28

66 12 4
                                    

Ben milyonlarca parçaya bölünmüş yıldızları gözyaşımla yapıştırıyorum. Ruhumla oturup ölümcülük oynuyorum, bardak bardak ihanet içip resim çizmeye başlıyorum. Önce kendimi çiziyorum, sonra her bir zerremi boyamak için bir damarımı kesiyorum. Gözyaşım ile ton açıp sonunda boyamamı bitiriyorum. Bitik hayat defterimin son sayfasına bu resmi yapıştırıp pencerede gelmemi bekleyen gölgeme yaklaşıyorum ve ona tutunup kendimi ölüm boşluğuna bırakıyorum.

*********************

Kader denen kavram insanı tuhaf yerlere sürüklüyordu. Korkuyorduk kaderden kaçmaya çalışıyor, ya olduğumuzdan daha tuhaf noktalara geliyordu hayat. Ya da bir çıkmaza sürükleniyorduk. Sürünüyorduk, kendimizi bir çukurdan kurtarmaya çalışıyorduk. Mesela okumak zorundaydık, güzel bir gelecek için. Çalışmalıydık hatta gülmeliydik, yalandan bile olsa gülmeliydik sırf insanlar bizi mutsuz görmesin diye. Büyümeliydik içimizde yaşayan çocuğa inat olgun davranmalıydık. Aile sözü dinlemeliydik, küçükken de hep bu şekilde kandırılmamış mıydık? Mesela çizgi filmler de bile kandırılmıştık "İyi bir çocuk olursanız şirinleri görebilirsiniz demişlerdi. Yıl boyunca iyilik yaparsak Noel baba bize hediye getirirdi. Bizde kendi çapımızda iyi olmaya çalışıyorduk ama ne şirinleri görebilmiştik ne Noel baba bize hediyeler getirmişti. Sonra büyümek zorunda kalmıştık. Bu seferde dizilerde filmlerde hep "Kötüye bir şey olmaz" denilmişti. Bu kez de kötü olmaya zorlanmıştık. Tanrıyla dünya arasın da sıkışıp kalmıştık. Sonumuz ne olacaktı bilmiyorduk. Ben ise akışına bırakmış sürükleniyordum. Kayalıklara çarpıyor, bana ait olmayan bu bedeni yara içinde bırakıyordum. Yetersiz kaldığı yerde ise kaçıyordum belki korkaklıktı ama kaçmalıydım. Gerçek veya acı suratıma çarpmamalıydı.

Bir şeylerden ne kadar kaçabilirdi insan? Okulda veya işte arkadaşlarımızdan eve gelince kaçabilirdik. Evde ailemizden odamıza gidince kaçabilirdik. Peki, kendimizden ne kadar kaçabilirdik? Yeri geliyor kendimize düşman kesiliyorduk, kendimizle yüzleşmeye korkuyorduk. Nereye kadar bu böyle gidecekti. İnsanlar korkarak nasıl yaşayacaktı? Bilinmeyen soruların cevabını nasıl ve neye göre bulacaktık? Kendimizi akıntıya ne kadar bırakmalıydık? Sürüklenmekten korkmalı mıydık? Belki de direnmeliydik doğrularımızın, doğru bildiklerimizin peşinden gitmeliydik. "Hayat benim hayatım yaptığım doğrunun da yanlışında sonucu beni ilgilendirir" demeliydik belki o zaman hayat daha yaşanılır olurdu. Korkarak yaşamamalıydık...

**************************************

Ağlamıştım psikoloğumun karşısında ağlamıştım. İnsanların karşısında ağlamaktan nefret ederdim. Ama bu kez tutamamıştım. Belki de istememiştim bilmiyordum. Ayağı kalktım ayaklarımı sürüye sürüye odadan çıktım. Eve gelince bir sigara yaktım Teras kata çıkmak için merdivenlere yöneldim destek almak için duvara tutundum ağır adımlarla çıktım halim yoktu. Sanki ölmüşümde gömenim yoktu üzerimde bir ölü toprağı vardı ve ben bu toprak altında ölüyordum.

Yukarı ağır adımlarla tırmandım. Sandalyeyi derin çığlıklar içinde çektim ve oturdum hava çok soğuktu evlerin çatısında dumanlar uçuşuyordu insanlar üşüyordu. Mühim olan içlerinin ne kadar buz olduğu değil miydi? Titrediğimi hissedince çokta mümkünmüş gibi kendime sarılmaya çalıştım. Omuzlarımdan atılan battaniyeyle Gölgeme baktım.

"Üşüyeceksin dikkat et kendine."

Bir sandalye çekip yanıma oturdu. Battaniyeyi ona da örttüm omzuna yaslandım. Kendimi güvenin kollarına bıraktım. O olmasaydı ne olurdu diye geçirdim dolu zihnimden boğazım düğümlenmişti. Onsuzluk asla düşünebileceğim bir şey olamadı.

"Aklından ne geçiyor Papatya'm."

Sensizlik geçti diyemedim. Dilim o acı sözcüklere izin vermedi.

Bir Gölgenin Fısıltısı (Tamamlandı)Where stories live. Discover now