Bölüm 9- Zaman Kaybı

753 57 30
                                    

VURGUNA GERİ SAYIM: 121 GÜN

$

Yağmur damlalarının yerdeki su birikintisine düşüşünü ve oluşturdukları dalgalanmaları izliyordum. Bedenim korkunun alevleriyle yanıp tutuştuğundan havanın soğukluğunu hissetmiyordum.

Asaf'ın bindiği taksinin plakasını gördüğümde saçağın altından çıkıp şemsiyeyi açtım ve koşar adımlarla, pantolonumun paçalarına mümkün olduğunca az su sıçratmaya çalışarak, taksiye doğru ilerledim. Şoförü bir günlüğüne izin aldığından Asaf taksi kullanarak işe gelmişti, saat bire geliyordu. Sabahki toplantıya yetişememiş olduğundan yüzüne nasıl bakacağım hakkında bir fikrim yoktu.

Gece söylediklerine tezat biçimde on beş dakika önce ofisi aramış ve aniden başlayan sağanak yağmur sebebiyle birimizin aşağı inip onu almasını istemişti. Yağmurda ve soğukta şemsiye ile karşılama yapma görevi hem başlı başına berbat bir iş olduğundan hem de Asaf'ı karşılayan kişi onun gazabıyla ilk yüzleşen kişi olacağından bu görev çömez asistana yani bana kalmıştı. Asaf'ın aramalarını sabah uyandığında gören ve olup biteni benden öğrenen Hazan sabahtan beri ofiste dört dönerek Asaf'tan işiteceğimiz azara kendisini hazırlamaya çalışıyordu. Asaf henüz tek kelime etmemişti. Geç kalacağını anladığında telefonda bizi paylamamış olmasına bakılırsa tüm öfkesini doğrudan yüzümüze kusacaktı.

Asaf'tan korkuyor olmama rağmen taksiden indiğinde görünüşüne hayranlık duyduğum da bir gerçekti. Gece boyunca araba yolculuğu yapmış olmasına rağmen yorgun görünmüyordu. Boğazlı kazağı, pantolonu, ayakkabıları ve yünlü kabanıyla baştan aşağı siyahlar içerisindeydi. Kabanının önünü düzeltirken sol bileğinde görünen saati, işaret parmağına taktığı yüzük ile sade görünümünü zenginleştirmişti.

Sesimin titremesine elimden geldiğince mani olmaya çalışarak "Hoş geldiniz Asaf Bey." dedim.

Şemsiyeyi yukarı kaldırarak Asaf'ın altına girebileceği bir yüksekliğe ulaştırdım. Tek kelime etmeden, yüzüme bile bakmadan şemsiyenin altına girdiğinde aromatik, odunsu bir kokusu olan parfümü yüzüme vurdu. Asaf, ilk kez bu kadar yakınımdaydı ki böylesine bir yakınlıkta kokusu ciğerlerimi yakıyordu. Sessizliğini koruması ile artan korkumdan olsa gerek göğsümdeki yangın şiddetleniyordu.

Birlikte birkaç adım atmıştık ki "Şemsiyeyi düzgün tut, ıslanıyorum." diye söylendi. Ses tonu mattı. Havadan bile soğuktu.

Belli etmemeye çalışsam da boyunun bir doksan oluşu yüzünden şemsiyeyi tutmakta güçlük çekiyordum. Boy dezavantajımdan ötürü kollarım iki adımda yorulmuştu. Şemsiye taşımayı da tutmayı da ezelden beri sevmezdim.

İç sesim "Şemsiyeni de kendin tutarsın be adam!" diye isyan ediyor olsa da
"Boyunuz uzun olduğu için zorlanıyorum, kusura bakmayın." açıklamasını yaptım. Yüksek topuklu bir ayakkabı tercih etmediğimden aramızdaki boy farkı fazlaydı.

Çenemi tutamayıp "Aslında şemsiyeyi siz tutsanız daha kolay olur." dediğimde kısılan gözleriyle bana yandan, ters bir bakış attı.

"Seni kovsam çok daha kolay olur."

"Çok özür dilerim Asaf Bey, haddimi aştım." karşılığını verirken kelimelerin ağzımdan nasıl çıktığının bile farkında değildim. Hata yapmasam bile Asaf ters bir cevap verdiğinde özür dilemeye şartlanmıştım.

Hızla diğer elimi de şemsiyeye götürdüm ve bedenimin yarısından fazlasını dışarıda bırakarak son birkaç adımda yalnızca onu şemsiyeyle korudum. Şirketten içeri girdiğimizde bedenimin yarısından çoğu ıslanmışken küçük bir kısmı kuru kalmıştı.

VURGUN: 136 GÜNМесто, где живут истории. Откройте их для себя