🌙

73 6 4
                                    

(Çok kötüyüm...bu sıralar iyi değilim. Yarın güzel bir kitaba başlamayı düşünüyorum. Yükümü hafifletecek bir kitabım var. Bu yüzden, bugün ani bir şekilde final yapıyorum...hoşçakalın!)

*3 ay sonra*
Sabah uyanıp klasik kahvaltı merasimi sonrasında Minho'yu da alıp banyoya gittim. Artık anne demeyi öğrenmişti. Bana tüm kalbi ile anne diyordu. Emekliyor ve tırmanabildiği her yere tırmanmayı deniyordu. 3 ay içinde çok şey değişmişti. Chejin teyzenin gelini hamile kalmıştı. Babam annemin yanına yerleşmişti. Mingi ve Woobin sonunda düğün tarihi alıp evlenmişlerdi. Yaşanan bu güzelliklerin aksine 2 felaket vurmuştu bizi. Dedem vefat etmişti. Bunun üzüntüsü ise artık son dem olmuştu. Kaldıramıyordum. Dokunup sevdiğim herkesin ölmesine veye gitmesine tahammülüm kalmamıştı. Bu üzüntü ile ne yazık ki yaşadıklarıma beraber karnımdaki prensesimizi de taşıyamamıştım. Dedemin vefatı sonrası düşük yapmıştım. Cansız bebeğimi emaliyat ile aldıktan sonra ise bir daha anne olamayacağımı öğrenmiştim. Üstümüze düşen bu büyük gölgeyi ise annem ve babamın aynı eve gitmesi, evlilik tarihi almaları, mingi ve Woobin'in evlenmesi ve Chejin teyzenin gelininin hamile olması kaldırmıştı. 2 felaket ile yüzleşip bir çok güzel şey yaşamıştık. Bu sefer kolay toparlanamamıştım. 2 aydır psikoloğa gidiyordum. Ama şimdi çok daha iyiydim. Kendime gelmiştim. En azından gülüşlerim rol değildi artık!

Seohan, Woobin ile Woobin'in evini boyamaya gitmişti. Mingi ise yeni kamp takımı ile kamptaydı. Bizim kampımız yoktu ki olsaydı da ben gitmezdim. Çünkü işten ayrılmıştım. Minho'yu küvetine koydum ve o da suya vurup gülmeye başladı.

-Anne! Anne! Diye sayıklayıp bana bakıyordu. Gülerek ben de onunla beraber suya vuruyordum. Birazdan onu güzelce yıkayıp sonrasında ben yıkanacaktım. Çünkü bugün annem ve babamın nikah töreni vardı. Gece nikahlarını kıyacaklardı. Herkes mutluluk içindeydiler.

-Hadi bakalım anneciiim! Güzelce yıkanalım! Dedim ve onu yıkamaya başladım. Tek dostum o olmuştu. İçtiğim hiç bir ilaç beni sakinleştirmemişti. Hiç bir şey bana onun kadar iyi gelmemişti. Bu kaderdi. Kendi kanımdan hiç çocuğum olmayacaktı. Ama kendi kanımdanmış gibi sevdiğim bir çocuğum olacaktı. Bilemediğimiz kaderimizde bu yazılıydı.

Onu yıkayıp banyodan çıkardım ve oturma odasına götürdüm. Daha primasını bağlayamadan ayağını yakalayıp ağzına koymaya başladı. Onu düzeltmek isteyince bana bağırıyordu. Kendimi gülmekten alıkoyamamıştım. Bacağının arkasını öptüm ve onun oyununa eşlik ettim. Ayaklarını yakalayıp indiriyordum ve o da tekrar kaldırıyordu. Bunu bir kaç kere yaptıktan sonra gülmeye başladı. O derin ve güzel gamzeleri içimi açıyordu. Temiz kokusunu içime çekip gözlerimi kapattım. Cennet böyle bir yer olmalıydı. Eşi benzeri olmayan bir yer...

Gömüldüğüm boynundan çıkmak isteyince başımı tuttuğunu fark ettim. Zorlana zorlana kendimi düzeltmiş ve üstünü giydirmeye başlamıştım. Üstünü giyindirdikten sonra onu emzirip uyutmuştum ve tüm hızılma banyo yapıp çıkmıştım. Sanırım ömrümdeki en hızlı banyomdu. Banyodan çıktığımda Minho hala uyuyordu. Mutfağa gittim. Suyumu içerken gözüm dolaptaki içki şişelerine takıldı. Evde tek başıma çocuğumlayken içmem doğru olmayabilirdi. Ama kendimi tutamamıştım. Aldığım şişeleri masaya koydum ve arkamı dönüp bardak dolabına göz gezdirdiğim. Bulduğum kadehi de masaya koyup tekrar dolaplara doğru döndüm. Bir açacak alıp masaya oturdum. Şişeyi açıp kapağı ve açacağı yanıma koydum. Ardından bardağıma doldurdum. İçtim. Tekrar doldurdum. Tekrar içtim. Yine doldurdum. Yine içtim. Bir kere daha doldurdım. Bir kere daha içtim. Yetmiyordu. Kadeh kadeh az geliyordu. İşe bak! Sözde az içip ayık kalacaktım. Kadehi bir köşeye bırakmış şişeyi kafama dikmiştim.

Yarısından sonra şişeyi kafama dike dike içiyordum. İçimde huzursuzluk vardı. İçim yanıyordu. Rommy'i, Hawon'u, Annemi, babamı, büyükannemi ve dedemi özlemiştim. Ha doğru! Bir de karnımdaki miniğim. Onu da özlemiştim. Şişeyi kafama dikip ağzıma içki gelmediğini fark edince kapı çaldı. Şişeyi masaya sert bir şekilde dırakıp pencereya doğru baktım. Akşam üstüydü. Güneş neredeyse batmış, yalancı bir aydınlık kalmıştı. Kalktım ve kapıya gittim. Başım deli gibi döndüğünden kapıya zor varmıştım. Kapıyı açmamla Seohan'ın kucaklarına düşmem bir oldu. Kolları ile beni tuttu.

-Hayatım! İyi misin?

-Çok çok çok....iyiyim!

-Sarhoş olunacak gün mü şimdi? Birazdan hazırlanmamız gerekecek!

-Nereye?

-Düğüneeee! Annemle babam evleniyor! Minho? Aigooo! Minho ağlıyor duymuyor musun?

-O Minho muydu? Dediğimde bana tuhaf tuhaf baktı ve beni taşıyarak odamıza götürdü. Beni yatağa koyduktan sonra Minho'yu beşiğinden aldı. Onu pışpışlayıp tekrar uyutması. Hatırladığım son şeydi...

*2 saat sonra*
Gözümü baş ağrısı ile açtım. Çok şiddetli bir ağrı vardı kafamda. Kalktım ve odaya baktım. Saçlarım kurumuştu ve sarhoşluğum üzerimden kalkmıştı. Yataktan kalkıp oturma odasına gittim. Seohan takım elbiseleriyleydi ve Minho'yu giydiriyordu.

-İlaç al da hazırlanmaya başla. Geç kalacağız. Dedi. Başımla onu onaylayıp bir ilaç aldım ve hazırlanmak için odama gittim. Hazırlanana kadar kendime gelmiştim. Elbisemi giyindikten sonra zincirimi çekmek için oldukça zorlanmıştım. Sırtımda hissettiğim el ile irkilsem de Seohan zincirimi kapatmaya gelmişti. Zincirimi kapattıktan sonra bana sarıldı. Yanağına bir öpücük bıraktım. Güzel ve romantik bir an yaşadım.

-Neden içtin? Bir şişeyi tek başına bitirmişsin. Zararlı olduğunu biliyorsun!

-Bilmem. Tutamadım kendimi. İyi hissetmiyordum.

-Bir daha yapmak yok. Söz ver. Dedi ve parmağını kaldırdı. Ona söz verdim ve elimi yüzümü yıkamaya gittim. Elimi yüzümü güzelce yıkadıktan sonra gözlerimi açabilmiştim. Yüzümü kurutup makyajımı yapmaya gittim. Fazla büyük bir makyaj yapmadan hazırlığımı sonlandırmıştım.

-Çıkalım mı?

-Çıkalım. Dedim ve Minho'yu alıp önden çıktım. O da kapıyı kilitleyip ardımdan geldi. Çocuk koltuğuna Minho'yu oturtup kemerini taktım ve ön koltuğa geçtim. Seohan'da ardımdan gelmişti. Yol fazla uzun sürmeden nikah salonuna varmıştık. Koktuklarımıza geçtik. Mingi yoktu. Ama Woobin buradaydı.

-Dayıcıııımmm! Gel buraya tipsiz çocuk! Dedi ve Minho'yu kucağına aldı. Minho ile oynadılar. Uzunca bir oyun sonrası Minho eli ile Woobin'i gösterip bana döndü ve yine o müthiş cümleyi kurdu..."Anne!"

Ona gülümseyip arkama yaslandım. Fazla sürmeden annem ve babam gelmişti. Fazla dolu olmasa da salonda tanıdık tanımadık bir çok insan vardı.

Kısa bir törenin ardından birbirlerini eş olarak kabul ettiler. Onlar dünya evine girerken kafamı çevirip Seohan'a baktım. Sanırım şu an dünyada onun kadar mutlu hiç kimse yoktu. Sanırım o şu an ilk günki gibi görünmeyen kanatları ile uçuyordu. Şapşal şapşal gülümsüyordu. Sonra o da bana baktı. Onu daha fazla mutlu etmek istiyordum. Kısa bir süre bunu nasıl yapacağımı düşünmüştüm.

-Seohan!

-Efendim?

-Seni seviyorum bebeğim!..dediğimde daha fazla gülümsemişti. Yanağına minik bir öpücük bıraktım ve oturmamıza rağmen koluna girdim. Sabahki karamsarlığımdan eser kalmamıştı.

İnsan yaşamayı bilecekti. Başına hafif veya ağır ne gelirse gelsin kendine çeki düzen verip düştüğü yoldan üstünü silkeleyerek kalkacaktı. Yarısına kadar dolu olan bir bardağa, bunun yarısı boş, değil, bu bardağın yarısı dolu,diyebilecekti insan. Sevgiyi, merhameti, iyiliği bilecek; herkese aşkla, sevgi ile yaklaşacaktı. Ha bir de kendisini sevmeli, kendisi ile barışık olmalıydı insan. Yoksa başka bir insanın kendisine bahşettiği sıcak ve sevgi dolu kalbi, ne olursa olsun, hissedemezdi...

37.227 kelime...Final!




~Son~

~MOON'S SON~Where stories live. Discover now