4.6

21.6K 1.4K 255
                                    

Oturduğum sandalye rahattı ama içimin rahatlığı her yere vurmuş gibi olduğu için huzursuzca kıpırdanıp duruyordum.

"Sen iyi misin?" Boş bakışlarım ona dokundu, başından beri kaçırdığım gözlerim onunkilerle çarpışınca gülümsedim.

"Evet? Neden?" Yalandan kim ölmüştü ki?

"Rahatsız görünüyorsun." Yine o tatlı bakışlar, düşüncelerimi birbirine sarmaşık haline getiren o bakışlar bir gün beni delirtecekti.

"Hayır, gayet iyiyim."

"Yağız, yalan söyleyemiyorsun. Belki telefonda evet ama burada hayır." Yine o keskin bıçak gibi üzerimi kesen bakışlarıyla karşılaştım.

"Yumruklarını sıkıyorsun, dudaklarını anlık yalıyorsun ve," Masaya sere serpe serilmiş siyah kadife örtüye güvenerek ayakları salladığım bacağıma sürtündü. "Bir yerin illa oynuyor." Son cümlesinde gülmüş, gülüşü yine beni fazlasıyla irrite etmişti.

Son yaşananlardan sonra her şeye şüpheyle yaklaştığım için sanırım, her bakışı, her gülüşü bana çok... Sahte geliyordu.

"Nesin sen? Sherlock mu?" Kaşlarını kaldırıp indirdi.

"Dışarıda bunu netçe gösterdim zannediyordum." Arabası hakkındaki zevk verici konuşmadan bahsediyor olmalıydı. Hani o adam gelmeden önceki huzurlu dakikalarımızdan.

"Evet ama dışarıda gördüğüm tek şey bu değildi." Kaşlarını çattı ve başını sola doğru yatırıp sorgularcasına masadaki ellerini iki yana açtı.

"Anlayamadım?"

"Kimsin sen Doruk?" Sesim bana bile yabancılaşmış, sert ve otoriter çıkıyordu. Söz konusu o olduğunda, güvenim çok kırılgandı.

"Nasıl yani?" Başımı yukarıya kaldırarak daha da sert bir tavır sergileyerek masada üzerine yaklaştım.

"Beni atölyeye kilitleyen ve bundan sadistçe zevk alan kişi misin? Yoksa kendi sweatini bana veren kişi mi? Hangisi gerçek sen?" Yumruklarını sıkmaya başladığını gördüm, sinirleniyor muydu yoksa benim gibi yalana mı hazırlanıyordu?

"Her ikisi de benim. Herkesin maskeleri vardır değil mi?"

"Ama ben hangisine güveneceğim?" Mavi gözleri çalkalanmaya başladı, içerisinde patlayan bir şeyler görüyordum. Küçük kahve renklerinin ve yeşil renklerinin birbirine karıştığını, nasıl bir karmaşa yaşadığını görüyordum.

"Senin bana güvenmek istediğini sanmıyorum Yağız." İnler gibi sordum:

"İstemesem niye sana sorayım ki?"

"Çünkü güven bir insanın hangi yüzüne sorgulamanı gerektirmez Yağız. Onun bütün yüzlerini benimsersen ona güvenirsin. Hangisine güveneceğim diye bir şey yok, gerçekten istersen... Hepsine güveneceksin." Gülümsediğinde gözlerindeki karmaşa saklandı. Kısılan gözleri tekrar yüzüme sabitlendiğinde gözleri duru ve dalgasız bir deniz gibiydi.

"Neden hep gülüyorsun? Her şey bu kadar eğlenceli mi senin için?"

"Ben bunu gördüm, böyle büyüdüm." Her şeye gülerek mi büyümüştü cidden?

"Hiç ağladın mı?" Omuz silkti.

"İnsan olan ağlar." Gözleri masanın örtüsüne takıldığı an yalanını yakaladım.

"Peki ya sen... İnsan mısın?" Örtüye bakarak güldü.

"Sanırım hayır."

Yemekler geldi ama artık ikimizde de yiyecek kadar iştah kalmamıştı.

Yemekler soğudu, içimiz soğudu ve biz orada kadife örtüye bakarak demlendik.

Her seferinde, şüpheye düşüyordum. İşin kötü yanı düştüğüm her şüphede ona dair ipuçları yakalıyordum. Yakaladığım ipuçları ise beni ona hem yakınlaştırıyor, hemde bir o kadar uzaklaştırıyordu.

Kokusunu soluyabiliyordum ama o kokunun ona mı yoksa pahalı parfümüne mi ait bir türlü çözemiyordum. Ve gözlerine yakından baktığımda tehlikeli akıntıları olan bir deniz görüyordum. O akıntının içinde yitip giderken gerçekleri kaçırıyordum.

*
the end

diggat diggat
kuzeyden gelen soğuk hava akımları içimizi soğutacak bir süre sobayı harlayın gençler;;)

animosity |boyxboy|Where stories live. Discover now