01:28| TAMAMLANDI

By Asterleyl

5.6M 404K 145K

Saat 01:28'di. Ona ilk mesajı attığımda... İnsanların alkole ya da tütüne bağımlı olduklarını sanırdım hep. A... More

01:28
01:05
01:03
01:07
01:14
01:00
01:10
01:01
01:08
01:02
11:08
00:38
01:29
01:30
01:04
00:53
01:26
01:11
14:58
01:06
13:09
17:36
10:03
15:37
19:51
16:24
01:09
10:37
20:07
20:35
11:04
14:49
19:02
19:43
00:37
12:06
15:23
23:52
09:54
22:05
00:33
20:47
23:28
08:03
14:13
16:37
09:20
10:14
18:41
01:13
16:19
16:21
18:03
22:18
13:47
16:11
19:59
18:35
22:41
15:40
11:37
18:23
22:32
02:29
15:45
20:17
17:04
17:50
18:26
20:24
19:22
21:12
00:15
17:16
21:25
11:27
16:31
09:57
13:34
12:39
23:00
17:44
16:53
00:46
10:49
00:05
11:11
13:21
19:15
03:17
09:33
06:30
19:19
FİNAL(PART-1)
FİNAL(PART-2)
7.00 (ÖZEL BÖLÜM)

14:42

61K 4.3K 685
By Asterleyl

Neredeyse kaldırıma çıkacak büyük bir dolmuş yanımdan son sürat geçip yoldaki bütün suyu üzerime sıçrattığında küçük bir çığlık atarak yerimde tepindim. Yağmurdan nefret ederdim, ıslanmaktan ve çamurdan da. Hadi az az sepelese neyse ama bu, bildiğin afetti. Az sonra sele kapılıp gideceğim diye korkuyordum. Yetmezmiş gibi bir de rüzgar çıkmıştı. İkide bir ters dönen şemsiyeyi çevirmeye çalışırken sırıl sıklam olmuştum. Kaçışı yok, yarına hastaneliktim. Öyle olmasam bile Ekin'i vicdan azabıyla kahretmeyi düşünüyordum.

Yanından geçtiğim binalar seyrekleşmeye başladığında telefonu çıkartıp yağmurdan nemlenen yüzeyini sildim ama ekran kurumak yerine biraz daha ıslandı. Buğuya aldırış etmeden konuma tıkladım. Mekanik kadın sesi "Hedefiniz beş metre sonra sağda kalacaktır," deyince telefonu öpüp şükür etmemek için kendimi zor tuttum. Şehrin bir ucuna geleceğimi bilseydim, sürpriz falan demez direkt vazgeçerdim ama yola koyulmuştum bir kere.

Dolmuşçu az önce indiğim tepenin sırtına geldiğinde son durak olduğunu söyleyince ona içimden uçuk bir küfür savurmuştum. Adamın suçu kabahati yoktu, zaten olsaydı dışımdan savururdum. İndiğim yokuşa karamsar bir bakış attım. Birazdan bu yolu bir de geri tırmanacaktım. Cidden kabustu. Daha önce bu tarafa hiç gelmediğimden binayı bulmaya çalışırken etrafıma bakındım. Evler genellikle müstakil ve bahçeliydi ve şehirleşme, merkeze kıyasla bu alanda daha azdı. İlçede zengin semti diye anılan bir yer varsa eğer işte burası o yerdi.

Navigasyon, hedefe vardığımı gösterince sağ tarafımdaki uzun binaya baktım. Üst katlarda kafe, kuaför salonu gibi çeşitli mekanlar vardı. Giriş kat ise ikiye bölünmüştü. Bir tarafı marketti, diğer tarafı ise içini göstermeyen filmli camlarla kaplıydı. Sanırım spor salonu tarzı bir şeydi. Son aramalardan Ekin'in numarasını bulup ara simgesine tıklarken çemkirmeye hazırlandım. Cidden buraya kadar boşuna geldiysem canına okuyacaktım.

Telefonun açıldığını fark edince konuşmasına izin vermeden saydırmaya başladım.

"Umarım beni buraya marketten çikolata almam için yollamamışsındır. Sağanakta neler çektim haberin var mı senin? Şemsiyem ters döndü. Şuan sırıl sıklamım ve muhtemelen yarına hasta olacağım ya da doğrudan gebereceğim."

"Asu."

"Neymiş ölmemden korkuyormuş peh. Sen onu benim külahıma anlat. Hastanelik olduğumda vicdanın, rahat uyumana izin verecek mi acaba?"

"Asu!"

Sesini yükselttiğinde onu dinlemeye karar verip sakinleştim ama yapış yapış olan kıyafetlerim ve dizlerime kadar ıslanmış olan bacaklarım sinirden ağlama isteğimi körüklemeye devam ediyorlardı.

"Daha fazla üşütmeden marketin solundaki kapıdan içeri gir. Koridorun sonunda, merdivenlerin ucunda bir kapı daha var. Aslında Halil Usta, oradaydı ama az evvel işi çıktığı için gitti. Anahtarı kapının önüne, küçük bir kutunun içine bıraktığını söyledi."

Bahsettiği şeylerden zerre bir şey anlamasam da daha fazla ıslanmamak için soldaki kapıya yürüyüp içeri girdim. Şemsiyemi sallaya sallaya koridorun sonuna yürürken "Evet geldim," diye homurdandım.

"Kutuyu görüyor musun?"

Kapının eşiğinde duran yıpranmış küçük kutuyu elime alıp onayladım.

"Şimdi içini aç."

Şemsiyeyi yere bırakıp keman kutumu koltuğuma sıkıştırdım ve karton kapağı yavaşça açtım. İçinden panda anahtarlığı olan bir anahtar çıktığında öfke halime rağmen kıkırdadım.

"Ne bu, kalbinin anahtarı mı?"

"Koca dünyanın kapılarını basit bir anahtarla açabileceğini mi sanıyorsun?" deyip cık cıkladığında gülümsemeye devam ettim.

"Doğru ya. Dünyayı kaburganda taşıdığını unutmuşum."

"O anahtar karşındaki kapıya ait. Şimdi aç ve içeri gir."

"Benim için korku evi falan hazırlatmış olamazsın değil mi?" diye sorarken anahtarı kilide yerleştirdim ve döndürmeye başladım.

"Bak ben adrenaline gelemem. Kalp krizi geçirir hık diye giderim. Sonra hapis köşelerinde keşke yapmasaydım diye ağlarsın."

Tehditlerimi duymazdan gelerek "Girdin mi?" diye sordu. Yere bıraktığım şemsiyeyi de alıp aralanan kapıdan içeri adımladım. Lambalar yandığı için ortam aydınlıktı. Kapıyı ardımdan kapatıp hole göz attığımda iki ucunda da birer kapı olduğunu gördüm. Ekin boşlukta kaldığımı hissetmiş gibi "Sağdaki kapı," deyince hafiften ürkerek "Burada tam olarak ne arıyorum?" diye sordum.

"Biraz sonra anlayacaksın, hadi git."

Şemsiyeyi savunma amacıyla elime alıp dediği yere yürürdüm. Kendimi bir anda aptal gibi hissetmeye başlamıştım. Hiç görmediğim bir insanın lafına güvenerek yola çıkmış ve yine ona güvenerek boş bir eve girmiştim. Şuracıkta boğazımı kesseler, kurtuluş için ufak bir şansım bile yoktu.

Ölümün böyle mi olacaktı Asu? Bir fake hesabın peşine düşüp gazetelere manşet mi olacaktın?

En azından ardımdan gelen nesile ibret olurum diye, iyimser düşünmeye çalıştım. Bu arada kapıya ulaşmıştım.

"İçeride ne var?" dedim tırstığımı gizlemeye çalışarak.

"Merak etme," dedi Ekin.

"Sana zarar verecek olsaydım bu kadar uğraşmaz, kapının arkasına bir adam yerleştirirdim."

Mantıklı geldiğinde kafa sallayıp ardımdaki hole baktım. Kimse yoktu. Kapının kulpunu kavrayıp bekledim.

"Sürpriz düşün derken basit bir şey kastetmiştim aslında. Hesabıma çikolata parası atsan bile yeterdi."

Kıkırdadı ve "Çikolata parasına mı ihtiyacın var?" diye sordu.

"Hayır beyninin nasıl çalıştığını öğrenmeye ihtiyacım var. Arada tekliyor gibi."

"Hadi gir," dediğinde derin bir nefes aldım. Üzerimdeki ıslak kıyafetler üşütmeye başlamıştı. Hastalanmadan içeride ne olduğunu görüp geri dönmeliydim. Tabi burası gerçekten güvenliyse ve sağ salim çıkabilirsem. Kulpu döndürüp yavaşça açtım ve aralanan kapıdan önce kafamı uzatıp içeriyi kolaçan ettim. O sırada karşılaştığım manzara ile kaşlarım çatıldı.

İçeride tehlikeli adamlar veya kesici aletler yoktu. Dayalı döşeli normal bir salondu. Biraz daha içeri eğilip iyice inceledim. Sağ tarafta geniş bir çalışma masası vardı. Üzerinde bir kutu kalem ve küçük bir lamba bulunuyordu. Ortada spor bir kanepe, yanında da iki tane de puf vardı. Sol tarafa ise küçük bir kitaplık yerleştirilmişti ve rafları led ışıklarla aydınlatılmıştı. Tavandan küçük kristal kürelerden oluşan tatlı bir avize sarkıyordu. Fazla büyük bir oda değildi ama kesinlikle huzurlu bir atmosferi vardı.

"Burası sana mı ait?" dedim tamamıyla içeri girerken.

"Aitti evet. Bir süreliğine arkadaşıma ödünç vereceğim."

"Voav, ailen para mı basıyor?" diye sordum kıkırdayarak ve etrafı incelemeye devam ettim. Duvarda, çalışma masasının hemen yanında orta büyüklükte bir kara tahta asılıydı. Diğer duvarda kocaman bir dart vardı. Askı raflar ve birkaç tane de çiçekli böcekli tablo. Odanın iki köşesine de büyük saksılarda gerçek çiçekler yerleştirilmişti.

"Tarzın," deyip güldüm. Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum.

"Nasıl desem? Bir erkekten beklenilenden daha naif ve bolca çiçekli."

Kahkaha attı.

"Ödünç vereceğimi söylemiştim. Kendi tarzımı tamamıyla sildim korkma."

"Kim arkadaşına ödünç olarak çalışma salonu verir ki?" diye homurdanırken kitaplığa yürüyüp üst rafa sıralanmış kitaplara göz attım. Geneli düşünce kitapları ve sanat hakkındaki kitaplardı. Bazıları da müzikle ilgiliydi.

Kapağında keman resmi olan bir dergiyi alıp içini karıştırıken "Peki ben bu hikayede hangi rolü canlandırıyorum?" diye sordum.

"'Mekana bir de kadın gözü değsin,' deki göz müyüm? Yoksa 'Ortalığa bir el at da toz, kir kalmasın,' daki el miyim?"

"Hayır. Sen, 'Arkadaşıma ödünç vereceğim,' deki arkadaşsın."

Sözleriyle birlikte duraksayıp etrafıma bakındım. Dergi ellerimden kayıp tok bir sesle zeminle buluştu. Bahsettiği arkadaş ben miydim? Sürpriz diye hazırladığı şey, bu salon muydu? Bir süre ifadesiz kalıp dizlerimin üzerine çöktüm. Hala koltuğumda tuttuğum şemsiyeyi ve keman kutumu yavaşça yere bırakırken gözlerim odanın ortasındaki yeni fark ettiğim nota sehpasına kaydı.

"Sakın bunu kabul edemem vs gibi şeyler söyleme. Orası boş duruyordu. Ben de bir işe yarasın istedim. Evde sadece ders çalışman için ortamın vardı. Burada ise hem keman çalıp hem ders çalışabilirsin. Tercihler sana bağlı. O salon, senin özgür dünyan ve o dünyanın efendisi sensin."

Ekin, konuşup bir şeyler anlatırken kirpiklerimden süzülen bir damla yaş çenemden sıyrılıp kucağıma düştü. Ağlıyordum çünkü hayatım boyunca ilk kez biri, düşüncelerime değer veriyordu. Bu güne dek aldığım bütün hediyeler, "Bunu seveceğini düşündüm," şeklindeydi ama asıl seven onlardı, ben değildim. Hiçbiri de sevdiğini ya da sevmediğini yap diye seçenek sunmamıştı. Önemsediğim şey maddiyat değildi. Beni duygulandıran şey, Ekin'in ne hissettiğimi önemsemesiydi. Hayatıma girdiği andan itibaren kanatlarımı prangalardan kurtarıp uçmam için çabalıyordu sanki.

Kalbin o kadar geniş mi sahiden?

Ona yazdığım ilk mesaj aklıma gelince dudaklarımdan küçük bir hıçkırık firar etti.

"Kızdın mı?"

Cevap vermeden yüzümü kuruladım. Ağladığımı fark ederse benimle alay ederdi.

"Duvara dart koydurdum. Bana ya da herhangi birine öfkelendiğin anlarda stres atabilirsin."

İstemsizce gülüp duvara baktım ve gözyaşlarımın arasından "Ya çiçekli böcekli tablolar?" diye sordum.

"Onlar mı? Halil abiye iç açıcı bir şeyler yapmasını söylemiştim, kendince bir renk getirmiş."

Kıkırdadım.

"Halil abiyle tanışmak istiyorum. Senden daha ince ruhlu olduğu belli."

"Dart fikrini sevmeyip çiçek böceğe düştüğüne inanır mıyım sence? Oraya kaç kez Beyza'yı çivileyeceğini merak ediyorum."

"Oradan bakınca cani gibi mi görünüyorum?"

"Buradan bakınca yıkılmış görünüyorsun."

Güldüğünü hissettiğimde ben de güldüm.

"Bunu nasıl yapıyorsun?" diye sordum bir anda ciddileşerek.

"Neyi?"

"Karşındaki insana değerli hissettirmeyi?"

"Bunu ben yapmıyorum. Sadece sahip olduklarını fark ediyorsun."

"Ekin," diye fısıldadım. Gözyaşlarım dur durak bilmiyordu. Fısıldarsam anlamayacağını düşünmüştüm.

"Teşekkür ederim."

"Ne için?"

"Beni gördüğün için," deyip hıçkırdım. Ne kadar çabalarsam çabalayayım boşunaydı. Eninde sonunda kendimi ele verecektim.

"Etrafımdaki insanlar bunu yapamıyorlar sadece bakıyorlar ama beni görmüyorlar ama sen. Bana bakmasan bile beni görebiliyorsun."

Kısa bir sessizlik oldu. Sümüklü Asu'yu defetmek için zaten ıslak olan kolumla yüzümü kurulamaya çalıştım. İçerisi sıcak olmasına rağmen vücuduma buz gibi değen kıyafetler yüzünden titremeye başlamam yakındı. Telefonumun şarjının azaldığına dair bir ses duyduğumda saate baktım, 14:42'ydi. Etüt saatine göre eve dönmem gerekiyordu.

"Seni görmüyorum Asu. Seni hissediyorum."

Ayazda kalmış gibi titredim. Sandığımdan daha kısa sürmüştü.

Heyo heyo!

Birbirlerini görme zamanları yaklaşıyor sankim.

Ekin ve Asu çiftine kaç puan veriyorsunuz?

Irem97397, NildaDemircioglu ve Silentdeaht23 bu bölüm sizin için tatlışlarım 🖤

Kalp kalp!

Continue Reading

You'll Also Like

532K 36.6K 80
Herkesin sırasıyla eski sevgilisiyle baş başa kaldığı bir WhatsApp grubu düşünün. Önce çekişmeler, sonra itiraflar, kuralları bozan hamleler. Ardınd...
26.9K 1.2K 31
Tehlikeli bir oyun aşka dönebilecek mi? Cevabı için kitabı okuyun. Onlara 1 adım daha yaklaşın... (TAMAMLANDI)
1.2K 340 31
Galata Kulesi'ndeyim. Gözlerimin içine baktı ve " Dünyanın en güzel kızı" şarkısını söyledi. O bir sokak sanatçısı ben bir dansçı... Ve o sokak sanat...
9.3K 3K 26
Geçmişte bizdik, şimdi sadece ben... Geçmişte kalbimde sen vardın, şimdi intikam ateşi... Geçmişte etrafına neşe saçan kız şimdilerde kaç kişiyi öldü...