Free • (Harry Styles)

By holystylesx

86.8K 4.7K 1.7K

She had demons with her. He became hell to find a place for her demons. More

1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
24.Bölüm
26.Bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
36.Bölüm
37.Bölüm
38.Bölüm
39.Bölüm
40.Bölüm
knock knock

25.Bölüm

1.7K 98 60
By holystylesx

Harry, yatağımın kenarında oturmuş pantolonunu giymekle meşgulken iç çekerek dizlerimin üstünde yükseldim ve arkasından kollarımı boynuna doladım.

“Hemen gidiyor musun?” Yüzümü sağ omzuna bastırıp mızıldandım. Kollarının hareketiyle başım hafif hafif sarsılırken kokusunu içime çektim. Gitmesini istemiyordum. Benimle kalsın, film izleyelim, abur cubur yiyelim,  saçma ya da mantıklı ne varsa konuşalım, birbirimizi daha iyi tanıyalım istiyordum.

“Üzgünüm ama önceden söz verdim. Benimle gelebilirsin gerçi. Birkaç arkadaş toplanıp projemizi tamamlayacağız. Biz çalışmayı bitirene kadar takılırsın.” Zarif bir şekilde ayağa kalkıp fermuarını çekti, düğmesini ilikledi. Dizlerimin üstünde otururken, bedeninin yokluğuyla boşta kalan ellerimi önümde birleştirdim ve dudaklarımı büzdüm.

“Bilmem ki.” Kafamın içi bin bir türlü düşünceyle kaynarken kendimden emin olmayan bir sesle konuştum. Arkadaşlarıyla bu kadar çabuk tanışmam garip kaçar mıydı? Daha doğrusu, biz neydik ki arkadaşlarıyla tanışıyordum?

“Israr etmiyorum ama teklifim hala geçerli.” Başını hafifçe öne eğerek dağınık saçlarını iki eliyle karıştırdıktan sonra geriye attı. “İyi çocuklardır.”

Beraber bu kadar fazla zaman geçirmemiz normal miydi ya da aramızdaki ilişki için sağlıklı mıydı bilmiyordum ve teklifine balıklama atlamama engel olan tek şey de buydu. Sabahtan beri yatağımdaydı. Şimdi de hava kararmaya yüz tutmuşken beni evine çağırıyordu. Evine gitmem demek geceyi orada geçireceğim anlamına gelmez miydi? İstemediğimden değildi ama tereddütlerim vardı.

“Teşekkürler ama sanırım böylesi daha iyi.” Öne doğru eğilip yatak örtüsünü didiklemeye başladım. Gerçekten istiyordum ama sanırım bu sefer de bir olay çıkmadan tadında bırakmalıydım.

“O da ne demek?” Omuzlarımı silkip yataktan kalktım ve çıkardığım yerde boylu boyunca uzanan kotuma eğilip cebinden telefonumu buldum. Jayden’dan bir cevapsız arama, bir de mesaj vardı. Sessizde bırakmam akıllıca olmuştu. “Güzel zaman geçirdik. Yarın da görüşeceğiz zaten.” Mesajı sonra bakmak üzere görmezden gelerek ondan ayrılmak beni pek de etkilemiyormuş gibi gülümsedim.

“Sen bilirsin. Ama yine de evimi biliyorsun. Eğer is-“

“İstersem gelirim, tamam.” Gülerek cümlesini tamamladım ve o odamdan çıkıp aşağıya inerken sessiz adımlarla onu takip ettim.

“Güzel gündü. Teşekkür ederim, kahvaltı için, film için ve bir de şey için tabi.” Kapının önüne geldiğimizde sırıtarak ensesini sıvazladı ve gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırarak onu izledim. Her geçen gün, beraber olduğumuz her dakika ona daha fazla tutuluyordum.

“Ne demek, her zaman.” Sırıtışı daha da genişlerken bilinçsiz bir şekilde ellerimi dövmeli pazusuna dolayıp hafif hafif sıkmaya başladım. Ben gözlerimi parmaklarımın ucundaki gemiden ayıramazken yoğun bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. “Seninle birlikteyken her şey çok daha güzel, çok daha kolay. Sanırım asıl ben sana teşekkür etmeliyim. Ben-“

Sözümü bitirmeme fırsat bırakmadan belimden kavrayıp beni kendisine bastırdı ve sertçe öpüp geri çekildi.  Sersemlemiş bir şekilde nefesimi toparlarken gülümsedim ve ellerimi yanaklarıma bastırdım. Tanrım, bu kadar heyecanlanmamalıyım. Sırf beni öptü diye bu kadar mutlu olmamalıydım. Sırf gittiği için böyle üzülüp, içimde kocaman bir boşluk hissetmemeliydim.

“Görüşürüz.” Alnıma son bir öpücük bıraktı ve çıktı.

“Hemen gidiyor mu?” Arkamdan Julia’nın cılız sesini duyduğumda irkilerek döndüm. Elinde çamaşır sepetiyle dikildiğini gördüğümde yorgun bir şekilde gülümsedim

“Arkadaşlarıyla buluşması gerekiyormuş.” Birkaç adımda yanına varıp sepetin bir ucundan tuttum ve bodruma inen merdivenlere kadar geri geri yürüdüm. Beni izlediğinin farkındaydım.

“Eee.”

“Ne eee’si?”

“Voah, gitti diye amma huysuzlaşmışız?” Rutubet kokan bodrumun ışığını açıp çamaşır makinesinin fişini taktım ve çömelip kirli giysileri içine tıkmaya başladım.

Son parça çamaşırı da koyduktan sonra biraz deterjan ekledim ve tek elimi belime koyup Julia’ya döndüm. “Sürekli onunla olmak istemem çok mu yanlış?” Sonunda dayanamayarak ciyakladığımda Julia güldü ve kafasını salladı.

“İkinizin durumunda yanlış olan tek şey bir sevgilinin olması. Bilirsin, ben hissi davranırım. Böyle şeyleri Shelby’ye sormalısın.” Bir daha siksen Shelby’yle Harry hakkında konuşmazdım ama yine de Julia’ya bir şey çaktırmadan kafamı salladım.

Makineyle işimizi bitirip çalıştırdığımızda boş sepeti alıp yukarı çıktık ve salondaki kocaman krem renkli kanepemize yerleştik. Julia ikindi haberleri için kanalları dolaşırken kafamı çevirdim. Filmlerdeki depresif kızlar gibi pencereden sokağı izlerken Onu düşünmekten kendimi alamıyordum. Sesi, kokusu, gülüşü, her şeyi sürekli aklımdaydı ve bu yüzden kendimi takıntılı gibi hissediyordum.

“Hey, sana soruyorum?” Shelby’nin sesiyle daldığım mini transtan çıkarak kafamı onlardan tarafa çevirdim. “Harry diyorum, gitti mi?” Gereksiz bulduğum sorusu karşısında öfkemi muhafaza etmeyi umarak derin bir nefes aldım.

“Kendisini görebiliyor musun?” Sesimin sertleşmesine engel olamıyordum.

“Sadece sordum?”

“Cevabını bildiğin soruları neden soruyorsun ki Shel? Hem Harry’nin gidip gitmediğinden sana ne?” Sabahtan beri içimde tuttuğum gerginliği ortaya dökerken rahatladığımı hissediyordum. Olayları kendi kafamda kurgulamaktansa sorunu konuşarak çözmeyi denemeli değil miydim?

“Sakin olur musun? İsa aşkına yine kavga falan mı ettiniz?”

“Hayır. Kavga falan etmedik. Neden aklına gelen ilk ihtimal bu oldu ki?” Giderek yükselen sesim karşısında Julia bir şeyler söylemeye niyetlendiyse de Shelby’nin en az benimki kadar sert tavrı karşısında sustu.

“Bilmem? Sence? Tanrım, o adama nasıl davranman gerektiğini cidden bilmiyorsun sen.” Suratıma sert bir cisimle vurulmuşçasına irkilirken Julia’nın gürültüyle nefesini tuttuğunu duydum. Her ne kadar onun için üzülsem de ikimizin tartışmasına alışkın olduğunu biliyordum.

“O da ne demek öyle Shelby?” Adeta ciyaklayarak kendimi kontrol edemeden ayağa kalktım. Ne demek istediğini bilmek istiyordum.

“Bunu kibar bir şekilde nasıl söyleyebilirim bilmiyorum, kalbini kırmak da istemem ama-“

“Lafı uzatma. Ne demeye çalışıyorsun?” Bu kız benim kavga çıkarmaktan tutuklandığımı unutmuş olabilir miydi?

“Harry çekici bir adam ve sen onun yanında… Bilmiyorum Sarah, adamın yanında kot pantolon kazakla dolaşıyorsun. Saçın, makyajın....”

“Bekle. Bekle bekle bekle.” Ellerimi, sinirden patlayacak gibi hissettiren şakaklarıma bastırıp sesini kesene kadar durmasını tekrarladım. Böyle düşündüğüne inanamıyordum.

“Bu mu? Bir erkeğe layık olmam için yapmam gereken açık saçık giyinip kendimi süslemem mi? Süper mini bir etekle dolaşırsam Harry’nin beni beğeneceğini ya da aramızdaki sorunların çözüleceğini mi düşünüyorsun? Size anlattıklarım dışında onun hakkına ne biliyorsun ki Shelby?” Tüm öfkemi bir nefeste sustuğumda Julia hala bir şeyler demeye çalışıyordu ama anın ateşiyle tek duyabildiğim kulağımda atan nabzım ve Shelby’nin sesiydi.

“Öyle demek istemediğimi biliyorsun Sarah.”

“Sabah yaptığını bana açıklayabilecek misin sence? Benim erkeğime öyle dokunmanın nedeni neydi?” Geri çekilme taktiğine fırsat vermeden üsteledim. Zaten yeterince boka batmıştım, araya bunu da sıkıştıracaktım.

“Tanrı aşkına o senin erkeğin falan değil.” Burnundan nefes vererek konuşmaya başladığında ben de kendiminkini tutup biricik dostumun nasıl bu hale gelebildiğini düşündüm. Evet, Harry insanlar üzerinde inanılmaz bir etkiye sahipti ama hadi ama, bu kadarı normal miydi? “Zaten bir sevgilin var Sarah. Zaten bir adama aitken başkasını senin ilan edemezsin. En başta bunu şirin bulmuştum ama doğrusunu söylemek gerekirse şu an sinirimi bozuyorsun.”

“SUSUN!”

Yüksek perdeden kopan çığlığın kaynağına baktığımda gözleri yaşlarla dolu bir Julia’yla karşılaştım. Nasıl olup da bir anda bu hale geldiğimizi anlamıyordum. Dikkatimi tuhaf bir neşeyle konuşan haber spikerine odaklamaya çalışıp sakinleşebilmeyi umdum.

“Ne yaptığınızın farkında mısınız siz?!” Julia, ikimizi de susturabilmenin getirdiği özgüvenle konuşmaya devam etti. “Bir erkek için birbirinizi yiyorsunuz! Shelby, Sarah’nın nasıl giyinip nasıl davrandığının bizi ilgilendirdiğini sanmıyorum.” Derin bir nefes aldı ve bana dönüp buz gibi bir sesle devam etti. “Sen Sarah. O adamı buraya getirmeseydin böyle bir kavga asla yaşanmayacaktı.”

Şimdi de hayretler içindeydim.

“Saçmalıyorsun. İkiniz de saçmalıyorsunuz. Julia, sorunun benim Harry’yle tanışmam olduğunu mu düşünüyorsun gerçekten?” Julia kumandayı eline alıp televizyonu kapattı. Cevap vermiyordu. Neden cevap vermiyordu? “Çocuklar gibisiniz!” Komşuların duyacak olmasını umursamadan avazım çıktığı kadar bağırdım ve gürültülü adımlarla merdivenleri çıkıp odama vardım. Hava almam gerekiyordu. Buradan çıkmam gerekiyordu.

Yerde duran kotumu giyindim ve kapının arkasından bir ceket kapıp masamın üstündeki kavanozdan bir avuç para aldım. Telefonumu, anahtarlarımı ve metro kartımı bulabildiğim ceplere tıkıp geldiğim hızla aşağı indim.

“Nereye gidiyorsun?” Ayakkabılıktan düz siyah Converse’lerimi seçip bağcıklarla uğraşmaya girişirken Julia’nın sorusunu görmezden geldim ve kapıyı sertçe çarpıp kendimi sokağa attım. Kendimi hava alma bahanesine inandırmaya çalışsam da kimi kandırıyordum ki? Eninde sonunda varacağım yer Harry’nin yanı olacaktı.

Ana caddeye çıkana kadar sokakta sersem sersem yürürken Jayden’ın mesajını hatırlayıp telefonumu cebimden çıkardım. Bu akşam şehir dışına çıkması gerektiğine dair bir şeyler zırvalayan mesajını keyifle okuyup cevap vermeden cihazı cebime geri yerleştirdim. Şehir dışına, ülke dışına çıkması ya da siktiğimin gezegenini terk etmesi umurumda değildi. Sevincimin de tek sebebi bu akşam uğraşacaklarımın listesinin bir madde azalmış olmasıydı.

Harry’nin Camden Town’daki evine gitmem bu hızımla en az iki saati alırdı ama bu işime de geliyordu. Birbirimizden ayrılalı yine çok zaman olmamıştı ve ne kadar oyalanırsam o kadar iyi olurdu. Bir sorun olduğunu düşünüp bana kızlarla olan tartışmayı anlattırmasındansa sokaklarda boş boş vakit geçirip ziyaretimi normalleştirmeyi tercih ediyordum.

Bu yüzden, otuz saniye farkla otobüsü kaçırdığımda aracın peşinden koşmadım. Yaklaşan trenin sesini duyduğumda yürüyen merdivenleri daha hızlı inmeye çalışmadım. Meydanın bir köşesindeki kalabalığı görmezden gelmek yerine gidip şarkı söyleyen sokak müzisyenlerini dinledim. Camden Pazarının girişinde bir fotoğrafları olmasını isteyen meraklı turistlerin fotoğraflarını çektim. Daha Harry’nin evine varmadan sinirimi unutmuştum. Camden’ın havası beni bir şekilde sakinleştirmişti.

Tembel adımlarla ana caddeden Harry ve Niall’ın oturduğu sokağa saptığımda derin bir nefes aldım ve adımlarımı sıklaştırdım. İçim birazdan ona kavuşacak olmanın heyecanıyla kıpır kıpır ederken adeta sekerek kapılarına varıp zili çalmadan önce bir süre tereddütle bekledim. En son bunu yaptığımda Harry’yi gördüğüm hali kafamdan atmaya çalışarak parmağımı zile dokundurdum.

“Hey.” Kapıyı Niall ya da tercihen Harry’nin açmasını beklerken karşıma çıkan turuncu saçlı adam karşısında afalladım ve birkaç saniyeliğine yanlış eve geldiğimi düşünerek etrafıma göz gezdirdim.

“Hey, ben Sarah. Harry’nin bir arkadaşıyım.” Turuncu adam beni bir süre inceledi ve kafasını çevirip içeri seslendi.

“Harry!” Uzaklardan Harry’nin içimi eriten sesi duyulduğunda sevinçten viyaklayıp kendimi rezil etmemek için bayağı bir uğraşmam gerekti.

“Hatunun biri seni soruyor!” Beni tanımlamak için kullandığı sözcük garibime gitse de sabırla Harry’nin kapıya gelmesini bekledim.

“Hey, Sarah! Gerçekten geldin.” Salak gibi gülümseyerek turuncu kafanın önüne geçti ve dövmeli kolunu omzuma dolayarak beni içeri yönlendirdi. Kelimeler dudaklarından biraz yuvarlanarak dökülse de endişelenmemi gerektirecek bir durum yok gibi gözüküyordu.

“Ed, bu Sarah. Sarah bu Ed.” Adının Ed olduğunu öğrendiğim genç adam hafifçe tebessüm edip kafasını sallayarak beni selamladı ve Harry’nin önünden salona geçti. Fazlaca sarhoş ve pespembe gözükmesine rağmen şirin birine benziyordu.

“Gelmen beni gerçekten çok mutlu etti.” Saf bir neşeyle omzumdaki elini belime indirerek konuştu ve ben de iki kolumu yandan gövdesine dolayarak onunla yürüdüm. Adımlarımızın arasındaki uzunluk farkı ve çakırkeyifliği yüzünden yalpalayarak da olsa salona, arkadaşlarının yanına vardık.

“Millet.” Harry oraya buraya yayılmış arkadaşlarına seslendiğinde hepsi kafasını kaldırıp ikimize baktı. Sınıfa geç kalmış bir çocuk gibi utanç içinde gözlerimi hemen karşımdaki Niall’a diktim. İçlerinde bir tek onu tanıyordum ve sadece ona bakarken kendimi rahat hissediyordum. Ölesiye gergindim.

“Bu Sarah. Çok değer verdiğim bir arkadaşım.” Harry bedenimi kendisininkine daha da sıkı bastırarak konuştu. “Sarah, Niall’ı zaten tanıyorsun. Bu Liam.” Masanın üstüne eğilmiş bir şeyler çizmekle meşgul adamı gösterdi. “Bu Louis.” Tek bacağını Liam’ın uğraştığı kağıtların hemen yanına uzatmış bir şekilde sandalyede kaykılan dağınık saçlı, masmavi gözlerini bana dikip gülümsedi. “Şurada uyuklayan Zayn. Bu da Ed işte.”

Odadaki herkesi teker teker tanıttıktan sonra bana döndü ve gamzelerini göstererek gülümsedi.

“Liam’la ben çizimlerimizi bitirmek üzereydik. Bize biraz izin verir misin?” Tatlı tatlı konuştuğunda kafamı salladım. Ona hayır demek zaten imkansızdı, bir de üstüne sinir bozucu neşesi eklenince iyice dayanılmaz oluyordu.

“Tabi, ben tam olarak…” Gözlerimi, daha önceki hallerine göre dağınık gözüken oturma odasında gezdirip bakışlarımı televizyon koltuğunda sabitledim. “Şurada oturup işinizi bitirmenizi beklerim.”

Harry kafasını sallayıp Liam ve Louis’nin yanına dönünce kendimi koltuğa yanlamasına attım. Başımı kol koyma yerine koyup diğer taraftan bacaklarımı sarkıtırken hülyalı bakışlarla Harry’yi izledim. Masanın üstüne eğildiğinde gerilen sırt kaslarını, siyah skinny kotun mükemmel bir şekilde sardığı düzgün bacaklarını, çizim yapan uzun parmaklarını, yüzünün önüne düşen birkaç bukleyi, konsantre olduğunda çatılan kaşlarını ve kalp şeklindeki dudaklarının arasından hafifçe dışarı çıkan dilini inceledim.

Kimi kandırıyordum? Yeni tanıştığımızdan, bu tür şeyler için çok erken olduğuna kendimi ikna etmeye çalışsam da derinlerde bir yerlerde hislerimin farkındaydım.  Kimse kalbimin bu kadar hızlı atmasına neden olmuyordu. Kimseyi onun kadar özlemiyor, istemiyordum. Kimsenin sesinden, kokusundan onunkinden etkilendiğim kadar etkilenmiyordum. Kimse beni onun kadar mutlu edemiyordu.

Her ne kadar kıvırmaya çalışsam da gerçek gün gibi ortadaydı. Harry’yi seviyordum ve bu vakitten sonra bu konuda yapabileceğim hiçbir şey yoktu. 

--

Valla nasıl buraya geldi anlamadım.

Continue Reading

You'll Also Like

20.5K 2.1K 11
Kim Taehyung öğrencisine fazla mı ayrıcalık tanıyordu? Daha ona sınav cevaplarını verdiği kısma gelmedik. Yaş farkı !
23.2K 1K 34
Bu kitap Yabani dizisinin 28. bölümünden sonra ASLAZ cephesinde yaşanan olayları konu aldığım bir kitaptır. Görmek istediğimiz fakat tüm beklentileri...
12.1M 586K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
215K 8.8K 38
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!