abi daha uzun sanki. Yıldırım abiyle boylarımızı yarıştırıyorduk, o yüzden onun boyunu biliyorum. Senin ki kaç?"

İşte şimdi, işte şimdi o gülümsemeyi yüzümden silmek zorunda kalmıştım. Cidden bunu aklında tutmak zorunda mıydı?

Yusuf gülümseyerek "1.88" diye cevap verdiğinde Yağız'ın ağızı kocaman açılmıştı. Tabi ki Yıldırım'dan uzundu.

"Vooaaa Yıldırım abi de 1.80. Aranızda sekiz tane fark var."

Sekiz tane fark mı var. Gülümseyerek kardeşimin yanına çömelip yanaklarını öptüm. Neden bu kadar tatlı olmak zorundaydı ki.

"Sekiz tane fark değil bebeğim. Sekiz cm fark."

Kocaman gülümseyerek "Yıldırım abi de öğretirken hep unutuyordum o dediğini abla. Hem böyle demek daha kolay." diyerek kendini savundu.

Dogrulduğumda karşımda zaferle sırıtan o yüz ifadesini gördüğümde daha fazla bunu devam ettirmek istemedim.

"Yağız, sen koş Seyit abini uyandır canım. Bende menemeni getireyim soğumasın daha fazla."

Yağız koşarak merdivenleri çıkarken Yusuf'da masaya geçiyordu. Yüzünde ki o bakışı silmeden!

Kısa sürede bütün ev ahalisi sofranın etrafındaydı. İki kişi hariç. Leyla abla ve Fırat abi Leyla ablanın annesi rahatsızlandığı için erkenden merkeze inmişlerdi. Neyi olduğunu bilmiyordum. Umarım önemli bir şeyi yoktu. Yusuf ve Yaren menemen tavadan ekmekle yenir diyerek ortadan yerken Yağız'a ve Seyit'e tabaklarında koymuştum.

"Abi limana gideceksin değil mi?"

Liman mı?

"Evet abiciğim, neden sordun?"

"Beni de çarşıya kadar indirir misin? Merkeze geçmem lazım arkadaşlarımla buluşacağız."

"Merkeze bırakayım, olmaz mı?"

"Yok abi, işinden geri kalma sen geçerim ben oradan meydana."

İşi limanda mıydı? Kaptan diye hitap edildiğine göre gemilerle alakalı olmalıydı.

"Bir günde geri kalayım ne olacak."

"Fırat abim de yok ya bugün, ondan dedim."

Yusuf çayını yudumlarken "doğru ya unutmuşum ben onu." dieyerek karşılık verdi kardeşine. 

"Umut'u arayayım bıraksın seni, o da bugün izinliydi o tarafta geçiyordur belki."

"Hayır abi ne gerek var şimdi izin gününde aramaya, ben giderim işte sen çarşıya bırak yeter."

Yaren telaşlı telaşlı kelimelerini sıralarken Yusuf kardeşinin bu haline bir anlam verememiş olacak ki durumu kabullendi. Kısa sürenin ardından Yaren hazırlanmaya, Seyit ve Yağız da ahırda inekleri sevmek için dışarıya çıkmış Yusuf ise çayını yudumluyordu. Ben ise onunla bulunduğum her ortamda istemsizce gerilirken çayımdan son yudumumu alarak masayı kaldırmak amaçlı ayaklandım.

İçeriden kahvaltılıkları koymak için tepsiyi alırken Yusuf'da benimle birlikte üzerine masadakileri koymaya devam ediyordu. Gözlerimizin çarpıştığı bir kaç dakikada ise bunu kesen taraf hep ben olmuştum. O kahvelerini dikip inatla bakmaya devam ediyordu. Bir iki gidiş gelişin ardından sofrayı kaldırma işi de tamamdı. Masanın örtüsünü üzerine sererken Yaren "ben hazırım abi." diye seslenerek kapıya yöneldi. Yusuf da yavaş yavaş kalkarken salona geçmeden "ellerine sağlık." diyerek o da kapıya yönelmişti. Karışlık vermemi bile beklememişti. Umursamayarak ardından mutfağa geçerek bulaşıkları kısa sürede hallettim.

Oturma odasına adımladığımda aklıma Nesibe sultan geldi. Geldiğimizden bu yana konuşmamıştık, arasam iyi olacaktı. Telefonumu çıkarıp isminin üzerine tıklayarak bekledim, bir iki çalışın ardından açılmıştı.

"Nesoşum."

"Sen miydin güzel kızım, sadece numara çıkınca ben de kim bu dedim. Nasılsınız, haliniz vaktiniz yerinde mi yerleştiniz mi?"

Üst üste sorduğu sorular ne kadar merak ettiğinin habercisiydi.

"İyiyiz sultanım merak etme sen bizi. Burada ki herkeste çok iyi niyetli insanlar, dediğin kadar varlarmış."

"Öyledirler öyledirler güvenmediğim birine yollar mıyım ben yavrularımı hiç."

"Sor bakayım Mahir evde miymiş?"

Yanda Sedat abinin sorduğu soru üzerine duraksamıştım. Mahir kimdi?

"Bilmiyor musun o yayladan kolay kolay dönmez."

Nesibe sultan eşini yanıtlarken bi süre bu soru üzerinde kalmıştım. Mahir kimdi? Yusuf'un babası mıydı? Neden yaylada kalıyordu ki?

Sanki kafamda hiç soru yokmuş gibi bir de bunlar türemişti.

"Yağız'ım nasıl Mihri'm?"

"Çok iyi sultanım aklın kalmasın burada arkadaş bile buldu kendine. Seviniyorum onun adına adapte olması daha iyi olacak."

"Olur tabi ya olur. O gavurdan da ses seda yok siz gittiniz gideli. İnşaallah düşmüştür yakanızdan."

"İnşallah, siz yine bir durum olursa bana haber edin."

"Ederiz yavrum ederiz merak etme sen."

Kapının açılma sesinin ardından salondan Fadime sultan ve Sakine ablanın gelişini gördüğümde telefonu kapatmanın en iyisi olacağını düşünmüştüm ki Fadime sultan kulağımda ki telefonu farkederek söylene söylene yanıma adımladı.

"Nesibe karisidur da o gulağundaki. Ver bakaym oni bağa ver."

Çok da başka bir şansım olmadığını anladığımda telefonu Fadime sultana uzattım. Sakine abla ise diğer koltuğa geçmiş nefesleniyordu. Fadime sultana göre bir tık daha fazla kilosu vardı ve bu sanırım onu zorluyordu.

"Kizini bağa yolladun da gendin guruldun galdın oriye hemi."

Sanırım Nesibe sultanla atışma vakitleriydi.

"Sus sus hep ayni şiyleri söyleyip duriysin bağa. Güya geçtiğumuz sene geleceğdun hala ses seda yok."

Karşı taraftan aldığı cevapla tekrar itiraz dolu bir ses tonuyla cevap verdi.

"Hiç kocanun işini koymayasun ortaya senun ciğeruni bilirum ben."

Sakine abla karşı koltukta bu telefon konuşmasına eğlenerek bakarken kapıdan içeriye kardeşim ve Seyit girmişti bu seferde.

Kardeşim üşümüş ellerini ellerimin arasına bırakırken ovuşturup arada nefesimi vererek ısıtmaya çalışıyordum. Arada bunu yapardı. Evde kaloriferler yansa dahi ellerini ellerimin arasına bırakırdı.

"İkisida iyiler merak etmeyesun, gözum gibi bakayrım olara."

Bizden bahsettiklerini anlamam çok da uzun sürmemişti.

"Yanumda dur veriyim da gonuş."

Telefonu Yağız'a uzatırken kardeşim şaşkın bakışlarla karşısında ki Fadime sultana baktı.

"Nesibedur oğlum senlen gonuşmak istiymiş."

Yağız bir süre kim olduğuna anlam verememiş ardından sevinçle telefonu eline alıp kulağına götürmüştü. Abartısız yarım saatten uzun bir süre konuşmuşlardı. Uzun uzun Seyit'i anlatmıştı, sonra ahırda ki inekleri. Böyle böyle uzayıp gitmişti konuşma. Şarj uyarısı geldiğindeyse mecbur kapatmak zorunda kalmıştık. Odaya çıkıp telefonu şarja taktıktan sonra bir süre camdan dışarıyı seyretmeye başladım.

Her yer yeşillikti. Belirli hayvanların sesi kulağıma doluyordu. Horoz, tavuk, inek, kuzu. Böyle bir yerde olduğuma inanmakta bazen zorluk çekiyordum. Bir şeyleri başardığımı görüyordum fakat insan bazen kendi yaptığı şeylere çok acımasız davranıyordu. Kendi gücüne, kendi benliğine, dünya üzerinde ki bu varlığına hiç acımıyordu. Sanki bunu yapacak onca insan yokmuş, onca olay olmayacakmış gibi kendi kendine eziyet ediyordu.

O an bunu yapmayacağım artık dedim kendi kendime. Beni benden başka önemseyecek kim vardı ki? Kim kalmıştı? Ben o üzerime üzerime gelen her şeyde kendimi savunacaktım artık, kendime yetecektim ve hepsine karşı koyacaktım.

Kapının tıklatılma sesi kulaklarıma dolarken düşüncelerimi bir kenara bıraktım. Ardından kapıya yönelip açtığımda karşımda Leyla ablayı bulmayı elbette beklemiyordum. Sabah baya erken çıkmış olmalıydılar ki akşama kalmadan işlerini halletmişlerdi.

"Müsait misin Mihri?"

"Tabi Leyla abla, gel."

"Yok ben seni alacaktım aslında."

Bir an duraksadım. Bakışlarımda ki sorgular ifadeyi anlamış olacak ki açıklama amaçlı tekrar konuşmaya başladı.

"Bizimkiler lahana çıkarmışlar, sarma saralım diyorlar akşama. Gelir misin sende yardıma? Sohbet muhabbet çabucak bitiririz."

"Gelirim tabi."

Aşağıya indiğimde beni oturma odasında geniş yer sofrasının etrafında Fadime sultan, Sakine abla ve daha önce hiç görmediğim genç bir kadın karşıladı. Karamel rengi saçları başörtüsünün altından omuzlarına doğru örgü yapılmış bir şekilde salınmış beyaz yüzünü ortaya çıkarmıştı. Yüz hatları oldukça güzeldi. Ucu top gibi olan bir burna sahipti, elmacık kemikleri hafif belirgin dudakları ise ne çok dolgun ne de çok inceydi. Karşımda ki kadını gereğinden fazla incelemiş olduğunu farkettiğimdeyse sofraya doğru ilerleyip örtüyü üzerime çekerek oturdum. Leyla abla da yanıma kurulurken gülümsemesi varlığımızla ya da varlığımla duraksamaya uğradı.

"Hoşgeldin köyümüze, Gazel ben."

Sevecen ve bir o kadar da sıcak yaklaşımına karşı yüzüme küçük bir tebessüm oturtarak karşılık verdim.

"Hoşbuldum, Mihri ben de."

Bir yandan hızla sarmalar sarılıp diğer yandan durmadan konudan konuya geçiliyordu. Hızlarına yetişemiyorum desem yalan sayılmazdı. Ara sıra Gazel'le de sohbetimiz olmuştu. 25 yaşındaydı. Burada bir okulda kreş öğretmenliği yapıyordu. Çocuklarla ilgilenmek onu oldukça rahatlatıyormuş. Öyle söylemişti.

İnsan sevdigi işi yaparken nasıl rahatlamazdı ki zaten. Kendi ayakları üzerinde dururken nasıl iyi hissetmezdi ki. Ona imrenmiş miydim. Evet. Ama bu yaşam benim suçum değildi. Kimsenin suçu değildi aslında. Kaderdi, buna istesem de karşı gelemezdim ki.

"Leyla, anan nasi oldi kizum sormayi unuttum bak habu işlerın içinde."

"İyi iyi bir şeyi yok çok şükür tansiyon işte çıkıyor iniyor. Yemeğine dikkat etmesi gerekiyormuş. Öyle tembihledim babama emanet ettim geldim."

Fadime sultan elinde sardığı sarmayı neredeyse dolmuş olan tencerenin içine bırakırken tekrar konuştu.

"Kalsaydun biraz yanlarinde iyi oludi hem senun içun da."

"Ben dedim zaten anneme de yengem evdeydi, ondan gerek duymadı galiba."

"İyi bakalum ben arar furça çekerum oğa merak etmeyesun."

Leyla abla gülerek karşılık verirken sarma işi de neredeyse tamamdı. Sofrayı kaldırıp tencereyi sobanın üzerine pişmeye bıraktığımızda Sakine abla kahve yapmak için mutfağa ilerledi. Kardeşim ve Seyit'in yokluğunu farkettiğimde Leyla abla odada resim yaptıklarını söyledi. Gazel Fadime sultanla hiç bilmediğim konular üzerinde konuşup gülmeye devam ederken samimiyetleri tebessüm etmeme neden oldu.

"Gazel evimizde büyüdü sayılır. O yüzden çok düşkünler birbirlerine."

Bakışlarımı ikisinden ayırıp Leyla ablaya çevirdiğimde "anladım." diyerek karşılık verdim. Başka ne diyebilirdim ki. Fakat yine de imrenmiş miydim bu görüntüye. Evet.

Sakine abla kısa süre içinde Fadime sultan dışında hepimize kahve yapıp getirmişti. Fadime sultan çaycı bir insanmış bunu da öğrenmiş bulunmuştum. Tanımadığım insanların konusu geçerken pek sohbete katılacağım bir duruma düşmedim. Sadece arada Leyla ablayla teke tek kısa diyaloglarımız olmuştu.

"Eee Gazel yok mu birileri hâlâ? Anlat hadi."

Gazel'in beyaz yanakları al al olurken Leyla ablanın sorusu üzerine utanmıştı. Gerçekten güzel bir kadındı. Onunla olacak kişi oldukça şanslı olmalıydı bu konuda.

"Yok be Leyla abla. Daha var oralara gelmemize sanırım."

"Oyyy daha var diye diye habu yaşa gada geldun daha nere var bıktum da. Bi sen bi Yusuf daha var daha var diye diye eşşek gada oldunuz."

Leyla abla ve Sakine abla kahkaha atarken kapı çalmıştı. Ardından Leyla abla kahkahalarını zor da olsa keserek kapıyı açmaya gitmişti. Yaren kapının dibinde aniden belirip selam vererek üzerini değiştirmek üzere yukarıya çıkmıştı. Saate baktığımda neredeyse beşe geliyordu. Bugün nasıl bu kadar çabuk geçebilmişti şaşırmıştım.

Ardından Yusuf görünürken üzerinde ki siyah kabanı asmış ve içeri adımlamıştı.

"Aha eşşek da geldi."

Yusuf kendisine söylendiğini anlamış olacak ki yüzünde alaylı bir gülümsemeyle Fadime sultanın yamacına oturup, yılların üzerinden geçtiği eline minik bir öpücük bıraktı.

"Biraz daha şu sıfatsız yüzünü görmeseydim açıldığın o sulara gömüldün sanacaktım kaptan."

Gazel'in şakayla karışık kurduğu cümleye karşı gözlerim Yusuf'a takılmıştı. Düşündüğümden daha yakın olduklarını farkettiğim o andaydım. Çok kısa bir an için gözleri bana dokunurken çekmesi de çok uzun sürmemişti.

"Hoşgeldin Gazel, bayağıdır gözükmüyordun."

Gazel'in şakalaşması üzerine Yusuf'un düz bir şekilde konuşması sadece benim dikkatimi çekmemiş olacak ki Gazel'in yüzünde ki ifade de gittikçe düşmüştü.

"Okul, git gel biliyorsun. Yoruluyor insan."

Ardından dikkatimi Fadime sultan çektiğinde başı yan tarafına düşmüş gözleri kapanmış bir şekilde uyuya kaldığını farkettim. Biraz daha o şekilde dursaydı boynu tutulacaktı.

Yusuf bakışlarımı farkederken ne düşündüğümü anlamış gibi babannesinin başını omzuna doğru yatırdı ve üzerine öpücük bıraktı.

"Şimdi yatırırsam kalır öyle. Yemeğini yesin sonra uyur."

Başımı sallayarak karşılık verdiğimde Leyla abla ve Sakine abla yemek hazırlığı için mutfağa geçtiler. Şu an bulunduğum ortam oldukça gericiydi. Neden bilmiyordum ama öyleydi. Ne Gazel konuşmak için bir adım atıyordu ne de Yusuf. Ben ise sanki ikisinin arasında kalmış gibiydim. Aralarında ki sessizlik huzursuz ediciydi.

Bakışlarım Gazel'e kaydığında odağının babannesinin başının üzerine kendi başını yaslamış gözleri kapalı olan Yusuf olduğunu farketmemle duraksadım. Ben bilmezdim bir insana nasıl için giderek bakıldığını. Annem bakardı. Sakine abla da bu sabah yüzüğüne öyle bakmıştı. Şu an belki farkında değildi ama Gazel de Yusuf'a öyle bakıyordu. Ona karşı bir şeyler hissettiği apaçık ortadaydı, peki ya Yusuf?

Bu beni ilgilendirmiyordu,cidden. Yakışırlar mıydı? Yani. Çok güzeldi Gazel.

Ve Yusuf. O zaten, güzeldi. Yakışıklı demem gerekirdi biliyorum ama onu anlatan kelime bu değildi sanki. Güzeldi işte.

Gazel sonunda bakışlarını çekerek "kalksam iyi olacak." diyip ayaklandı. Yusuf gözlerini aralarken ben de ayaklanmıştım.

"Kendine iyi bak, görüşürüz."

Yusuf'un kurduğu cümle üzerine Gazel sadece onu başıyla onaylarken birlikte salona çıktık.

"Yemeğe kalsaydın keşke, böyle çok erken oldu sanki."

Elini omzuma koyarak "tekrar gelirim olur mu? Şimdi gimem en iyisi." diyerek Sakine abla ve Leyla ablaya da kapı eşiğinden göründükten sonra gözden kayboldu.

Mutfağa geçerken odada eski haline dönen Yusuf'a ve Fadime sultana kaymıştı gözlerim. Fakat bu sefer fazla oylanmasına izin vermemiştim.

"Yardıma ihtiyacınız var mı Sakine abla?"

"Yok yavrim, sağolasun sen geç içeruye bizda şimdi geliyruk. Fıratumun da eli kulağundadur."

Leyla abla da omzu üzerinden tebessüm yollarken tekrar salona doğru adımladım. Oturma odasını es geçerek telefonumu almak için odama çıktım. Tam kapıyı açacakken arkamdan duyulan adım sesleriyle kafamı çevirdim. Yaren'di. Çatıdan iniyordu. Orada tek oda bulunuyordu ve orası da Yaren'e aitti. Ders çalışmak için en ideal yer olduğunu söylemişti, sessiz ve de sakin.

"Selam Mihri abla."

"Selam canım."

Arkasında elinde tuttuğu çantayı bana doğru uzatırken bir ona bir elinde tuttuğu çantaya bakakaldım.

"Şey, seni gördüğüm iyi oldu aslında. Ben de bir ara resime merak salmıştım ama yeteneğim olmadığını farkedince bıraktım tabi. Malzemeler de kaldı öyle. İstersen sen kullanabilirsin, yani ben kullanmanı çok isterim."

Tebessüm ederek elinde ki çantaya bakarken karşımda yanlış anlaşılmaktan deli gibi korkarak kendini açıklamaya çalışan bu kız içimi sıcacık etmişti. O elinde ki malzemeleri uzattığını sanıyordu bana ama hayır. Bilmiyordu. Uzattığı şey bir zamanlar ertelemek zorunda kaldığım hayallerimdi. Uzattığı şey geçmiş senelerimdi. Bana geleceğimi uzatıyordu.

Gözlerim istemdışı dolarken kendimi daha fazla tutamayıp Yaren'e kollarımı sardım. Daha önce birine sarılmamıştım, hiç bunu yapacak bir arkadaşım da olmamıştı. Ama Yaren'e bunu yaparken bir an olsun yabancılık duymadan, içinin sıcaklığını ve samimiyetini en içimde hissederek sarılmıştım. Alışık olmadığımdan sanırım daha onun karşılık vermesini bile beklemeden ayrılmıştım. Dolan gözlerimi ellerimin tersiyle silerken onun da aynı ifadeyle bana baktığını gördüm.

"Teşekkür ederim, çok düşüncelisin."

"Ne demek, ne yaptım ki."

Ne yaptığını bir bilseydin. Keşke anlatabilseydim. İşte o an başladı. Yıllardır hep içimde tuttuğum şeyleri haykırma isteği, birilerine anlatma, birilerinin beni anlaması isteği o an yeryüzüne düşen bir kar tanesi gibi düştü içime. Erimedi. Buz kütlesi oluştu, kaldı öylece. Ben bunu haykırmadıkça da erimeyecekti.

Hemen yanımızda ki odanın kapısı açıldığında Yağız ve Seyit'i görmemle kendimi iyiden iyiye toparladım.

"Abla, biz çok acıktık."

Kardeşimin al dudağını büzerek kurduğu cümleye yanağını severek karşılık verirken Seyit'te yandan onu onaylayacak cümleler kuruyordu.

"Yemek hazır zaten ablacığım,-" Yaren'i göstererek "siz Yaren ablanızla inin ben de telefonumu alıp geliyorum." diyerek onaylandığımda onlar, Yaren bana son kez tebessüm ettikten sonra merdivenlerden inmiş ben ise yeni alınmış oyuncağını açmak için heyecanlanan çocuklar gibi elimde ki çantayla odaya girmiştim.

İçinde ki malzemeleri yatağa çıkarırken her birinin neredeyse yeni olduğunu görebiliyorum. Bazı kalemlerin, boyaların paketi ise hiç açılmamıştı. Cidden resim yapmayalı uzun zaman oluyordu. Ne kadar paslandığımı görmek için sabırsızlanıyordum.

Şimdilik malzemeleri çantasına koyup kenara bırakırken telefonumu şarjdan çıkarıp ekrana baktım. Sadece Yıldırım'dan mesaj vardı. Ne bekliyordum ki. En azından ondan bir geri dönüş yoktu. Mesajı açarken Nesibe sultanın yanağını kocaman öperken çektiği bir fotoğrafı göndermişti. Altına ise: Hayranıma kıyamayıp fotoğraf çekindiğim nâdir anlardan biri. mesajını düşmüştü. Çocuk gibiydi gerçekten. Onunla çocuk olacak mıydım? Tabi ki evet.

Telefonun ön kamerasını açarak dil çıkardığım bir fotoğraf çekindim ve göndermeden önce "hayranını zorla öpeni de ilk defa görüyorum." yazdıktan sonra yolladım. Ardından daha fazla odada durmayarak aşağıya indim.

Fırat abi gelmiş, Fadime sultan uyanmış, sofra hazırlanmıştı. Fadime sultan yeni uyandığı için huysuzluk ederken Seyit ve kardeşim onun bu haline çaktırmadan gülüyorlardı. Ne kadar ayıptı. Ama o kadar tatlıydı ki insan ister istemez de gülüveriyordu.

Hep birlikte masaya geçtiğimizde Yağız ve Seyit çoktan önceden yemiş ve televizyon karşısına geçmişlerdi. Masaya oturduğumda sarma cidden ağız sulandırıcı gözüküyordu. Fırat abi ve Yusuf işle alakalı bir kaç konu hakkında konuşurken balık işi yaptıklarını sonunda anlamıştım. Demek Yusuf'tan aldığım o deniz kokusu bundan dolayıydı. Kendilerine ait bir kaç tekneleri bulunuyordu ve bu sayede ava çıkıyorlar ve satış yapıyolardı. Acaba gün boyu denizin üzerinde olmak nasıl bir histi? Bunu bir gün yaşamayı çok isterdim. 

Herkes koyu bir sohbet işine girmişken ben de sarmaları iştahla yemeye devam ediyordum. Batırdığım çatalı ağzıma götürürken yorgun bir çift gözün radarına girene dek. Sarmayı ağzıma alıp yemeye devam ederken gülümsediğini hissedebiliyordum. Neden yemek yiyen bir insana bu kadar dikkatli bakıyordu ki? Ayıp değil miydi?

Ardından yemeğin sonuna doğru arada gözümün kenarıyla kontrol ettiğimde bakışları hep ya sohbet ettikleri kardeşinde ya da yarı baygın babannesinde olduğu için rahatça sarmalarımı yiyebilmiştim. Hem de yoğurduma batıra batıra.

Sonunda doğduğumda! masayı Yaren'le birlikte sohbet ederek toparlamış, bulaşıkları makineye dizmiş ve ilk neyi çizeceğim konusunda fikir alışverişi yaptıktan sonra çay faslına katılmak için odaya geçmiştik.

Bakışlarım önce yerde yatan Yağız'a arından kardeşimin karnının üzerinde başı bulunan Seyit'e kaymıştı. O şekilde uyuya mı kalmışlardı yani.

"Günün sonunda hep böyleler. Yorgun düşüp kalıyorlar."

Leyla ablanın kurduğu cümleyle yanına otururken, yerde yatan kardeşime baktım bir süre ve onun bu yanını hiç görmediğimi farkettim. İçim acıdı.

"Aslında ben ne diyorum biliyor musun Mihri-"

Fırat abinin sözleri üzerine bakışlarımı karşı koltuğa taşıdım. Merakla sözlerinin devamını beklerken benimle birlikte bütün gözlerin ona çevrildiğini farkettim. Tam söze girecekken araya Fadime sultan'ın horultusu girmişti. Sakine abla "bugün ahırda çok yorulduk." diyerek açıklama yaparken Yusuf beklemediğim kadar sert çıkıştı.

"Niye kendinizi bu kadar yoruyorsunuz ki Sakine abla. Çok mu iş vardı? Bırakın hafta sonu ben bakardım."

Sakine abla mahcup bir şekilde "ne bileyum oğlum, senun babannen duru mi hiç iş üstune iş çıkariy." diyerek kendini savundu.

"Onu da uyansın azarlayacağım, bakma uyuyor şimdi ama bir uyansın."

Bir insanı ilk gördüğünüzde onun hakkında kafanızda az çok bir kaç düşünce belirirdi. Fakat Yusuf'un güzel yüzü ve gözüken sert yapısına rağmen, ailesine bu kadar düşkün ve işlerle bu kadar ilgili olduğunu tahmin edemezdiniz.

"Sen ne diyecektin Fırat, söyle hadi."

Leyla ablanın kelimeleri üzerine herkesin dikkati yeniden az önce ki konuya dönmüştü.

"Ben diyorum ki, Yağız Seyit'in odasında kalsın. Hem alanda var, atarız bir baza da tam yanına. İkisi içinde iyi olur."

Yusuf abisini "iyi düşünmüşsün abi." diyerek onaylarken aynı tepkiyi odada bulunan diğer kişilerde vermişti.

Evet, iyi olurdu Yağız'ın adapte olması açısından ama yük olmak istemiyordum. Kimsenin başına iş çıkarmak da istemiyordum.

"Düşüncen çok güzel Fırat abi bunun için teşekkür ederim fakat kimseye iş çıkarmak istemiyorum. Hem şu an bulunduğumuz oda bize yetiyor gerçekten, bizim açımızdan bir sorun yok."

"Ben yetmiyor demedim ki, yeter elbette fakat kendi alanlarınız olur. Yağız o odada daha rahat eder hem. Baksana nasıl da iyi anlaşıyorlar birbirleriyle. Yük olmak falan da bir daha duymamış olayım. Biz bu konuyu en iyisi uyanınca Yağız beyle konuşalım, o ne derse öyle hareket ederiz."

Fırat abi kesin cümleleriyle konuya son noktayı koyarken, artık bana diyecek bir şey kalmamıştı. Buna Yağız karar verecekti. Onun için iyi olurdu ve ablası olarak elbette onun için iyi olan şeyi yapmak isterdim ama bazi hisler, vardı zorluyordu.

Çaylar da içildikten sonra Fadime sultan ve Sakine abla gün boyu çok yorgun oldukları için yatmaya geçmişlerdi. Leyla abla ve Fırat abi de sabah erkenden kalktıkları için uykulu olduklarını söyleyerek ayrılmışlardı. Giderken Seyit'i kucaklarına alırken Yağız bir iki kere olduğu yerde dönerek huysuzlanmıştı.

Kardeşime yönelirken Yusuf ayaklanıp yanımda biterek, benim daha bir şey dememe izin vermeden kardeşimi kucaklamış ve merdivenlere yönelmişti. Yapacak bir şey olmadığını anladığımda peşine takıldım. Odaya girerek Yağız'ı yorganın altına bıraktı ve doğruldu. Yine teşekkür edeceğim bir duruma düşmüştüm fakat etmeyecektim.

Sustu. Sustum. Bana bakmaya devam etti ve ona baktım. Etme diyordu ve etmedim. Yüzünde hafif bir tebessüm oluşurken "iyi geceler." dedi.

"İyi geceler." diyerek karşılık verdiğimde ağır adımlarla odadan çıktı ve kapıyı usulca kapadı.

Bu gece ben birinin yarasının yerini bile isteye oyan o insanlardan olmadığım için kendimle gurur duyuyordum. Söyleyince çok kolay geliyordu değil mi? Ama bilemezsiniz. İnsanlar bunu yapıyordu. Bir yarayı görüyorlar ve sana acı vereceğini bile bile, elinde ki demirle o yaranın kabuğuyla oynuyorlardı.

Kardeşime döndüm. Yatağın kenarında otururken giysi dolabının kapağında bulunan aynadan kendime baktım. Aynalar değişirdi. Bugün baktığın ayna yarınkiyle aynı olmazdı ama ben hep aynıydım. Sadece ilerlediğimi görebiliyordum.

Dizlerimde yaralar vardı. Çok kanamıştı ama geçmişti değil mi? Geçmişti. O an geçmez sandığım ne varsa geçmiş, acısı ruhumda yer edinmişti.

Ruhum onca acıyı sırtlanmış, kapağı sıkıca kapatılmış bir kavanoza hapsedilmişti. Kapağı birinin açmasını beklemekten vazgeçeli epey zaman olmuştu. O kavanozun kapağını artık kırmalıydı.

Aklıma istemsizce çizmek gelmişti, sadece çizmek. Tıpkı eski günlerde ki gibi. Hızla çantanın içinden kara kalemi ve çok da büyük olmayan resim defterini çıkararak ne çizeceğimi düşünmeksizin boş bir saufa açtım. Tam o an bakışlarım dışarıya kayarken ayaklandım. Büyük camın önüne geldiğimde bakışlarımla etrafı taradım. Sanki orada bir yer vardı. Onu bulmamı istiyordu. Bu düşünce beynimde iyice yer ederken kaşlarımı çatarak daha da dikkatli bakındım. Ardından bakışlarım bir anda duraksamıştı. Sokak lambalarının aydınlattığı kadarıyla seçebiliyordum o kısmı. Etraf karanlıktı ama uçurum çok da uzak sayılmazdı. Sadece buradan bir kısmı gözüküyordu. Sanırım mutfakta bulunan, ızgara yapılan kısımdan daha net görünebilirdi.

Kalemi sıkıca tutarak, elimde ki defterle son kez kardeşime bakıp kapıya doğru yöneldim. Merdivenlerden dikatle inerken salonun ışığının yanmasi lehime olmuştu. Mutfağa doğru adımlayıp sürgülü kapıyı kenara çekerek ızgara bölümüne geçtim. Soğuk hava boğazlı elbiseme rağmen hızla vücuduma değdiğinde, karşımda ki manzaradan istediğimi almıştım. Karların bir kısmı erimeye yüz tutmuş çamurlu bir görüntü oluşturmuştu. Yanımda ki sandalyeye kurulup, dizlerimi iki büklüm kırarak defteri üzerine koyarken, gördüğüm ne varsa beyaz sayfaya bulaştırdım. O an zihnimda ne belirdiyse döktüm sayfaya. Kendimi ona buladım ve bunu yaparken yüzümde beliren ifadeye, vücuduma yayılan heyecana engel olamadım.

Kalem istemsizce hareket ediyordu sanki elimde. Bir kaç karganın sesi yankılandı ve o sayfada kendilerine yer buldular. Uçurumun dibi gözükmüyordu. Baş kısmında ki taşlar büyüklüklerinden dolayı seçilebilir haldeydiler. Bir kaç çam ağacının çiziminden sonra neredeyse bitmişti.

Defteri kaldırıp baktığımdaysa, bu uçurumda kendime bir yer buldum. Sanki o kadar çok tam kenarında durup, kendimi süpürmüştüm ki dibine, bildiğim bir yeri çizmişim gibi hissediyordum.

Bu uçurumdan düşen ölür müydü?

"Sen beni bu kadar mı gördün?"

Duyduğum kalın sesle bakışlarım ardımda çizdiğim resime odaklanan adama kaydı. Ne demek istediğini kavrayamıyordum. Sanki şu an zaman kavramını bile unutmuştum. Zaman onun, benim ve karaladığım bu sayfa arasında sıkışıp kalmıştı.

Bakışları neden bu kadar derindi. O uçurumda bana bu şekilde bakmasını sağlayan ne görüyordu?

"Söylesene, bana herkes kördü. Sen beni bu kadar mı gördün?"

Diğer insanlardan farklı ne gördüğümü bilmiyordum. Elimde tuttuğum resim sayfasını sıkıca kavrarken karşısında dikiliyordum fakat oldukça gergin hissediyordum. Gözlerim zorda olsa gözlerine tutunurken böyle bakmasın istedim.

O sayfaya her baktığında kalbinin ağır ağır göğüs kafesine baskı yaptığını hissedebiliyordum. Belki de ben bu gece bir yarayı oymuştum. Kanı ise uçurumda ki taşların üzerine damlıyordu.

Anlamıştım. Bedeni karşımda olsa da,  bu o uçuruma akıttığı ilk kanı değildi. 

Bu uçurumdan düşen ölürdü. Hayır, hayır.

Bu uçurumdan düşen ölmüştü.

...

Bölümü beğendiniz mi? Görüşlerinizi benimle paylaşmaktan çekinmeyin lütfen.

Her hafta bölüm atmaya çalışacağım fakat hangi günler gelir kestiremiyorum. Yine de her hafta sizinle buluşmak için çabalayacağım.

Yazım hatalarım oluyorsa kusuruma bakmayın.

Unutmadan, havalar gittikçe soğuyor o yüzden hastalanmayın ve kendinize dikkat edin. 

Sizleri seviyorum, iyi ki varsınız. Tekrar buluşana dek sağlıcakla musmutlu kalın💗.

Continue Reading

You'll Also Like

74.1K 5K 19
Yol boyunca ne hissedeceğimi ne düşüneceğimi bilememiştim. Her defasında belki bu sefer başkadır umuduyla hareket ediyor kendimi kandırmaktan ileriye...
115K 6.4K 26
Hayatımdaki şanslarını hepsini kullanmış olabilirim.Çünkü bunun bir tek böylece açıklması olabilir!. Sıkıntıdan telefonumdan rastgele numara sallarke...
2K 329 17
Nereye kadar vur, kaç ve saklan. Uslanırım, adam akıllı bi kız bulsam. O gün gelene dek bu eğlenceden bıkmam, eylemlerim devam eder. Evlenmeden durma...
650K 27.9K 38
Ne demiş atalarımız "En büyük aşklar nefretle başlar." Nefretten doğan aşkı okumaya hazır mısınız? @bora_atalarr: beni dikizlemeyi kes @selinnozgur:...