1049 | BxB

By Lolashiyu

626K 52.8K 39.3K

Ünlü Leza hapishanesi, 1049 numaralı mahkûm, Asil Mavera Cansaran. Onu aslında hapishaneye tutsak eden, Korha... More

[Tanıtım]
1: LEZA
2: ŞEYTANLAR VE SAVAŞLAR
3: MEYDAN OKUMA
4: ATEŞLE OYNAMAK
5: DESİSE
6: İLK TEMAS
7: SAFİR MAVİSİ
8: ALACALAR
9: MÜBHEM
10: MAKTUL
11: OYUN
12: BIÇAK SIRTI
13: KÜL KELEBEK
14: GECE VE GÜNDÜZ
15: OYUNBAZ
16: İHTİRAS
17: ENKAZ
18: KAYBOLMUŞ VE KAYBEDİLMİŞ
19: COMMUOVERE
20: KIZIL CESET
21: TESLİMİYET
22: EZKAZA
23: KUPA PAPAZI
24: APORİA
25: RUHLAR SENFONİSİ
26: MEVT
27: JOUSKA
29: VAVEYLA "Kelebeğin Güncesi"
30: DEĞİŞEN DENGELER
31: DÜŞEN MASKELER VE DAĞILMIŞ RUHLAR
32: MERİÇ & BARBAROS [Özel Bölüm-Smut]
33: SEVGİDEN DOĞAN ACILAR
34: KORHAN & SAFİR
35: ACI HATIRALAR
36: BİR ÖLÜ, BİR SIR
37: LEZA'NIN RUHLARI
38: VEDA -FİNAL-
ESVED & DEHÂ -ÖZEL BÖLÜM-
Kayıp Küller Mezarlığı- DUYURU

28: PROMAJA

8.5K 705 223
By Lolashiyu

"Geçmiş ve gelecek olmazsa şu anın ne anlamı olabilir ki?"- Kim Young-Ha

Bize verilen roller değişmiş gibiydi. Şuan avcunu tuttuğum kişi, bir zamanlar aynı pozisyonda benim uyanmamı bekleyen kişiydi. Birkaç gün içinde öylesine çökmüş, teni öylesine beyazlamıştı ki, ölümün ona uğradığı metreler ötesinden anlaşılıyordu.

İnsanın canıyla cebelleşmesi ne demek iyi bilirdim, Azrail'i tanır ve ondan korkardım. Herkesin hayal ettiği gibi acısız olmuyordu ölmek, ruh bedenden öyle kolay ayrılmıyordu. Can çekişmek kavramı gerçekti, ben isterdim ki sevdiğim kimse hu acıyı çekmesin. En başta beni sokaklara mahkûm eden ailem olmak üzere, herkes birer birer kaymıştı avcumdan.

İnsanların geçmişleri vardı, sırları vardı, kimseye diyemedikleri. Tam önümde yatan bu adamın içinde kalan çok şey vardı, her fırsatta haykırıp kurtulmak istiyordu. Yine de kendine hâkim olmayı seçerek bana diğer yüzünü göstermiyordu. Fakât iyi ya da kötü olsun, ben onu bir kere sevmiştim ve bu dediklerimin arkasındaydım. İlk başta bana hangi amaçla yakın davranmıştı hâlâ bilmiyordum. Şimdi ise onu içtenlikle hissediyor, dediklerine inanıyordum.

İnanmak ve güvenmek farklı şeylerdi. Ben sadece inanmayı seçerek içimi biraz olsun rahatlatıyordum. Safir mavisi gözlerinin ardı bana çok derin geliyordu. Hem içine girmeye korkuyor hem de deli gibi boğulmak istiyordum. Bana bu duyguları yaşayan ilk kişiydi, ondan öncesini gözüm görmez olmuştu. Çünkü öncesi geçmişti, ben onlar gibi dönüp geçmişe bakmayacaktım artık. Tamamen kendim olmaya devam edecek ve ilerisini düşünecektim.

İlerisi, yaklaşan savaşlar...

Eskiden gelmesi uzun sürecek derdim ama şimdi kapıma dayanmıştı. Günler vardı, hissediyordum yaklaşanı. Kartal gizlendiği ininden çıkmıştı bir kere, can yakmadan geri gitmeyecekti. O bu hazırlıkları yaparken tamamen savunmasız kalmak istemiyordum. Silah aletlerinden bahsetmiyorum, ben zihnimi güçlendirmek ve en iyi şekilde o şiddetli darbeyle karşılaşmak istiyordum. Yanımda Alaca vardı, arkasında ise bir takım. Bu senenin de önceki senelerden farkı olmayacaktı.

Kazanacaktık.

Aklıma Esved'in dediği şeyler gelirken zihnim yine kara deliğe büründü, en kanlı savaş olacaktı. Çok can gidecekti ve en önemlisi bunu benim yapacağımı söylüyordu. Ben ise hâlâ ne demek istediğini anlamıyordum, çünkü en fazla neyi öğrenip de içimi kinle kaplayabilirdim? Zaten kimsem yoktu, ben ikinci hayatıma burada başlamış gibiydim. Hepsi benim ailem olmuştu bir bakıma, iyi ya da kötü...

"Mavera..." Duyduğum o cılız sesle düşüncelerime bir perde çekerek hızla oturduğum yerden doğruldum ve yatan bedenine doğru eğildim. "Safir!" Tuttuğum elini hafifçe sıkarak tekrar konuştum "Duyuyor musun beni?" Göz kapakları yavaşça hareket ederek aralandı, yorgun mavileri tam benimle buluştuğunda gözlerim doldu. "Sonunda..." Fısıldayarak iki elimi ona doğru uzattım ve çok sıkmadan sarıldım.

Burnum omzuna gömülürken gözyaşlarım vücuduna sarılı sargısına damlamaya başladı. "Çok korktum!" Derin bir nefes alarak geri çekilmek istediğimde bir eli nazikçe sırtıma ilişti ve buna engel oldu. Kafamı ona doğru çevirdiğimde gözleri tam karşımda duruyordu şimdi. "Sana bir şey olacak diye çok korktum..." Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken yavaşça uzandım ve çenesinden öptüm. Kurumuş dudaklarını güçlükle araladı "Ağlama." Kafamı olumsuzca sallayarak bir kez daha yanağından öptüm. "Sakın bir daha beni böyle korkutma."

Dediklerimde ciddiydim, kendine zarar verecek her şeyden kaçınsın istiyordum. Artık tek başına olmasına gerek yoktu çünkü, artık biz vardık. Bunu kabulleneli çok olmamıştı, ben karşımıza çıkacak engelleri en başından göze almıştım. Burası Leza'ydı, insanın mutlu olduğu bir evren değil, aksine darbe üstüne darbe yediği bir yerdi. Tek başına üstesinden gelirdim, bu zamana kadar hep gelmiştim fakât şimdi anlıyordum ki 'yükünü paylaşmak' kavramı gerçekti. Sen kalbini de bir başkasına açıyor ve onunla birlikte göğüs gererek en azından tatmin oluyordun.

Mutlu değil belki, ama tatmin oluyordun işte.

"Çok beklettim mi seni?" Burukça gülümsedi ve elini kaldırarak uzamış saçlarıma götürdü. Ardından onları geriye doğru yatırdı, bir şey demek için ağzımı aralayacağım sırada konuştu. "Beklettim tabii, şu kırgın gözlerin öyle yorgun bakıyor ki..." Dudaklarımı birbirine bastırarak kafamı eğdim yavaşça, uyku bana haram olmuştu. Ona bir şey olacak korkusu deliceydi, insanın sevdiğine bir şey olması en büyük kederdi. "Günlerdir gözlerini açmadın Safir, çok kan kaybettin. O görüntün gözlerimin önünden gitmiyor ki."

Daha fazla onu zor durumda bırakmamak için geriye doğru çekildim ve sandalyeme tekrar oturdum ama tuttuğum elini hiç bırakmadım. "Meriç ile kan grubunuz tutuyordu, o sana kan verdi." Minnetle bunu söylediğimde dudaklarını yaladı bir kez daha. Aklıma o an geldi susamış olacağı, yavaşça elini bırakarak hemen yanımızda duran komodinin üzerindeki sürahiye uzandım. "Demek ondan bir parça taşıyorum artık." Bahsettiği şey Meriç'in kanıydı, kafamı sallayarak onayladım onu. Cam bardağa su doldurduktan sonra kavrayarak ona doğru yaklaştım. "Hepsi senin için çok uğraştılar, Lodos bile "

Boştaki elimle yardımcı olarak kaldırdım onu, tam dik olamasa da doğruldu sırtı. Bardağı dudaklarına yaklaştırdım, "Ne kadar birbirimizden haz etmesek de, burada kimse birinin ölmesini istemiyor aslında." Son cümlelerinden sonra kana kana içti suyundan, susamış olması çok doğaldı. Bardağı tekrar eski yerine koyduğumda teşekkür etti kısık bir sesle. Bu küçük yardımımı görmezden gelerek tekrar elini tuttum ve baş parmağımla okşadım tenini. "Ama ölüyordun Safir, çünkü bunu isteyen bir kurucu var."

Bu kelimeyi duyar duymaz yüzü buruşmuştu, "Anma onu, gerçekten tahammül edemiyorum." Kim dayanabiliyordu ki ona? "Söylesene Safir, işler nasıl bu noktaya geldi?" Ben yokken orada olan olaylardan ötürü bu denli şiddetli bir kaosla sonuçlanmış ve Dehâ silahı çekmek zorunda kalmıştı. Zorunda kalmıştı diyordum, çünkü öldürmek istemediğini pişmanlık dolu yüzünden anlıyordum. Kim olsa anlardı, o ilk defa en savunmasız hâlindeydi...

"Konuşmak istediğim bir konu değil bu." Yine geçiştirmeye çalıştığında kaşlarımı çattım, "Hayır Safir, artık kaçmak yok." Ne geldiyse başımıza bu söylenmeyen olaylar silsilesinden geliyordu. "Madem biz bir yola girdik, her şeyi anlatacaksın." Her şeyden kastım geçmişte ne olduğuyla da ilgiliydi, ama bir yandan anlatmayacağını bildiğimden şimdilik sadece kurucu olayını soruyordum.

"Biz dedin Mavera, sence bu ânın büyüsünden çıkıp da başka konuya odaklanabilir miyim?" Yorgun argın bir gülümseme bahşetti bana, onu böyle görmeye dayanamıyordum. Fazla güçsüz duruyordu, tüm enerjisi bitmiş ve geriye sadece halsizliği kalmıştı. "Biz hiçbir zaman oturup da birbirimize çıkma teklifi eden insanlardan olmayacağız Safir. Buraya ilk geldiğim andan itibaren aramızda olan çekimi izledik ve sorgulamadan kabûl ettik. Bu ne demek biliyor musun?"

Gözlerime devam et dercesine baktığında ona doğru yaklaşarak kısık sesimle konuştum. "Birbirimize ihtiyacımız varmış demek, yollarımız okyanusun altında çoktan kesişmiş demek." Dediklerim hoşuna gitmiş olacak ki, elimin üzerine kendi elini koydu ve sıktı hafifçe. Belki de her şeyin bir rüya olduğunu düşünüyordum ama hayır, "Ben sana gerçekten söyledim Safir. Sana, seni sevdiğimi söyledim..." Bu cümlemin üzerine dudaklarını birbirine bastırarak kafasını geriye doğru yatırdı. Duvara yaslanıyordu şimdi, öylece beni izlemeye başladı. Daha fazla bir şey demeden bende izlemeye başladım bakışlarını.

Daha ne diyebilirdim ki zaten?

"Mavera," dedi fısıltıyla, her şey ağır çekimde gibiydi şimdi. Kirpiklerini yavaşça açıp kapattı. "Bana beni sevdiğini söyledin, farkında değilsin ama bana dünyaları verdin." Duygu yüklüydü konuşması, dokunsan ağlayacak gibiydi. Bende kendimi öyle hissediyordum, normalin aksine bir gündü çünkü. O ölümden dönmüş, hayata tekrar gözlerini açmış, cehenneme hayır demişti. Bunun anlamını biliyor muydunuz? Şeytan, cehenneme hayır demişti...

"Ah," dedim iç çekerek, kendime gelmem lazımdı. "Hemşireyi çağırmam gerekiyordu." Uyanalı çok olmuştu ama yeni aklıma gelmişti. Zihnim yine dağılmıştı, onun mavilerine baktığım her an bu duyguyu yaşıyordum. "Gitmeni istemiyorum, birlikte tekrar mı uyusak?" Masum bir şekilde sormuştu bu soruyu fakât kafamı iki yana olumsuzca sallayarak "Olmaz," dedim "Önce seni kontrol ettirmeliyiz, nasıl olsa uyumak için zamanımız olacak." Bunu dememle yüzü otomatik olarak düştü, göğsü yavaşça inip kalktı. "Yeterince zamanımız olacak mı peki?"

Bu dedikleri birçok anlam barındırıyordu. Gelecek olan savaşın yaklaşması gibi...

Oturduğum yerden kalkarken ona doğru seri bir hareketle uzandım ve yanağından öptüm. Ardından geri çekilerek elimle çenesini okşadım, "Geçmiş, gelecektir. Unuttun mu?" Başını eğerek dudaklarını yaladı usulca, mutsuzluğu gözle görülüyordu. "Keşke hiç gelmese." Fısıltısı can yakıcıydı, korktuğu şeyler yaklaşıyordu. Bunu bildiğinden huzursuz hissediyordu, sesi dâhi titriyordu. Doğrularak tepeden baktım ona, eğdiği kafasını kaldırmıyordu. "Bekle beni."

Son sözüm bu oldu, onu biraz yalnız bırakmak adına hemşireyi çağırmaya gidecektim. Arkamı dönerek çıkışa doğru ilerlemeye başladığımda ardımda kalan enkaz yine nerede olduğumuzu gözler önüne seriyordu. Birbirimizi sevdiğimiz hâlde mutlu olamıyorduk, mutluluk sevgide değildi demekki. Farklı bir şeydi, burada olan kimse bilmiyordu bu duyguyu. Gülmek alışılagelmişti, maskeler çatlıyordu artık...

Koridora çıktığımda etrafa bakındım önce, kimseyi göremeyince biraz daha ilerlemeye başladım. Koridorun sonunda yer alan kapıdan bir hemşire çıktığında ona seslenmek için ağzımı araladım fakât çoktan köşeyi dönmüştü bile. Mecburen çıktığı odaya doğru adımladım. Aralık olan beyaz kapıdan kafamı uzattım önce, fakât beklediğim gibi olmadı. İçeride bana yardımcı olacak kimse yoktu, aksine beyaz sedyede oturan ve sargılı eline bakan Esved Karayel vardı.

Yutkunarak kafamı geriye çektim, beni görmesini istemedim. Onunla veya bir başkasıyla konuşacak havada değildim. Zihnim yeterince yorgundu, günlerdir uykusuzluk çekiyordum. Geriye adımlayacağım sırada duyduğum sesle duraksadı adımlarım. "Gelmeyecek misin, Asil?" Ah, ondan kaçmak imkânsızdı değil mi? Derin bir nefes alarak aralık olan kapının kolunu tuttum ve iyice açtım. Görüş açısına tamamen girdiğimde siyah gözleri bana doğru çevrildi, onun bakışlarının hedefi olmak korkunçtu.

Hiçbir şey demeden öylece içeriye adımladım. Hemen karşısında duran boş sandalyeye oturmaktı amacım. Adımlarım onun önünde durduğunda yavaşça oturdum. Şimdi daha yakındık fakât gözlerine bakmak hâlâ zordu. Ellerimi nereye koyacağımı şaşırıyordum, titreyen dizlerimin üzerine koydum bu yüzden. Onunla konuşmak geriyordu, herkes için böyledi. Gözlemliyordum onu ve çevresini, yanında saygısızca davranan bir kişi ile olmuyordu.

Korku zihinleri ne güzel ele geçirirdi, büyüleyici bir güçtü bu. Güçtü diyorum, çünkü herkes korkuyu veremezdi. Zordu içinde taşıdığın şeyi başkasına aktarmak, Esved'in içinde kalanları görememek aptallık olurdu. Şöyle bir derince iç çekse, fırtınalar kopacak gibiydi.

"Eline ne oldu?" Merak ettiğim bir diğer konu buydu, tamamen sargıyla sarılmıştı eli. Kıvrıldı dudakları, büyük bir umursamazlık ile konuştu. "Avcumda silah patlattım." Cümlesi biter bitmez gözlerimi irice açarak eline baktım, böylesine acı verici bir şeyi kendine nasıl yapmıştı? Üstelik haz alır gibi söylüyordu, bu onun için normal olsa bile benim için fazla uçuktu. "Acı verici olduğunu mu düşünüyorsun? Hatta bunu kendime nasıl yaptığımı da sorguluyorsun." Kafasını yana doğru yatırarak gülüşünü hiç bozmadı yüzünden. "Anlatırım, eğer küçük bir ricamı yaparsan."

Ses tonunda alay yoktu, işte bu yüzden gülümsemesi korkunç geliyordu ya. Gerildiğimi hissederek bakışlarımı kaçırdım, hatta boğazımı temizlemek adına öksürdüm hafifçe. Boştaki elini yatağa doğru koyarak geriye yaslandı, "Gel ve sigaramı ateşle." Bu ona biraz daha yaklaşmam demekti ve ben bunu hiç istemiyordum. Sadece konuşsak kaldırabilirdim fakât işe tensel temas girince elektrik akın ediyordu vücuduma.

"Burada sigara mı içeceksin?" Aslında iyi bir noktaya değinmiştim. Sonuçta hastane odasıydı değil mi? Kimi kandırıyordum ki? Sadece kendime zaman kazandırarak rahatlamaya çalışıyordum. Tek kaşını kaldırdı önce, ardından sıkıldığını belli edecek bir şekilde nefes verdi. "İkiletme Asil, buraya gel." Açıkçası onu bu denli çıldırtan ve elinde silah patlatmaya kadar getiren o konuyu merak da ediyordum. Oturduğum yerden kalkarak ona doğru birkaç adım attım. Gözlerim yüzü dışında her yerine bakarken, giydiği pantolonun cebindeki sigara paketini gördüm. Hiç tereddüt etmeden eğilerek iki parmağımı cebine soktum ve paketi kavradım. Şimdi nefesim yüzüne değiyordu çünkü kafam otomatik olarak yüzüne yaklaşmıştı.

Gözlerimi onun gözlerine asla çıkarmadım, sadece işime odaklanmayı seçerek paketi çıkardım cebinden. Ardından hiç beklemeden içinden bir adet çıkardım ve Esved'in dudaklarına doğru uzattım. Bu sırada yanlış bir hamle yaptığımı fark ettim, çünkü bakışlarım yüzüne kaymıştı ve o tehlikeli gülümsemesi hiç iyi şeylerin habercisi değildi. Dudaklarını aralayarak iki parmağımın arasındaki sigarayı kavradı nazikçe, hoyrat değildi tavırları.

Ağzının kenarına yerleşen sigarasını oynatarak konuştu. "Çakmağı da almalısın." Sıkkın bir nefes vererek yere doğru iki dizimin üzerine çöktüm. Diğer cebinde olan çakmağı aceleyle alıp bu atmosferden kurtulmak istiyordum. Parmaklarım cebindeki diğer şişliğe kayarken elimin durmasına neden olan olay, Esved'in parmaklarının çenemi kavramasıydı. Hızla bakışlarımı ona doğru kaydırdığımda kafasını hafifçe eğerek tehlikeli parıltılar ile bana baktığını gördüm.

Bulunduğumuz pozisyon tehlike barındırıyordu. O sedyenin üzerinde bacaklarını açmış bir şekilde otururken, ben tam önünde dizlerimin üzerindeydim ve tamamen radarı altındaydım. "Bilerek yapıyorsun." Öfkeyle harmanlanmış bir sesle bu cümleyi kurduktan sonra elimi hızla dudaklarına yerleşen sigaraya uzattım ve kavradığım gibi çekerek yana doğru fırlattım. "Aslında sigara içmeyeceksin."

Başını sallayarak onayladı beni, çenemdeki parmakları sıkı sıkıydı şimdi. "Tensel gücün gerçekliğine inanırım, insanların karşı koyamadığı en büyük zaaftır bu." Baş parmağı tenimi okşarken dişlerimi sıktım, "Şehvet ve kirli arzular, Şah ve Mat gibidir. İpini çeker, kuyunu kazar, seni hiç istemediğin birine dönüştürür. Yeni pişmanlıklar doğurur." Son cümlesini fısıltıyla söylemişti, öyle ki nefesi yüzümü yokluyordu şimdi. Hipnoz olmuştu gözlerim fakât hâlâ zihnime söz geçirebildiğim için şanslıydım.

"Ben," dedim çenemdeki elini tutarak, sıktım ve uzaklaştırdım kendimden. "Korhan'ı seviyorum, bunu itiraf ettim." Artık bilmesi gerekiyordu, seçimimi ve doğurduğu sonuçları görmesi gerekiyordu. Bizden bir adım önde olduğu doğruydu ama yine de birincil ağızdan, yani benden duyması ciddiyetimi gösterirdi. Önüne düşen dalgalı saçları gözlerinin yarısını kapatırken umursamadı onları, gülmeye başladı. Hatta kahkaha attı, sesi boş odada yankılanırken anlamayarak baktım yüzüne. Kafasını olumsuzca salladı, "Çok yanlış yaptın, Asil. Şeytanın aklını çalmaması için çok uğraştım fakât sonunda yine ona yenildin."

Sargılı elini dizinin üzerine koyarak bana doğru biraz daha eğildi, diğer eli saçlarımı kavrarken kafamı yukarıya doğru kaldırdı. "Âdem ve Havva misali, yasak elmayı yedin. İnsanoğlu şeytana hep kanıyor ve Tanrı'yı ikinci plâna atıyor." Üzerimizde yaptığı metaforlar beni her zaman korkutuyordu, insan onun yanında aciz hissederek kendini sorguluyordu. "Cezanızı çekeceksiniz. Gittiğiniz yer cehennem de olmayacak, çünkü belirsizlikten korkar insan." Dudakları gözümün hemen altına dokundu, öptü usulca. "Ve ben sizi belirsizliğe göndereceğim."

Nasıl böyle kesin konuşabiliyordu? Bu dediklerini yapmasa bile sözleri yeterdi insanı ürkütmeye. "Sevmek...kötü bir şey mi?" Beni istemsizce bu soruyu sormaya yönlendirmişti, gerçekten hata yaptığımı düşünmüyordum. "Ben hâlâ güvenmiyorum Safir'e, bunun sebebi ise içinde bulunan diğer kişiliği. Korhan ve Safir birbirinden ayrılabilir mi ki?" Gözlerim tekrar doldu, güçlü kalmaya çalışıyor ve kendimi sıkıyordum ama olmuyordu. Geleceğim o kadar belirsizdi ki, Esved'in de dediği gibi bu belirsizlik beni korkutuyordu.

"Sevmek insana verilmiş en kötü duygudur, küçüğüm. Ne yazık ki insan bunu anca ölünce anlayacak. Mezarda, yapayalnız kaldığında, etrafında kimse olmadığında, nemli kara toprak ve cesedini yemek için gelen haşerelerin ayak seslerini duyduğunda..." Korkunç bir olaydı bu, gözlerim korkuyla açılırken ona doğru baktım sadece. Bakışları karşısındaki duvara odaklanmıştı, öyle bakıyordu ki duvarın içini görüyordu sanki. Doğru ya, çok şey görüyordu orada aslında. Bizim göremediğimiz ve göremeyeceğimiz çok şey...

"Sen, tüm bunları nasıl biliyorsun Esved Karayel?" Sesim titremişti, artık dayanamıyordum. Onun içinde yaşadığı her şeyi merak ediyor ve kendimi de onun acısında hissediyordum. Safir bile bahsetmişti Esved'in geçmişinin şiddetinden, o bile saygı duyuyordu. Şeytan, Tanrı'ya saygı duyuyordu. Duymak zorundaydı, Tanrı olmanın da bir bedeli vardı. Esved'in ödediği bedel neydi?

O sırada fark ettim, elindeki sargısı tekrar kanla kaplanmaya başlamıştı. Elini sıktığı için olmuş olabilirdi fakât ağzımı açıp da tek kelime edemedim. Düşündüğü şeyleri bilmeden konuşmamın bir anlamı yoktu. "İnan bana, tüm bunları bilmek istemezdim. Yaşamak, bir aileye sahip olmak ve o aileyi kaybetmek istemezdim." Derin bir iç çekerek elini boynuna götürdü ve kelebek kolyesinin zinciri ile oynamaya başladı. Gözlerinin siyahı büyümüş, bakışları donuklaşmıştı. "Sana da bu kötülüğü yapayım mı, Asil? Seni de onlar gibi geçmişe mahkûm edeyim mi?"

"Ben Dehâ kadar güçlü değilim ki Esved, Korhan gibi farklı bir kişiliğim de yok. Anlattıklarını kaldırabilir miyim sence?" Kafasını usulca kaldırarak tavana doğru baktı, dudaklarının arasındaki belli belirsiz gülümseme tüyler ürperten cinstendi. "Onlar kendi geçmişleriyle yeterince delirdiler, öyle bir delirdiler ki benim anlattığım şeyleri kaldıramadılar. Çünkü herkesin acısı kendineydi, ben kendimi parça parça dağıttım onlara." Parçaların büyüklüğü ağır gelmişti ya onlara, zihinleri çalkalanmış ve işler çığrından çıkmıştı. Şimdi ise ne onlar toparlanabiliyorlardı ne de Esved anlattıklarını onların zihninden silebiliyordu.

O sadece kendinin Tanrı'sıydı çünkü, böyle bir gücü olsa hiç durmaz siler atardı kendini bu insanlıktan. İnsanlık gibi gözüken canavardan...

"Savaşa günler kaldı, artık her şeyin sonu yaklaşıyor. Anlattıklarını kaldıramazsam bile, en kötü savaşlarda delirir ve kendi sonumu kendim getiririm." Büyük bir ciddiyetle söylemiştim bunu, artık yalanlar yoktu. Ortaya dökülmesi gereken geçmişler vardı ve ben kül kelebeğin geçmişinden sonra safir mavilerin gölgesinde, bir de onun yaşadıklarına şahit olacaktım. "Tam da düşündüğün gibi Asil, sen en son sevdiğin adamın geçmişini öğreneceksin ve nasıl delirdiğine tüm bu Leza şahit olacak."

Emindi, ne yazık ki bende emindim. İçimi kaplayan o kirli duyguyu en başından beri hissediyor ve beni ele geçirmesine izin veriyordum. Kıyametin bir tarihi vardı, tabii insanlar zorlayıp erkenden o kıyameti koparmazsa...

Tüm Leza kaynıyordu artık, içinde tutamıyor ve bir volkan misali alevlere boğmak istiyordu herkesi. "Sana hazırım demeyeceğim Esved, ama anlatma da demeyeceğim." Yavaşça yerden kalkarak tam karşısında doğruldum, uyuşmuş bacaklarım zar zor taşıyordu beni. Esved, kafasını açık olan pencereye doğru çevirmişti. Bana bakmıyordu ama derin bir nefes alarak dudaklarını araladı. "Kelebek odasına git. Korhan'ı düşünme, düşünürsen gidemezsin çünkü." Haklıydı, ben Safir'in yanında kalmayı tercih ederdim çünkü. Ama madem oyunun sonuna geliyorduk, ne pahasına olursa olsun öğrenecektim.

Arkamı dönerek ilerlemeye başladım, tek kelime dâhi etmedim. Hızla koridorları aşıyor ve o hücrelerin bulunduğu yere yürüyordum. Karanlığa alışmış gözlerim varacağı yeri çok iyi biliyordu, saatler sonra ölü kelebeklerin ruhlarıyla sarmalanacaktım...

---------
Bölüm bu uzunlukta olmalı, çünkü gelecek bölümü tahmin ediyorsunuz. Esved Karayel ve geçmişi olacak, kendimi iyice hazırlamam gerekiyor ona. Bunu başarmak zor olacaktır, yine de uzun zamandır beklediğim bir andı. Artık zamanı geldi..

Kendime güvenerek o moda gireceğim ve üstesinden geleceğim. Size hissettirmek istediğim yoğun bir acı var, uzun zamandır içimde kalan bu acıyı paylaşacağım sonunda. Siz nasıl hissediyorsunuz?

Bu arada Korhan'ın uyanması birkaç gün sürdü, Esved orada çünkü eli için kontrole geliyor. Malûm, avcunu kurşun deldi.

Okullar açılıyor, bölümleri ne zaman okuyabilirseniz o zaman atarım. Akşam saatleri mi uygun olur yine? Beni haberdar ederseniz sevinirim.

Instagram: lolashiyu

Görüşmek üzere, kendinize iyi bakın. 💜🦋

Continue Reading

You'll Also Like

659K 51.5K 38
Büyük bir hayranlıkla taparcasına adadım kendimi ona. Bunu yaptığımda öyle küçüktüm, öyle küçüktüm ki, yaptığım bu şeyin bilincinde dahi değildim. Be...
YUVA By _twclr

Teen Fiction

685K 33.9K 49
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
1.2M 62.6K 58
"Şiddetle başlayan hazlar, şiddetle son bulurlar. Ölümleri olur zaferleri, Öpüşürken yok olan ateşle barut gibi." diyen Shakespeare belki haklıydı bu...
GURUR | BXB By Lord

Teen Fiction

738K 58K 31
Kendini haşarı bir çocuğu adam etmek için harcayan bir adam ve onun başının belası bir çocuk...