Bölüm 13

193 20 2
                                    

***
Hariel onunla konuştuğunda Azrail çok meşguldü. Yakın zamanda ortaya çıkan ve Endonezya kıyılarını süpüren tsunami sebebiyle öteki dünyaya taşınması gereken bayağı bir ruh vardı. Yine de kişiliğinin bir kısmını Hariel'in yanına yollamış ve "Alex'i henüz doğumundan birkaç sene sonra tanıdım ve bunca sene yanındaydım. Omuz omuza savaştık, zaman zaman ters düşsek de hala daha savaşacak da olsam birileriyle barış da yapacak olsam onu yanında isterim. Şeytanın zihnini bomboş bırakması tabii ki senin suçun değil ve seni Alex in nasıl el üzerinde tuttuğunu daha uzun uzun da anlatabilmek için tekrar geleceğim ama Alex'in gözlerine bakıp da sana askının yalan olduğunu söyleyebilecek tek bir dürüst varlık bilmiyorum" demişti. Hariel Mell ve Azrail'in dürüst olduğunu biliyordu ama güven, tıpkı bir parça tişört gibi Hariel'in üzerinden çıkarılmış, onu bomboş bir kabuk gibi bırakmıştı. Yine de Alex'in ondan haber bekler gibi kapılarını açtığı zihnine rahatlıkla ulaşıp mesajını bıraktı. Kafa karışıklığı ile kızın cevap vermesini umdu ama ona zorla görüntüler yollayarak zihnini, hissedilebilir bir sefkat ile allak bullak bir savaş alanına çeviren Şeytan'ın Gölgesi'nden ses çıkmamıştı.
Hariel ona günlerce tekrar ulasamadi. Alexandre yeryüzünden öylece silinmişti.
***

Gözlerimi açtığımda daha ne kadar bayilacagimi düşündüm ve elim istemsizce büyü gücüm elimden alınmadan önce bacağımda görünmez kıldığım hançere gitti. Onu oracıkta yoktan peyda etmem için hiçbir büyüye ihtiyaç duymuyordum ancak içgüdülerim 'henüz doğru zaman değil' diyordu. Üzerinde yattığım yatak kocaman ve yumuşacıktı. Dört yanındaki direkler koyu renkli, kolumdan biraz daha kalın, cehennem meşelerinin gövdelerinden yapılmıştı. Yukarıda yatak boyutlarında bir çerçevede birleşen bu kütüklerin üzerinden siyah tüller atılmıştı, bu tüller gri ipek nevresimlerin üzerinde, camdan gelen ilik meltemle dalgalanıyor, ara ara ayaklarına dokunuyordu. Hala sersem hisstsem de yatakta oturup alışkanlık ile etrafıma dalgalar halinde enerji yollayarak yalnız olup olmadığını anlamaya çalışsam da o gücüm de beni terk etmişti. Sapasağlam gözlerim varken birden bire kör olarak uyanmış gibiydim. O an için bana nefes almak kadar kolay gelen becerilerimden yoksun kalmak bana kendimi aciz hissettirmisti. O yüzden kendimi bir insan gibi hissediyordum. Sadece gözlem yap dedim kendi kendime. Etrafını kolaçan et... Derin bir nefes alarak içinde bulunduğum odaya göz gezdirdim. Duvarlar gri renkliydi ama bu odağı kasvetli yapmıyor, camdan vuran turuncu gün ışığı ile güzel bir uyum yakalıyordu. Üstünde yattığım geniş yatak odanın tam ortasındaydı ve hicbir duvara yaslanmıyor, geniş odanın büyük bir kısmını kaplıyordu. Odada kenarda duran küçük bir dolap ve kitaplık haricinde bir mobilya yoktu.Etrafimı algılamalı güçleştiren baş dönmesine ragmen ayağa kalkarak cama yanaştım ve nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Buraya beni Lucifer getirmişti ve burada durmaya niyetim yoktu. Bulunduğum yeri öğrenmeli, güçlerimi kazanmalı ve görevime devam etmeliydim. Kanatlarımı açmayı denediğimde büyük bir acı kapladı sırtımı. Hemen denemeyi kestim. Acıyı yeniden hissediyor olmak beni dehşete düşürdü. Burada büyük işkenceler çekeceğimi biliyordum. Cama doğru ilerlerken koluma tırnaklarımı geçirerek acının normal darbelerde hissedilip hissedilmedigini, bunun kanatlarla sınırlı olup olmadığını denedim. Tüm gücümle bastırmama rağmen acı hissi yerine sanki hafifçe dokunmuşum gibi hissettim. Hissetme yetim ya vücudumu terk ediyordu -bu süreç zaten bebeklerimi kaybettiğimde başlamıştı- ya da vücudum acı yetisini geri kazanıyordu ki bu şu durumda isteyeceğim en son şeylerden biriydi. Birinin beni izleyip izlemediğini net olarak anlayamadigimdan sessizce cama vardığımda dünyanın her yerinde bulunmuş biri olarak şaşkınlığa uğradım. Batmakta olan güneş haricinde manzarada tanıdık tek bir yer yoktu. Ufukta dağları görüyordum ama simsiyah, mücevher gibi görünen kayaları dünyanın hiçbir oluşumuna benzemiyordu. Elimi camdan dışarı uzatarak çıkmaya hazırlandım. Bir şekilde yolumu bulacaktım.
Cama uzandığım an bir güç kalkanı beni olduğum gibi geri itti ve anında odaya açılan maun kapılardan içeriye biri girdi. Luciferin siyah saçları hatirladigimdan daha kısa olmasına rağmen alnına asice düşmüştü. Üzerinde siyah bir gomlek ve siyah pantolon vardı. Gözleri opal taştan bir mücevher gibi simsiyahtı. Kaşları çatıktı. Yine de bunu deneyeceğimi elbette ki tahmin etmişti. "Alex, üzerindeki güzelim elbiseyi camdan atlayıp yere yapışıp öldüğünde güzel görünesin diye seçmedim" diyerek yatağın kenarına oturduğunda aklıma geldi üzerime bakmak. Yıllar önce buna benzer bir kitonum vardı. Eski dönem elbiselerini her zaman severdim ve bu tek omuzdan askılı ve beline altın bir kuşak bağladığım siyah kitonumun aynısıydı. Tek fark bu mat bir kumaş yerine beni tamamiyle gözler önüne serecek şekilde siyah transparan bir kumaştan yapılmıştı. Baş dönmeme rağmen arkamda hafif kuyruğu ve ince de olsa ağır altın kemeriyle bu elbise içinde uyandığımı fark etmemem tuhaftı. Sanki bir rüyadaydım, zorlukla sırtımı camın olduğu duvara yasladım. Henüz cehenneme girip çıkabilen, Lucifer ve Berial ile takılan Alex iken bu tarz transparan elbiseleri giyerdim. Ama bu kez Luciferin karşısında bu kadar vücudumu teşhir etmek beni rahatsız etmişti. Yine de karşısında dimdik durdum ve "Neresi burası?" Dedim. "Ogygia efsanesini bilir misin?" diye yanıt verdi. Ogygia yunan mitolojisinde tanrıların Kalipso'yu hapsetmek için yarattıkları, günümüz Malta adası olduğu tahmin edilen bir yerdi. "Burası Malta değil" dediğimde güldü ve "Sen henüz doğmamışken anlatılan orijinal versiyonda Ogygia hem dünyanın parçası hem de değildi. Ölümlüler oraya kafasına göre girip çıkamazdı. Yalnızca seçilmiş kahramanlar Kalipso'nun lanetin parçası olarak Ogygia'ya gelir, Kalipso onlara aşık olduğunda kıyıda beliren sala atlayıp giderlerdi. Kız ne kadar onlara yardımcı da olsa, iyi niyet de gösterse kimse o adada kalamaz, dünyada yarim kalan işlerine, sevdiklerine dönerlerdi. Kalipso'nun cezası, kalbini kıracak bir sonraki kahramanı sonsuza dek beklemek ama gelen kahraman dünyaya döndüğünde kalbi kırık olarak orada kalmaktı." Diye bana efsaneyi anlattı. "Bana bildiğim efsaneleri anlatarak beni sıkıntıdan öldürmek mı planın?" Diyerek ofladım. Hâlbuki ne demek istediğini anlıyordum. Şu an kendi Ogygia'mdaydım. Bulunduğumuz yer hem dünyada hem de değildi. Bir yanılsama ya da Araf'ın içinden çıkamayacağım bir parçasında olabilirdik. Her ne olursa olsun efsane ile durumun benzerliğinin burada son bulmasını umuyordum çünkü Lucifer'i buradan siktir edecek tek şey yalnızca ben ona aşık olduğum an kalbimi kırmak için kıyıda belirecek olan bir sal ise hiç şansım yoktu. Sonsuza dek burada onunla mahsur kalırdım, çünkü ben Hariel'e aşıktım.
Eğer ki bundan birkaç yüz sene önce bu odada Lucifer ile kalsaydım bunu bir lütuf olarak goreceğimi biliyordum. O her ne kadar şu an düşmanım olsa da bir zamanlar ona aşıktım. Üzerimdeki elbiseye bakınca onun da beni o zamanlardaki gibi hatırlamak istediği belliydi ve aklından tam da bunlar geçiyormuş gibi ayağa kalkıp yanıma geldiğinde meydan okur gibi ona baksam da elleri bana dokunmak için uzandığında arkama doğru bir adım atarak camın olduğu duvara gerileyerek iyice yapıştım. Yine de dibime girerek bundan yüzyıllar önce beni cehennemden kovdurduğu günkü oyunu tekrar oynadı ama bu kez babanın sağ kolu olmak için bir oyun değildi bu, belki de o zaman da öyle olmamıştı... Ellerini bel boşluğuna yerleştirerek beni kendine çekti, sonsuzluk gibi geleb bir saniye boyunca dipsiz bir kuyuyu andıran gözlerini gözlerime dikti. Sonrasında aynı o gün yaptığı gibi eğilerek dudaklarını açıkta kalan omzuma değdirdi.

Cehennem'in Kanatları (Gölge 2)حيث تعيش القصص. اكتشف الآن