Zaten o sırada bir kez daha beni yukarı çekmişti inatçı eller. Bir şekilde ayağa kalkmamı sağlamışlar, bununla da yetinmeyip eve doğru sürüklemişlerdi. Sağımdan solumdan akan kaos çok daha belirgindi artık. Babamın adamları sokağı yeni bir saldırıya karşı çevrelemişler, siyah lekeler gibi her bir köşeye yayılmışlardı. Birkaçı evin önünde yanan arabayı söndürmeye çalışıyor, diğerleri evinden çıkmaya cesaret etmiş meraklı site sakinlerini kovalıyordu.

Fişek gibi geçtik aralarından. İkinci kez arkama bakmama bile müsaade etmeden bahçeye sokmuştu adamlar beni. Babam yarı yolda, annemse evin kapısının önünde bekliyordu gelişimi. İkisinin de bir şeyler söylediğine emindim, bana, yanımdaki adamlara, birbirlerine... ama hala tam anlamıyla geri gelmemişti işitme duyum. Sadece yaşamsal fonksiyonların çalışmasına izin veren beynim acıya dayanmam için özellikle kapatmıştı algılarımı belki de. Aldığım yaralardan çok daha büyük bir ateş kavuruyordu organlarımı.

Beren... gitmişti.

"Bırakın!" diye bağırdım kendimi adamların elinden kurtarmak için çırpınarak. Uğultuyu delip bozuk bir televizyonun cızırtıları gibi ulaşmıştı kendi sesim kulağıma. Gücüm yavaş da olsa geri geliyordu. "Bırakın!" dedim yeni bir çabayla. Gitmeliydim, onu bulmalı, Demir'i yakalamalı, Beren'i...

"Caner!"

Duymayı başardığım ikinci ses babamındı. Yüzü tam karşımdaydı şimdi. Henüz düşmüş, alev alev yanan bir meteor gibiydi önümde, gözlerinde hala kıvılcımlar vardı. Suratımı güçlü elleri arasına aldığında dünyayı bizimle birlikte ortadan ikiye bölecek gibi duruyordu.

"Dur!" diye emretti. "Otur şuraya, yarana bakacaklar!"

Baba... demek istedim. Anlamıyorsun... Anlamıyordu. Şu ana kadar hiçbir şey anlatmamıştım ki ona neden koşmam gerektiğini bilsin. Neden bekleyemeyeceğimi, neden geçen her saniyenin ölüm demek olduğunu... Ama hasarlı bedenim ona ve adamlarına direnemeyecek kadar bitik haldeydi. Bir kez daha sürükleniyordum şimdi evin içinde. Salona vardığımızda koltuğa bırakmıştı korumalar beni. Annem yanı başımdaydı iki adım sonra. Elleri yüzümde, gözleri sırılsıklam.

"Oğlum... Osman..."

Bir mucize yaratmasını bekler gibi kocasına baksa da çoktan bize arkasını dönmüş babam telefonda emirler yağdırmakla meşguldü. Doktor kelimesini yakalamıştım ilk. Polis, avukat, amcam... Bir kez daha ayağa kalkma girişimim annem tarafından engellendiğinde başım koltuğa düştü pes edip.

"Neden anlamıyorsunuz?" dedim ağlamaklı. Hayır, gerçekten ağlıyordum. "Beren'i götürdü. Onu... onu götürdü!"

Annesinden yardım dilenen bir çocuktan farksızdım. Ters dönmüş bir böcek gibi olduğum yerde debeleniyordum, elim kolum bağlı. Patlamanın yarattığı ilk şok dağıldıkça daha da açılıyordu algılarım, daha da katlanılmaz oluyordu gerçekler. Kolumdaki alçı çatlamıştı sanırım, ensemdeki zonklama bedenimin geri kalanına yayılmış hasarın tamamından çok daha şiddetliydi. Boynumda kurumuş yapış yapış kanı hissediyordum başımı her oynatmaya kalktığımda. Tenim kesiklerle dolu, yüzüm yara bere içinde, ama en önemlisi... ruhum delik deşikti.

"Tamam." dedi babam yeniden yanıma döndüğünde. Koltuğa çöküp başımı dikkatlice arkaya çevirmişti. Onu görmesem de annemin yüzüne yansıyan dehşetten aldığım darbenin boyutunu tahmin edebilirdim. "Sadece kesik." dedi yine de babam sakince. Korkuyorduysa da her zamanki gibi bunu yansıtmıyordu. Onunla yüzleşmem için beni kendine çevirdi bu kez. Kafamı taşımama yardım etmek ister gibi eli boynumda, baş parmağı yanağımın üstündeydi. "Ne oldu, anlat Caner." dedi. Sözleri bir emir gibi duyulsa da adamlarına kullandığı o tehditkar ton yoktu sesinde. "Kim yaptı bunu? Neler oluyor?"

AYNALI SALONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin