18. Bölüm M

4.1K 262 73
                                    

Yazar: Özge Meral

Not: Okuyan kişisi çok ama vote ve yorum neden çok az :(

"Sen benimdin, rüyanın görkemiyle doldum. Ben rüyada sultandım ,uyanınca hiç oldum."


Hava soğuktu.
Yaklaşan sonu ve savaşı hissetmişçesine buz gibi ve keskindi. İçine sığındığımız küçük mağara kraliyet askerlerini ve kraliyeti gözetlememize imkan sağlarken, bizi , havayı delicesine döven rüzgardan bir nebzede olsa koruyordu.
Sehun keskin bakışlarıyla mağaranın ağzından önümüzdeki araziye bir kez daha baktı.

" O piçin askerleri bu kadar olur işte." Dedi bakışlarıyla içki içen askerleri ve kahkaha atan çakır keyif hallerini işaret ederek.

Cevap vermek yerine donmaya yüz tutmuş ayaklarımı postallarımın içinde büzerek kalın peştamalımın içine daha çok büründüm.

Sehun, sanki güneş her yeri ısıtıyormuşçasına rahat bir tavırla yalnızca zırhının altındaki keten gömleğiyle çaprazıma oturup uzun bacaklarını öne uzattı. Eğer dişlerimin takırdamayacağını bilsem muhtemelen küfür ederdim.

" O koca inadın bir gün sonun olacak." Dedi bir dizini kırp kolunu dizine dayarken.

Kulağının arkasına sıkıştırdığı saçlarının arasından kurtulan birkaç kahverengi tutamın ardından bana bakan gözlerinin kahvesi öylesine parlak, öylesine baştan çıkarıcıydı ki bakışlarımı yeniden postallarıma indirdim.

"B-benimle...ko-konuşma !"

Takırdayan dişlerime ve soğuktan iki buz parçası gibi salınan dudaklarıma lanet ettim.
Çatık kaşlarıyla çevik bir hareketle ayaklanıp mağaranın girişine yöneldi. Duyabildiğim kadarıyla az önce atılan şen kahkahalar yarı yarıya azalmıştı.

" Çoğu sızmış. O piç kurusu en azından kraliyeti koruyan askerleri düzgün seçebilirdi."

Heybetli cüssesiyle bana doğru dönüp kalın peştamalların altında titreyen bedenime çatık kaşlarla baktı. Tek bir hareketle gövdesini saran zırhı çıkartıp yere bırakırken onu şaşkınlıkla izliyordum. Ardından tek bir kelime dahi etmeden üzerime doğru gelmeye başladı.

Sehun yanıma oturup sırtını mağaranın duvarına yaslarken titreyen küçük bedenimi güçlü bir kavrayışla kucağına çekti.

"N-ne yapıyor-sun?" dedim zangırdayan dişlerimin arasından şaşkınlıkla.

Sehun kaslı, bir ağaç gövdesi kadar sert ve sarsılmaz kollarıyla bedenimi kucaklayarak göğsüne bastırdı.
Ulu Tanrım !
Öylesine sıcaktı ki itiraz etmek şöyle dursun ona daha çok sokulmak dışında hiçbir şey düşünemiyordum. Buz tutmuş yüzümü boynunun o egzotik kokularla süslü sert yüzeyine gömüp ellerimi gömleğinden içeri sokup yanan bedenine bastırdım.

Bedenim soğukla öylesine titriyor, Sehun'un sıcaklığı buz tutan bedenimi cazibesiyle öylesine baştan çıkarıyordu ki Sehun'un sıkıca bedenime dolanan ve hafifçe sallayan kollarını fark edemiyordum bile.
Bedenimdeki buzlar teker teker çözülürken zihnim berraklaşmaya ve nerede ne yaptığımı yeniden kavramaya başladı.

Sehun'un kucağında, kollarının arasındaydım. Sehun'da ısınıp kendime geldiğimi fark etmiş olacak ki kasılan bedeniyle kollarından çıkacağım, onu bırakacağım anı bekliyordu.

Ama gitmedim.
Gidemedim.

Yüzümü kaldırdığım boynuna yeniden gömüp dudaklarımı taptığım, özlemle kavrulduğum tenine dayadım.

"Luhan!" diye inledi Sehun bedenimi sıkıca kavrarken.

Savaşın orta yerindeydik.
Turnuva ya da demir kapıların ardındaki karanlık bizi yok edecekti.
Kaçamazdık.
Savaşmak ve ölmek dışında hiçbir şansımız yoktu.
Hayatı erteleyemezdik.
Bizim için geçirilen her dakika sona daha çok yaklaşmamızı sağlıyordu.

Cehennem SavaşlarıDonde viven las historias. Descúbrelo ahora