3-Can

5.6K 468 96
                                    

Alışveriş.. Belki de hayatım boyunca bir elin parmakları kadar gerçekleştirmemiştim bu eylemi.. Ellerimi askılarda gezdirirken bile gözlerim doluyordu..

Ben eşofman isterdim, babam ağlardı, ayakkabı isterdim, babam yine ağlardı. Ben ne istersem isteyeyim babam aynı günün gecesinde başıma gelip bilerek açtığım yorganımı üzerime çekerken ağlamaklı bir sesle özür diler gibi 'iyi geceler' derdi bana.

Şimdiyse hepsi önümdeydi ama babam yoktu.. Barış, bir ruh gibi dolanıp duran bedenimi takip ederken sıkılmış olmalıydı. Ama ağzını açıp tek kelime etmemişti. Sonunda dayanamayarak kolumu tutup beni kendisine çevirdi.

"Lütfen ağlama artık." dedi mutsuzlukla. Gerçekten de üzülmüş görünüyordu.

"Buradan gitmek istiyorum." dedim yalvarır gibi. Nefesim daralıyordu sanki..

"Öyleyse gidiyoruz." dedi bileğimi kavrayıp beni dışarı çekiştirirken. Üç gramlık vücudum onun gücüyle oradan oraya savruluyordu.

"Barış!" dedim onu durdurmak için.

"Karnın acıktı mı? Bir şeyler yiyelim." dedi yavaşlayıp.

"Sofradan kalkıp geldik ya zaten?"

"İyi ama hiçbir şey yemedin ki."

"Ben.. Bu kadar yemeye pek alışkın değilim.." dedim utana sıkıla. O masada gördüklerimle bir ay boyunca idare edebilirdim. Hatta belki çok daha uzun bir süre..

"Alışsan iyi edersin. Ben yemek yemeyi çok severim." dedi ama sesi sona doğru azalmıştı.

"Yemeklerini bana yaptırmayacaksın herhalde?" dedim şaşkınlıkla.

"Yok.. Yani beraber yeriz diye dedim. Komşuyuz sonuçta artık, ikimizde yalnızız ayrı ayrı yemek masrafı olmasın ikimize de. Ben ustanın mekânda yiyorum genelde ama ev yemeğinin yeri ayrı, bilirsin.. Hamburger mi yesek biz şimdi?" dedi sıkıntıyla nefes alıp.

"Sen iyi misin?"

"Sıcak oldu biraz."

"Hava eksi bin beş yüz derece Barış."

"Soğuk.."

"Soğuk.."

Bir şeyler yiyip yarım kalan alışverişimize devam ettik. Bir mont, bir pantolon, üç dört kazak ve bir botla günü sonlandırdığımızda Nevzat Usta'nın verdiği tüm para hâlâ cebimdeydi. Barış bir türlü izin vermemişti ödeme yapmama.. Dönüş yolunda içtiğimiz çay dışında her şeyi kendisi ödemişti.

Eve geldiğimizde elimizdeki poşetleri onun evine bırakıp karşı daireye geçtik. Küçücük bir evdi burası.. Barış'ın evi gibi güzel kokmuyordu, üstelik bomboş olmasına rağmen onunki kadar da düzenli görünmüyordu. Mutfaktaki birkaç tabak ve bardak, bir masa ve bir sandalye dışında hiç eşya da yoktu.. Kutu kadar iki odası ve onlardan biraz büyük bir salonu vardı. Tıpkı bizim küle dönen yuvamız gibi.. Ama bizim yuvamız bir saraydı benim gözümde, içinde ailem olsundu da; varsın tek göz oda olsundu.. Gıkım çıkmazdı..

Barış yine ağlayacağımı anlamış olacak ki neşeli bir sesle konuşmaya başladı.

"Sen üzerini değiştirip restorana geç. Benim birkaç ufak işim var, hemen geleceğim."

"Aslında evi temizlesem biraz, iyi olur."

"Restorana geç Melisa, evi sonra hallederiz."

"Ama-"

"Hadi.." Uzattığı anahtarları alıp onun evine geçtim ve üzerimi değiştirdim. Daha bu sabah 'burası sizin semte benzemez, bensiz çıkman doğru değil' demiyor muydu bu adam? Şimdi neden bir başıma gönderiyordu ki beni?

Katre ve KorWhere stories live. Discover now