21. Bölüm

2.5K 216 23
                                    

Yazar: Özge Meral

Tan ağarırken kılıçlarınızı kuşanın ey askerler,
Savaşa gidiyoruz.
Kana ve ölüme gidiyoruz.

Hücre soğuktu.
Taş duvarların ardından içeriye sızan sesler neden burada olduğumuzu her dakika hatırlatırcasına yoğun ve boğuktu.
Havada kaybettiklerimiz ve kaybedeceklerimize duyulan yasın derin sessizliği yükseliyordu.
Bakışlarım kestane kahvesi gözlerini düşünceler içinde hücrenin karanlık duvarına çeviren Sehun'a kaydı.

Sehun bakışlarımı fark etmiş olacak ki daldığı düşüncelerden sıyrılıp bana doğru döndü.
Sehun çıkık elmacık kemikleri, keskin hatları, erkeksi bedeni ve herkesin baktığında allak bullak olduğu kahverengi gözleriyle cennetten düşmüş günahkar bir melek gibi görünüyordu.

Yıpranmış zırhının ve parlak kahverengi perçemlerinin çevrelediği yüzüyle hayatımda gördüğüm en güzel şeydi.

Ona bakmak, tek bir kelime dahi etmeden sadece ona bakmak için bile ömrümü feda edebilirdim.

Sehun derin bakışlarıma beni benden alacak küçük bir tebessümle karşılık verdi.

Onu seviyordum. Bana baktığında gözlerinin yumuşayarak sıcacık bir kül bulutuna dönüşmesini seviyordum.

Tebessümünü, öfkesini, şehvetini seviyordum. Ona dair, onunla ilgili olan her şeyi seviyordum.
Bu aşk değil de neydi ?

Bir hücre dolusu gladyatörle bir arada olmasak ona sarılır ve dudaklarında kaybederdim kendimi. Sehun isteğimi fark etmiş olacak ki ışıldayan bakışlarını dudaklarımda gezdirdi.

Öptüm onu.
Dudaklarımı dudaklarında kaybettim.
Sarıldım ona.
Kokusunu kokumla birleştirdim.
Ellerim bedeninde gözlerim gözlerinde gezindi.
Gittiği için, ayrıldığımız için, ondan uzak kaldığım her an için haykırdım yüzüne. Gitmediğim için, sözünü dinlemediğim için döktü içindekileri oda.

Hayır , konuşmuyorduk. Oturduğumuz yerden birbirimize doğru tek bir adım , tek bir hareket yapmıyorduk.
Bedenlerimizin yapamadığını, dilimiz söyleyemediğini gözlerimiz söylüyordu.
O kısacık birkaç dakika da bir ömür, bir hayat gizliydi.

Hücrenin paslı kapısının gürültüsüyle başlarımız kapıya dönerken gıdığı zırhının ve askeri üniformasının üzerine düşen bir asker demir kapının önündeki devasa tahta geçidi hırıltılı nefesler eşliğinde kenara çekti. Şimdi taş koridordaki meşalelerden sızan ışık hücrenin dört bir yanına dağılarak, gladyatörlerin yüzlerini aydınlatıyordu.

Kraliyetin işaretini taşıyan bir düzine asker hücrenin önüne gelirken, liderleri olduğunu düşündüğüm kızıl sakallı parlak zırhlı bir asker kasılarak kınındaki kılıcıyla oynadı.

" Şunların haline bakın." Dedi arkasındaki askerlere seslenerek.

Kir içindeki zırhlarımız ve yer yer kana bulanan bedenlerimizle savaştan çıkmış askerler gibiydik. Oysa asıl savaş birazdan başlayacaktı.

" Siktirip gidin !" diye kükredi hücreye yakın oturan esmer bir gladyatör.

İsmini hatırlayamıyordum ama kılıcını ustalıkla kullanan elleri zihnime kazınmıştı.

" Artık sizin laflarınız bize işlemez. Birazdan kimin siktirip gideceğini göreceğiz koca köpek!"

Kızıl sakallı asker söylediklerinden oldukça memnun bir şekilde gülerek koridorun ucundaki görevliye başıyla bir hareket yaptı. Asker onu başını bir kez öne eğerek cevapladığında kahkahası bir oktav daha yükseldi.

Cehennem SavaşlarıWhere stories live. Discover now