" Ah şu cahil köylüler..." dedi bıkkın bir tavırla devasa odanın içinde volta atarken.

Bakışlarımı ondan ayırıp hücrede takılı zincirlerin kanattığı ayak bileklerime çevirdim.
Prens Ottah odanın ucundaki aydınlık terasın önüne seğirtirken hızlıca ne kadar dayanabileceğimi hesaplamaya çalışıyordum. Çıplak ayaklar sorun yaratabilirdi ama kahrolası sivri taşlar yüzünden cayacak değildim.
Keten pantolonumu iki elimde kavrayıp küçük bir kumaş parçasını yırtarak kan sızan açık yaralarıma bastırırken birden odanın içindeki ölüm sessizliğini fark ettim.

Bakışlarım hızla yukarıya kayarken Prens Ottah'ın çıplak ayak bileklerime ve açıkta kalan cılız görünüşlü ama bir çita gibi hızla koşmamı sağlayan bacaklarıma diktiği gözleriyle karşılaştım. Ona okkalı bir laf yapıştırmak üzereydim ki gözlerindeki bakışın acı çekmemden ya da yaralanmamdan duyulan haz olmadığını fark ettim.

Prens Ottah'ın bakışlarından açıkça taşan şey şehvetti.
Hassiktir.

" Ulu Tanrım ! Kuşunun ölü olduğunu tahmin etmeliydim !" dedim açık kalan ağzımdan çıkan sözcüklere engel olamayarak.

Prens Ottah aniden ateş gibi yanarak kızaran ve morarmaya başlayan yüzüyle elindeki şarap kadehini boğazından yükselen hırıltılı bir öfkeyle taş zemine fırlattı. Anlaşılan az önceki sükunet buraya kadardı.
Kadeh parçalanarak dört bir yana savrulurken ona hala kocaman açılmış gözlerimle bakıyordum.
Karşımdaki piç kurusundan her şey olmasını bekleyebilirdim. Ama bu... Tanrı aşkına !

" Sakın bana acıyan gözlerle bakmaya çalışma piç ! Derini yüzerim. Derini diri diri yüzerim!"

Prens gazabının önüne geçemeyerek yakınındaki masayı yerle bir ederken kükrercesine odayı arşınlıyor ve gittiği her yeri alaşağı ediyordu.

Evet, hala Ottah piçini öldürmek istiyordum ama içim ona karşı garip bir acımayla doluyordu. Kralın piçi olmanın dışında bir varisken erkeklere ilgi duymak kesinlikle kaldırılması zor bir yük olmalıydı.
Piç kurusunun yumuşak karnını bulduğuma sevinerek o açık , derin yaranın üzerine gitmeye ve ateşi daha da körüklemeye başladım. Kendimin ne olduğunu bir süre unutmaya karar verdim.
Çünkü kontrolünü kaybederse saldırganlaşırdı.

Duygularına yenik düşen biri dikkatsiz davranırdı ve aklındaki plan her neyse bunun o planı sabote etmesini planlıyordum.

" Senin için oldukça zor oldu değil mi ?" dedim alaycı bir tonla onun bir sandalyeyi yerle bir edişini izlerken. Hadi ama onun gibi biri olunca zayıf noktalarını tahmin etmek hiç zor olmuyordu.

" Herkes seni kralın piçi olmakla yargılarken senin baş etmen gereken çok daha büyük sorunların varmış."

Ellerimi gererek zincirleri bileklerimden çıkartmaya çalışırken gayet doğal bir tonla " Komşu kadınları senden kızlarını değil meğerse oğullarını korumalıymış." Diye iç çektim.

Sözlerim prensin camdan bir kadehi üzerime fırlatmasıyla son buldu.
Kadehten eğilerek saklanırken duvara çarparak parçalanan cam parçaları dört bir yana dağıldı.
Harika.

Prensin odayı kırıp geçiren görüntüsüne buz gibi sükunetle bakarken bu yaptığımın iğrenç bir şey olduğunu biliyordum ama ne derler bilirsiniz ; savaşta her yol mubahtır.

Öfkesinin kontrolünde koca odayı talan eden Prens Ottah nefes nefese parçalamak için kaldırdığı oymalı vazoyu sıkıca kavrayıp bir süre elinde tuttu. Ardından vazoyu yavaşça yerine bırakıp, ondan beklediğimin aksine yavaş ve kararlı bir tavırla üzerime doğru yürümeye başladı .

Cehennem SavaşlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin