🌙

62 7 0
                                    

(Bir şey diyeyim mi? Kolunun içine baktım. Kaslarına emvmdjfke...Aaah ah Wonu! Sen insanın pıisiokoloşjisıni bozarsın!)

Kucağıma verilen Minho'nun çıkış işlemleri yapıldıktan sonra dedektif bey bana gidebileceğimi söyledi. Çocuk kucağımda arabayı süremeyecektim. O yüzden Seohan'ı arayıp gelmesini söyledim. Biraz hastanenin önünde bekledim. Fazlasıyla açtı. Elbiseleri kirliydi ve sanırım altını da kirletmişti. Ne yapacağım konusunda hiç bir fikrim yoktu. Başımda kocaman bir sancı vardı ve gözlerim hala dolu doluydu. Sarı taksiden inen Seohan'a gözüm ilişti. Cebimden anahtarı çıkarıp ona verdim. Hiç konuşmamıştı. Dağılmıştım. Yıkılmış gibi hissediyordum. O şoför koltuğuna ben de şoför koltuğunun yanına oturdum. Minho kucağımda ağlıyordu.

-Bir markete gidip bir kaç parça kıyafet ve prima alalım. Dedim ve başımı oturduğum koltuğa yasladım. Minho'nun bağıra çağıra ağlamasına verecek tepki ve mecalim yoktu. Yaşadığım şoku yeni sindiriyor olmalıydım ki ağlamadan duramıyordum. O cesetler gözümün önünden gitmiyordu. Elimdeki bu evlat onlarındı. Bana canlı bir hatıra bırakmışlardı. Bir marketin önünde durduğumuzda Seohan tek arabadan inmişti. Benim inmeye mecalim de yoktu. Bu halde markete de giremezdim zaten. Yol boyunca kapadığım elimi açtım. Minho'nun üzerinden çıkan kağıdı istemsizce sıkı sıkı kavramıştım. Fazla geçmeden Seohan geldi ve arabaya bindi. Elindekileri arka koltuğa atıp arabayı sürmeye geri döndü. 10 dakika kadar sonra eve varmıştık. Arabayı park ettikten sonra Seohan arka koltuktaki poşetleri aldı ve ben de arabadan indim. Arabayı kilitledikten sonra eve çıktık ve kapıyı açan Seohan'ın ardından içeri girdim. Ne karnımdaki çocuğu ne de Seohan'ın üzülebileceğini düşünmemiştim. Tek aklımda olan şey o cesetlerdi. Nasıl atlatacağıma dair bir fikrim de yoktu.

-Hayatım. Minho'yu bana ver. Hızlıca gidip duş al. Sonra onunla ilgilenirsin. Dediğinde başımı tamam anlamında sallayıp hızla gidip duşumu aldım. Banyodan çıktığımda deli gibi ağladığını gördüm. Acilen yemek yemeye ihtiyacı vardı. Ne yerdi ki? Ne yedirebilirdim?

-Seohan...ona ne yedirecez?

-Çocuk bakmak konusunda çok acemiyiz değil mi? Bekle bakalım.

-Evde hazır süt var mı?

-Vardı galiba. Dediğinde kızarmış gözlerimin önüne düşen nemli saçlarımı bileğimdeki tokayla baştan savma bağladım. Sonra kalkıp mutfağa gittim. Kaseye biraz süt doldurup bir kaşık aldım ve Minho'nun yanına geri gittim. Mama yiyemeyecek kadar küçüktü. Yanımda biberon da yoktu. Yanına gidip oturdum ve yeniden dolan gözlerimle kaşığa süt alıp ağzına boşaltmaya başladım. Deliriyordum. Galiba...Kasenin tamamını bitirinde susmuştu da. Sanırım doymuştu.

-Seohan. Onu beraber yıkamalıyız.

-Tamam yıkayacağız ama bana bak. Ağlama lütfen tamam mı? O, sen fark etmesen de, kötü etkileniyor. Onun için güçlü ol tamam mı? Dediğinde tamam anlamında başımı salladım.

-Hadi gidip yıkayalım. Dediğimde gülümsedi ve kalktı.

-Dur bir dakika. Minho'yu al. Dedim ve onu kucağına verdim. Yeni elbiseleri makineye atıp hızlı yıkama ve kurutmaya koydum. Yardımlaşa yardımlaşa onu yıkayana kadar yıkanmış ve kurutulmuştu. Onu minik bir saç havlusuna sarmalayıp içeri getirdim. Seohan'da elbiselerini aldı. Primasını bağladıktan sonra zorlana zorlana üstünü de giydirdim. Artık doymuştu ve temizdi.

-Ver bana da uyutayım. Çok yoruldun. Sen de hamilesin unutma. Dediğinde başımı tamam anlamında sallayıp Minho'yu Seohan'ın kucağına verdim. O Minho'yu sallaya sallaya uyutmaya çalışırken gidip elimi yüzümü yıkadım. Su içip bir şeyler yedikten sonra bir ağrı kesici hap alıp kendime geldim. Gözlerimdeki kızarıklık çok az da olsa geçmişti. Şimdi kendimi daha iyi hissediyordum. İçeri geri giderken öğürdüm ve banyoya koştum. Kustuktan sonra içeri geri geldim. Seohan bana fısıldıyordu.

-Kustun mu? İyi misin?

-Evet kustum. Ama iyiyim. Uyudu mu?

-Evet uyudu. Yha HyeMi! Bu uyudukça ağırlaştı. Kolum uyuştu. Dediğinde hafifçe gülüp yanına gittim. Minho'yu kucağıma aldım. Uyumuştu. Çok tatlıydı.

-Çok tatlı değil mi? Dedikten sonra şakaklarımı öpen Seohan'a karşı kocaman gülümseyerek başımı evet anlamında salladım.

-Seohan. Nerede yatıracağız?

-Neredeeee...ummm! Yatağımızda. Aramızda uyuturuz. Daha çok küçük başka bir yere koyamayız ki! Dediğinde kapı çaldı ve hemen kapıya koşup açtı. Dedem gelmişti.

-Bu bebek?..

-Her şeyi anlatacağız dede. Merak etme. Dedim ve Minho'yu yatağımızın ortasına bırakıp geri geldim. Sonra oturdum ve tüm olayı baştan sona kadar dedeme anlattım.

-Aferim size. Tanrı çocukşara merhamet edenleri sever. Çok güzel anne baba olacaksınız. Ve umarım tanrı Rommy ve Hawon'u affeder. Ağlamana gerek yok. Ağlasan da bir şeyler düzelmez. Sadece bebeğine bakmaya odaklan tamam mı?

-Tamam dedecim. Dedim ve dedeme sarıldım. Seohan'da dedemin diğer yanına gitmişti. İkimiz de sanki enerji toplarcasına dedemize sarılmıştık. Bize bir kucak dolusu merhametle sarıldıktan sonra bizden ayrıldı ve duş alıp ona hazırladığım yemeğin başına geçip oturdu.

-Mimi. Ben çıkıyorum bebeğim.

-Nereye?

-Woobin ile buluşacam.

-Tamam. Ona olaydan bahsedersin. Ona ben anlatamam. Anlat ki sonradan bana kalmasın. Dediğimde başını tamam anlamında salladı ve dudağıma minik bir öpücük bırakıp evden çıktı. Ben de başımı televizyonuma geri çevirdim. Yarım saat kadar sonra ağlama sesi ile odama koştum. Uyanmıştı. Onu kucağıma alıp pış pışlasam da susmamıştı. İçeri götürüp koltuğa oturdum. Ne yapacam bilmiyordum.

-Minho-yhaa! Neyin var bücür şey? Ağlama ağlama. Acıktın mı ki? Benim sütüm yok ki! Ne yapacağız? Ahhh delirmek üzereyim! Dediğimde kapı çaldı. Kucağımdaki çocuk ile kapıya gittim. Dedem odasında hesap kitap yapıyordu. Mingi gelmişti.

-Aigoooo ağlıyor mu? Olayı Woobin'den duydum. Emzirsene!

-Ne emzirmesi? Sütüm mü var?

-Vefat eden ablam kadın doğum uzamanıydı. Sütün yoksa da emzirdikçe süt kanalların açılır.

-Cidden mi?

-Eveet...Emzir hemen. Woobin ve Seohan'da geliyor. Dediğinde hemen koltuğa oturup onu emzirmeye çalıştım. Emzirirken nasıl tutacağıma dair bir fikrim yoktu. Anneler bunu nasıl yapıyordu? 10 dakika kadar bir süre boş boşuna emdikten sonra bir ıslaklık hissettim. Onu hafifçe çekip baktığımda gerçekten sütün geldiğini gördüm. Gözlerim pörtlemişti.

-Yha! Cidden süt geldi! Artık hep sütüm mü olacak?

-Enzirdiğin sürece evet.

-Yüce Tanrım! Dedim ve emzirmeye devam ettim. Arada bir başını okşuyordum. Mingi de mutfağa gitmişti.

-Mingi. Ne yapıyorsun?

-Mısır patlatacağım. Biraz kafamız dağılır. Pek güzel bir gün değil gibiydi...

-Doğru söylüyorsun. Dedim ve ona gülümseyip tekrar Minho'yu izlemeye başladım. Uyumuştu. Onu göğsümden çekip yatağa geri koydum. O kadar tatlı uyuyordu ki tombiş yanağına minik bir öpücük kondurup geri geldim. Ben Mingi'ye yardım edip atıştırmalık hazırlarken kapı çaldı. Mingi gidip kapıyı açtı. Woobin ve Seohan gelmişti. Onları içeri aldık. Gidip oturdular. Ama içeri gitmeye korkuyordum. Gidebilir miydim? Gidersem ağlayacak mıydım? Oturma odasına gidip gitmeme arasında kararsız kalıp bir iç savaş versem de hemen elimdeki işi bırakıp elimi durulayıp oturma odasına gittim. Orada değillerdi. Bir anlam verememiştim.

-Nereye gittiler?

-Bilmiyorum.

-Bilmiyor musun? Dedim ve yatak odasındam sesin geldiğini duydum. Gidip baktım. Minho, Woobin'in kucağındaydı. Gözlerim dolmuştu. Onun da öyle.

-Ona ben bakacağım. Dedi ve Minho'yu kucağında düzeltti.

-Hayır. Dedim ve önünde durdum.

-Ona...ben...bakabilirim! Dedi ve odadan çıkmaya niyetlendi. Sinirlenmiştim. Kolunu tutup onu durdurdum.

-Oğlumu bırak!

~MOON'S SON~Where stories live. Discover now