Bizi öğle yemeğine çağıran zil çaldı. Bende oturmaktan uyuşmuş tembel popomu tribünden kaldırdım ve yavaş adımlarla en yakın (ve susmak bilmeyen) arkadaşımı takibe koyuldum.
Yemek her zamanki gibiydi. Gri bir bulamaç, turuncu bir sosun içinde yüzen yeşil tanecikler, birbirine yapışmış ve tamamen hamur gibi görünen bir makarna. Ama aşçımız Frederiksın (yazıldığı gibi okunuyor) her zamankinden daha iyi yapmıştı makarnayı. En azından ne olduğu anlaşılıyordu.
Sıcacık gülümsedi tombul aşçımız. Bıyıkları, saçları hatta kaşları bembeyazdı. "Merhaba Madileyn. Bu gün nasılız bakalım?"
Damon'ın ağızından
Yaşlı aşçıyla konuşuyordu bizim sessiz ufaklık. Yani şöyle diyeyim. Yaşlı aşçı ona sorular soruyordu, o da yerine göre başını 'evet' ya da 'hayır' manâsında sallaıyordu. Onu izlemeye devam ettim.
Bir anda benim olduğum tarafa döndü. Ve yüzü ışıldayan bir gülücükle aydınlandı. Bana bakmadığını biliyordum. Çünkü arkamda birinin varlığını hissediyordum.
Gerçi bana gülümsese de pek umurumda olmazdı. Ama kalbim öyle söylemiyordu. Gözlerindeki o parıltının sevebi ben olayım öyle çok ister-
Kendine gel adamım! Damon! Hissedemezsin sen hissizsin. Hissetmek acı verir Damon. O günü hatırla! Hissettiğin için seninle alay ettikleri o günü hatırla!
Bir daha hissedemem hayır! Bir daha o anı yaşayamam.. Bu ufaklık içinse asla! Ama kalbim beynime haykırıyordu: "Onda seni çeken bir şeyler var! Bu 'şeylere' ayak uydur!"
YOU ARE READING
Lütfen Bana Dokunma
Teen FictionGöz yaşlarımı silmek için uzandı. "Lütfen Bana Dokunma..." Diye fısıldadım. Ama o asla sözümü dinlememişti..