BÖLÜM 1

22.1K 720 86
                                    

Bavulumun sapını tutarak, iki elimle otobüsün bağajından indirdim. Görevli ya da bana yardımcı olabilecek biri yoktu. Olsaydı da isteksiz olacağına eminim bile diyebilirim. En azından ben ve benim gibilere karşı takınılan hal ve davranışlar bu şekilde oluyor. İnsanların suratıma uzun süre, tedirgin bir şekilde bakmalarına alıştım ama bu durum beni sosyal açıdan bir harabeye çevirdi.

Saçlarımı kulağımın arkasına soktum ve cebimden telefonumu çıkardım. Büyükannemin numarasını bulmam saniyelerimi aldı, rehberimdeki kişi sayısının bir elin parmaklarını geçmiyor oluşunun etkisi büyüktü tabi. Büyükannem telefonunu açmayacağa benziyordu bu yüzden vazgeçerek telefonumu cebime tıktım, yürümeye başladım.

Bavulumun önünde eğildikten sonra, ön gözünden annemin verdiği kağıdı çıkardım. Kağıtta büyükannemin ev adresi vardı. Başka bir gözü daha açarak taksi parasını karşılayacak kadar parayı, buruşturarak avcumun içine aldım.

Etrafa taksi durağı bulmak için bakındım. Ard arda dizili taksileri görmem zor olmamıştı. Bavulumun tekerleklerinin çıkardığı sesler eşliğinde, yönümü oraya çevirdim.

Taksi şoförünün dikkatini çektiğimde, elindeki gazeteyi yarıya katlıyordu. O beni baştan aşağı süzerken, ondan önce davranıp araca yerleştim. Bagaja bavulumu yerleştirdiğini, göz ucuyla görüyordum. Adamın uyuşuk hareketleri sinirlerimi bozmaya başlamıştı ki, sonunda arabaya bindi. Aynasını düzelterek, kafasını benden tarafa çevirdi.

"Nereye gidiyoruz bayan?" tükürür gibi söylemişti. Hatta sanırım tükürmüştü. Oturduğum kanepedeki damlaları görünce yüzümü buluşturdum.

Adres yazan kağıdı uzattım ve koltukta arkama yaslandım.

Onaylayan bir homurtuyla, hareket etmeye başladık.

Camdan etrafı izlemeye başladım. İnsanlar konuşarak yolda yürüyor, alışveriş yapıyor ya da banklarda oturarak etrafı izliyorlardı.

Ne kadar süre geçtiğini kestirememiştim ki, araba durunca, adama döndüm. Eliyle bir evi göstererek; "Bu ev." dedi. Kafamla onayladıktan sonra parasını uzattım. Eline değmemeye özen göstermiştim.

Arabadan inerek, bavulumu çıkaran adamı izledim. Bavulu ayağımın dibine bıraktı.

Çok vakit kaybetmeden, eve doğru yürüdüm. Bahçe kapısını gıcırtıyla açtım. Bavulum önde ben arkada içeri girerken, etrafa göz gezdiriyordum.

Bahçede tıpkı hatırladığım gibi her çiçekten vardı. Buraya en son geldiğimde yedi yaşındaydım ve aradan on yıl kadar geçmişti.

O zamanlar bile bu bahçeye somurtarak bakardım. Kardeşlerim gülerek çiçekleri sayar, çok güzel olduklarıyla ilgili tonlarca laf ederlerdi. Bense onların bu hallerine gözlerimi devirmekle yetinirdim. Bahçelerde sadece belli renklerde çiçeklerin olmasını ayrımcılık olarak görürdüm. Oysa siyah da göze hitap eden bir renk değil miydi? Daha asil ve daha gerçekçi. Üstelik çiçek çiçekti ve daha fazla değer yüklemeye gerek yoktu.

Bahçedeki taş yoldan geçtim ve kapının önünde durdum. Zile basarak beklemeye başladım.

Büyükannem, kapıyı açıp beni görünce bir kaç saniyelik bir duraksamanın ardından gülümseyerek kollarını bana doladı. Ben de karşılık vererek yanağımı omzuna yasladım. Ne kadar süre öyle kaldık bilmiyorum ama sonunda geri çekildiğinde beni baştan aşağı süzdü.

"Harika görünüyorsun hayatım." dedi burukça. Bunun altında yatan imayı anlayabiliyordum, büyükannemle yakındık. Ailedeki, hatta akrabalarımız arasındaki tek renksiz bendim ama bunu umursamazdı. Beni olduğum gibi severdi. Bunun nedeni büyükbabamla evlenmeden önce renksiz birini sevmiş olmasıydı. Bana ayrıntılı anlatmamıştı çünkü her hatırladığında uzaklara dalar giderdi.

"Teşekkürler büyükanne, sende harika görünüyorsun." dedim. Gamzeleriyle ve toz pembe yanaklarıyla gerçekten çok hoş gözüküyordu.

Beni içeri davet edercesine eliyle kolumu tutunca, bavulumu sürükleyerek hole bıraktım. Eve şöyle bir baktığımda dekorasyonun değişmediğini ilk bakışta farkettim. Değişen sadece küçük şeylerdi. Renkliydi. Oldukça hem de.

Bir renksiz olarak, kullandığım iltifata en yakın sözcük "renkli" ydi sanırım.

Renksiz olmak benim için alışkanlıktan da öteydi çünkü renksiz olmamış, renksiz doğmuştum. Etrafımdaki renklere baktığımda, onların hep renksiz bir tarafını bulur onu kendimle bağdaşlaştırırdım.

Büyükannem, koluma girerek beni salona sürükledi. Koltuğa oturunca ben de yanına oturdum.

Elini benim elimin üstüne koyarak, destek verircesine sıktı. Buraya geliş nedenimi elbette ki biliyordu. Ama bir de benden duymak istediğine neredeyse emindim. Ama ben anlatmak ister miydim?

Okulumda uzaylı damgası yediğimi, herkesin çekindiği kişi olduğumu, benden korkulduğunu büyükannem biliyordu. Birde benden duymak istemesi ne kadar mantıklıydı?

Peki Dünya'nın renkliler ve renksizler olarak ikiye ayrılması ne kadar mantıklıydı? Renkli doğmayı şans saymak, renksizleri her şeyden soyutlamak ne kadar mantıklıydı peki?

Dünya nüfusunun yüzde onundan daha azı renksizdi. Nüfusu on beş bin olan bu yerde tek renksiz büyük ihtimalle bendim.

Renksiz olmak, Dünya'yı siyah beyaz görmek ya da kendin siyah beyaz olmak değildi. Renksiz olmak, her insanın kendine göre yorumlayabileceği bir kavramdı. Bütün renksizler aynı değildi. Herkesin yapabilecekleri farklıydı.

Büyükannem benim tam olarak renksiz olduğumu düşünmez, tersine bende bir sürü renk olduğunu söylerdi.

Bazen kendimin ve benim gibilerin renkli olduğunu ve diğer bütün renklilerin renksiz olduğunu hayal ederdim. Bunlar sadece hayalde kalan şeylerdi.

Biz renksizler, hayatımız boyunca sadece bir kere kriz geçirir, o an karşımızda kim varsa renksizliğimizi ona yansıtır, onun da renksiz olmasını sağlardık. Benim krizim ise yaklaşık iki ay önce okulda gerçekleşmişti. Ama karşımdaki kişi kesinlikle masum biri değildi. Yemek yiyordum ve birden gelmiş karşıma dikilmişti. Arkadaşlarının gazına geldiğine emindim, sesimi çıkarmamıştım. Başımda konuşup durmuştu. Hiç tepki vermemem onu daha da gaza getirmiş olmalı. Hayatımda hiç duymadığım hakaretlere maruz kalmıştım. Bana bu okuldan defolup gitmemi söylemişti. Tamam demiştim. Sonra toparlanarak oturduğum yerden kalktığımda, onla göz teması kurmamaya özen gösteriyordum. Yanından geçip gitmeyi planladığım sırada bana omuz atmıştı. Sendeleyerek düşmüştüm ama dengemi sağladığımda onu benden daha beter bir halde yerde kıvranırken bulmuştum. İşte o zaman ilk defa gülümsemiştim. Sadistçe ya da zalimce bir gülüş değildi bu. İçimden bir ses gülümsememi söylemişti ve bende gülümsemiştim.

Büyükannem kolumu dürtünce, gözlerimi ellerimden ona kaydırdım.

"Konuşmak ister misin canım?"

Alayla dudağımın yukarı kıvrılmasına izin verdim.

"Zamanı geldiğinde neden olmasın."

RENKSİZ(Düzenleniyor)Opowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz