🌙

102 12 0
                                    

(Ayasofya cami olmuş. Çok sevindim. Elhamdulillah bir cami daha kazandık. Hele ki böylesine güzel bir cami...bir Osmanlı torunu olarak çok mutlu olup çok gururlandım :))

Sabah gözlerimi açar açmaz lavaboya koştum. Lavabodan çıktıktan sonra odanın dağınıklığı başımı döndürmüştü. Hemen orayı toplayıp kahvaltımı yaptım ve sonrasında duşa girdim. Duştan çıktıktan sonra üstümü giyinip Sevgilimle buluşma kararı aldım. Konumu açtım ve yine Rommy'nin evinde olduğunu gördüm. Bu sefer sinirlenmiştim. Ama sonra tarihe bakınca Rommy'nin doğum günü olduğunu hatırladım. Hemen, zaten çıkmış olduğum binanın kapısını örttüm ve pastaneye gittim. Muhtemelen Woobin'de oradaydı çünkü ben uyanmadan yarım saat önce de Woobin beni aramıştı. Pastaneye doğru yürürken tekrar telefonum çaldı. Woobin yine beni arıyordu.

-Alo.

-Çabuk Blue Box kafeye gel.

-Neden? Rommy'nin evinde değil misin?

-Çabuk gel dedim. Dedi ve telefonu kapattı. Neden bu kadar sinirli ve endişeliydi ki? Dediğini yapıp kafeye gittim. En arka masada camın kanerına oturmuştu. Yanına gittim ve karşısına oturdum. Sinirden delirmek üzereydi.

-Ne oldu?

-Sanırım sende Rommy'e ait bir şeyler var.

-Ne?

-Rommy hamile...

-NEEE?

-Ayakta uyutulduk gerizekalı. O cici bici sevgilinin konumu nerede görünüyor bir bak bakalım.

-Ro-rommy'nin evinde. Dediğimde dolmuş gözlerini kocaman açıp bana doğru yaklaştı ve kocaman yutkundu.

-Rommy...Rommy'nin karnındaki çocuk Hawon'un.

-Ne? Ne diyorsun sen yahu? Dedim ve hafiften güldüm. Ama nefes dengem bozulmuştu ve içim titriyordu.

-Gülüyor musun? Dinle o zaman şunu. Dedi ve telefonundan bir ses kaydı açıp telefonu önüme sürdü.

Hawon:
-Bugün de mi kustun? Zor olacak gibi görünüyor...

Rommy:
-Yapmadan önce düşünecektin. Hyemi ile ne zaman konuşacaksın?

Hawon:
-Bilmiyorum...en yakın zamanda anlatmaya çalışacam. Sen dert etme güzelim.

Rommy:
-Hawoooonnn çocuğumuzu nerede büyüteyeceğiz?

Hawon:
-Nereye gitmek istersin? Ha bu arada...testi attın değil mi?

Rommy:
-Tab-

Ses kaydı bitmişti. Beynimden vurulmuştum. Woobin dudağını dişledikten sonra masaya kocaman bir yumruk attı. Kafasını pencereye çevirip dolmuş gözlerinden yaş akmaması için cebelleşti. Ben ise cebelleşmiyordum. Akıyordu. Göz yaşlarım deli gibi akıyordu. Dünki ceketimi giyinmiştim. Cebinde kalan testi ceplerimde kısa bir süre arayıp bulduktan sonra cebimden çıkardım ve teste baktım. Gerçekten pozitifti. Testi masanın üstüne bıraktım.

-Onu öldüreceğim. Diye tıslayarak konuştum.

-Ne yapacaksın? Gidip ifşa mı edeceksin? Dediğinde ayağa kalkmış telefonumu masadan almıştım.

-Ne yapmamı BEKLİYORSUN? Burada sakince oturup ağlayayım mı? Onu kendi ellerimle öldüreceğim. Dedim. Ağlamam şiddetlenmişti.

-Belki de haklısın. Dedi ve o da ayağa kalktı. Bileğimden tutup beni arkasından sürükledi. Son hız yürüyorduk. Zaten bir şey yiyip içmemiştik. O yüzden herhangi bir ödeme yapmadan mekanı terk etmiştik. Bileğimi ondan kurtardım ve arabaya bindim. O da kendi arabasının şoför koltuğuna oturdu.

~MOON'S SON~Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon