BÖLÜM 5

5.8K 305 7
                                    

Merhabalar, nihayet 5. bölümle buluştuk. Hikayeye gösterdiğiniz ilgi için sonsuz teşekkürler ve ayıp olmazsa fazlasına da hayır demeyiz. Her neyse keyifli okumalar.

Medya: Elçin

"Anladığım şeyi kast etmediğini ümit ediyorum."

"Etme, çünkü kesinlikle onu kast ediyorum."

Seren'in sesi benimle alay ediyormuş gibiydi. Üstelik mükemmel kıvrımlara sahip dolgun dudakları da arkasında; bu ses tonunu destekleyen minik bir gülümseme saklıyor gibi görünüyordu. En azından ben öyle hissetmiştim, diyelim. Ancak yine de -son bir umutla- yavru köpek bakışlarımı kapının hafif aralık kısmından genç kızın -ciddi- mavi gözlerine diktim.

"Turhan Bey'in..."

"Bunu kesinlikle yapacağından emin olabilirsin. Benim buraya gelme sebebim de bu zaten. Yani olayın ciddiyetini kavrasan iyi olur Tarık."

Küçücük kız karşıma geçmiş neler söylüyordu böyle! Sinirlenmemek elde değildi. Sinirlenecektim de... Tabi eğer içimi kemiren şu lanet his olmasaydı. Sanki her geçen saniyeyle evimin dört duvarıyla sınırlı küçük dünyam biraz daha kararıyordu. Biraz daha saplanıyordum saf korkudan oluşmuş iğrenç bataklığa. Dizlerimin titremeye başladığını hissedebiliyordum. Bu kadardım işte. Gücüm buraya kadardı benim. Evden uzaklaşma düşüncesi beni yerle bir etmeye yetiyordu. Buna rağmen mağlubiyeti kabullenmedim ve elimde kalan son güç kırıntılarını dağılmak üzere olduğum gerçeğini Seren'e yansıtmamak için kullandım. Suratıma yerleştirdiğim soğuk ifadeyle kapıyı biraz daha aralayıp –onun- içeri geçmesi için kenara çekildim. Dışarıya – o şerefsizin hayallerimi yaktığı yere- içimden okkalı bir küfür savurarak kısa bir bakış attıktan sonra da kapıyı örttüm. Ardından derin bir soluk alıp küçük(!) sorunumla yüzleşmek üzere arkamı döndüm ve Seren'i etrafa iğrenircesine bakarken yakaladım. "Yakalamak" ne kadar doğru bir kelime gerçi orası tartışılırdı. Zira kızın berrak mavi gözlerindeki tiksinti dolu ifade o an ne düşündüğünü açık açık ortaya koyuyordu zaten. Üstüne üstlük "Oturmak ister misin?" diyerek ona koltuğu işaret ettiğimde korkuyla yerinden sıçraması da işin tuzu biberi olmuştu. Böyle bir şey dememi beklemiyordu sanırım. O da haklıydı. Genelde ziyaretçi kabul eden biri değildim sonuçta. Evime sadece Albay'ı kabul ederdim. Bir de Esra'yı... Yani eskiden... Kabul ederdim.

Düşünme onu Tarık. Onun yalnızca sana ait olduğu o günler çok uzak bir geçmişte kaldı. Onları anımsamak kalbinin; alevler içinden çıkma bir hançerle deşilmesiyle eş değer bir acı yaşatıyor sana. O yüzden yapma bunu. Korkuyla başlayan gününü canını yakan anılarla noktalama.

Esra'yı kafamdan güçlükle attıktan sonra esas problemime odaklandım ve az önce söylediğim şeyi anlamakta zorluk çektiği gözlerinden okunan Seren'e sorun ne dercesine baktım. Kısa süren bir sessizliğin ardından bana bir iki adım daha yaklaştıktan sonra- ki bunun ne kadar korkunç hissettirdiğini söylememe gerek bile yok-

"Yok... Koltuğa değil de şu sandalyeye otursam daha iyi olacak galiba." diyerek hemen sağ tarafımdaki sandalyeyi çekti.

"En azından hastalık kapma ihtimalim biraz daha azalır." diye ekledikten sonra da az evvelki ciddiyetini ve sinirlerimi bozacak şekilde muzipçe göz kırpmıştı bana.

Biliyordum güzellik, ruhun o takım için fazla genç senin! Sözcüklerin etrafı yakıp yıksa da dışarı çıkmak için her an fırsat kollayan o çocuksu yanının ufak bir tebessümü her şeyi onarmaya yetiyordu işte.

"Şu konuyu bir halletsek..." Artık nasıl becereceksek bunu?

Sabırsızca sorduğum bu soru karşısında afallayan Seren, göz kırpmanın etkisiyle yüzüne yayılan gülümsemesini toparlayıp hafifçe öksürmüştü. Ardından çantasını karıştırmaya başladı. Bir yandan hararetli bir biçimde araştırmasına devam ederken bir yandan da olanları bana açıklamaya çalışıyordu.

TUTSAKWhere stories live. Discover now