Bölüm 6- İmkansızı İstemek

822 56 48
                                    

VURGUNA GERİ SAYIM: 127 GÜN

$

"Bugünü istediğiniz gibi boş bıraktım. Sadece saat 10.00'da Mehmet Bey ile görüşmeniz var."

Asaf'ın bir adım kadar arkasından ilerlerken annesinin peşinde dolaşan yavru bir ördekten farksızdım. Asistan olarak birinci haftamın son günündeydim ve güç de olsa adapte olmayı başarmıştım. Bilgi hırsızlığı konusundaysa amacımdan fazlasıyla uzaktaydım.

Asaf önümde aniden durduğunda ona çarpmaktan son anda kurtuldum. Ceketini kollarının yarısına dek çıkarmıştı ki durdu. Neden durduğunu anlamlandırmaya çalışarak tuhaf görüntüsünü seyrediyordum. Başını benden tarafa çevirdiğinde keskin bakışlarının bedenimi delip geçtiğini hissettim.

"Aval aval bakmasana."

Cümlesiyle olduğum yerde sıçradım. Ceketini çıkarmasına yardım etmem için o tuhaf pozisyonda durduğunu yeni anlamıştım.

İçimden beni kovmaması için dua ederken "Kusura bakmayın." diyerek ceketini çıkarmasına yardım ettim. Ceketini bile bana çıkarttırıyor oluşu fazlasıyla sinir bozucuydu.

Dört gündür katlandığım Asaf Demirkan konuşmalarını ve davranışlarını düşünecek olduğumda kovulmak istemiyordum. Henüz dört gün olmasına rağmen ona katlandığım eski günlerdeki emeğime yazık edeceğim düşüncesiyle her yeni günde ona katlanmaya hazırlanıyordum.

Elimdeki ceketi astıktan sonra "Bir isteğiniz var mı?" diye sordum. Ceket konusundaki hatamı biraz hafifletmek istediğimden sesimin en tatlı tonunu kullanmıştım.

"Hayır. Çıkabilirsin."

Ters bir cevap vermediğine veya beni kovmadığına göre bugün iyi günündeydi. Öğle yemeğine kadar olan üç saat zarfında beni çağırmadı, ağır bir iş yüklemedi, aşağılamadı. Tüm bunlar şaşkınlık vericiydi. Cuma günü bir kez daha haftanın en güzel günlerinden olmayı hak ettiğini gösteriyordu.

Öğle yemeği arasında kafeteryadaki sıralardan boş olan birine oturdum. Şirkette Hazan dışında tanıdığım pek kimse olduğu söylenemezdi, fazlasıyla yalnızdım. Kaşığı elime henüz almıştım ki çalan telefonumdaki "EAD" yazısını gördüm.

Hoşnutsuzlukla "İti an çomağı hazırla." diye mırıldandım. Yemeğe çıkalı henüz beş dakika bile olmamışken neden arıyordu?

Telefonu açtığımda tek kelime etmeme fırsat vermeden "Odama gel." dedi ve telefonu yüzüme kapadı.

Ağzıma tek lokma sürememiştim. Asaf Demirkan'a çalışanların öğle yemeği arasından kesinlikle bahsedilmesi gerekiyordu. Tüm yorgunluğum bir yana, gün içerisindeki tek öğünüme bile göz dikmişti. Günü boş olmasına rağmen ne gibi bir sebeple beni çağırıyor olabilirdi?

Yemeğim çöpe giderken elime alabileceğim tek şey olan elmayla kafeteryayı terk ettim. Elimden geldiğince hızlı şekilde masama ulaştığımda elmayı masaya koydum ve ayağımdaki spor ayakkabıları arkalarına basarak çıkardım. Sandalyeye oturup masamın altındaki topuklu ayakkabıları ayağıma geçirdim ve çıkardığım spor ayakkabıları masanın altına iteledim. Üstüme çekidüzen verdikten sonra Asaf'ın karşısına çıkmaya hazırdım.

Odasına girdiğimde koltuğunda bir hükümdar edasıyla oturan Asaf, benimle göz göze gelir gelmez ters bir tavırla "Suratın neden asık?" diye sordu. Sorusuyla suratımın asık olmasının nedenini merak etmiyor, asık olmaması gerektiğini ima ediyordu.

"Saçma olma olasılığı yüksek bir iş için öğle aramın ilk beş dakikasında çağrıldığımdan olabilir." demek istesem de diyemedim.

"Çağırdığımda iki elin kanda olsa geleceksin." diyerek konuşmaya devam etti. Demek zamanlamasının uygunsuzluğunun farkındaydı, bilgilendirilmeye ihtiyacı yoktu.

VURGUN: 136 GÜNWhere stories live. Discover now