Birkaç dakikanın ardından taze demlenmiş kahvenin mis kokusu mutfağa yayılmıştı. İştahımı kabartan bir kokuydu bu. Kupalarımın en büyük olanını alıp doldurmaya başladım. Kahve kokusu beni baştan çıkarırken kapımın çaldığını işittim. Herhalde kaçak güzelimiz eve teşrif etmişlerdi. Elimde kahvemle kapıyı açmaya gittim. Tam açmadan evvel de bir yudum almayı ihmal etmedim. Kim bilir belki de mizacıma bir parça sakinlik katardı. Seher'in yararına olurdu bu. Yine kapı deliğinden bakmadan ardına kadar açtım kapıyı ve gördüğüm şey karşısında elimdeki bardağı yere düşürdüm. Ortalık kahveye bulanırken kısa ama yüksek sesli bir "ah" nidası döküldü dudaklarımdan. Hayır kahve dilimi yakmamıştı. Gördüğüm şey gözlerimi yakmıştı. Karşımda Sudem duruyordu. Üstelik şaşırdığım nokta evime gelmesi değildi. Göktuğ!a olan saplantısı sebebiyle bu tarz sürprizlerine alışıktım. Hayır! Beni şoka sokan şey uzun güzel saçlarının yerine olmamasıydı. Ben şok içerisinde kapıda dikilirken beni itip içeri geçti. Nasıl olduğunu anlamadan mutfağımı buldu hatta mutfaktan bir bez buldu ve yanıma gelip yerdeki kahveyi temizlemeye koyuldu. Neyse ki kupa kırılmamıştı da etrafta kırık seramik parçaları aramamıza gerek kalmamıştı. Bir dakika ya konu bu değildi ki... Kızı omuzlarından tutup ayağa kaldırdım ve

"Sudem ne oldu sana!"

Elini saçsız başına götürüp hafifçe gülümsedi.

"Aslında bir eşarp kullanıyordum ama direk gör şokunu yaşa beni rahat bırak istedim. O yüzden bu soğukta kel kafamla geldim. Dönerken senden bir bere aşıracağım haberin olsun. Gerçi arabam hemen aşağı sokakta ama o mesafeyi tekrar kat edebileceğimi sanmıyorum."

Suskunluğumun sürmesi onu endişelendirmişti anlaşılan zira hemen konuyu değiştirdi. 

"Aaaaa! Kahve mi yaptın? Koca bir kupaya hayır demem."

Otomatik olarak mutfağa yönlendim. Hareket ediyordum ama kendimde değildim sanki. Temiz bir kupa alıp içine kahve doldurdum. Robotvari hareketlerime aynı tekdüzelikte cümleler de eklenmişti.

"Süt ya da şeker ister misin?"

Sudem hızlıca kel başını salladı. Sudem keldi. Daha tam kendime gelemeden yine nutkum tutuldu. Şaşkınlığın illallahı ile boğuşurken

"Hangisine evet dedin?" diye sordum.

"Her ikisine de."

"Peki." deyip buzdolabından cam süt şişesini çıkardım. Ona yeterince zaman tanırsam makul bir açıklama alacağımı ümit ederek bir miktar sütü cezvede ılıtmaya başladım. 

Niye hayatıma giren her kadının psikolojik problemleri olmak zorundaydı. Bu bir kriter miydi acaba? Kaderim bir turnusol kağıdı işlevi mi görüyordu da bütün manyakları alıyordu içeri. Seher'in bir rüya gibi gelip gidişinin ardından bir de Sudem'i bu halde görmek başımda olan bir parça aklı da alıp götürmüştü. Cezvedeki sütten gelen fokurdama sesleri beni kendime getirdi. Sütü koca fincana boşaltırken, bu kadar kaynamamalıydı, altın oranım şaşacak kesin, diye düşündüm.

"Saçına ne olduğunu anlatacak mısın? Depresyona falan mı girdin?" dedim çıkardığım işten ve şu anki durumdan memnuniyetsizce.

"Immm... Bir sivil toplum örgütüne bağışladım. Yani şöyle, bir kanser hastasının kendisini daha mutlu hissetmesi için bir peruk olacaklar yakında. Harika değil mi? Uzun zamandır böyle bir şeyin hayalini kuruyordum. Niye bu kadar sorguluyorsun, o kadar duyarsız bir insan mıyım ben?"

Tam olarak olmasa da evet güzelim, duyarsızsın!

Ne anlatıyordu bu kız? Daha doğrusu ne saçmalıyordu? Kalıbımı basarım ki saçlarından bir telini kazara koparsam dünyayı başıma yıkardı. Kahvesini yavaşça önündeki sehpaya bıraktım ve kanepeye oturdum. Gözleri parlıyordu, gözlerinde bir gram pişmanlık yoktu. Dediği gibi duyarlı birine mi dönüşmeye başlıyordu yoksa? Belki de başta da şüphelendiğim gibi bir depresyon belirtisiydi bu, hem de en ağırından. Dikkatli olmalıydım.

TUTSAKWhere stories live. Discover now