11. Bölüm

5.9K 198 13
                                    


(Multimedia= Madileyn)

Gözlerimi istemsizce araladığımda artık çok iyi bir arkadaşım haline gelmiş gri-bej tonlarında tavanla karşılaştım. Dünkü olayların gerçekçiliği ile ürperdim. Yani, aslında bir rüya gibi geliyordu ama popomun keskin acısı onu bir rüya olmaktan çıkarıyordu. Veya psikolojimin karanlık kuyusunda daha da derinlere düşmüştüm ve düşüşümü biraz yumuşatan şey popom olduğu için kuyruk sokumun ve kalça kemiklerim ağrıyordu.

İki olası ihtimal

İstemsizce giyindim ve perdemi aralayıp beni bekleyen olağan üstü derecede normal günün ilk ışıklarıyla karşılaştım.

Güneş ışınları penceremden yavaş ve uyuşuk bir şekilde geçip yüzüme çarpınca istemsizce yüzümü buruşturdum. Güneşli bir gün. Kuşlar ötüyor, havada tek bir bulut bile yok. Bunun tek bir anlamı vardı, dışarda terapi...

Kulağa eğlenceli geldiğini biliyorum. Açık havada rahatlama fırsatı bulup eğlenebileceğimizi de biliyorum. Tek bir sorun var, ben dışarıda olma fanı değilim.

Dışarısı bana olmamam gereken bir yermiş gibi geliyor. Sanki orada bulununca günün bütün olumlu enerjisini alıyormuşum ve geriye olumsuz bir enerji veriyormuşum gibi geliyor.

Doğa ana beni pek sevmiyor.

İç geçirip gözlerimin ışığa alışması için penceremin önünde amaçsızca bekledim. Ve camın diğer tarafında bir kıpırtı gördüm. Gözlerimi iyice kıstım. Gözlerimin yanının kırış kırış olduğunu hissedebiliyordum ve gözlerimi biraz daha kısarsam gözlerimin kapanacağından emindim.

Ama daha sonra o "olağan üstü" kıpırtının aslında Bay Rigby olduğunu ve elindeki portatif sandalyeleri büyük bir çaba ile dizmeye çalıştığını fark edince sesli bir kahlaha atmamak için kendimi zor tuttum.

Güneşin ayçiçeğinden daha sarı olan ışınları kel kafasından yansıyordu ve kafasında çok tuhaf ışık oyunları oynuyordu. Arada bir terliyordu ve elindeki sandalyelerle birlikte yere düşmemeye çalışarak alnından akan ter damlalarını siliyordu.

Ve elindeki sandalyeleri dizmek dünyanın en önemli göreviymiş gibi arada bir durup ensesini kaşıyarak düşünceli düşünceli sandalyelerle bakışıyor, sonra işine devam ediyordu.

Kısacası bir portatif sandalye perisi gibi görünüyordu. Tabii kanatları koparılmış ve saçları ile sihirli değneği alınmış bir portatif sandalye perisi gibi.

Kendi kendime içimden bir şeyler homurdanarak aşağıya indim. Çünkü Bay Rigby'nin beni çağırtmasını istemiyordum.

Bu inanılmaz derecede güzel günde tabii ki neredeyse bütün herkes dışarıdaydı. Trübünlerde birçok genç, çocuk, yetişkin oturmuş sohbet ediyorlardı. Bazıları oyun oynuyorlardı.

Sanki bu güzel gün herkesi normal yaşamlarına dönmek istemeye itmişti. Jeremy bile olduğundan daha neşeli görünüyordu. Bunun mümkün olma olasılığının olması bile beni çok şaşırtıyordu.

Jeremy onun hakkında düşündüğümü duymuş ve çağırılmış gibi hemen dibinde biti ve çocuksu bir coşkuyla şakıdı. "Merhaba Madi-mad! Günün nasıl geçiyor? Harika değil mi? Yani kuşlar cıvıldaşıyor ve güneş te adeta bize gülümsüyor. Ve üstelik arılar var! ARILAR MADI!"

Daha sonra kollarını yana açıp vızıldamaya ve etrafta koşmaya başladı. "BEN BİR ARIYIM PPFFFzzZzzZzzzzz..."

Lütfen Bana DokunmaWhere stories live. Discover now