1

941 54 11
                                    

Hohlarak camı buğulandırıp işaret parmağımla adımı yazdım. Dışarıda yağmur yağıyordu. Böyle havaları oldum olası hep severdim. Neden olduğunu bilmediğim bir mutluluk yerleştirirdi içime. Fidelerini yüreğime atar, yağmur suyuyla büyümesini sağlardı. Buğulanmış yerde duran adımı elimi kullanarak sildim ve yeniden yağmuru izlemeye başladım. Islaklığı tenimde hissetme arzusuyla dolduğumda kıyafetlerimi değiştirip kapıyı araladım. Soğuk rüzgar tenimi okşadı. Huzurla gözlerim kapandı ve bir adım atarak soğuk damlaları hissettim. Ellerim ceplerimde, attığım her adımda yeniden doğuyor gibiydim. Diledim. Eve döndüğümde adımlarımda unuttuğum düşüncelerin gelmemesini diledim. Bazen kafamda olması gerektiğinden daha fazla düşünce oluyordu ve bu durum beni yıpratıyordu. Elimden geldiği kadar kendimle yalnız kalmamaya çalışıyordum. Telefonum çalmaya başlayınca bütün dikkatim oraya yöneldi ve cebimdeki telefonu açmak için çıkardım. Telefon ekranını damlalar ıslatırken yakın arkadaşımın adını ekranda zar zor gördüm.

"Mi Sun-a!"

Enerjik sesi kulağımda yankılandı. Enerjisini iliklerime kadar hissedip güldüm.

"Efendim Hye Su?"

"Mi Sun, atıştırmalık bir şeyler aldım sana uğramayı düşünüyordum ama dışarıdasın galiba?"

Önümdeki su birikintisine zıplayarak üşümüş bedenimin daha da üşümesine sebep oldum.

"Yürüyüşe çıkmıştım. Birazdan geçeceğim eve. Gel sende."

Adımlarımı evime yöneltiğimde daha fazla uzaklaşmadığım için teşekkür ettim kendime. Çünkü bazen dalıyor evden fazlasıyla uzaklaşıyordum. Defalarca fark etmeden girdiğim ara sokaklarda kayboldum. Buna rağmen hâlâ neden bunu yapmaya devam ettiğimi bilmiyorum. Kapıya yaklaştığımda karşıdan gelen Hye Su'yu gördüm.  Tam zamanında gelmiştim demek ki. Kapıda kısaca sarıldıktan sonra hemen içeriye geçtik.

"Sen kahveleri yapsana. Ben üstümü değiştirip geliyorum, ıslandım."

Kafasıyla beni onayladığında hızlıca odama gidip üstümü değiştim. Mutfağa gittiğimde Hye Su atıştırmalıkları açmış kahveleri masaya yerleştirmişti bile. Sandalyeyi çekip oturduğumda telefonundan başını kaldırıp bana baktı.

"Eveeet Mi Sun. Başlayalım mı?"

Anlam veremez şekilde yüzüne boş boş baktığımda masada duran elimi tuttu.

"Mi Sun, Jungkook ve ben senin için gerçekten endişeleniyoruz. "

Konunun nereye geleceğini bildiğimden sıkıntıyla nefes verdim.  Bir kaç gün önce ailemle kendilerini dikkate almadığım gerekçesiyle kavga etmiştim. Kendimi savunmaya geçince kavga büyümüş en sonunda annemin telefonu yüzüme kapatmasıyla sonlanmıştı. Korumacı ve baskıcı tavırları beni rahatsız ederdi. Yaptığım her şeyin söylenmesinden, aldığım kararlara karışılmasından asla haz almazdım. Sırf bu hareketlerinden kurtulmak için üniversiteyi kendilerinden uzak bir şehirde okumayı tercih etmiştim ama tavırlarından telefondan da olsa kaçamamıştım. Söyledikleri şeylerle moralimi bozmayı çok iyi başarırlardı. Evde devamlı bir kavga vardı. Babamla tartışmak onlar için normal gelmeye başlamıştı ama ben bundan her zaman nefret ettim. Evden gitmek istememe en büyük sebeplerden biriydi.

"Özür dilerim. Sizi endişelendirmek istememiştim."

Şefkatli bakışları üzerimde gezinirken elimi daha sıkı tuttu.

"Özür dilemeni gerektirecek bir şey yok ki. Sadece bazı şeylerle tek başına mücadele vermeye çalışmanı istemiyoruz. Yanında olduğumuzu ve istediğin zaman konuşabileceğini biliyorsun. "

Biliyordum. Her zaman ikisininde yanımda olduğunu biliyordum. Ama aynı şeyler tekrardan yaşanıyor ve sonu gelmeyecek bu döngüde onlarıda bunaltmak istemiyordum.

"Annem." Dediğimde gözlerinden bir sıkıntı geçti.

"Her zaman ki şeyler anlayacağın. Sizi aynı şeylerle boğuyormuş gibi hissediyorum. Bu yüzden bahsetmek istemedim. "

Oturduğu sandalyeden kalkıp yanımdaki sandalyeye oturduğunda gözlerimin sızlamaya başladığını hissediyordum.

"Mi Sun, saçmalıyorsun. Aynı şeyleri ben yaşasam sen farklı bir tepki mi verirdin? Her neyse, neden kavga ettiniz?"

Yeniden aramızdaki kavga aklıma geldiğinde gözlerimden yaşlar istemsizce süzülmeye başladı. Sesim titremesin diye baya uğraşmak zorunda kalmıştım.

"Yine babamla kavga etmişler. Ne zaman kavga etseler beni arayıp gereksiz şeyler yüzünden bana kızıyor. Durduk yere bağırıp çağıyor ve ben sebebini bile bilmiyorum. Sadece ilgisiz ve kötü bir evlat olduğumu söyleyip durdu."

Hye Su önündeki peçetelikten bana peçete uzattığında göz yaşlarımı sildim.

"Gerçekten bunun yaşanmasından çok sıkıldım. Bana bağrılmasına artık tahammül edemiyorum. Azarlanmam gereken hiç bir durum yoktu. Başka bir şehirde yaşarken nasıl bir ilgi istiyorlar  inan bilmiyorum, çok sinirlenmiştim. Kendisinden nefret ettiğimi söyleyip bir daha beni aramamasını söyledim."

Hye Su'da benim gibi sıkıntıyla nefes verdi.

"Kötü olmuş. Ne olacak peki bundan sonra?"

Aslında telefonu kapattıktan sonra fazlasıyla üzülmüştüm. Ama aynı tavırlara biraz daha tahammül etmek zorunda olmadığım için kendime inanamadığım bir rahatlık vardı üstümde.

"Bilmiyorum. Gerçekten onlarla görüşmek istemiyorum. Ve ben bir adım atmadığım sürece onlar bir adım atmazlar. Ben her zaman haksızım. Biliyorsun. Belkide böylesi ikimiz içinde daha iyidir."

Hye Su anlayışla bana sarıldığında yanımda olduğu için tekrardan sevindim. Onlar olmasaydı kendimi bu şehre ait hissedemezdim. Kapı çalınca Hye Su sevinçle zıpladı.

"Sil göz yaşlarını bak şimdi nasıl eğleneceğiz? "

Koşarak kapıya giderken bağırdı.

"Jungkook'u çağırmıştım da."

Jungkook elinde soju şişeleriyle girip bana sıkıca sarıldı.

"Uzun zamandır seninle uğraşmadığım için sıkıntıdan patlıyorum. Geçti mi üzüntün çirkin ördek? "

Gülümseyerek cevap verince soju şişelerini açmaya başlamıştı bile. İçmeden önce kısaca olanları Jungkook'a da anlatmıştım. Sonrasını doğru düzgün hatırlamıyorum bile. Çünkü en çok içtiğim günlerden biriydi.

Just One Day || TaehyungWhere stories live. Discover now