40. BÖLÜM: "Vizare"

7.2K 500 28
                                    

*

"Bizim de gitme vaktimiz geldi artık"

Bir bomba misali sofrayı geren genç adam sıkıntı ile baktı aile üyelerine. "Nereden çıktı şimdi bu?"

Serhat'ın gergin, sorgulayıcı sesi ile yalnızca "Konuşuruz" diyerek yemeğine geri dönmüştü Fırat. Bunun üzerine sakin kalmak adına hızla bir soluk bırakan genç adam alelacele başını sallayıp yemeğine geri dönmüştü.

Madem kardeşi aklına koymuştu ve gerçekleştirmek için gerekirse kendini dahi paralayacaktı öyleyse o da aklındakini gerçeğe dönüştürecekti..

〰️

Saatler güneşin tüm heybetini sergilediği, gölgelerin yok olduğu öğle vaktinde idi. Hızlıca birkaç lokma atıştıran Serhat evden çıkıp gideli çok olmuştu. Ardından Fırat da çıkarken geri kalan gelinler oturup sohbete tutulmuşlardı.

"Gülsüm?" diyerek merak ettiği husus üzerine kanının pek kaynadığı eltisine seslendi Melek. Onun ruhsuz gözleri kendisine dönerken soracağı soruyu dile döküp dökmemek karasında küçük bir medcezir yaşamıştı. Lakin yine de birini yakından tanımak için önce sorgulamak gerekirdi öyle değil mi?

"Şey senin gözlerin hep mi.. yani hep mi böyleydin?"

Zorlukla sorduğu soru üzerine buluşturduğu yüzü ile Gülsüm'ün onu kızmadan, kırılmadan cevaplanmasını bekledi fakat sonuç hiç de onun tahmin ettiği gibi olmamıştı.

Genç kadın kırık bir tebessüm eşliğinde yavaşça elini ona doğru uzatmıştı. Avucu usulca dizine temas ederken "Bir ara anlatırım canım" diye yanıtladı.

Bu cevap aslında ona birçok bariyer olarak mesaj vermişti. Bu yüzden görmeyeceğini bile bile anlayışla başını sallayıp ona temas eden elini kavradı. "Tamam canım"

Gerçekler Gülsüm'ün gizli yaşları arasına sıvışırken elinde sıkıştırdığı kahverengi kalınca zarf ile köy meydanına doğru ilerliyordu Serhat.

Sabah kardeşinin yüzünde sezdiği ifade onun kesinlikle evde duramayacağının kanıtı gibiydi. Bu yüzden ya kahvedeydi ya da meydanda bir köşede. İçinde buruk bir his kapılarını çalsa da asla yaptığı şeyden pişman değildi. Mevzubahis kardeşi ise yardımın tillahını yapardı!
Bu uğurda da hiçbir şey gözüne gelmezdi.

Sarsıcı adımları ile dar sokakları aşıp meydana giriş yaptığında kısık bakışları çevrede kısa bir tarama yaptıktan sonra adımlamaya devam etti. Henüz aradığını bulamamıştı.

Hücrelerine yerleşmiş olan korunma duygusu görünüşüne de yansıyordu istemsiz. Tehlikeye koşar gibi büyük ve baskıcı adımlar atarken cesaretini ve çizgisini göstermek adına omuzları hep dik, göğsü şiş duruyordu. Bu onun dilinde yaklaşılmaması gerektiğinin sinyalini veriyordu adeta.

Hızlıca kahveye gidip her zaman oturduğu bölgeye baktı lakin Fırat burada da değildi. Hoşnutsuz bir nefes alıp çevre ile kısa bir selamlaşma geçirdi. Kahvehanenin çalışan çırağı Arslan'ın yanına uğradı direkt. Elinin teki gencin omuzuna düşerken "Koçum, Fırat ağabeyini gördün mü?" diye sordu hızla.

Saygı ve endişenin yüzüne yansıdığı genç "Yok ağabey" dediği sırada bakışları hemen adamın arkasındaki bir noktaya takıldı.

Anladığını belirtircesine omzuna iki kez hafifçe vuran Serhat onun baktığı yöne döndü kaşlarını çatarak. Ah, işte aradığını bulmuştu. Kapıdan yeni giriş yapıyordu. Hızla yanına ilerleyip "Konuşmamız gerek" diyerek henüz oturmadan yakalamıştı.

DELİ GÖNÜLWhere stories live. Discover now