otuz bir

6.5K 757 461
                                    

tam tamına üç gün geçmişti.

üç gündür jeongin'in ne yüzünü, ne sesini ne de pofuduk saçlarını görmüştü. yalnızca kokusunu almıştı ki bunu da ona geri verdiği sweatshirtünü koklayarak yapabilmişti.

herkes teker teker hyunjin ile konuşmaya çalışmış ancak hiçkimse onu bu düşüncelerinden vazgeçirememişti. jeongin ise derslerine daha çok odaklanmış ve hyunjin'in nasıl olduğuna dair haberleri diğerlerinden almaya başlamıştı.

üçüncü günün ortasında, hyunjin işten geldikten sonra eve girmek için merdivenlerden çıkıp kapının önüne gelmişti. işleri yine iyi gitmiyordu ve babasını o iş yerinde her gördüğünde daha da sinirleniyordu.

bu sırada jeongin kendi kapınısının önünde onu görmek için bekliyordu. ancak onu beklediğini anlamasın diye kapının kenarındaki ayakkabılık ile ilgileniyormuş gibi yapmıştı.

büyük olanın ayak seslerini duyunca mutlu oldu. bakmak için arkasını çevirdiği sırada ona bakmıyor olduğunu farketti.

"merhaba hyung." bunu söyledikten sonra kendini yüzsüz gibi hissetmişti. onu istemediğini bile bile ona selam vermenin öyle olacağını düşündü.

hyunjin hiç de şaşırtmayacak bir hareket ile hiçbir cevap vermedi.

kiliti deliğine soktuğu sırada deli gibi özlediği sesi tekrar işitti.

"bugün joonseo'yu görmeye gittim."

dediği şeyden sonra eve girmek için biraz daha bekleyebileceğini düşündü.

"durumu iyiydi. sadece söylemek istedim. merak etmişsindir diye. senin yerine de öptüm, merak etme."

kendi oğlu için bile bu kadar çabalayan kişinin ona zarar verecek birisi olmadığını o da biliyordu. yalnızca içindeki 'ya öyleyse...' sesi tüm duygularını kilitliyordu.

ona bakmak için geriye döndü. ve... bir farklılık olduğunu hissetti.

saçlarını boyatmıştı. hem de kırmızıya.

gerçek bir tilki gibi göründüğünü düşününce gülümsememeye çalıştı.

jeongin'in yüzündeki o gülümseme ise hiç eksik olmamıştı ona baktığı o küçücük saniyelerde.

kendini fazla kaptırdığını düşünüp toparlandı ve duygusuzca teşekkür etti. önüne döndüğünde anahtarı çevirdi.

——————————

"her akşam neden yanıma geliyorsunuz? işiniz gücünüz yok mu sizin?"

sorduğu kişiler yine evine gelen seungmin ve woojin ikilisiydi.

woojin cevapladı. "işimiz gücümüz senden daha önemli değil hyunjin."

"iki güne kendine gelirsin diye düşünmüştük ama böyle olmadı. bunun için bu kadar endişeleniyoruz hyunjin. hem senin için hem de jeongin için."

seungmin de yanıtladığında nefesini kızgınlıkla dışarı verip mutfağa yürüdü.

"uykusuz olduğun her yerinden belli. gram uyku tutmuyor değil mi?" arkasından seungmin sormuştu.

su içmek için geldiği mutfakta bir tane bardak çıkartıp su doldurdu.

diğerleri de mutfaktaki masanın sandalyelerine oturdular.

"bunların hepsi vicdan azabından. gerçekten diyorum."

suyu içip bardağı tezgaha bıraktıktan sonra onlara dönüp boş olan sandalyeyi kendine çekti.

little me | hyuninWhere stories live. Discover now