1049 | BxB

By Lolashiyu

630K 53K 39.6K

Ünlü Leza hapishanesi, 1049 numaralı mahkûm, Asil Mavera Cansaran. Onu aslında hapishaneye tutsak eden, Korha... More

[Tanıtım]
1: LEZA
2: ŞEYTANLAR VE SAVAŞLAR
3: MEYDAN OKUMA
4: ATEŞLE OYNAMAK
5: DESİSE
6: İLK TEMAS
7: SAFİR MAVİSİ
8: ALACALAR
9: MÜBHEM
10: MAKTUL
11: OYUN
12: BIÇAK SIRTI
13: KÜL KELEBEK
14: GECE VE GÜNDÜZ
15: OYUNBAZ
16: İHTİRAS
17: ENKAZ
18: KAYBOLMUŞ VE KAYBEDİLMİŞ
19: COMMUOVERE
20: KIZIL CESET
22: EZKAZA
23: KUPA PAPAZI
24: APORİA
25: RUHLAR SENFONİSİ
26: MEVT
27: JOUSKA
28: PROMAJA
29: VAVEYLA "Kelebeğin Güncesi"
30: DEĞİŞEN DENGELER
31: DÜŞEN MASKELER VE DAĞILMIŞ RUHLAR
32: MERİÇ & BARBAROS [Özel Bölüm-Smut]
33: SEVGİDEN DOĞAN ACILAR
34: KORHAN & SAFİR
35: ACI HATIRALAR
36: BİR ÖLÜ, BİR SIR
37: LEZA'NIN RUHLARI
38: VEDA -FİNAL-
ESVED & DEHÂ -ÖZEL BÖLÜM-
Kayıp Küller Mezarlığı- DUYURU

21: TESLİMİYET

15.9K 1.1K 1K
By Lolashiyu

"Cesur ve onurlu diyecekler, hâlbuki suskun ve kederliyim."- İsmet Özel

Saatler birbirini kovalıyordu, benden geriye kalan karanlığa bıraktığım sessizliğim ve öfkemdi. Sinirliydim yanımdaki gecenin adamına, suskunluğum gelecek olan fırtınanın habercisiydi belki de. Şu saatten sonra kendimden her şeyi bekliyordum Leza'ya karşı, insan tek kişiyle de bir gösteri yapabilirdi öyle değil mi?

Sırtımı soğuk duvara dayamış, gelecek olan darbelere göğsümü germiştim. Bile isteye girecektim o cehennem çukuruna fakât kendimle götürüp alevlerin içine atacağım çok insan vardı. Geçmişim, bugünüm, yarınım, o insanlarla doluydu. Gözyaşlarım boşuna akmamıştı, kanım toprağa boşuna karışmamıştı, karmaya olan inancım vardı. İnsanlar ruhumun derinliklerine tahtlarını kurup, duygularımı parmaklarında oynatmaya çalışıyorlardı. Gözlerinde kukladan farksızdım, herkesin benden beklediği bir çıkarı vardı. Gerek Safir'in gerek de diğer liderlerin, benden bekledikleri bir şeyler vardı.

Önümüzdeki savaşın onlar için de bitmesiydi belki de umut ettikleri, bitirecek olan ben miydim? Tanrı elime silahı vereceğini söylüyordu, peki silahı ona doğrultmayacağım ne malûmdu? Duygularım onun tarafından manipüle olsa da, zihnim hıçkırıklara boğularak ruhumdan medet umsa da, gözlerim kapalı bu dikenli yollardan geçmeye hazırdım. Bacaklarımı kendime doğru çekerek kollarımı sardım dizlerime, şimdilik küçük bir çocuk olarak kalabilirdim.

Ne de olsa yanımdaki adam merhametini küçük bir çocuğun kalbine gömdüğünü söylemişti. Çocuklara olan bir hassasiyeti, bir zaafı vardı. Bunu açıkça belli etmişti fakât şu konumdayken onu sorgulamayacaktım. Dehâ'ya anlattığı gibi geçmişini bana da anlatacaktı, ben ise Dehâ gibi kendimden taviz vermeyecektim. İkisinin birbirlerinden çıkarları vardı, Esved'in geçmişinin acısını çekecek olan ben değildim. O zaten bir tanrı olarak acılarını üstlenmiş, geçmişinin gölgesinde büyüyerek kendini yetiştirmişti. Gömülmeyi bekleyen ben değildim, unutulmayan geçmişlerdi.

Kanıma karışan o zehri doruklarıma kadar hissediyordum, yanlış bir zamanda geldiğini biliyordum. Beni bu hâle getirdikten sonra buradan çıkmak için çırpınmam gerekiyordu belki de, bu odaya elini kolunu sallaya sallaya koca bir hiç için mi gelmiştim? Beni tanımayan ruhları, tanımaya yüz tutacaktı. Asaf'ın bana öğrettiği en önemli şey, hayata karşı bitmek tükenmez bir yaşam savaşıydı. Kafamı yavaşça soluma, onun oturduğu yere doğru çevirdim. Gördüğüm silüet az öncekinden çok daha farklıydı. Öfkesi dinmiş, belki de olabilecek en rahat şekilde sigarasının zehrini soluyordu.

Yüzüme yerleştirdiğim buruk bir gülümseme ile kafamı salladım, perişan bir hâlde olduğumu biliyordum. O da bunu biliyordu ama son derece normal davranıyordu, her zaman ki hâli değil miydi? Yaptığı tahribatın ardını düşünmek ona yakışmazdı. "Şimdi de kendi kendine mi gülüyorsun?" Alay barındıran sesine karşın daha çok gülümsedim, "Henüz delirmedim." Deliliğin hatta cinnetin eşiğinde biriyim sadece, beni tetikliyen o tehlikeli ve karanlık sularınız. Tenime değen soğuk, ruhumu okşayan kasvet, ben kuyunun en dibinde olandım.

İki parmağına yerleşmiş sigarasını dudaklarından çekerek kafasını geriye, yanımdaki duvara yasladı. Sahi, biz onunla yan yana oturuyorduk. Sanki az önce yaşananlar olmamış gibi, kızıl ışığın altında oturan iki yaralı adam. Yaralı diyordum, onun geçmişinin barındırdığı acı duyguları kalbimde hissediyordum çünkü. "Delirecek kadar şanslı değilsin çünkü Asil." Ve yine cümlesi bir darbe etkisindeydi. Onunla konuşmak zordu, yanında bir aptaldan farksızdım. Oysa ben her zaman aptal numarası yapan olurdum, zihnimi okuyan birine karşı rol yapamazdım. "Ya sen Esved, şanslı olduğunu düşünüyor musun?" Kafamı dizlerime gömdüm ve yavaşça ona doğru çevirdim bakışlarımı.

Bakışları benimkilerle buluştu, yüzüne yerleşen ifade ona yakışır cinstendi. Yaşanmışlık akıyordu gözlerinden, bakmamalıydı böyle. Esved'e yakışır şekilde karanlık olmalıydı, acısını vurmamalıydı yüzüne. "Delilerin bile bir sınırı var, sen bende o sınırı görebiliyor musun?" Sorusu çok anlam içeriyordu aslında, biraz olsun anlamayı seçtim bende. "Yok," dedim "Sende sınır yok ama gözlerinde birikmiş acılar var." Büyük bir merakla baktım yüzüne, "En son ne zaman ağladın?" Oldukça masum bir edayla çıkmıştı sesim, onunla normal olarak konuşabilmenin heyecanı içindeydim aslında. Biten sigara izmaritini ayaklarının dibine atarak olabildiğince yavaş hareketlerle ezdi, "Yedinci yaş günümde." Sesindeki o kırık tonu hissetmek kalbime iyi gelmedi...

Boğazıma öyle bir yumru oturdu ki, onun acısı tahminimden de uzun bir geçmişe dayanıyordu. Küçüklüğünden başlıyor ve sonsuzluğa uzanıyordu. Birbirine kenetlenen dudaklarımı araladım usulca, "Yedinci yaş gününde ne olduğunu sorsam, yine sınır ihlâli yapmış olacağım." Kafasını sallayarak onayladı beni fakât tek bir kelime dâhi etmedi. Kafamı dizlerimin üzerinden kaldırarak ona doğru döndürdüm bedenimi, elini saçlarının arasından geçirerek derince soludu. Huzursuz gözüküyordu, farkındaydım. Konuyu değiştirmek amaçlı bugünün üzerinde durmayı denedim ve "Esved," Dedim kısık sesimle. İsmini telaffuz ettiğim an dudaklarıma bile yabancı gelen o his kalbime ağırlığını koydu, "Savaşların son olacağını söyledin, Leza'yı yok etmek mi istiyorsun?"

Kurucu gibi bir gerçeklik varken onun planının kusursuz işleyeceğine inanmıyordum. Elini cebine atarak avcunun içine bir şey aldı, yumruk yaptığı elini açtığında gördüğüm Şah taşı ile anlamayarak baktım yüzüne. Elindeki taşla oynamaya başlarken, bir yandan da araladı dudaklarını "Kurucu Dehâ ile iletişimde, Dehâ ise benimle. Ona amacımı çoktan ulaştırdım, planladığım kaos onun gibi birinin ilgisini elbette çekecekti." Gözlerimi irice açarak biraz daha yaklaştım ona, kurucunun onun planından haberi olduğunu söylüyordu. Bu çılgınlıktı, nasıl bir güce sahip olduğunun farkında mıydı? Peki ya Dehâ, o da mı biliyordu her şeyi? Kafamı sallayarak kendi kendime mırıldandım, "Beni kandırmış olamaz..."

Boştaki elini kaldırarak yüzüme doğru götürdü ve elinin tersiyle yanağımı okşadı önce, "Korhan bile seni uyardı, bana güvenme dedi. Küçüğüm, birilerine güvenmek gibi bir hata yapmadın değil mi?" Güvenden kastının Dehâ olduğunu biliyordum, açıkçası buradaki kimseye zaten güvenmiyordum fakât onun tarafından kandırılmak da istemezdim. Onu seviyordum, arkadaşımdı, yaralarını sardığım ve gözyaşlarına şahit olduğumdu. Elimi kaldırarak yüzümdeki elini tuttum ve ittirdim, bana engel olmayarak çekti elini. Büyük bir hırsla konuştum, "Ona bunun hesabını sorarım!" Kalbim öylesine şiddetli atıyordu ki, darbe üstüne darbe yiyordum. Dudağının kenarı kıvrıldığında elindeki taşı kucağıma doğru fırlattı, "Dehâ'nın zekâsı bir silahtır, kullanmayı bilene tabii."

Lânet olsun ki biliyordum, onun zekâsının tehlikesinin farkındaydım. Benimle oynamış olması, aslında her şeyden haberdar olup da rol yapması...Başımı ellerimin arasına alarak derin bir nefes çektim, zihnim tekrar fısıldadı o sırada 'Peki ya Esved yine zihninle oynuyor, seni kandırmaya çalışıyorsa?' Dehâ benim için birçok şey yapmıştı, onunla konuşmadan, onu anlamadan cephe almayacaktım. Kucağımdaki taşı sıkıca tutarak ani bir hareketle ayağa kalktım. Şimdi tam tepesinden bakıyordun suratına, "Ne dersen de, buradaki en büyük tehlike sensin!" Her şeyi önceden bilmesi ve planlaması akıl almaz derecede tehlike barındırıyordu.

Geriye doğru bir adım atarak uzaklaşacağım sırada, ayağıyla sağ ayak bileğime vurduğunda inleyerek yere doğru yalpalandım fakât güçlü kolları bedenimi kavrayarak yere düşmemi engelledi. Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki onun dizlerinin üzerine düşmüş, tam gözlerinin içine bakıyordum. Sadece bir kaç santim uzağımdaydı ve nefesimi tutarak irice açtığım gözlerimle bakıyordum öylece. "Son sözü söylemedim, nereye gittiğini sanıyorsun?" Tok sesi bedenimi esir alırken kıpırdayamıyordum, zaten güçlü kolları gövdeme dolanmıştı. Belimden sıkıca tutarak kendine doğru çekti beni, alınlarımız birbirine çarptığında kalbim tekrar hızlanmaya başladı. Sıcak nefesini yüzüme üfleyerek konuştu, "Benden uzaklaşamazsın, Tanrı'nın senden önde olduğunu bilmiyor musun?"

Yine yapıyordu, bir anda değişen ruh hâli tavırlarına da yansıyordu. Ondan korkmamak elde değildi, yutkunarak kısık çıkan sesimle konuştum, "Benim inandığım Tanrı, sen değilsin Esved." Tıslamaya benzer gülüşü kulaklarımda çınladı, sigarayla harmanlanmış nefesi içime dolarken dudağımın hemen kenarına değidirdi dudaklarını, "Seni yaratan Tanrı da ben değilim, Asil." Yavaşça öptü dudağımın kenarını, yanaklarıma vuran ateşin temeli kalbime dayanıyordu. "Ama bak," burnunu burnuma sürttüğünde bedenim titredi, "Şuan benim kollarımın arasında, bana itaat ediyorsun." Titrek bir nefes verdim, ardından başımı eğerek ellerimi güçlükle kaldırdım ve göğsüne bastırarak itmeye çalıştım.

Geriye kalan direnişimin kırıntıları dağıldı her yere, "Bırak." Dedim "Gitmek istiyorum." Aciz çıkan sesime karşın kafasını iki yana salladı, ardından bir elini saçlarıma geçirerek geriye doğru yatırdı "Kendi ayaklarınla geldin." Beni bu denli harap edeceğini bilsem, gelir miydim? Seni tanıyamamak beni suçumdu ama telafi edecektim. Kaşlarımı çatarak yükselttim sesimi "Bir kez daha sana yenilmeyeceğim, fırsatın varken öldürsene beni!" Sinirle dolan gözlerim beni tekrar güçsüz gibi gösteriyordu fakât ağlamak acizliğin belirtisi değildi, insanlığın göstergesiydi.

Güldü, sözlerimdeki ciddiyeti yok sayarak yine güldü. Gülüşü bir kalkan mıydı yoksa bir silah mı? Bu kadar güzel güldüğü için bir kez daha lânet ettim ona, ona ve tüm liderlere. Gülüşü güzel adamlardı beni mahveden, kalbimin kapısını çalan. "Ben insanların boğazını sıkar, nefeslerini keserim fakât öldürmem. Onlar ölmek isteyene kadar oynarım," Sırtıma koyduğu elleriyle beni kendine doğru çekerek sıkıca sarıldı, ellerim iki yanına bilinçsizce düşerken gözlerim irice açıldı. Ondan beklediğim sıcaklık değildi bu, ne yapacağımı bilemeden öylece bekledim. "Gerçekten ölmek istiyor musun, Asil?" Burnum omzuna gömülürken dudaklarımı birbirine bastırdım, yaşamak için bu denli savaşırken ölmeyi isteyebilir miydim?

Sessiz kalmayı tercih ettim, saniyeler sonra enseme değen o soğuk metali hissettiğimde ani bir hareketle onu ittirmeye çalıştım fakât bedenime kenetlenen kolları bir anlığına bile ayrılmadı benden. "Şş, korkma." Fısıltısı sağ kulağıma dolarken yutkundum korkuyla, soğuk metal biraz daha okşadı ensemi. Ardından yavaş yavaş boynuma doğru kaymaya başladı, "Gerçekten ölmek istiyorsan, senin katilin olurum." Tüylerim diken diken olurken çaresizce başımı eğdim, alnımı omzuna yaslarken gözyaşlarımın tenine karışmasına izin verdim. Ne ben çıkabiliyordum buradan, ne de o izin veriyordu gitmeme.

Kelebeklerin kanatlarındaki renkleri aşındırdığı gibi, benim renklerimi de solduruyordu. Ne siyah ne de beyaz olabiliyordum. Öyle hissiz, öyle renksiz ve çaresiz bir hava vardı ki üzerimde belki de ölmeyi yeğlerdim. Bıçağın keskinliği boynumu teğet geçiyor, ölümü fısıldıyordu bana. Dudaklarımı araladım, kendime yabancıydım "Ben-"

"Mavera!" Duyduğum ses sayesinde gözlerim büyük bir heyecanla açıldı, bedenim titrerken gözyaşlarım şiddetle akmaya başladı. "Safir..." dedim fısıltıyla, hayali bir ses miydi yoksa? O gerçekten burada mıydı? Boynuma dayalı bıçağın gevşemesi ile birlikte büyük bir kuvvetle ittirdim onu göğsünden, ardından bulduğum ilk fırsatla kendimi yana doğru atarak uzaklaştım onun üzerinden. Bakışlarım odanın girişini bulduğunda ihtiyacım olan kişinin tam karşımda olduğunu görmemle kendime hâkim olamayarak bağırdım, "Safir!" Bu ismin bana verdiği duyguyla birlikte yüreğimin acıdığını hissettim. Hıçkırarak ağlamaya başladığımda kızılın altında parlayan mavi gözleri baştan aşağıya süzdü beni, çatılan kaşlarıyla birlikte buraya doğru adımlamaya başladı.

Ben ise ellerimi yere koymuş, omuzlarım sarsılarak ağlıyordum. Patlak vermişti duygularım, yaşadığım stres ve korku benden çıkıyordu şimdi. Tam karşımda durduğunda büyük bir hızla yere doğru çöktü ve kollarını bana dolayarak göğsüne çekti küçük bedenimi. Hıçkırıklarım durdurak bilmedi, sıkıca sarıldım ona. Kokusunu içime çektim, soludum ciğerlerim yana yana. "Özür dilerim Mavera'm..." Birkaç kez daha özür diledi benden, kafamı sallayarak durdurdum onu "K-kurtar beni buradan!" Saçlarımı okşadı ve dudaklarını bastırdı usulca "Kurtaracağım seni." Sözleri benim için en büyük anlamı içeriyordu, kurtaracağım diyordu...

Beni uzaklaştırarak birkaç kez daha süzdü bedenimi, saniyeler sonra bakışları boynumda durduğunda kaşları olabildiğince çatıldı. "Ne oldu sana?" Kriz geçirdiğim için boynuma geçirdiğim tırnaklarımın izlerinden bahsediyor olmalıydı, cevap vermeyerek kafamı yanımdaki bedeni çevirdim. Esved, kendinden asla taviz vermeyerek koyu bakışlarıyla bizi izliyordu. Safir ani bir hareketle kollarını ona doğru uzatarak elleriyle yakasını kavradı, "Ne yaptın lan ona?!" Karşısındaki gözler değişmedi, dudağının kenarı kıvrıldı "Senin yaptığın gibi, biraz oynadım onunla." Bu sözleriyle birlikte Safir daha fazla tutmadı kendini, büyük bir kuvvetle yumruğunu onun kaşına doğru gömdü. Çıkan ses odada yankılanırken gözlerim korkuyla açıldı, "Öldüreceğim seni!" Öfkeyle kısılmış mavi gözler durmadı, onun üzerine çıkarak bir yumruk daha geçirdi. O an farkettim, Esved'in elinde bıçağı vardı. Hızla onlara doğru yaklaşarak öfkeyle soluyan Safir'i tuttum kolundan, "Yapma!"

Hareketimle birlikte yerde yatan beden gülmeye başladı, korkunç kahkahası kulaklarıma dolarken ona doğru baktım. Kaşından ve dudağından akan kan yere dökülüyordu, canının acımadığını iliklerime kadar hisssettim. Acıyla yoğrulmuş biri hisseder miydi? Hissetmiyordu ama deli gibi gülüyordu. "Gülme! Sikeyim, gülme!" Safir ona doğru bağırdığında bu sefer sesinde yakaladığım aciz ton kaşlarımı çatmama neden oldu. "Hatırladın değil mi? O ânı hatırladın!" Esved büyük bir keyifle konuştuğunda Safir'in inip kalkan göğsüne baktım. Bedenini onun üzerinden kaldırarak geriye doğru çekildi. İki eliyle kulaklarını kapatarak bekledi, kolumun tersiyle gözyaşlarımı sildim. Neler oluyordu?

Onun gibi kalkarak tam karşısında dikildim, gözlerini kapatmış derin soluklar alıyordu. "Safir," ona doğru bir adım atarak nefesimin yüzüne ulaşması için başımı kaldırdım "Kendine gel, lütfen." Göz kapakları hafifçe aralandı, kısık mavilerindeki hisler göğsüme oturdu. Anlamayarak baktım yüzüne, hatırladığı anısını merak ettim. "Hâlâ unutamadığın bir kahkaha varken, nasıl olur da ona Mavera'm diyebiliyorsun?" Esved'in sözleri ikimizin de damarına basıyordu, hırsla döndüm ona doğru "Geçmişe takılı kalan sensin! İnsanları acılarından vurmayı bırak artık!" Sözlerimin onun için değeri yoktu, bunu biliyordum ama içimdeki öfkeyi kusmak istiyordum. Durmadım ve ona bir adım yaklaştım, dimdikti başım. Parmağımı kaldırarak göğsünün sol tarafını işaret ettim "Orasını öldürmüş olabilirsin ama senin aksine hâlâ yüreğiyle yaşayanlar var."

Kaşlarını kaldırarak anlamlı bir bakış attı yüzüme, ona karşı taviz vermekten yorulmuştum. Bugün benim için fazla yorucu ve ağır geçmişti. İnsanların zihinlerini öldüren bir katilden beklenilen de buydu aslında, irdelemeden dosdoğru bir şekilde devam ettim konuşmaya. "Ben aşkı hiç bilmem, tanımam ama acıdan çok iyi anlarım." Safir'in gözlerinden, Dehâ'nın izlerinden, Zamir'in kırık kalbinden, hepsinden bana kalan hisler derinlerime işlemişti. Bir tek yabancı gelen karşımdaki bedendi.

Sanırım o anlaşılmamaya mahkûmdu.

Bakışlarını elindeki bıçağa indirdi, ardından yere doğru fırlattı onu. Sakin hareketlerine alışmıştım artık, büyük olaylar onu etkilemiyordu. "Her şey bittiğinde, seni uyarmadığımı söyleyemezsin." Ağzından çıkan kelimelerin haklılık payı vardı, güvenmiyordum ama doğru olduğunu biliyordum. Arkamdaki bedenin bana yıkım getireceğini biliyordum fakât sanırım kalp böyle bir şeydi. Bile isteye gitmekti, gözlerini kör etmekti. "Söyleyemem." Son sözüm bunlar olmuştu, arkamı dönerek Safir'e baktığımda kızarmış mavilerinin yorgunluğu acıttı içimi. Dudaklarını oynatarak "Gidelim." Dedi. Başımı salladım ve bana doğru uzattığı elini tutarak parmaklarımı onunkilere doladım.

Birlikte çıkışa doğru ilerlemeye başladığımızda içimde kalan o enkaz hissine karşın olabildiğince genişçe gülümsedim. Ardından birleşen ellerimize baktım, mutluluk ihtiyaç duyduğun kişideydi. İhtiyaç duyduğum kişinin o olduğunu en başından beri biliyordum. Ardımda kalanları düşünmedim, düşünürsem önümü göremeyeceğimi biliyordum. Hücreden çıktığımızda Safir'in adımları karşıdaki hücreye yönlendi, anlamayarak kaşlarımı kaldırdım "Neden oraya gidiyoruz?" Bana bakmadı ama adımlarını durdurdu. Bir elini cebine atarak daha önce görmediğim anahtarlığı çıkardı. Sonrasında elimi bırakarak kapının kilidine yerleştirdi. Burasının Esved'in daha önce bahsettiği hücre olduğunu biliyordum, Safir'in kendisine ait olan hücresiydi.

Kapı tamamen açıldığında alışık olduğum karanlık karşıladı beni. Umursamadan ve tereddüt etmeden onunla birlikte girdim içeriye. Kapı ardımızdan kapandı, Safir tekrar elimi tutarak yönlendirdi beni. İçeride bulunan diğer odaya doğru gittiğimizi biliyordum. Onun da özel odasına giriyordum demek, bu anın verdiği heyecanla tişörtümün ucunu kavradım tek elimle. Odanın kapısını açtığında beni karşılayan ferah hava, oldukça şaşırmamı sağladı. Gözlerim hızla etrafı tararken gördüğüm manzara ile gözlerimi irice açtım. "Bu...inanılmaz!" Etrafımız çeşit çeşit bitkilerin olduğu bir seraya benziyordu. Küçük büyük fark etmezsizin duran rengarenk çiçekler karşısında içim huzurla doldu. Öylesine geniş ve ferah bir yerdi ki, sanki gerçek bahçedeymişçesine aydınlıktı.

Odanın ortasında duran küçük su havuzu otantik bir hava katarken kendime engel olmayarak ilerlemeye başladım. Ellerimi iki yana açarak temiz ve hoş kokuyu soludum derince "Safir, burası harika!" Ona doğru döndüğümde kollarını göğsünde birleştirmiş bir şekilde beni izlediğini gördüm. Yüzündeki gülüş o denli anlamlı ve güzeldi ki istemsizce gülümseyerek etrafta dolanmaya başladım. Hemen ardımdan da onun ayak sesleri geliyordu, etrafa simetrik bir şekilde yerleştirilen aynalardan yansımamıza baktım. Arkamdaki bedenin gözleri tamamen bendeydi, her hareketimi izliyor ve inceliyordu. İçim kıpır kıpır olurken heyecanla kafamı küçük bir gölet havuzunun içine konulmuş fıskiyelere çevirdim. Normalde su akması gerekiyordu ama sanırım durdurmuştu bunu, o tarafa doğru ilerlemeye başladım.

Küçük havuzun kenarına oturarak elimi suyun içine daldırdım, soğuk suyun verdiği haz beni oldukça rahatlamıştı. Havuzun içinde yer yer duran lotus çiçekleri vardı, merakla eğildim biraz daha. "Dikkat et." Gelen sesi hafiften endişe barındırıyordu. Suyun içinde gördüğüm renkler ile heyecanla bağırdım "Safir!" Hemen yanıma çöktü o da, "Balıklar da mı var?" Elini suyun içine daldırarak salladı kafasını. "Ben doğayı çok severim, hayvanları da." Suyun içindeki parmaklarına doğru baktım, küçük balıklar etrafına doğru doluşmuştu. "Liderleri kıskanıyorum, istediğiniz gibi döşeyebildiğiniz odalarınız var." Güldü somurtkan hâlim karşısında, "Kurucu savaşları en iyi şekilde izleyebilmek için bizi şımartıyor. Ona istediği kaosu veriyoruz böylelikle, yoksa emin ol bu kadar imtiyaz tanınmazdı." Dedikleri doğruydu elbette, kurucunun gerçek bir deli olduğunu düşünüyordum. "Hiç geliyor mu hapishaneye?" Kurucuya yönelik konuştuğumda kafasını iki yana salladı "Geldiğini görmedim."

Anladığımı belirten bir ses çıkardığımda ayak bileğime değen bir şeyle küçük bir çığlık atarak yerimden sıçradım. "Ne oldu?!" Safir'in sesine karşı cevap vermeden bakışlarımı ayaklarıma doğru çevirdim. Bembeyaz bir tavşan duruyordu sağ bileğimin yanında. Gözlerimi irice açarak yanımdaki bedene baktım "Tavşan mı? Ciddi misin sen?" Dişlerini göstererek gülümsedi ve kollarını uzatarak yerdeki tavşanı ellerinin arasına aldı. "Güzel kızım benim, Asil abini korkuttun mu sen?" Dizlerinin üzerine koyarak okşamaya başladı tavşanı, "Mavera, kızım Lola ile tanış." Koyduğu ismi tuhaf bulsam da kulağa tatlı gelmişti. Elimi uzatarak başının üstünden sevmeye başladım. "Senden böyle tatlı isimler beklemezdim açıkçası." Tek kaşını kaldırarak yüzüme baktı, "Küçücük tavşana Abdülkâdir ismini falan mı taksaydım?" Bir beyaz tavşana baktım, bir de dediği ismi canlandırdım kafamda. Oldukça komik gelirken gülerek tavşanın kuyruğunu çektim hafifçe.

"Başka hayvanların da var mı?" Burası küçük bir cennet gibiydi adeta, kesinlikle Leza'da bulunabilecek en güzel yerdi. Gerçi geriye kalan liderlerin hücrelerini bilemezdim ama bundan daha iyi ne olabilirdi ki? Kucağındaki tavşanı yere doğru koydu ve ayağa kalkarak elini bana uzattı "Gel hadi." Uzattığı eli tutarak yerden kalktım, elimi bırakmadan peşinden sürüklemeye başladı sakin adımlarla. Oldukça uzun yeşil bitkilerin arasından geçmeye başladık, bedenime değen bitkileri görmezden gelerek varacağımız yeri merak ettim. Uzun yeşil bitkilerin sonuna geldiğimizde yerde gördüğüm kedi yavruları ile kahkaha attım. "Bunlar ne böyle?" Üç tane kedi yavrusu vardı ve hepsini renkleri farklıydı. Eğilerek siyah renkli olanın sırtını okşadım. Hemen ayaklarıma dolanmaya başladığında Safir'e doğru kaldırdım kafamı "Anneleri yok mu?"

Kafasını olumsuzca salladı, yüzü asılmıştı. "Doğumda öldü anneleri." Duyduğum şeyle hüzünlü gözlerle baktım yavrulara, hayatta kalmaları bir mucizeydi. Çoğu canlı doğduktan sonra annesine ihtiyaç duyardı, bu yavrular hayatta kalarak zoru başarmıştı. "İsimleri var mı?" Ensesini kaşıyarak sıkkın bir edayla konuştu "Aslında numaralandırdım onları, siyah olana bir, beyaz olana iki, benekli olana üç diyorum." Dediği şeyler karşısında uzaylı görmüş gibi baktım yüzüne, kedi numaralandırmak da neydi yahu? "Bakma öyle güzelim, gayet mantıklı bence." Birbirleriyle oynayan üç yavruya bakarak düşünürcesine bir ses çıkardım. "Aslında haklısın, herkesten farkları olmuş oldu." Gülümseyerek yerden kalktığımda ellerimi birbirine vurarak çırptım, ardından bakışlarımı yanımdaki bedene çevirdim. Gözlerini kırpmadan beni izlediğini gördüğümde kafamı 'Ne oldu?' dercesine salladım.

Bana doğru bir adım atarak sağ elini kaldırdı ve boynuma doğru götürdü. Okşadı yavaşça boynumdaki izleri, "Acıyor mu?" Dokunduğu yerler alev alırken boğazımı temizledim, "Birazcık." Sesim yine kendimden beklemediğim şekilde masum çıkmıştı. Onun yanında istemsizce bu ruh hâline bürünüyordum. Kafasını eğerek boynuma yaklaştırdı ve dudaklarını yara izlerine doğru götürdü. Saniyeler sonra ılık nefesinin boynumda kaydığını hissettim. Islak dili izlerin üzerine baskı yaparken gözlerimi kapattım. Kafamı yana doğru eğerek ona yer açtığımda sokuldu iyice, soluklandı boynumda. Ellerimi kaldırarak boynuna doladım, bu hareketim karşısında dudakları yavaşça boynumdan yukarıya çıkmaya başladı. İz bırakarak, öpücüklerine ara vermeden ilerliyordu. En sonunda dudağımın kenarını öptüğünde kafamı ona doğru çevirerek dudaklarımızı birleştirdim.

Büyük bir ihtiyaçla araladık dudaklarımızı, önce alt dudağıma yönelerek diliyle yaladı ve emmeye başladı. Üst dudağı tamamen bana kalırken derisini çekiştirerek emmeye başladım. Gelen sigara tadı bile ona yakışır cinstendi, eğreti durmuyordu. Tek eliyle belimi kavrayarak kendine yasladı beni, bedenlerimiz bir olurken inlememe engel olamadım. Daha çok aralanan ağzımdan içeriye soktu dilini, ıslaklığı damağıma çarparak eşsiz bir haz bırakırken aşina olduğum yumuşak saçlarına daldırdım elimi. Anın etkisinden dolayı bacaklarım hissizleşti, tüm ağırlığımı ona verdiğimde ellerini kalçamın altına indirdi. Bunu fırsat bilerek bacaklarımı araladım ve beni kaldırmasına izin verdim. Beline yerleşen bacaklarımla birlikte, şimdi tamamen kucağındaydım. Dudaklarımız saniyelik olarak ayrıldığında, "Bugünü telafi etmeme izin ver." Dedi.

Parmaklarım ensesine kayarken usulca okşadım tenini, "İzin senin." İhtiraslı çıkan sesim karşısında sesli yutkunuşunu işittim. Adımları hareket ettiğinde tekrar yeşil bitkilerin arasından geçiyorduk. Dudaklarımı uzatarak yavaşça öptüm boynundan, teninin sıcaklığı iyi hissettiriyordu. Vardığımız yer az önceki küçük havuzun kenarıydı, yavaşça eğilerek beni oturttu yere. Bacaklarımı açarak onun araya yerleşmesine izin verdim, hiç beklemeden tişörtümün uçlarından tutarak çekti ve çıkardı. Yere doğru attığında karşısında savunmasız kalan bedenimde gezindi gözleri. "Ne bakmaya, ne de tatmaya doyamıyorum." Benimde ondan farkım yoktu, bedenimin verdiği sinyaller tamamen ona yönelikti. Göğsümden ittirerek geriye doğru yatırdı beni, sırtımın buluştuğu yer yumuşaktı. İki elini kafamın yanına doğru koyarak dudaklarıma doğru eğildi, saçları alnıma değerken üst dudağımı dişlerinin arasına alarak hafifçe ısırdı önce. İnleyerek dilimi çıkardım ve onun kızarmış dudaklarına sürttüm, ağzını aralayarak dilimi içeriye aldı ardından açlıkla öpmeye başladı üst dudağımı.

Birbiriyle bütünleşmiş dudaklarımız uyumla hareket ettiğinde elleri rahat durmadı. Kasıklarımı okşayarak bedenimde tur atmaya başladığında göğsüm hızla inip kalkıyordu. Islak dudaklarımızın çıkardığı ses daha çok tahrik ederken, ellerimi tişörtünün içinden soktum ve karın kaslarında gezdirmeye başladım. Bu hareketim karşısında bedeni kasılırken, dudaklarının arasından çıkan hırıltı içime karıştı. Rahat durmayarak tırnaklarımı beyaz tenine bastırdığımda ağzına aldığı dudağımı ısırarak geri çekildi, "Deli etme beni." Sesindeki kendinden geçmişlik hissi gülümsememe neden oldu. "Çoktan delirdin sanki?" Alaylı sesim karşısında dudaklarını yaladı ve tek kaşını kaldırdı "Sen istedin." Tehditkâr sesinin ardından başını göğsüme doğru eğdi, hiç beklemediğim bir hamleyle göğüs ucumu ön dişleriyle sıktığında inleyerek ellerimi yere vurdum "Hassiktir!" Hassas noktalarımı öğrenmiş olması, zaaflarımı da bulduğunu gösteriyordu ve bu dayanılmazdı.

Dili şişen göğüs ucumun kenarında daireler çizerken, ona dolanmış bacaklarımı daha sıkı bastırdım. Alt taraflarımda hareketlenen uyarıları hissediyordum, işin aslı kendimi geri çekmeyerek bile isteye ona ittiriyordum. Uzuvlarımız birbirlerine sürtüyor, geriye arzulu inlemelerimiz kalıyordu. Parmakları pantolonumun ön kısmına giderek tam fermuarın üzerinde durduğunda birden gelen su sesiyle irkilerek kafamı yana doğru döndürdüm. Fıskiyelerin içinden çıkan su hızla etrafa  yayılmaya başladı, "Safir?" Meraklı sesim ona ulaştığında bedenini kaldırarak tişörtünü çıkarıp attı önce, "Belirli saatlerde çalışır fıskiyeler, birazdan fazlasıyla ıslanacağız güzelim." Dudaklarımı birbirine bastırdım ve gülümsedim. Parmakları yarım kalan işine döndü ve hızla açtı düğmemiz ardından aşağıya doğru çekiştirdi kıyafeti. Altımdan kayıp giden pantolon ve iç çamaşırım ile, karşısında tamamen çıplaktım. Büyük bir ustalıkla kendi kıyafetlerini de çıkardığında üzerimize değen su damlaları ile kirpiklerimi kırpıştırdım. Çoktan ıslanmaya başlamıştık, gülümseyerek elini şişmiş uzvumun üzerine koydu ve fısıldadı "Bugün, arkanı dönmek ister misin?" Sert istediğini fark ettiğimde kafamı sallayarak onayladım onu.

Sonrasında tek bir hamleyle dönmeme yardım etti, usulca kavradı elleri kalçamı. Su damlaları başımızdan aşağıya, tüm bedenimize akın ederken aralanan kalçamla dişlerimi sıktım. Saniyeler sonra kulağımın yanındaki ılık nefesini hissettim, "Uzun zaman geçmedi, o yüzden hazırlamıyorum seni Mavera." Kulak mememi kavrayarak emdiğinde tek yapabildiğim cılız bir inilti ile kafamı sallamaktı. Dikelmiş uzvu kalçamın ortasına baskı yaptığında yumruklarımı sıkarak "Hızlı." Dedim, bunu ondan çok benim istediğimi fark ettim. Kısık bir şekilde gülerek sertliğini ayırdığı kalçamın ortasına soktu, "Ah!" Ani gelen büyük sertlik ile acıyla inledim. Bir eli kasıklarıma kayarak önümdeki sertliği kavradı ve yumuşak bir şekilde çekmeye başladı. Bu hareketi ile kalçamı hafifçe kaldırarak tamamen onun içine yerleştim. "Rahat durmuyorsun," Boğazından çıkan kalın sesi ile kendimden geçtim. "Ve bu fazlasıyla hoşuma gidiyor."

İçimde hareket etmeye başladığında inleyerek alnımı yere bastırdım. Bir yandan beni çekiyor, diğer yandan da kendini sertçe ittiriyordu. Bu durumun verdiği zevkle inlemelerimi serbest bırakıyor, vuruşlarınının zevkini doruklarımda yaşıyordum. Eğilerek omzumun üzerine dişlerini bastırdı ve emmeye başladı, kafamı geriye doğru atarak bir kez daha inledim. Erkeksi kokusu burnuma dolarken titrediğimi hissediyordum, ondan önce boşalacağımı bildiğimden kendime engel olmadım "S-Safir!" Uzvumu son kez çekerek fısıldadı "Gel güzelim." Dediği gibi oldu, inleyerek boşaldım avcunun içine. Avcuna dolan ıslaklığı umursamadan arkamdaki vuruşlarına devam etti. Öncekinden çok daha farklı, çok daha şehvetliydi bu hâli.

Üzerimize yağan yağmurun altında, ıslak tenlerimiz birbirine karışırken beraber oluyorduk. Bu anın büyüsü zihnimi ve kalbimi esareti altına alırken kendimi birkaç kez ittirdim ona doğru. Olan oldu, sert vuruşlarının ardından yükseldi sesi "Hazır ol." Hazırdım, çoktan onun için hazırdım. Hızlanan nefesleri, teriyle birlikte bütünleşti bedenimle. İsmimle inledi, ardından "Mavera..." Dedi, sesindeki aitliği hücrelerime kadar hissettim, tüylerim şaha geçerken bıraktı kendini içime. Kuvvetle boşaldı, alt dudağımı ısırarak gözlerimi kapattım. Üzerimdeki etkisi karşı koyulamaz bir zevkin sonucunu bıraktı, onun vücudu, kokusu, öpüşü olmadan varolamayacak gibiydim. İçimden çıktığı gibi kendime hâkim olmayarak yüzüne bakmak istedim. Amacımı anladı ve bana yardımcı olarak kendisine doğru döndürdü. Kalçam sızlarken bunu umursamadım ve kızarmış gözlerine, ardından al olmuş yanaklarına baktım.

Her zaman yaptığım gibi elimi kaldırarak uzattım ona doğru, ıslanmış saçları fazla güzel gözüküyordu. Kafasını eğerek parmaklarımla buluşturdu saçlarını, okşayarak geriye doğru yatırdım tutamlarını. Dudaklarını uzatarak bileğimim içini öptü, "İyi ki varsın, bencilce olacak ama iyi ki Leza'dasın. Meğer ne kadar muhtaçmışım sana." Eğilerek ellerini iki yana açtı ve saçlarımın içinden geçirerek aynı şekilde geriye doğru yatırdı. Çenesinden akan su damlaları dudaklarımın üzerine düştü, nasıl da büyülü bir andı. Baştan sona ona teslim olduğumu hissediyor ve bundan gocunmuyordum. Dudaklarımı yalayarak biriken su damlalarını emdim "Ya ben," dedim titreyen sesimle, "Nasıl da ihtiyacım varmış sana..."

Nerelerdeydin bunca yıl Safir? Kimin okyanusunun derinliklerinde boğuluyordun?

Yanımızda kalan fıskiyedeki sular kesildi, bedenini yanıma doğru bırakarak uzandı boylu boyunca. Kollarımı iki yana açtım, bir elim onun göğsüne değerken diğeri hemen yanımda kalan küçük havuzun içine düştü. Parmaklarımı suyun içinde oynatarak gözlerimi kapattım, öylesine huzurluydum ki bugünü hiç unutmayacaktım. Ne Esved'in bende bıraktığı hasarı ne de Safir'in beni kendine esir almasını, hiçbirini unutmayacaktım. Küçük balıkları parmaklarımın arasında hissettiğimde gıdıklandığım için kıkırdadım hafifçe. Sonra aklıma gelen bir soruyla döndüm ona doğru, "Safir, hani yavru kediler var ya?" Bir kolunu kafasının altına almış, gözlerini kapatarak dinleniyordu. "Hmm," diye bir ses çıktı dudaklarından "Buradaki balıkları yemez mi o kediler?" Derin bir nefes alarak güldü, "Henüz küçük oldukları için doğdukları yeri terk edemiyorlar. En yakın zamanda onlar için bir alan oluşturacağım."

"Hmm," dedim aynı onu taklit ederek, sudaki elimi çıkartarak havaya doğru kaldırdım ve kolumdan süzülen damlaları izledim. "Safir," kendimi tutamayarak tekrar konuştuğumda uykulu bir ses tonuyla "Efendim?" Dedi. Göğsünün üzerindeki parmaklarımla daireler çizmeye başladım pürüzsüz tenine. "Lola nerede?"

"Köşede bir yerde bizi izliyordur." Verdiği umursamaz cevapla birlikte gözlerimi irice açtım "Ne?! Bizi mi izledi?" Küçük bir tavşanın bizi seks yaparken izleme düşüncesi beni son derece rahatsız ederken bir yandan utandığımı da hissettim. "Sonuçta onu ben eğittim, ne bekliyorsun?" Dirseklerimdem yardım alarak kafamı doğrulttum, "Zavallı tavşana neler öğrettin sen? Ah," kafamı olumsuzca sallayarak onun göğsüne koydum ve kollarımı bedenine dolayarak gözlerimi kapattım, "Fazla düşünmeyeceğim."

"Aynen öyle, saatlerce uyumak istiyorum." Mayışmış sesi benimde uykumu getirmişti. Derin bir nefes alarak "Peki," dedim "İyi uykular Safir." Saniyeler sonra saçlarımın arasında hissettim öpücüğünü, "İyi uykular Mavera."

Onun üzerimde bıraktığı etkiyle birlikte gözlerimi kapattım karanlığa doğru...

------
Onları izleyen tavşan Lola, yani ben oluyorum o namussuz kshskshsksjs siz kedicikler olun. Neydi isimleri, Bir, İki ve Üç sjskshsksjsdjd

1 hafta gibi bir süre yoğun olacağım, kendinize iyi bakın canlarım. Döndüğümde bir sürü oy ve yorum ile karşılaşma duası amin. Ayrıca gelecek olan bir kurgum var, çok heyecanlıyım ama önce 1049 aşkım yükselsin diye bekliyorum hüğ. 

Kaç Lola kaç 🏃🏻‍♀️

Continue Reading

You'll Also Like

25.5M 906K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
GURUR | BXB By Lord

Teen Fiction

742K 58.2K 31
Kendini haşarı bir çocuğu adam etmek için harcayan bir adam ve onun başının belası bir çocuk...
2.6M 85.2K 60
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...
8.7K 641 24
Kasabadan bozma, az nüfuslu küçük bir köyde herkes birbirini tanırdı. Mew, köydeki birkaç gençten biriydi. Yardımsever, sıcakkanlı, sosyal kişiliği i...