"Gitme." Sesimi bulduğum ilk anda söylediğim bu küçük rica onu gülümsetti.

"Gitmem."

*

Teyzelerim uzunlamasına sofrada yan yanayken kuzenlerim Duru ve Dünya teyzemlerin yanındaydı, dayım baş köşede, annem diğer baş köşede ve biz üç genç erkekler olarak teyzemlerin karşısına oturmuştuk.

Herkes fazlaca mutluydu. Dayımları gelmeden önce aşağı indiğimde annemi mutfakta kara kara düşünürken bulduğumda onu yanağından öpüp kulağına küçük bir özür fısıldamıştım, onu bu ayda yılda bir yapılan aile yemeğinde üzmemeliydim.

"Yelda şu çocuk kimdi kız?" Derya Teyzemin ikizini dürterek yanımdaki Doruk'u göstermesiyle Doruk gülümsedi.

"Ben Doruk Kantarcı, efendim." Annemin gururlu gülüşü, Doruk'u oğluymuş gibi benimsediğinin kanıtıydı.

"Ay çokta efendi ha!" Yelda Teyzemin kahkahasıyla Tevfik Dayım yüzünü buruşturdu.

"Bir insanı bu kadar mı özlemem ya? Valla keşke sadece bizi çağırsaydın Dilek, bunlarda Çançinçon dağında kamp yapmaya devam ederlerdi." Annem dayıma gözlerini büyüttü.

"Öyle şey olur mu abi?" Yelda Teyzem ojeli orta parmağını gösterirken Derya Teyzem bağırıyordu.

"Kangchenjunga o!" Dayım sigara böreğini Derya Teyzemin ağzına sokuşturdu.

"Ama bu Çançinçon olmadığını değiştirmez." Yelda Teyzemde ikizinin boğuluyor olduğunu gördüğü an dayımın ağzına hiç sevmediği patates salatasından sokuşturdu.

"Sizi mahvederim Tevfuck Bey!" Kuzenlerim teyzemin küfrüne gülerken Doruk'ta kıkırdadı.

"Ay biraz durun bari iki üç dakika geçsin aradan! Onca yıldır görüşemiyoruz." Annemin demesine Derya Teyzem peynirli sigara böreğini zoraki yemek zorunda kaldığı için ağlamaklı bir şekilde konuştu.

"Neden görüşmediğimizi daha iyi anladım şuan." Tevfik Dayım yemek zorunda olduğu patates yüzünden kusacak gibi duruyordu.

"Siz taaaa Nepal'den neden geldiniz ki?" Diye sorduğunda İkizler aynı anda cevapladı:

"Seni öldürmek için!" Eh, ailede değişen hiçbir şey yoktu.

İkizler hâlâ dayım için pusu kurarken, dayım hâlâ kardeşlerine bulaşmadan duramayan huysuzun önde gideniydi, annemse nabza göre şerbet veren bir kadındı işte.

Bazı şeyler hiç değişmezdi.

*

"Aileniz çok komik." Doruk'un bunu demesiyle güldüm. Sofradan büyük bir gürültüyle kalkmıştık çünkü dayım teyzemlerin saçlarını bozunca teyzemlerde evde terör estirmeye başlamışlardı, biz gençlerde bu durumdan kaçmaya karar vermiştik. Son baktığımda Derya teyzem dayımın kafasından aşağı çay döküyordu ve eğer biraz daha kalsaydık içimizden birinin kolu bacağı kırılabilirdi.

"Sen onları bir de doğal habitatlarında gör." Yavuz'un bahsettiği yer şüphesiz ki ormandı. Bir keresinde pikniğe gittiğimizde ikizler dayımdan o kadar bıkmıştı ki onu canlı canlı tabuta koymuşlardı ve piknik yaptığımız yere geri döndüklerinde annem dayımı göremeyince sormuştu doğal olarak. O zaman aldığımız o dehşet verici cevapla ise ma'aile mezarlığa gidip dayımı almak zorunda kalmıştık.

Neyseki gömülmeden önce içerisinde canlı birisinin olduğu anlaşılmıştı da sorun olmamıştı.

O günden sonra Yavuz ve ben, ikizlerin deli olduğuna kanaat getirmiştik.

O günü hatırlayınca güldüm ve Doruk ikili koltukta daha da dibime girdi. Bacaklarımızı birbirine yapıştırıp, kolunu da arkamdan omzuma attığında içimde çıkmak için kanat çarpan kuşları hissettim.

"Gülüşünü seviyorum." Kulağıma fısıldadığı bu cümleyle daha da güldüm.

Yemeğimizi yedikten sonra Duru, Dünya, Yavuz ve Doruk'la çatı katındaki terasa çıkmıştık. Koltuklara oturup gece manzarasını izlediğimiz ve bir müddet okullardan falan konuştuğumuz sırada Duru gözleri ışıl ışıl, Doruk'a bakarak söze girdi.

"Ya soracağım soracağım bir türlü soramadım. Sen Alkan Kantarcı'nın en küçük oğlu değil misin?" Doruk ilgili bir tavırla yayıldığı koltukta doğrulup cevapladı.

"Evet." Dünya söze girdi;

"O halde senin burada ne işin var?" Böyle tak diye sormanın kabalığını hisseden Yavuz güldü.

"İstersen bir de dövelim neden aile yemeğine geldin diye Dünya?" Doruk kıkırdadığında Duru'nun gözleri parladı ve ben o an içimden viski akıp geçiyor zannettim. O kadar yakmıştı ki içimi yüzümdeki gülüş dondu.

"Yağız'la biz–"

"Sevgiliyiz." Doruk yanyana oturduğumuz koltukta bana döndüğünde bu ani itirafım herkesi şaşırttı.

"Nasıl?" Dünya'nın sarı saçları omuzlarından dökülürken Duru'nun gözleri patlamış bir balon gibi sönmüştü.

"Baya sevgiliyiz işte." Doruk hâlâ bana bakarken ben Duru'nun gözünün içine bakıyordum.

"Ne oldu?" Dedim ona dik dik bakarken.

"Bir şey olmadı. Ne olacak?" Ama olmuştu. Çok geçmeden iki kız kardeş işleri çıktı bahanesiyle babalarından izin alıp gitmek için hareketlendiklerinde Yavuz onları geçirmek üzere aşağı indi.

Doruk'la baş başa kaldığımızda içimin sıkıntıyla dolduğunu hissetmiş gibi elini kalbimin üstüne koydu. Bir müddet birbirimize baktık ve o kalbimdeki elini okşayarak bana yavaşça sarıldı.

"Kıskanç." Dedi burnunu boynuma sürterken.

"Hiçte bile." Desem de gülüşüm her şeyi açıklıyordu aslında. Onu seviyordum, onu sevmekten korkuyordum, onu affetsem bile onun bana hissettirdiklerinden ürküyordum ama yine de onu hazır benimken birilerine kaptırmak istemiyordum.

Özgüvenim çöldeki bir damla su gibiydi, onun yanında her daim eriyen o damla ve çöldeki kum taneleri kadar olan bencilliğimle birleştiğinde ortaya kıskançlık çıkıyordu.

Onu birisiyle paylaşamazdım. Bana baktığında endişelenebilirdim ama benden başkasına da bakmasına izin vermezdim.

*
bunlar çok yapış yapış bir çift oldular yeter artık bıktım sizden ayırcam sizi

bir de fark ettiniz mi bilmiyorum bu hikayede iki derya var biri doruk'un ablası diğeri de yağız'ın teyzesi. saçma bir tesadüf oldu kamxkqmdkqkdlwldk

the end:)

animosity |boyxboy|Where stories live. Discover now