Bölüm 26- Atmacanın Pençeleri

640 48 30
                                    

VURGUNA GERİ SAYIM: 104 GÜN

$

Rüzgâr, akıttığım kanın kanımın peşine düştüğünü fısıldamıştı. Kanatları kırık bir kuşun kanı, ölü doğan bir dostluğu temsil eden zavallı bir kuşun üstüne sıçramıştı.

Saçımı nazikçe okşayan elin sahibi uyumadığımı biliyordu. Yatakta gözlerim kapalı uzanırken bedenen her zamankinden zayıf, ruhen ise hiç olmadığım kadar karanlık görünüyordum.

Ruhumu giderek saran karanlığa karşı savaşan küçük kız artık çaresiz kalmış, saklanıyordu. Saçlarımın arasında gezen parmaklar o zavallı kızın umudunu besliyor; eski, güzel günlere olan özlemini gideriyordu.

"Neden buradasın?" diye sordum. Gözlerimi açmış; komodinde, kapağında Asaf'ın olduğu derginin üstünde duran gümüş tokayı seyrediyordum.

Parmakları saçlarıma veda etti. Küçük kızın umudunu besleyen damarlar, umudun kaynağı tarafından kesildi.

"Küllerinden doğacak bir kuşu görmeyi umuyorum."

Geçirdiğim ufak trafik kazasının ardından bir gün hastanede yatmış ve sonrasında odama kapanmıştım. Kafamdaki dört dikiş ve ufak tefek bereler, yeşeren morluklar dışında bir şeyim yoktu. Bana çarpan sürücü kaçmış ve bulunamamıştı. Şaşırmıyordum çünkü asıl suçlunun kim olduğunu biliyordum. Kuzgun da biliyordu ve bilmezlikten geliyordu. Atmaca'nın pençelerine takılmıştım.

Doğruldum ve yastığımı düzeltip arkama yaslandım. Acınası geçmişim karşımda duruyordu ve düşünecek bolca vaktim olmuştu. Gözlerimin kuytularında kalan karanlık artık her yerdeydi.

Kuzgun, uykusuz ve her zamankinden solgun görünüyordu. Elim yüzünün sol yarısını çerçeveledi. Baş parmağım usulca elmacık kemiğine oturdu ve ardından gözünün altındaki koyu, mor halkada gezindi. İki ay önce, yüzümde neredeyse kırdığı kemiklerde dolaşan baş parmağımı geri çekerken gözlerimdeki boşluk, aramızdaki boşluk kadar derindi. Elini elimin üstüne koydu, buz kadar soğuktu. Soluk almaya devam eden bir ölü gibiydi. Elimi yüzünden uzaklaştırırken konuştu.

"Kaybedeceğin savaşlara girmemen konusunda seni uyarmıştım."

Çoktan girmiş ve bedelini yavaş yavaş ödemeye başlamıştım. Kazadan hafif yaralarla kurtulmam bir mucizeydi.

"Son anda kaldırıma atlamasaydım çok değerli adamın beni öldürecekti."

Kendimi kaldırıma atmış olmama rağmen hafif de olsa bana çarpmayı başaran adam, kararlılığından ötürü bir ödülü hak ediyordu.

Kuzgun, öfkeme karşın umursamaz bir tavırla ayağa kalktı ve "Hikâyenin sonunda hepimiz öleceğiz küçüğüm." karşılığını verdi.

Masamdaki eşyalarda dolaşan gözleri Asaf'ın duvarda asılı olan fotoğrafında durdu. Ceren ile ara sıra dart oynamaya devam ediyorduk. Fotoğrafı duvardan indirmemiştim.

"Ve bil ki seni ben değil, kendi seçimlerin öldürecek."

Sakin görünüyordu ve umursamaz tavrını koruyordu. Bana döndü ve gözlerimin içine bakarak konuşmaya devam etti.

"Volkan bugüne dek ben ne istiyorsam onu yaptı ve yapmaya devam ediyor. Onu suçlamaya devam edersen düşmanlığını kazanmaktan başka bir şey yapmayacaksın."

Sözlerine anlam veremediğimden kaşlarım çatıldı. Kuzgun'a ihanet ettiğim yalanını ortaya atan Volkan bunu onun emriyle mi yapmıştı? Aramızda hiçbir sorun yokken Kuzgun neden böyle bir şey yapmıştı? Bunca zaman Volkan'ı boş yere mi suçlamıştım? Başından beri yalnızca Kuzgun'un emirlerini mi uygulamıştı?

VURGUN: 136 GÜNDonde viven las historias. Descúbrelo ahora