29.Bölüm: "Gitsen yine iyi, kaçıyorsun"

7.7K 505 127
                                    

Şimdi bu bölüm birazcık önemli bir bölüm ve gerçekten hissederek okumanızı istediğimden İngilizce, Türkçe ve damar şarkılar bırakıyorum keyfinizin kahyası hangisini isterse onu dinleyebilirsiniz. İçten okuyun az duygu kasın duygusuzlar.

Multimedya: Bunları ne zaman görsem aklıma bizimkiler geliyor
Bölüm şarkıları; Sufle - Kalsana Bu gece
Mavi gri - Ansızın Gel
Lord Huron - The Night We Met

Zorundalık. Bir insanın istemese de yapmak zorunda olduğu şeyler, insanın ömründen bir miktar çalıyordu. Gururundan, yaşama isteğinden çalıyordu. Birisine alışmak kolay değildi. Önce birisini tanırdınız, hakkında bilgi edinirdiniz, adı sanı yaşı ailesi, sevdiği yemekler, bir insanı seviş şekli, bakışları, kokusu. Sonra topladığınız bilgileri kendinizle kıyaslardınız. Elde ettiğiniz bilgiler ilgiye dönüşebilirdi. Ve ne zaman ilgilendiğiniz insana dönüp baksanız, onda kendinizi görürdünüz. Size bakışında kendi gözlerinizi, hissettiği duygularda kendi duygularınızı, gözyaşlarının tuzu dilinizi damağınızı kuruturdu. Empati yapıp kendinizi onun yerine koyardınız. Alkan tam da şu an zaten bir miktar olan empati yeteneğini de kullanamıyordu.

Onun için ondan vazgeçme olayı kulağa romantik gelse de, aslında bir korkaklıktı. Biraz bencillik ve sevgiyi karıştırdığınıza karşınıza korku çıkıyordu. Alkan ona zarar verebilme ihtimalinden korkuyordu.
"Neden çağırdın beni buraya?" Yekta kollarını göğsünde bağlayarak üstünün kollarını ellerine çekerken öylece bakıyordu yüzüne.

"Benden ayrılmak için mi?" Alkan sadece burnunu çekerek "Üzgünüm." Dedi. Anlatamadı. Anlamıyorsun diyemedi, dedem bizi bitirmeye çalışıyor. "Öyle olsun." Gözleri dolu dolu arkasını döndü. Sonra hissettiklerini atamadı içeri. Sindiremedi kendine. O kadar güne, aya, seneye..

"Seninle olmayacağını biliyordum zaten, senin için hep bir hevestim. Bilirsin sevgilim, hevesler gelip geçicidir." Yanağından akan yaşı sildi. "Beni kısa bir süre de olsa mutlu ettiğin için teşekkür ederim, burası.." kalbini gösterdi. "Daima senin kalacak, ama artık kapıları sana kapalı." Alkan üzgün gözlerle Yekta'ya baktı.

Suratını ezberledi. Yeşil gözlerini, öpüştükleri zaman kıpkırmızı olan dudaklarını, minik burnunu, her zaman aşkla bakan bakışlarını ezberledi. "Seni son kez öpebilir miyim?" Fısıltıyla sordu. İstemeye hakkı yoktu Alkan'ın, geri dönmeye hakkı yoktu.

Ama biliyordu ki ne zaman dönse Yekta orada olacaktı onun için. Asla reddetmeyecekti, sen beni parçaladın, artık hiçbir parçam sana ait değil! diyemeyecekti. Demezdi de.

Gözlerinden yaşlar aka aka tuttu hıçkırığını. "Öpebilirsin." Dedi. "Son kez." Dudağını ısıran Alkan için bir veda değildi bu. Geri dönecekti, onun için ona geri dönecekti. "Geri döneceğim." Dedi. Yekta neden gittiğini de bilmiyordu ya, neyse. Sorgulamayacaktı. Gururu ilk defa ağır basıyordu.

İlk defa defolup gitmek, ilk defa Alkan'ı unutmak için mücadele vermek istiyordu. Yanına yaklaşan bedenle beraber sarılmadan parmak uçlarında yükseldi, kollarını boynuna dolasa da düşmemek için destek almadı ondan. Çünkü Yekta ne zaman düşse, Alkan tutmak için orada yoktu.

Yekta'nın sevgisi ağırdı ona. Öyle ya, her zaman aşkları taşıyamazdı geniş omuzlar. Alkan ondan gidiyorsa dengesini kendi kendine kuracaktı.

Çaresiz bir nefes, Alkan'ın nefes alışıyla iki nefes oldu. İkisi de çaresizlikle solurken önce ılık dudaklar değdi Yekta'nın dudaklarına. Birbirine bastırılılan dolgun dudaklar öylece kaldılar. Unutma beni der gibi. Öyle bir unutma ki, her bir hücren beni yaşasın.

Sonra birisi cesaret etti, korkaklık edip kaçıyordu kaçmasına, şimdi neden hareket ediyordu dudakları? yavaşça hareket eden dudakların arasına tuzlu gözyaşları sızdı. Umursamadan, usul usul öptü çocuğu. Önce alt dudağını öptü, sonra üst dudağını. Yanaklarını okşadı. Daha sert öptü onu. Yüreğindeki tüm acılar geçecekmiş gibi, tüm korkaklığından kurtulacağı bir ışığa çıkıyormuş gibi.

Diliyle dudaklarını arşınladı, kollarıyla sıkı sıkı sardı belini. Saçlarını okşadı, kokusunu çekti içine. Yekta ise gözyaşlarını durdurmaya çalışıyor ama her seferinde daha şiddetli ağlıyordu. "Seni seviyorum." Diye fısıldadı son kez. "Seni çok seviyorum." Son olsun istemiyordu. "Ağlama artık." Dedi Alkan. Kendini ağlamamak için tutmaktan kızarmıştı. Sarı saçları ise mavi, feri sönmüş gözlerini kapatmıştı.

"Beni seviyorsun. Beni sevmesen neden böyle bakacaksın ki bana, neden bütün yaralarımı kapatmak için geri dönecekmişsin gibi." Ellerini kahverengi tutamlara sararak, gözerine dolan yaşları ittirdi gerisin geri. Birisi kaçmıştı yuvasından, o çok güçlü gözüken Alkan, ağlıyordu.

"Bazı yollar çıkmaz sokaktır Yekta." Bulundukları sokağı gösterdi. Yekta'nın evi de bir çıkmaz sokaktaydı. "Çıkamıyorum anasını satayım." Dedi. Aslında ima etmeye çalıştığı şey çocuğun kalbiydi.

Kalbinden çıkamıyorum. Demek istedi. Ama onu deseydi, Yekta'nın tüm yolları açılırdı ona. Ardına kadar açılırdı kapanan kapılar. Sevdiceği kıyamazdı ki ona.

"Şimdi gitmem gerek." Birkaç yüzükle süslenmiş parmağıyla gözünden akan tek bir damlayı silip güldü. "Beni sevdiğin için teşekkür ederim." Yekta da buruk bir gülümsemeyle kısa bir öpücük kondurdu o dudaklara. Dönüp gitmeden önce söylediği son şey, "Balıkların hafızası kısadır, seni de unuturum elbet." ti. Söylediği en büyük yalandı.
Ama Alkan inanmak istediği için inanmıştı ona,
içi yana yana.

-

Ayakta kaldın ve yanıyorsun
Kapı açık biliyorsun
Tereddütlerin karanlıkta parlıyor
Gitsen yine iyi, kaçıyorsun

Dinlediği şarkının sözleri ona acı veriyordu.
Elindeki sigaranın külü, küllüğe dökülürken gökyüzüne bakmaya devam etti.

Sarp'la Hamza yanında onun derdini paylaşsalar da tarif edilmez bir acıydı bu. Kalbini söküp eline vermişlerdi sanki, oldum olası ayrılıkları hiç sevmezdi zaten.

Annesiyle babasından da ayrılmak istememişti ki.
Bir ara İzmir'e gidip onları ziyaret etse iyi olurdu. "Yekta, kendine gel amına koyayım ayrılık şarkısı dinliyorsun farkında mısın? Sen bu kadının sesini sevmezsin bile." kısa bir an arkadaşının aptallığına gülse de sigarasındaki zehiri solumaya devam etti.

"Sarp çocuk ironi yapıyor. Hani ağlamaması lazım falan, bu şarkıyı dinleyince midesi falan kalkıyordur kendine gelir birazdan." Sarp arkadaşına inanmayan gözlerle baktı. "Ama ağlıyor." Dedi sevgilisine.

"Sabahtan beri ağlıyor. Umarım hep yaptığı gibi yarın iyi olur." Hamza, Yekta'yı tanıdığından beri acılarını gün içinde yaşadığını biliyordu. Mesela Yekta üzülüyordu ya, Hamza ne zaman ağlamaması için onu ikna etmeyi denese Yarın unuturum diyordu. Yarın iyi olacağım.

Hamza bu zamana kadar sözünü tutmadığını görmemişti onun. Ne zaman kendine bu sözü verse mutlaka unuturdu. "Abi bunun olayın ne, yarın unuturum falan?" Yekta sigarasını söndürerek Sarp'a kısa bir bakış attı. "Çünkü aptal bir balığım."
Sonra geceye doğru fısıldadı. "Bir onu unutamıyorum işte."

Hamza'yla Sarp bir konu hakkında tartışırlarken kapı şiddetle çarpmaya başladı. Şarkı bitmişti ve ikisi de hafif çarkı keyif olduğundan kapıyı Yekta açtı. Açılan kapının ardındaki manzara çocuğun soluğunu kesti. Ablası bayılmış gibi üstüne düştüğünde ise ağlamaktan bitap düşen bedeni fark etmişti. "Abla, iyi misin?!" sesi yüksek çıktığı için Sıla irkilse de daha büyük problemleri vardı.

"Halam vefat etmiş, amcam İzmir'e dönmemiz için bilet almış bize." Hıçkırdı. "Eve dönüyoruz."

Bu bölümü sevdim, yazarken ağlıyordum anasını satıyım ne zormuş şu sahneleri yazmak. Gidişat süper, istediğim gibi ilerliyor. Yarın yine bölüm yazabilirim ama söz veremem, bu arada bunlar küçükken İzmir'de yaşıyorlardı bu bilgiyi vermediysem affeyleyin. Bir de kitabın eski bölümlerinde konumla ilgili bir hata olmuş onu da en kısa zamanda düzelteceğim. Geçen bir okurumla telefonda konuştum, çatlayın. Seviliyorsunuz.

Küçük Balık (GAY)Where stories live. Discover now